- 𝐾𝑒𝑦𝑖𝑓𝑙𝑖 𝑜𝑘𝑢𝑚𝑎𝑙𝑎𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. - 𝐾𝑎𝑟𝑎𝑘𝑡𝑒𝑟𝑙𝑒𝑟 𝑣𝑒 𝑜𝑙𝑎𝑦𝑙𝑎𝑟 𝑡𝑎𝑚𝑎𝑚𝑒𝑛 𝑘𝑢𝑟𝑔𝑢𝑑𝑢𝑟. - 𝑌𝑒𝑛𝑖 ℎ𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑙𝑒𝑟𝑑𝑒 𝑡𝑒𝑘𝑟𝑎𝑟𝑑𝑎𝑛 𝑏𝑖𝑟𝑙𝑖𝑘𝑡𝑒 𝑜𝑙𝑚𝑎𝑘 𝑡𝑒𝑚𝑒𝑛𝑛𝑖𝑠𝑖𝑦𝑙𝑒 :) - 𝑌𝑎𝑧𝑎𝑟: 𝑟𝑎𝑖𝑛𝑛𝑙𝑠 [çıᴋᴍᴀᴢ ꜱᴏᴋᴀᴋ] "Seninle geldiğim yola edeyim Soon! Daha hızlı koş!" İki arkadaş ciğerleri patlayana dek koşuyorlardı. Çünkü hemen arkalarında büyük çetenin adamları geliyordu. Sert kayaya çarptığını hissediyordu Rowan. Göğsünde sıkıca tuttuğu çantayı daha da sık kavramıştı. Soon ise hırıltılı nefesler alarak Rowan 'ın elinden tutup, köşeyi hızla dönmüşlerdi. "Dur," Soon kısa saçlarını geriye atarak nefeslenmeye çalışıyordu. Genç adam bir buçuk saattir koşmanın verdiği yorgunlukla uyluklarının sızladığını hissediyordu. Rowan 'ı bu işe bulaştırmaması gerektiğini biliyordu, pişman olmuştu. Fakat artık çok geçti. Koşmaya bir kez daha yeltenen kadının kollarından tutmuş ve kendine çekmişti. "Bir dur Rowan!" Rowan, karanlık İtalya sokakları arasında dolanıp duran kendileri değilmiş gibi davranan Soon 'a bakıyordu. "Ben duramıyorum Soon. Söylesene, yalnış nerede? Adamlar senin olanı aldığımız için bizi kovalıyor! Sonra bir bakıyorum sana, sen değilmiş gibi davranıyorsun." Soon, Rowan 'a yaklaşıp ellerini dudaklarına götürmüştü. Dar sokak köşesinde Soon 'un göğüsü, Rowan 'ın göğsüne çarpmıştı. "Her şeyi anlatacağım. Ama şimdi sessiz ol güzelim," genç adam kadının kulağına doğru fısıldamıştı. "Sakin ol." Soon kafasını olabildiğince olduğu yerden çıkarmış ve birilerinin olmadığından emin olduğunda önce kendisini sonra Rowan 'ın çıkmasını sağlamıştı. "Gidelim." demişti sadece. Rowan ise hiçbir şey demeden onunla birlikte gidiyordu ki, aklına takılan soruları sormaya başlıyordu. "Senin bu heriflerle derdin ne?" Soon hızlıca yürüdükleri yolda arada arkasına dönüp bakarak konuşuyordu. "Bir anlaşma yaptık ve benim o anlaşmayı bozmam gerekti. Planım da olmayan şeyler oldu." Rowan 'ın aklından tüm ihtimaller geçiyordu. "Ne anlaşması? Planında olmayan şey ne? Soon sen böyle biri değildin. Neden bana anlatmadın?" Soon 'un adımları yavaşlamıştı. Koyu kahverengi gözlerinin altına süzülen terini kolumun tersiyle silmişti. Buğday teni de kızarmıştı. Yine de kendini toplayıp güçlükle konuşmaya çalışıyordu. "Bak Rowan, seni buraya getirerek hata yaptım. Ama bilmiyordum tek başıma kalmıştım. Sana anlatacaktım diyemem, anlatmayacaktım. Ben sandığın gibi değilim Rowan, şimdi yollarımız ayrılıyor. Sen güçlü bir kadınsın yine de burası sana göre değil. Şimdi sadece git ve bir gün olur, bunlar biterse neden bunları yaptığımı anlamanı istiyorum." Rowan baştan aşağı buz kesilmişti. Ne demek yollarımız ayrılıyor? Anlatacağım dediği durumu yine anlatmıyordu. "Sen ne diyorsun!" Rowan, Soon 'un yakasından tutup silkeliyordu. Kore 'den tutup getirdiği kadını hiç bilmediği İtalya sokaklarında bırakıyordu. Tam da şu an... "Sorunun var ve ben de arkadaşımsın diye kalkıp Kore 'den geliyorum! Sen bana ne anlatıyorsun? Benim çocukluğumdaki, gençliğimdeki Soon bu değil. Ne oldu sana? Bak benden mi çekiniyorsun, kahretsin çekinme! Hiçbir yere gitmiyorsun!" Soon arkasına daha sık bakmaya başlarken, Rowan 'ın inatlaşan yanıyla başa çıkamazdı. Her şey boka batmıştı. "Sen bana sırt dönemezsin, duydun mu beni?" Genç kadın arkadaşının gözlerindeki umutsuzluğu fark ettiğinde, yakasındaki elleri de gevşemişti. "Edemezdin," elleri iki yanına düşmüş ve kenardaki çantayı tekrardan almıştı. O an sokağın bir ucundan kendilerine vuran ışıkla oldukları yerde kalmışlardı. Siyah arabadan bir adam inmişti. Soon bir küfür savurmuştu. Beyaz teni, siyah gözleri ve yapılı vücutlu adam arabanın kaportasına kalçasını yaslamıştı. Soon 'a dönüp baktığında yüzündeki ciddi ifade, Rowan 'a bakınca birazın birazı kadar anca yumuşamıştı. "Belki de arkadaşını başından beri tanıyamadın." Son kelimesini alay edercesine söylerken gülümsemişti. "Soon kim bu adam?" Soon sadece gitmesinin işaretini veriyordu. Oysa Rowan, Soon gibi değildi. Ama genç kadın daha bunu bilmiyordu. "Hadi ama Soon, bu güzel kadına kim olduğumu demeyecek misin? Saatler işliyor," diyip sağ elindeki lüks olan gümüş saati göstermişti. Olduğu yerden doğrulup aramızda mesafe bırakarak yanımıza gelmişti. "Ya da benim senin yediğin haltları ve asıl kim olduğunu söylememi istersin?" Soon hiçbir şey demiyordu. Yanlarındaki adam da genç kadının yaralı olan elleri arasındaki çantaya bakmış, kaldığı yerden devam etmişti. "Sanırım benim olan sizde..." diyerek genç kadına daha da yaklaşırken, Soon ondan önce davranmıştı. Rowan 'ın elindeki çantayı almış ve onu da tel örgüleri olan dükkana itmişti. Rowan sırtına giren keskin demir parçasıyla bağırmıştı. "Soon gidersen seni asla affetmem. Ben ihaneti affetmem! Bulurum seni!" Yanındaki genç adam ise Rowan 'a kısa bir bakış atmış ve eli belindeki silaha giderken genç kadın araya girmişti. "Sakın vurayım deme! Sakın. Soon!" Oysa beyaz tenli adam yanındakilere işaret vererek Soon 'un peşinden gitmişlerdi. Adam ise silahını beline koyarak kafasını havaya doğru kaldırıp küfür etmişti. "Dur hareket etme. Eğer arkadaşın gelmezse seninde başın bela da... adını söyle." Genç kadının sırtına batan demir parçasına bakarken, çevik bir hareketle hızla çekmişti. Rowan 'ın canı acımıştı. Ama bağıramamış, siyah gömleğinin uçlarını iyice sıkmıştı. "Ne halt ediyorsun sen?" Adam ellerinden birini kadının sırtına koymuş ve cebindeki mendili oraya bastırmıştı. Fakat diğer elinin altında hissettiği akmakta olan sıcak kanlarla kadına bakmıştı. "Kalk ayağa ve arabaya geç." Rowan başını iki yana istemediğini belli ederek sallamıştı. "Ben seninle bir yere gitmiyorum. Kim olduğunda umrumda değil tamam mı? Kendini de her ne sanıyorsan, çık o film sandığın dünyandan." Dudaklarını sinirle birbirine bastırdığında sesi yükselmişti. "Ya sen binersin şu araca ya da ben o herifi gebertmeleri için bir telefona bakayım, karar senin." Ardından hiçbir şey olmamış gibi adımlarını arabaya çevirmişti. Rowan ise Soon 'u öldürmelerini istemiyordu. Bunu yapamazdı ama peşinden adamlarını yollamıştı. "Bekle," olduğu yerden bir süre sonra kalkan kadın, adama doğru sadece tek bir adım atmıştı.
