♡- Uzun zaman sonra merhaba :) Ocak 1994 Kaçıncı kadehte olduğumu bilmiyordum. Etraf gürültülü bir boşluktan ibaretti. Sahi buraya neden gelmiştim? Bir şeyleri unutmak mı yoksa gidecek bir yerimin olmaması mıydı? Yanımdaki garsona uzaklaşmasını söyledim. Buradaki son günümdü. Başka bir yere sebepsiz bir iftira yüzünden tayin edilmiştim. Bu halimin sebebi gidecek olmam değildi, pek bir anım da yoktu zaten. Bir tek sabahları ruhuma işleyen; meydanı, güvercinleri, evimi, her zaman kapıma gelen o kediyi ve annemi özleyecektim. Burada annemle birlikte yaşıyordum ki, birkaç yıl önce ince bir hastalığa yakalandı. Ne yapsam da dayanamadı bu hastalığa, ruhu ebediyete karıştı. O gittikten sonra yalnızlık duygum bu sefer yerini kimsesizliğe bıraktı. Bir süre sonra mekan sahibi yanıma geldi, dağınık görünüyordu. Geçen gecelerden kalma kırılan bardakların ücretini isteyeceğini düşünüyordum. Konuşmasına izin vermeden cüzdanımı ona uzattım. Oysa çarpık bir gülüşle elime vurarak cüzdanı eski yerine koymama sebep oldu. Kimseyle konuşmak istemiyordum, ama insanlar beni bırakmıyordu. "Kırdığım bardakların parasını da istemiyorsun. Ne istiyorsun?" Kahverengi deri ceketinin içinden buruşuk sigara paketini almış ve iki dal çıkarmıştı. Birini de bana uzatmıştı. Ucunu tüttürürken sinirle gülüyordu. "İstediğim kırılan bardaklar olsaydı, seni de onlar gibi dağıtırdım. Demem o ki, günden güne daha da çok içiyorsun. Anlat, neler oluyor?" Beni dinlemek istemesi güldürmüştü. Soyulan el parmaklarımla oyalanarak etrafa bakma zahmetinde bulunmadan, uzun süre yanan ateşten gözlerimi ayırmış ona dönmüştüm. "Sen anlat. Ne olmuş bana?" Biliyordum. Bu dağınık adamın aslında benden beklediği bir konuşmaydı. İnsanlar konuşmaya sizin başlamanızı isterler ve zaman geçtikçe kendi hayatlarını anlatarak, kendilerini ele verirler. Oysa birkaç kez görmüştük birbirimizi. Şimdiki konuşmaysa sanki tanışık iki insanın sohbeti gibi ilerliyordu. "Seni tanımıyorum bile! Ne olduğunu nereden bilebilirim?" Uzattığı sigaradan birkaç nefes çektiğimde yüzümdeki yorgun gülüşün düştüğünü, onun gözlerinde görebiliyordum. "O zaman yine sen anlat. Ne oldu sana?" Uzun soluklu bir göğüs geçirdi. Sonra yüzündeki kesik yaralarının kabuk bağlayan kısımlarına dokundu. Hareketleri gevşemişti. Bana dikkatlice bakıyordu. Sanki bana paylaşacağı konuşma, onun için yarayı daha da deşecekti. Belki beni tanımıyor olduğundan dolayı da anlatmak istiyordur. Sonuçta bazı insanlar tanımadığı ve bir daha görmeyeceği insanlara kendi hayatlarını açarlar. Bu hepsi için geçerli değildir. Bunları bir kenara bırakıp, onu dinlemeye koyuldum. "Baştan başlayayım dostum. Sana dostum diyebilirim, değil mi? Neyse. Kısa bir süre öncesine kadar evladımı kaybettim. Bir tepeden aşağı atmış kendini. Oysa çok güzel gülerdi. Hep gülerdi ve sürekli konuşurdu. Bu mekanı açtıktan sonra görmüşsündür de! Kumral saçları, kahverengi gözleri ve beyaz tenli orta boylarda bir çocuktu," Hatırlamam uzun sürmemişti. Birkaç kez bana ikramda bulunmuş, gecenin geç saatlerine kadar çalışıyordu. Burada olduğum için de kısa sohbetleriyle anlamlı cümleler kuruyordu. Bir tek hatırlamadığım gün içinde o gülen yüzüne denk düşmemiştim. Yoksa gülümseyecek bir hayatı olmamış mıydı? "Devam et," diyebildim sadece. "Benden bir gün izin istemişti. Kendiyle kalmak istediğini ve onu aramamamızı tembihledi. İzin vermedim. O kadar iş vardı, bir başıma nasıl halledebilirdim! Bir kez daha üstlediğinde, Balsa ağacından yapılma sopamla dövmüştüm. Son zamanlarda bana karşı olan saygısızlığı gözümden kaçmıyordu. Ta ki, 'senin yüzünden yaşamak istemiyorum, senin geçmişini taşıyarak yaşamak istemiyorum' diyene kadar. O an araya karım girdi, onu almaya çalıştı elimden. Sonrasında karım Anais 'i ittiğinde bir kez daha sopayı sırtına indirdim. İkinci indirmeme kalmadan o sağlam