"Soon 'a dokunmayacaksın. Onun ne haltlar yediğini bana karakterin ne kadar el veriyorsa, işte o kadar doğru cevaplar vereceksin. Aksi takdirde ben de tavrımı alırım." Yüzüne vuran rüzgar saçlarının arasından özenle geçerken, karşısındaki adam arkasını dönerek bir süre bu kadına bakmıştı. "Adın ne? Bir daha sormayacağım." Kadın sırtını tutarak konuşmuştu. "Rowan." Adam beğeniyle onaylarken kadının yanına gelmişti. "Arabada ilk yardım malzemeleri var. Fark etmiyorsun ama kanaman hâlâ devam ediyor, pansuman yapalım. Ondan sonra da Soon 'un mevzusuna döneriz." Rowan onunla gitmek istemiyordu. "Bir yere gitmeyeceğim. Senin yardımına da ihtiyacım yok, kendim yaparım. Herhalde benden tanımadığım adamla bilmediğim bir yere gitmemi beklemiyorsun değil mi? Hem sen kimsin?" Genç adam kadının önüne düşen saçlarının bir kısmını geri atarken, Rowan ikinciye izin vermeyip saçlarını kendisi düzeltmişti. "Jeon Jungkook. O hâlde şöyle yapalım," "Ne hakla ben seninle bir şey yapacağım? Soon 'u kullanarak bana istediğini yaptıramazsın. Fark etmemiş olabilirsin ama dikkatini çekerim, o da gittiği andan itibaren bana ihanet etmiş oldu." Jeon şaşkınlıkla karışık bir gülümsemeyle kadına daha da yaklaşmıştı. "Beni yemeye çalışma Rowan. Yara almana sebep olan herifin canı için beni durdurup şimdi de böyle davranma. Yaralı olmanı umursamam yapmam gerekeni yaparım, bunu da unutma ve şimdi beni dinlemeni rica edeceğim." Sondaki ricasını dile getirirken oldukça sinirli duruyordu. Fakat Rowan umursamıyordu, ikisi de inatçı insanlardı. "Seni bir yere götürmüyorum, bunda anlaştık ve kararına saygı duyuyorum. Yine de emin olmak istiyorum." "Neyden emin olmak istiyorsun?" Jeon arabadan ilk yardım setini alıp gelmişti. "Çok kötü kanıyor. Bu adam cidden senin arkadaşın mı? Düşmanıymışsın gibi itti seni." Jeon genç kadını arabaya götürüyor ve laflarıyla oyalamaya çalışıyordu. Rowan sırtındaki acıya dayanmak için direniyordu ama direndikçe daha da kötü oluyordu. "Aranızda ne var bilmiyorum, benden yardım istedi ve Kore 'den buraya geldim. Böyle olacağını düşünmezdim." "Ne zamandır tanıyorsun onu?" Jeon ve Rowan arabaya geçmişti ama kadın sırtını dahi arkasına yaslayamıyordu. Elleri kadının gömleğine gitmişti. O sırada kadın Jeon 'un elini kendinden uzaklaştırmıştı. "İzin verirsen pansuman yapacağım. Merak etme bak iyi başlamamış olabiliriz ama yardım etmeme izin ver, tüm sırtın kan içinde kaldı." Rowan bir süre gözlerini Jeon 'a dikmişti. "Bunu izin veriyorsun olarak düşünüyorum." Jeon kadının gömleğini çıkarmıştı. Beyaz tenine baktığında sağ omzundaki dövmeyi görmüştü. "Bu dövmedeki çiçeğin adı nedir?" Rowan omuzu üstünden Jeon 'a bakarak hızlıca konuşmuştu. "Beni mi inceliyorsun yoksa pansuman mı yapıyorsun?" "Hayır, sadece gözüme çarptı. Sormak istemiştim." Rowan 'dan ses çıkmayınca Jeon eline aldığı pamuğa ilk önce tentürdiyot damlatmış ve oluşan yaranın etrafını güzelce temizlemeye koyulmuştu. Ardından derin olan yaraya bakarak sessizliği bölmüştü. "Korkutmak istemem ama buraya dikiş atılması gerekiyor." "Bunda korkulacak bir şey yok. Teşekkür ederim, gitmem gerekiyor." "Bir dakika," Jeon çalan telefonunu açtığında arayan adamını dinlemişti. "Jeon Bey, adamın izini kaybettik. Son anda arkadaşlardan biri tutmuş, kafasında şişe kırınca kaçmış." Jeon ihanete uğradığına kızmazmış gibi bir de bu durum karşısında derin bir nefes almış ve cevap vermişti. "Onu bulun." diyerekte telefonu kapatıp, geniş arabanın karşısına atmıştı. Rowan, Jeon 'a baktığında Soon 'un onları atlattığını anlamıştı. "Her zamanki gibi bir yolunu bulmuş." Jeon kadının dedikleriyle birlikte dikkat kesilmişti. "Ne demek istiyorsun?" Jeon sorduğu soruyla beraber yaranın etrafındaki morluklar için de krem sürüyordu. Rowan ise güçlükle gülmüş ve devam etmişti. "Soon bu her zaman ne istediyse yapar, gözü karadır. Kaçmak ise onun için çocuk oyuncağı gibi bir şeydir." Jeon kadının bu laflarıyla gülmüştü. "Seni bu hâle getiren bir adama karşı bu kadar eminsin yani?" Rowan son olanları ve dediklerini hatırladığında yüzü düşmüştü. Ama cevabını vermeden edememişti. "En azından bana açıklayacak ve biliyorum, ben onu tanıyorum." Jeon 'un elleri yaranın etrafında dururken ellerini kadının beline indirmişti. "Ne sen kimseyi ne de kimse seni tamamen bilemez. Her insanın bir uç noktası vardır Rowan, sen onu gördün mü?" Belindeki eller geri çekilmeden önce baskısını arttırıp, teninden ayrılmıştı. Rowan bu yaptığı karşısında Jeon 'a yüzünü dönüp bakmıştı. "Sen de görmek ister misin?" Jeon keyifle gülmüştü.
"Benim için hava hoş Rowan." Kadın tıpkı onun gibi güldüğünde bir an da Jeon 'a kafa atmasıyla arabadan dışarı çıkmıştı. Arkasına bakmadan koşmaya başlamıştı. "Cidden olacak şey mi Rowan! Bunu ödetirim ama sana. Nereye gittin?" Jeon dar sokakların içinden hızla geçiyordu. Rowan ise o sokakları bilmediği için önüne gelen sokağa giriyordu. Köşeyi dönüp yeni bir sokağa gireceği sırada karşısına çıkan Jeon 'a sinirle söylenmişti. Adam belindeki silahı çıkarmış, karşısındaki kadına doğrultmuştu. "Hop, nereye? Kafanda sağlammış bu arada," Jeon hızla Rowan 'ın yanına gelmiş ve kolundan tutmuştu. "Ben bunun acısını çıkartırım, demiştim. Değil mi?" Kadın kendini geri çekip diğer eliyle yumruğunu göstermişti. "Erkekliğine mi güveniyorsun? Ne duruyorsun, yapsana! Yap bir de ne oluyor. Pekmezini akıtırım senin!" Jeon göz devirip sakin kalmak adına nefesler almıştı. "Cidden sabrımı sınıyorsun. Benim derdim seni elde etmek falan değil! Madem arkadaşını da düşünmeden gitmek istiyorsun, yollar senin. Kendimi açıklamama da izin vermiyorsun. Gerçekten tanıdığım en inatçı kadınsın. Bu arada can atıp gitmek istediğin neresi var? Soon ile birlikte kalıyorsun ki artık onunla da kalamazsın. Nereye gideceksin?" "Ben çaresine bakarım, sana kalmadım tamam mı? Soon gelecek, sen de ihanetinin bedelini ona ödeteceksin diye beni kullanacaksın. Tamam o da beni hangi pislik içinse kullandı. Ama ben bir kez daha böyle bir şey yaşamak istemiyorum." Rowan öylece giderken, Jeon arkasından bakıyordu. Bu kadın gerçekten yürüyen gurur gibi bir şeydi. Jeon telefonundan adamını aramıştı. "Rowan 'ı takip edin. Sakın onu rahatsız edecek mesafede durmayın, kimseyi görmeyecek. Annasia 'nın oteline gitmesine sağlayın. Ona haber verin ücreti neyse halledin." Karşı tarafın onu onaylamasıyla telefonu kapatmıştı. Ardından tekrardan çalan telefonuyla cevap vermişti. "Bulduğunuz için aradığınızı varsayıyorum?" "Bay Jeon, bulduk." Jeon, Rowan 'ın dediklerini hatırladığında hırsla gülmüştü. "Her zamanki yere götürün." [𝙍𝙤𝙬𝙖𝙣] Genç kadın Lucca şehrinin meydanındaki boş banklardan birine oturmuş ve etrafı izliyordu. Sırtındaki sızı da Jeon 'un sürdüğü kremle geçmişti. Şimdiyse ülkesine nasıl geri gideceğini düşünüyordu. Arkadaşı bildiği adamın ona yaptığı ihaneti düşünüyordu. Etraftaki çiftlere, ailelere, gençlere ve yaşıtlarına bakıyordu. Herkes mutlu görünüyor, eğleniyordu. Sonrasında gözüne ilişen ilanlara baktı. Sanat dalında bir çok eleman aranıyordu. Rowan kitapları, çiçekleri ve dövüş sanatlarını seviyordu. Alt taraflara gözleri kaydığında, kütüphanede çalışacak biri aranıyor, yazısını görünce eli hemen cebine varmıştı. Telefonunu çıkarıp navigasyonunu açarak, kütüphanenin yollarında gidiyordu. Birkaç hafta çalışıp ülkesine gidecek ücreti toplayabilirdi. (Bir saat sonra) Rowan oldukça büyük olan kütüphanenin önüne gelmişti. Kahverengi çatısı, kapı önündeki beyaz ve sarı çiçekler, geceye yakışacak şekilde düzenlenmiş aydınlatmaları da oldukça zarif gösteriyordu. Hâlâ açık tutuyorlardı. Rowan içeriye doğru adımladığında orta yaşlarda, zarif görünüme sahip beyaz elbiseli bir kadın görmüştü. Onun yanına gitmiş ve ne diyeceğine karar verememişti. İtalyan bir kadındı. O yüzden İtalyanca konuşmaya başlamıştı. "Ciao, sei disponibile? (Merhaba, müsait misiniz?)" Kadın hemen bedenini çevirmiş ve gülen yüzüyle selamlamıştı. Kadın da İtalyanca konuşmaya başlamıştı. "Size de merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" Rowan telefonundaki iş ilanını göstermişti. "Sanırım çalışan arıyorsunuz? Onun için gelmiştim ben." Kadının anında çalan telefonuyla müsaade isteyerek salonun köşesine geçmişti. Rowan heyecanlı görünüyor, adeta gözleri parlıyordu. Kütüphane sahibi olan kadın konuşmasını kısa tutup gelmişti. "İstersen önce oturup konuşalım. Vaktin var mı?" Rowan hızlıca onaylayıp, kadının işaret ettiği yere oturmuştu. "Sanırım yabancısın buralara, yine de güzelce dilimizi konuşuyorsun," kadın içten bir gülüşle Rowan 'ın iyi hissetmesini sağlıyordu. "Üç yıl önce öğrendim, teşekkür ederim. İzniniz olursa bir şey sorabilir miyim? Adınızı bilmiyorum yani..." Kadın elini uzatmış ve adını söylemişti. "Lily, adım Lily. Peki ya senin?" Rowan da uzatılan eli nazikçe tutmuş ve geri çekilmişti. "Rowan." "Ne güzel bir ismin var. Pekâla, iş konusundaki sorularını sen demeden ben açıkça anlatayım. Sabahları sekiz buçukta burası açık olur, akşamları da bazı günler -çarşamba ve cuma- geceleri on ikide kapatırız. Yemek var, maaşını günlük olarak mı yoksa aylık olarak mı almak istersin? Sigortanı yaparım, pasaportun var mı?" Rowan ellerini gömleğinin uçlarına götürmüştü. Ne demeliydi? Buraya geçici pasaportla gelmişti. "Lily hanım yalnış anlamanızı istemem ama ben buraya kalıcı olarak gelmedim. O yüzden haftalık maaş alma imkanım olursa iyi olur. Eğer geçici eleman istemezseniz de anlarım." Lily camdan dışarı doğru bakmış, bir süre düşünmüştü. Böyle bir şeyi kabul etmezdi, ama son haftalarda oldukça yoğunluk vardı. "Özel durumlar anladığım kadarıyla... Son haftalar çok yoğun geçiyor Rowan. Bunun için hayır diyemeyeceğim, işe alındın. Sabah birlikte buraları temizler ve kitapları sıralarız. Kalacak bir yerin var mı peki?" Lily, Rowan 'ın halinden anlıyordu. Zor durumda göründüğü de ortadaydı. Rowan kafasını iki yana sallamış, konuşmaya başlamıştı. "Geleli birkaç hafta oluyor. Arkadaşımda kalıyordum ama işleri çok yoğun ve aramız pek iyi sayılmaz." Lily ayağa kalkıp kütüphanenin mutfak kısmından halihazırda iki kahve koymuştu. Ardından genç kadının yanına gelmişti. "O zaman alt kattaki odada kal. Tek başına buralarda, hele ki sokakta kalman iyi olmaz. Merak etme buraya benden başka giren çıkan olmaz. Orası biraz küçüktür yine de dışarıdan kalmandan iyidir." Rowan kadına bir süre bakmış ve teşekkür etmişti. Çok ince biriydi Lily.
"O zaman buraları toplayalım! Sabaha daha çok işimiz olacak Rowan, öğrenciler buraya çok sık geliyor." "Kesinlikle. Ben masaları ve kitapları düzenleyeyim o zaman." diyip işe koyulmuşlardı. *** Rowan olabildiğince hızlı bir şekilde etrafı toplamıştı. Lily ise ilk günü olacağı için isterse yanında kalabileceğini söylemişti. Fakat sonrasında çalan telefonuyla acil bir işi çıktığını söyleyip, çıkmıştı. "Ah, yine mi?" Sırtından sızan kanı hissettiğinde yattığı yerden doğrulmuştu. Lily 'nin ona verdiği temiz kıyafetlere bulaşmaması için üst kıyafetlerini çıkarmıştı. Odanın içinde ilk yardım malzemelerine dair bir şeyler arıyordu. Sonunda bir spanç ve sargı bandı bulmuştu. Jeon 'un dediği gibi dikiş gerekiyordu. Ama şu an için yapamazdı. Rowan yorgunluğun verdiği uykusuyla bir an için uyuyacakken kendini silkelemiş ve odadaki temiz şeffaf naylonlardan birini sırtının olduğu bölgeye sermiş, ışığı kapatıp uzanmıştı. Olanları şu an için düşünmek istemiyordu. [SABAH] "Bayan Lily, ben bu tarafları bitirdim. Başka bir şey var mı?" Lily kitap satışı yaparken, etrafa bir göz atmış ve seslenmişti. "Yirmi iki numaralı masadaki kitapları bana getirir misin?" Rowan cam kenarında olan masaya bakmış ve açık kalmış camdan dolayı açılan kitap sayfalarını görünce oraya doğru ilerlemişti. O sırada camdan içeri uzanan elle kitapları da alıp geri çekilmiş, kim olduğu için kafasını ileriye doğru çıkarmıştı. Gördüğü kişiyle sinirlenmesi bir olmuştu. "Yine mi sen?" "Aa, Rowan! Ne güzel bir tesadüf." Jeon geçenki geceye rağmen daha canlı görünüyordu. Siyah deri ceketi, beyaz tişörtü ve siyah kargo tarzındaki pantolunuyla dikkat çekiyordu. Rowan ortalık karışmasın diye Lily 'nin yanına gitmiş ve ona kitapları vermişti. "Bir sorun mu var?" Lily 'nin sorusuyla Rowan tam bir şey olmadığını söyleyecekken, araya giren Jeon ile donakalmıştı. "Lily birkaç dakikalığına hanımefendiyi alt kata götürebilir miyim? Bir arkadaş daha gelecekti de, sakin olun, kadın bir arkadaş!" Lily, Jeon 'u görünce birden omzuna vurup sinirle gülmeye başlamıştı. "Nerelerdesin sen? Ablan kaç gündür senden haber alamıyor diye endişelendi! Haberin var mı senin?" Jeon 'un ablası vardı ve bu Lily 'di... Rowan sadece bakakalmakla yetiniyordu ki, Jeon onu belinden tutup yöneltene dek. Kütüphane içinde oldukları için Rowan bastırarak ve sessiz bir şekilde karşı çıkıyordu. "Ne hakla götürüyorsun?" Jeon ellerini dudağına götürmüştü. "Şşt, insanlar çalışıyor. Merak etme bir şey yapmayacağım. Sadece atılması gereken bir dikiş var." Lily araya girmişti. "Rowan durumlardan bir bilgim yok. Sırtının ağrısından o kadar işi nasıl yaptığına şaşırıyorum. Aranızdaki sorun her neyse inadı bırakıp pansumanını yapsınlar, rica ediyorum." Bu kadın ve adam nasıl kardeş diye düşünmeden edemedi Rowan. Birisi zarafetin vücut bulmuş haliyken, diğeri tamamen karanlık duruyordu. Lily 'nin ricası üzerine kabul etmişti. ... "Neden bu kadar uzun sürdü?" Hemşire dikişi atarken Jeon 'un durmak bilmeyen sorularına uygun cevabı vermeye çalışıyordu. "Jeon Bey daha başlayalı on dakika olmadı." Jeon anlık duraksadığında konuşacakken geri susmuştu. "Soon 'u buldunuz mu?" "Şu an ne haldesin ve hâlâ onu mu düşünüyorsun?" Rowan sinirle gözlerini kapatmıştı. "Soruma cevap vermeyeceksen, soru da sorma Jeon." Hemşirenin işi bitmeye yakınken hiçbir şey dememişti. Yaklaşık bir on beş dakika sonra hemşire Rowan 'a döndü. "Endişelenecek bir durum kalmadı. Sadece geç bir dikiş atılımı olduğu için getirdiğim kremleri günde bir kez kullansanız yeterli olacaktır. Geçmiş olsun." Jeon yaslandığı duvardan ayrılmış ve hemşireye kapıyı açmıştı. "Siz gidebilirsiniz, teşekkür ederiz. Arkadaşlar sizi hastaneye götürecekler." Hemşire odadan çıktığında Jeon kapıyı kapatmıştı. "Sen de çıkmayacak mısın?" Genç adam onu duymazdan gelmiş ve yanındaki sandalyeyi Rowan 'ın tam önüne koyup oturmuştu. "Soon benden kaçamazdı tabii. Burada çalışmana gerek yok, akşam ikinizle de konuşacağım zaten." Rowan olduğu yerden hareketlenmişti. "Ona bir şey yaptın mı?" Elleri kadının sırtına gittiğinde konuşmuştu. "Sen de açtığı yaradan bir tane de onda var." Rowan sinirle ayağa kalkmıştı. Ona yaptığı bu durum Jeon 'u ilgilendirmiyordu. "Ona hangi hakla dokunursun? Sebebin ne ki bunu yapıyorsun? Hemen beni Soon 'a götür. Benim meselem seni alakadar etmez." Rowan kıyafetini giymeye başlayıp kalkacağı sırada Jeon onu yatağa oturtmuştu. "Ben sana yaptığının yanına kâr kalmasını istemedim. Tamam mı?" Rowan 'ın yüzüne yaklaşmış ve sinirle solumuştu. "Vazgeçtim. Ne haliniz varsa görün, ben ülkeme gitmek istiyorum." Jeon o an ne diyeceğini bilememişti. Bir yandan onu tutmak isterken diğer yanı gitmesini istiyordu. Soon 'un tek ona borcu yoktu. Diğer çetelere de öyleydi. Rowan 'ı onunla birlikte görmüş olmaları bile iyi olmazdı. Başka bir yol görünmüyordu. "Bence de gitmelisin." Donuk gözleriyle onaylamıştı. "Ama bana bir şeyi anlatmanı istiyorum," sesi gayet ılımlıydı. "Soon 'u seviyor musun?" Rowan gözlerini şaşkınlıkla açmış, elleri ağzına gitmişti. Jeon ise bu görüntü karşısında bir anlık gülmek istese de ifadesini korumuştu. "Ne alaka ya?" Jeon onun taklidini yapıp konuşmuştu. "O geceden sonra Soon diye konuşup durduğun için başka bir şey düşünmemiş olabilir miyim ya?" "Yok sen manyaksın," Rowan ayağa kalkıp kapıya geldiğinde Jeon önüne geçmişti. "Sen seviyorsun yani..."
Rowan bir an önce gitmek istiyordu. "Özel hayatım seni ilgilendirmez Jeon," genç adam kadının önünden çekilmişti. "Ben anladım. Yine de bilmeni isterim ki, Soon iyi biri değil." Rowan, Jeon 'a dönüp cevabını hızlıca vermişti. "Ona karşı aşka dair bir şey hissetmiyorum. O kafanda her ne kuruyorsan, bitir onları Jeon. Tamam mı? Şimdi rahatsız etmezsen işime geri döneceğim!" Jeon duyduklarıyla derin bir nefes alıp tekrardan duvara yaslanınca Rowan, şaşkınlığını gizleyememişti. "Ne oluyor be adam sana? Sanırım yediğin kafa çarptı." Rowan 'ın sonradan gülümseyerek dediği şeyle genç adam ona bakmıştı. "Yok bir şeyim yorgunum sadece. Ayrıca çalışmıyorsun desem gurur yapıp bir kez daha kafama indireceksin, o yüzden hiç girmiyorum." Rowan kapıyı açmış gidecekken son kez dönüp konuşmuştu. "Birkaç haftaya kalmaz buradan gideceğim Jeon. Kimseden bir şey istemiyorum. Yine de iyi kötü her şey için teşekkür ederim." Jeon ise arkasına bile bakmadan giden kadına bakıyordu. Duyguları tezatlık halindeyken, aklı bunun doğru olmadığını söylüyordu. Rowan 'ın da dediği gibi, nasılsa gidecekti. Onu zorla burada tutamazdı. Daha az önce gitmesi için verdiği karar, Soon 'u sevmediğini söylediğinde değişmişti. Oysa çok net bir adamdı. Bu kadın karşısında kontrolünden çıkan bir şeyler oluyordu. Ve bunu o veda günü belirleyecekti. - Devam edecek :) - Destekleriniz için şimdiden teşekkür ederim. Yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın.
- 𝐾𝑒𝑦𝑖𝑓𝑙𝑖 𝑜𝑘𝑢𝑚𝑎𝑙𝑎𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚.
- 𝐾𝑎𝑟𝑎𝑘𝑡𝑒𝑟𝑙𝑒𝑟 𝑣𝑒 𝑜𝑙𝑎𝑦𝑙𝑎𝑟 𝑡𝑎𝑚𝑎𝑚𝑒𝑛 𝑘𝑢𝑟𝑔𝑢𝑑𝑢𝑟.
- 𝑌𝑒𝑛𝑖 ℎ𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑙𝑒𝑟𝑑𝑒 𝑡𝑒𝑘𝑟𝑎𝑟𝑑𝑎𝑛 𝑏𝑖𝑟𝑙𝑖𝑘𝑡𝑒 𝑜𝑙𝑚𝑎𝑘 𝑡𝑒𝑚𝑒𝑛𝑛𝑖𝑠𝑖𝑦𝑙𝑒 :)
- 𝑌𝑎𝑧𝑎𝑟: 𝑟𝑎𝑖𝑛𝑛𝑙𝑠
[çıᴋᴍᴀᴢ ꜱᴏᴋᴀᴋ]
"Seninle geldiğim yola edeyim Soon!
Daha hızlı koş!"
İki arkadaş ciğerleri patlayana dek koşuyorlardı. Çünkü hemen arkalarında büyük çetenin adamları geliyordu. Sert kayaya çarptığını hissediyordu Rowan. Göğsünde sıkıca tuttuğu çantayı daha da sık kavramıştı. Soon ise hırıltılı nefesler alarak Rowan 'ın elinden tutup, köşeyi hızla dönmüşlerdi.
"Dur," Soon kısa saçlarını geriye atarak nefeslenmeye çalışıyordu. Genç adam bir buçuk saattir koşmanın verdiği yorgunlukla uyluklarının sızladığını hissediyordu. Rowan 'ı bu işe bulaştırmaması gerektiğini biliyordu, pişman olmuştu. Fakat artık çok geçti. Koşmaya bir kez daha yeltenen kadının kollarından tutmuş ve kendine çekmişti.
"Bir dur Rowan!"
Rowan, karanlık İtalya sokakları arasında dolanıp duran kendileri değilmiş gibi davranan Soon 'a bakıyordu.
"Ben duramıyorum Soon.
Söylesene, yalnış nerede? Adamlar senin olanı aldığımız için bizi kovalıyor! Sonra bir bakıyorum sana, sen değilmiş gibi davranıyorsun."
Soon, Rowan 'a yaklaşıp ellerini dudaklarına götürmüştü. Dar sokak köşesinde Soon 'un göğüsü, Rowan 'ın göğsüne çarpmıştı.
"Her şeyi anlatacağım.
Ama şimdi sessiz ol güzelim," genç adam kadının kulağına doğru fısıldamıştı.
"Sakin ol."
Soon kafasını olabildiğince olduğu yerden çıkarmış ve birilerinin olmadığından emin olduğunda önce kendisini sonra Rowan 'ın çıkmasını sağlamıştı.
"Gidelim." demişti sadece.
Rowan ise hiçbir şey demeden onunla birlikte gidiyordu ki, aklına takılan soruları sormaya başlıyordu.
"Senin bu heriflerle derdin ne?"
Soon hızlıca yürüdükleri yolda arada arkasına dönüp bakarak konuşuyordu.
"Bir anlaşma yaptık ve benim o anlaşmayı bozmam gerekti. Planım da olmayan şeyler oldu."
Rowan 'ın aklından tüm ihtimaller geçiyordu.
"Ne anlaşması? Planında olmayan şey ne? Soon sen böyle biri değildin. Neden bana anlatmadın?"
Soon 'un adımları yavaşlamıştı. Koyu kahverengi gözlerinin altına süzülen terini kolumun tersiyle silmişti. Buğday teni de kızarmıştı. Yine de kendini toplayıp güçlükle konuşmaya çalışıyordu.
"Bak Rowan, seni buraya getirerek hata yaptım. Ama bilmiyordum tek başıma kalmıştım. Sana anlatacaktım diyemem, anlatmayacaktım. Ben sandığın gibi değilim Rowan, şimdi yollarımız ayrılıyor. Sen güçlü bir kadınsın yine de burası sana göre değil. Şimdi sadece git ve bir gün olur, bunlar biterse neden bunları yaptığımı anlamanı istiyorum."
Rowan baştan aşağı buz kesilmişti. Ne demek yollarımız ayrılıyor? Anlatacağım dediği durumu yine anlatmıyordu.
"Sen ne diyorsun!"
Rowan, Soon 'un yakasından tutup silkeliyordu. Kore 'den tutup getirdiği kadını hiç bilmediği İtalya sokaklarında bırakıyordu. Tam da şu an...
"Sorunun var ve ben de arkadaşımsın diye kalkıp Kore 'den geliyorum! Sen bana ne anlatıyorsun? Benim çocukluğumdaki, gençliğimdeki Soon bu değil. Ne oldu sana? Bak benden mi çekiniyorsun, kahretsin çekinme! Hiçbir yere gitmiyorsun!"
Soon arkasına daha sık bakmaya başlarken, Rowan 'ın inatlaşan yanıyla başa çıkamazdı. Her şey boka batmıştı.
"Sen bana sırt dönemezsin, duydun mu beni?"
Genç kadın arkadaşının gözlerindeki umutsuzluğu fark ettiğinde, yakasındaki elleri de gevşemişti.
"Edemezdin," elleri iki yanına düşmüş ve kenardaki çantayı tekrardan almıştı. O an sokağın bir ucundan kendilerine vuran ışıkla oldukları yerde kalmışlardı. Siyah arabadan bir adam inmişti. Soon bir küfür savurmuştu.
Beyaz teni, siyah gözleri ve yapılı vücutlu adam arabanın kaportasına kalçasını yaslamıştı. Soon 'a dönüp baktığında yüzündeki ciddi ifade, Rowan 'a bakınca birazın birazı kadar anca yumuşamıştı.
"Belki de arkadaşını başından beri tanıyamadın."
Son kelimesini alay edercesine söylerken gülümsemişti.
"Soon kim bu adam?"
Soon sadece gitmesinin işaretini veriyordu. Oysa Rowan, Soon gibi değildi. Ama genç kadın daha bunu bilmiyordu.
"Hadi ama Soon, bu güzel kadına kim olduğumu demeyecek misin? Saatler işliyor," diyip sağ elindeki lüks olan gümüş saati göstermişti. Olduğu yerden doğrulup aramızda mesafe bırakarak yanımıza gelmişti.
"Ya da benim senin yediğin haltları ve asıl kim olduğunu söylememi istersin?"
Soon hiçbir şey demiyordu.
Yanlarındaki adam da genç kadının yaralı olan elleri arasındaki çantaya bakmış, kaldığı yerden devam etmişti.
"Sanırım benim olan sizde..." diyerek genç kadına daha da yaklaşırken, Soon ondan önce davranmıştı. Rowan 'ın elindeki çantayı almış ve onu da tel örgüleri olan dükkana itmişti. Rowan sırtına giren keskin demir parçasıyla bağırmıştı.
"Soon gidersen seni asla affetmem. Ben ihaneti affetmem! Bulurum seni!"
Yanındaki genç adam ise Rowan 'a kısa bir bakış atmış ve eli belindeki silaha giderken genç kadın araya girmişti.
"Sakın vurayım deme! Sakın.
Soon!"
Oysa beyaz tenli adam yanındakilere işaret vererek Soon 'un peşinden gitmişlerdi. Adam ise silahını beline koyarak kafasını havaya doğru kaldırıp küfür etmişti.
"Dur hareket etme.
Eğer arkadaşın gelmezse seninde başın bela da... adını söyle."
Genç kadının sırtına batan demir parçasına bakarken, çevik bir hareketle hızla çekmişti. Rowan 'ın canı acımıştı. Ama bağıramamış, siyah gömleğinin uçlarını iyice sıkmıştı.
"Ne halt ediyorsun sen?"
Adam ellerinden birini kadının sırtına koymuş ve cebindeki mendili oraya bastırmıştı. Fakat diğer elinin altında hissettiği akmakta olan sıcak kanlarla kadına bakmıştı.
"Kalk ayağa ve arabaya geç."
Rowan başını iki yana istemediğini belli ederek sallamıştı.
"Ben seninle bir yere gitmiyorum. Kim olduğunda umrumda değil tamam mı? Kendini de her ne sanıyorsan, çık o film sandığın dünyandan."
Dudaklarını sinirle birbirine bastırdığında sesi yükselmişti.
"Ya sen binersin şu araca ya da ben o herifi gebertmeleri için bir telefona bakayım, karar senin."
Ardından hiçbir şey olmamış gibi adımlarını arabaya çevirmişti. Rowan ise Soon 'u öldürmelerini istemiyordu. Bunu yapamazdı ama peşinden adamlarını yollamıştı.
"Bekle," olduğu yerden bir süre sonra kalkan kadın, adama doğru sadece tek bir adım atmıştı.
"Soon 'a dokunmayacaksın.
Onun ne haltlar yediğini bana karakterin ne kadar el veriyorsa, işte o kadar doğru cevaplar vereceksin. Aksi takdirde ben de tavrımı alırım."
Yüzüne vuran rüzgar saçlarının arasından özenle geçerken, karşısındaki adam arkasını dönerek bir süre bu kadına bakmıştı.
"Adın ne? Bir daha sormayacağım."
Kadın sırtını tutarak konuşmuştu.
"Rowan."
Adam beğeniyle onaylarken kadının yanına gelmişti.
"Arabada ilk yardım malzemeleri var.
Fark etmiyorsun ama kanaman hâlâ devam ediyor, pansuman yapalım. Ondan sonra da Soon 'un mevzusuna döneriz."
Rowan onunla gitmek istemiyordu.
"Bir yere gitmeyeceğim.
Senin yardımına da ihtiyacım yok, kendim yaparım. Herhalde benden tanımadığım adamla bilmediğim bir yere gitmemi beklemiyorsun değil mi? Hem sen kimsin?"
Genç adam kadının önüne düşen saçlarının bir kısmını geri atarken, Rowan ikinciye izin vermeyip saçlarını kendisi düzeltmişti.
"Jeon Jungkook.
O hâlde şöyle yapalım,"
"Ne hakla ben seninle bir şey yapacağım? Soon 'u kullanarak bana istediğini yaptıramazsın. Fark etmemiş olabilirsin ama dikkatini çekerim, o da gittiği andan itibaren bana ihanet etmiş oldu."
Jeon şaşkınlıkla karışık bir gülümsemeyle kadına daha da yaklaşmıştı.
"Beni yemeye çalışma Rowan.
Yara almana sebep olan herifin canı için beni durdurup şimdi de böyle davranma. Yaralı olmanı umursamam yapmam gerekeni yaparım, bunu da unutma ve şimdi beni dinlemeni rica edeceğim."
Sondaki ricasını dile getirirken oldukça sinirli duruyordu. Fakat Rowan umursamıyordu, ikisi de inatçı insanlardı.
"Seni bir yere götürmüyorum, bunda anlaştık ve kararına saygı duyuyorum. Yine de emin olmak istiyorum."
"Neyden emin olmak istiyorsun?"
Jeon arabadan ilk yardım setini alıp gelmişti.
"Çok kötü kanıyor.
Bu adam cidden senin arkadaşın mı? Düşmanıymışsın gibi itti seni."
Jeon genç kadını arabaya götürüyor ve laflarıyla oyalamaya çalışıyordu. Rowan sırtındaki acıya dayanmak için direniyordu ama direndikçe daha da kötü oluyordu.
"Aranızda ne var bilmiyorum, benden yardım istedi ve Kore 'den buraya geldim. Böyle olacağını düşünmezdim."
"Ne zamandır tanıyorsun onu?"
Jeon ve Rowan arabaya geçmişti ama kadın sırtını dahi arkasına yaslayamıyordu. Elleri kadının gömleğine gitmişti. O sırada kadın Jeon 'un elini kendinden uzaklaştırmıştı.
"İzin verirsen pansuman yapacağım.
Merak etme bak iyi başlamamış olabiliriz ama yardım etmeme izin ver, tüm sırtın kan içinde kaldı."
Rowan bir süre gözlerini Jeon 'a dikmişti.
"Bunu izin veriyorsun olarak düşünüyorum."
Jeon kadının gömleğini çıkarmıştı.
Beyaz tenine baktığında sağ omzundaki dövmeyi görmüştü.
"Bu dövmedeki çiçeğin adı nedir?"
Rowan omuzu üstünden Jeon 'a bakarak hızlıca konuşmuştu.
"Beni mi inceliyorsun yoksa pansuman mı yapıyorsun?"
"Hayır, sadece gözüme çarptı.
Sormak istemiştim."
Rowan 'dan ses çıkmayınca Jeon eline aldığı pamuğa ilk önce tentürdiyot damlatmış ve oluşan yaranın etrafını güzelce temizlemeye koyulmuştu. Ardından derin olan yaraya bakarak sessizliği bölmüştü.
"Korkutmak istemem ama buraya dikiş atılması gerekiyor."
"Bunda korkulacak bir şey yok.
Teşekkür ederim, gitmem gerekiyor."
"Bir dakika," Jeon çalan telefonunu açtığında arayan adamını dinlemişti.
"Jeon Bey, adamın izini kaybettik.
Son anda arkadaşlardan biri tutmuş, kafasında şişe kırınca kaçmış."
Jeon ihanete uğradığına kızmazmış gibi bir de bu durum karşısında derin bir nefes almış ve cevap vermişti.
"Onu bulun." diyerekte telefonu kapatıp, geniş arabanın karşısına atmıştı.
Rowan, Jeon 'a baktığında Soon 'un onları atlattığını anlamıştı.
"Her zamanki gibi bir yolunu bulmuş."
Jeon kadının dedikleriyle birlikte dikkat kesilmişti.
"Ne demek istiyorsun?"
Jeon sorduğu soruyla beraber yaranın etrafındaki morluklar için de krem sürüyordu. Rowan ise güçlükle gülmüş ve devam etmişti.
"Soon bu her zaman ne istediyse yapar, gözü karadır. Kaçmak ise onun için çocuk oyuncağı gibi bir şeydir."
Jeon kadının bu laflarıyla gülmüştü.
"Seni bu hâle getiren bir adama karşı bu kadar eminsin yani?"
Rowan son olanları ve dediklerini hatırladığında yüzü düşmüştü. Ama cevabını vermeden edememişti.
"En azından bana açıklayacak ve biliyorum, ben onu tanıyorum."
Jeon 'un elleri yaranın etrafında dururken ellerini kadının beline indirmişti.
"Ne sen kimseyi ne de kimse seni tamamen bilemez. Her insanın bir uç noktası vardır Rowan, sen onu gördün mü?"
Belindeki eller geri çekilmeden önce baskısını arttırıp, teninden ayrılmıştı. Rowan bu yaptığı karşısında Jeon 'a yüzünü dönüp bakmıştı.
"Sen de görmek ister misin?"
Jeon keyifle gülmüştü.
"Benim için hava hoş Rowan."
Kadın tıpkı onun gibi güldüğünde bir an da Jeon 'a kafa atmasıyla arabadan dışarı çıkmıştı. Arkasına bakmadan koşmaya başlamıştı.
"Cidden olacak şey mi Rowan!
Bunu ödetirim ama sana. Nereye gittin?"
Jeon dar sokakların içinden hızla geçiyordu. Rowan ise o sokakları bilmediği için önüne gelen sokağa giriyordu. Köşeyi dönüp yeni bir sokağa gireceği sırada karşısına çıkan Jeon 'a sinirle söylenmişti. Adam belindeki silahı çıkarmış, karşısındaki kadına doğrultmuştu.
"Hop, nereye?
Kafanda sağlammış bu arada," Jeon hızla Rowan 'ın yanına gelmiş ve kolundan tutmuştu.
"Ben bunun acısını çıkartırım, demiştim.
Değil mi?"
Kadın kendini geri çekip diğer eliyle yumruğunu göstermişti.
"Erkekliğine mi güveniyorsun?
Ne duruyorsun, yapsana! Yap bir de ne oluyor. Pekmezini akıtırım senin!"
Jeon göz devirip sakin kalmak adına nefesler almıştı.
"Cidden sabrımı sınıyorsun.
Benim derdim seni elde etmek falan değil!
Madem arkadaşını da düşünmeden gitmek istiyorsun, yollar senin. Kendimi açıklamama da izin vermiyorsun. Gerçekten tanıdığım en inatçı kadınsın. Bu arada can atıp gitmek istediğin neresi var? Soon ile birlikte kalıyorsun ki artık onunla da kalamazsın. Nereye gideceksin?"
"Ben çaresine bakarım, sana kalmadım tamam mı? Soon gelecek, sen de ihanetinin bedelini ona ödeteceksin diye beni kullanacaksın. Tamam o da beni hangi pislik içinse kullandı. Ama ben bir kez daha böyle bir şey yaşamak istemiyorum."
Rowan öylece giderken, Jeon arkasından bakıyordu. Bu kadın gerçekten yürüyen gurur gibi bir şeydi. Jeon telefonundan adamını aramıştı.
"Rowan 'ı takip edin.
Sakın onu rahatsız edecek mesafede durmayın, kimseyi görmeyecek. Annasia 'nın oteline gitmesine sağlayın. Ona haber verin ücreti neyse halledin."
Karşı tarafın onu onaylamasıyla telefonu kapatmıştı. Ardından tekrardan çalan telefonuyla cevap vermişti.
"Bulduğunuz için aradığınızı varsayıyorum?"
"Bay Jeon, bulduk."
Jeon, Rowan 'ın dediklerini hatırladığında hırsla gülmüştü.
"Her zamanki yere götürün."
[𝙍𝙤𝙬𝙖𝙣]
Genç kadın Lucca şehrinin meydanındaki boş banklardan birine oturmuş ve etrafı izliyordu. Sırtındaki sızı da Jeon 'un sürdüğü kremle geçmişti. Şimdiyse ülkesine nasıl geri gideceğini düşünüyordu. Arkadaşı bildiği adamın ona yaptığı ihaneti düşünüyordu. Etraftaki çiftlere, ailelere, gençlere ve yaşıtlarına bakıyordu. Herkes mutlu görünüyor, eğleniyordu. Sonrasında gözüne ilişen ilanlara baktı. Sanat dalında bir çok eleman aranıyordu. Rowan kitapları, çiçekleri ve dövüş sanatlarını seviyordu. Alt taraflara gözleri kaydığında, kütüphanede çalışacak biri aranıyor, yazısını görünce eli hemen cebine varmıştı. Telefonunu çıkarıp navigasyonunu açarak, kütüphanenin yollarında gidiyordu. Birkaç hafta çalışıp ülkesine gidecek ücreti toplayabilirdi.
(Bir saat sonra)
Rowan oldukça büyük olan kütüphanenin önüne gelmişti. Kahverengi çatısı, kapı önündeki beyaz ve sarı çiçekler, geceye yakışacak şekilde düzenlenmiş aydınlatmaları da oldukça zarif gösteriyordu. Hâlâ açık tutuyorlardı.
Rowan içeriye doğru adımladığında orta yaşlarda, zarif görünüme sahip beyaz elbiseli bir kadın görmüştü. Onun yanına gitmiş ve ne diyeceğine karar verememişti.
İtalyan bir kadındı. O yüzden İtalyanca konuşmaya başlamıştı.
"Ciao, sei disponibile? (Merhaba, müsait misiniz?)"
Kadın hemen bedenini çevirmiş ve gülen yüzüyle selamlamıştı. Kadın da İtalyanca konuşmaya başlamıştı.
"Size de merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"
Rowan telefonundaki iş ilanını göstermişti.
"Sanırım çalışan arıyorsunuz? Onun için gelmiştim ben."
Kadının anında çalan telefonuyla müsaade isteyerek salonun köşesine geçmişti. Rowan heyecanlı görünüyor, adeta gözleri parlıyordu. Kütüphane sahibi olan kadın konuşmasını kısa tutup gelmişti.
"İstersen önce oturup konuşalım. Vaktin var mı?"
Rowan hızlıca onaylayıp, kadının işaret ettiği yere oturmuştu.
"Sanırım yabancısın buralara, yine de güzelce dilimizi konuşuyorsun," kadın içten bir gülüşle Rowan 'ın iyi hissetmesini sağlıyordu.
"Üç yıl önce öğrendim, teşekkür ederim. İzniniz olursa bir şey sorabilir miyim? Adınızı bilmiyorum yani..."
Kadın elini uzatmış ve adını söylemişti.
"Lily, adım Lily.
Peki ya senin?"
Rowan da uzatılan eli nazikçe tutmuş ve geri çekilmişti.
"Rowan."
"Ne güzel bir ismin var.
Pekâla, iş konusundaki sorularını sen demeden ben açıkça anlatayım. Sabahları sekiz buçukta burası açık olur, akşamları da bazı günler -çarşamba ve cuma- geceleri on ikide kapatırız. Yemek var, maaşını günlük olarak mı yoksa aylık olarak mı almak istersin? Sigortanı yaparım, pasaportun var mı?"
Rowan ellerini gömleğinin uçlarına götürmüştü. Ne demeliydi? Buraya geçici pasaportla gelmişti.
"Lily hanım yalnış anlamanızı istemem ama ben buraya kalıcı olarak gelmedim. O yüzden haftalık maaş alma imkanım olursa iyi olur. Eğer geçici eleman istemezseniz de anlarım."
Lily camdan dışarı doğru bakmış, bir süre düşünmüştü. Böyle bir şeyi kabul etmezdi, ama son haftalarda oldukça yoğunluk vardı.
"Özel durumlar anladığım kadarıyla...
Son haftalar çok yoğun geçiyor Rowan. Bunun için hayır diyemeyeceğim, işe alındın. Sabah birlikte buraları temizler ve kitapları sıralarız. Kalacak bir yerin var mı peki?"
Lily, Rowan 'ın halinden anlıyordu. Zor durumda göründüğü de ortadaydı. Rowan kafasını iki yana sallamış, konuşmaya başlamıştı.
"Geleli birkaç hafta oluyor. Arkadaşımda kalıyordum ama işleri çok yoğun ve aramız pek iyi sayılmaz."
Lily ayağa kalkıp kütüphanenin mutfak kısmından halihazırda iki kahve koymuştu. Ardından genç kadının yanına gelmişti.
"O zaman alt kattaki odada kal. Tek başına buralarda, hele ki sokakta kalman iyi olmaz. Merak etme buraya benden başka giren çıkan olmaz. Orası biraz küçüktür yine de dışarıdan kalmandan iyidir."
Rowan kadına bir süre bakmış ve teşekkür etmişti. Çok ince biriydi Lily.
"O zaman buraları toplayalım! Sabaha daha çok işimiz olacak Rowan, öğrenciler buraya çok sık geliyor."
"Kesinlikle.
Ben masaları ve kitapları düzenleyeyim o zaman." diyip işe koyulmuşlardı.
***
Rowan olabildiğince hızlı bir şekilde etrafı toplamıştı. Lily ise ilk günü olacağı için isterse yanında kalabileceğini söylemişti. Fakat sonrasında çalan telefonuyla acil bir işi çıktığını söyleyip, çıkmıştı.
"Ah, yine mi?"
Sırtından sızan kanı hissettiğinde yattığı yerden doğrulmuştu. Lily 'nin ona verdiği temiz kıyafetlere bulaşmaması için üst kıyafetlerini çıkarmıştı. Odanın içinde ilk yardım malzemelerine dair bir şeyler arıyordu. Sonunda bir spanç ve sargı bandı bulmuştu. Jeon 'un dediği gibi dikiş gerekiyordu. Ama şu an için yapamazdı.
Rowan yorgunluğun verdiği uykusuyla bir an için uyuyacakken kendini silkelemiş ve odadaki temiz şeffaf naylonlardan birini sırtının olduğu bölgeye sermiş, ışığı kapatıp uzanmıştı. Olanları şu an için düşünmek istemiyordu.
[SABAH]
"Bayan Lily, ben bu tarafları bitirdim.
Başka bir şey var mı?"
Lily kitap satışı yaparken, etrafa bir göz atmış ve seslenmişti.
"Yirmi iki numaralı masadaki kitapları bana getirir misin?"
Rowan cam kenarında olan masaya bakmış ve açık kalmış camdan dolayı açılan kitap sayfalarını görünce oraya doğru ilerlemişti.
O sırada camdan içeri uzanan elle kitapları da alıp geri çekilmiş, kim olduğu için kafasını ileriye doğru çıkarmıştı. Gördüğü kişiyle sinirlenmesi bir olmuştu.
"Yine mi sen?"
"Aa, Rowan!
Ne güzel bir tesadüf."
Jeon geçenki geceye rağmen daha canlı görünüyordu. Siyah deri ceketi, beyaz tişörtü ve siyah kargo tarzındaki pantolunuyla dikkat çekiyordu. Rowan ortalık karışmasın diye Lily 'nin yanına gitmiş ve ona kitapları vermişti.
"Bir sorun mu var?" Lily 'nin sorusuyla Rowan tam bir şey olmadığını söyleyecekken, araya giren Jeon ile donakalmıştı.
"Lily birkaç dakikalığına hanımefendiyi alt kata götürebilir miyim? Bir arkadaş daha gelecekti de, sakin olun, kadın bir arkadaş!"
Lily, Jeon 'u görünce birden omzuna vurup sinirle gülmeye başlamıştı.
"Nerelerdesin sen? Ablan kaç gündür senden haber alamıyor diye endişelendi! Haberin var mı senin?"
Jeon 'un ablası vardı ve bu Lily 'di...
Rowan sadece bakakalmakla yetiniyordu ki, Jeon onu belinden tutup yöneltene dek. Kütüphane içinde oldukları için Rowan bastırarak ve sessiz bir şekilde karşı çıkıyordu.
"Ne hakla götürüyorsun?"
Jeon ellerini dudağına götürmüştü.
"Şşt, insanlar çalışıyor. Merak etme bir şey yapmayacağım. Sadece atılması gereken bir dikiş var."
Lily araya girmişti.
"Rowan durumlardan bir bilgim yok. Sırtının ağrısından o kadar işi nasıl yaptığına şaşırıyorum. Aranızdaki sorun her neyse inadı bırakıp pansumanını yapsınlar, rica ediyorum."
Bu kadın ve adam nasıl kardeş diye düşünmeden edemedi Rowan. Birisi zarafetin vücut bulmuş haliyken, diğeri tamamen karanlık duruyordu. Lily 'nin ricası üzerine kabul etmişti.
...
"Neden bu kadar uzun sürdü?"
Hemşire dikişi atarken Jeon 'un durmak bilmeyen sorularına uygun cevabı vermeye çalışıyordu.
"Jeon Bey daha başlayalı on dakika olmadı."
Jeon anlık duraksadığında konuşacakken geri susmuştu.
"Soon 'u buldunuz mu?"
"Şu an ne haldesin ve hâlâ onu mu düşünüyorsun?"
Rowan sinirle gözlerini kapatmıştı.
"Soruma cevap vermeyeceksen, soru da sorma Jeon."
Hemşirenin işi bitmeye yakınken hiçbir şey dememişti. Yaklaşık bir on beş dakika sonra hemşire Rowan 'a döndü.
"Endişelenecek bir durum kalmadı.
Sadece geç bir dikiş atılımı olduğu için getirdiğim kremleri günde bir kez kullansanız yeterli olacaktır. Geçmiş olsun."
Jeon yaslandığı duvardan ayrılmış ve hemşireye kapıyı açmıştı.
"Siz gidebilirsiniz, teşekkür ederiz.
Arkadaşlar sizi hastaneye götürecekler."
Hemşire odadan çıktığında Jeon kapıyı kapatmıştı.
"Sen de çıkmayacak mısın?"
Genç adam onu duymazdan gelmiş ve yanındaki sandalyeyi Rowan 'ın tam önüne koyup oturmuştu.
"Soon benden kaçamazdı tabii.
Burada çalışmana gerek yok, akşam ikinizle de konuşacağım zaten."
Rowan olduğu yerden hareketlenmişti.
"Ona bir şey yaptın mı?"
Elleri kadının sırtına gittiğinde konuşmuştu.
"Sen de açtığı yaradan bir tane de onda var."
Rowan sinirle ayağa kalkmıştı.
Ona yaptığı bu durum Jeon 'u ilgilendirmiyordu.
"Ona hangi hakla dokunursun? Sebebin ne ki bunu yapıyorsun? Hemen beni Soon 'a götür. Benim meselem seni alakadar etmez."
Rowan kıyafetini giymeye başlayıp kalkacağı sırada Jeon onu yatağa oturtmuştu.
"Ben sana yaptığının yanına kâr kalmasını istemedim. Tamam mı?"
Rowan 'ın yüzüne yaklaşmış ve sinirle solumuştu.
"Vazgeçtim.
Ne haliniz varsa görün, ben ülkeme gitmek istiyorum."
Jeon o an ne diyeceğini bilememişti.
Bir yandan onu tutmak isterken diğer yanı gitmesini istiyordu. Soon 'un tek ona borcu yoktu. Diğer çetelere de öyleydi. Rowan 'ı onunla birlikte görmüş olmaları bile iyi olmazdı. Başka bir yol görünmüyordu.
"Bence de gitmelisin."
Donuk gözleriyle onaylamıştı.
"Ama bana bir şeyi anlatmanı istiyorum," sesi gayet ılımlıydı.
"Soon 'u seviyor musun?"
Rowan gözlerini şaşkınlıkla açmış, elleri ağzına gitmişti. Jeon ise bu görüntü karşısında bir anlık gülmek istese de ifadesini korumuştu.
"Ne alaka ya?"
Jeon onun taklidini yapıp konuşmuştu.
"O geceden sonra Soon diye konuşup durduğun için başka bir şey düşünmemiş olabilir miyim ya?"
"Yok sen manyaksın," Rowan ayağa kalkıp kapıya geldiğinde Jeon önüne geçmişti.
"Sen seviyorsun yani..."
Rowan bir an önce gitmek istiyordu.
"Özel hayatım seni ilgilendirmez Jeon," genç adam kadının önünden çekilmişti.
"Ben anladım.
Yine de bilmeni isterim ki, Soon iyi biri değil."
Rowan, Jeon 'a dönüp cevabını hızlıca vermişti.
"Ona karşı aşka dair bir şey hissetmiyorum.
O kafanda her ne kuruyorsan, bitir onları Jeon. Tamam mı? Şimdi rahatsız etmezsen işime geri döneceğim!"
Jeon duyduklarıyla derin bir nefes alıp tekrardan duvara yaslanınca Rowan, şaşkınlığını gizleyememişti.
"Ne oluyor be adam sana? Sanırım yediğin kafa çarptı."
Rowan 'ın sonradan gülümseyerek dediği şeyle genç adam ona bakmıştı.
"Yok bir şeyim yorgunum sadece.
Ayrıca çalışmıyorsun desem gurur yapıp bir kez daha kafama indireceksin, o yüzden hiç girmiyorum."
Rowan kapıyı açmış gidecekken son kez dönüp konuşmuştu.
"Birkaç haftaya kalmaz buradan gideceğim Jeon. Kimseden bir şey istemiyorum. Yine de iyi kötü her şey için teşekkür ederim."
Jeon ise arkasına bile bakmadan giden kadına bakıyordu. Duyguları tezatlık halindeyken, aklı bunun doğru olmadığını söylüyordu. Rowan 'ın da dediği gibi, nasılsa gidecekti. Onu zorla burada tutamazdı. Daha az önce gitmesi için verdiği karar, Soon 'u sevmediğini söylediğinde değişmişti. Oysa çok net bir adamdı. Bu kadın karşısında kontrolünden çıkan bir şeyler oluyordu. Ve bunu o veda günü belirleyecekti.
- Devam edecek :)
- Destekleriniz için şimdiden teşekkür ederim. Yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın.
WOAA
Uyy 🤍
@@rainnlswuiyy💜
Yani burada sizin de bildiğiniz şeyleri tekrar tekrar söylemek ne kadar mantıklı olur bilemiyorum ama harikasınız hanımefendi
Çok teşekkür ederim bir tanem ♡
Ben anlıyorum ama gerçekten olaylar falan iyi mii
@@rainnls Çok iyi gerçekten iyi laf olsun diye söylemiyorum
İlk görüntüleme benden olsun o zamann
Hoş geldin bir tanemm
@@rainnlsiyi ki gelmişim
@@km_gs_nd_th_mylf_7_8yerim seni
@@rainnlsYE BAKALİMMM
Bayan Kafka kanalından tanıdım sizi.Çok güzel olmuş.🫶🏻🎀🌟
Hoş geldin diyelim o zaman teşekkür ederim 🤍