ağaçtan yapılan sopamı iki eliyle kırmıştı. Ağzındaki kanı ayaklarımın önüne tükürmüştü. Sopayı kırdığında elini kesmişti. Kanlı elini avlunun tahta kapısına vurarak çıkıp gitmişti. Karım peşinden gitmem için yalvarmıştı, komşularla birlikte aradım. Dediğini yapmıştı, son vermişti hayatına. Parçalanmış yüzü elinde tuttuğu o sopa parçası ve içi dolu içki şişesi..." Yutkundu. Sonra nefes almak istedi ama yapamadı. Öfkelendi, bu sefer mekandaki tüm şişeleri dağıtmaya başladı. Oysa burası için oğlunun ölümüne sebebiyet vermişti. İnsanlar oradan oraya kaçarken, ben cam kenarında sigaramı içiyordum. Pişmanlığın getirdiği öfkesini yaşıyordu. İçinin soğumasını bekliyordu ama olmuyordu. Ortada kimseler kalmadığında yanıma geldiğinde ellerinden sızan kan, ne onun ne de benim umrumdaydı. "Devam et, dinliyorum." Hiçbir şey olmamış gibi cevap verişim şaşırmasını sağlamıştı. Bozuntuya vermeden derin nefesler alarak devam etti. "Sanki onun canını ben almıştım. O hiç içmezdi, yanında içilmesinden de hoşlanmazdı. Ama ben onun burada çalışması için baskı yaptım. Zorla gelmesini sağlamıştım. Olanlardan sonra karım aklını kaybetti, eve giremedik. Çünkü o kapıdaki kanlı el herkesten çok benim ruhuma balta vuruyordu. Kızım Laurene deliye dönmüştü. Abisinin gidişi onu hepimizden çok tüketti. Karım, babasının evine gitti. Laurene de abisinin dağdaki çadırında kalıyordu. Bir gün komşulardan haber geldi. 'Yaşlı adam evin yanıyor!' Vardığımda alevlerin ortasında kızımı gördüm, hissizdi. Abisine göre duygusal değildi. Çevik biri o. Bu olanların sebebi benim, burayı kurmasaydım..." Önündeki masaya tekme attı devirdi. Masanın üzerindeki sigara küllükleri birbiri ardına devinerek etrafa dağıldı. Kendini kontrol edemiyordu. Bir sakinleşiyor, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi anlatmaya koyuluyordu. Hiç geldiği gibi biri değildi. Başımda onca şey varken, insanlar bu kasabadan gitmemi beklerken ben burada durmuş bu adamı izliyordum. Birden nefes nefese masanın iki yanına ellerini yasladı, gözlerinden akan yaşları silme gereksiniminde bulunmadan devam etti. "O eve en son girdiğimde oğlumun odasına gittim. Ruhum daha da yaralandı. Dolabında bir keman buldum, birkaç nota ve yay... Ben onu bu mekan için hayallerinden etmişim. Ben o sopayla ona vururken o, yedekte olan yayları sopa parçalarına bağlamış!" Elimle susmasını işaret ettim ve ayaklandım. O gençle olan kısa diyaloglarımızın kaynağı bir bakıma bu noktaydı. İnsanlar eğlensin, kederlerini unutsun diye sahip olduğu bu yer onun mezarı olacaktı. Aynı oğluna yaptığı gibi... "Sen sadece zamanında konuşturamadığın vicdanının huzursuzluğunu yaşıyorsun. Bunların birkaçını da biliyormuşsun hem. Fazla da konuşma. Çünkü olayları anlatmaktan çok kendi vicdan azabına evriltiyorsun. Birkaç noktada kendi içinde çelişiyorsun. Kızın peki ona da mı böyle davrandın?"
Tepki vermiyordu. Kızaran gözleri, solgun dudaklarıyla titriyordu. İnsanlar böyle işte. Zamanında konuşmayan vicdan, giden gittikten sonra konuşsa bir şey ifade etmezdi. Bundandır ki, insanların iyi niyetine inanmazdım. Böylesine acı bir tiyatroyu bana sunduğu zaman onu haklı bulacağımı düşünmüştü. Yanılmıştı. "Ve ayrıca... Geçen gecelerde kırdığım bardaklar başına bu olanlar gelmeseydi, en başta dediğin gibi dağıtırdın beni. Burası senin bütün emeklerini ortaya koyduğun bir mezar mekan sahibi." Masaya tüm paramı koydum. Tam gidecektim ki, bu sefer farklı bir ses duydum. "Bay Colbert." Adam tutunacak yer aradı. Elleri kafasını buldu. Gözleri doluyordu. "Laurene." Olmayan sesini baskın göstermeye çalışıyor, her harfi bastırarak söylüyordu. Mekanın arka girişindeki kızın gözlerinde en ufak bir duygu yoktu. Üstündeki kıyafetler temizdi. Bir tek elleri yanmış ve beyaz kazağının kol kısımında yanmış izler vardı. Beyaz kazağının üstündeki siyah kapşonu ve siyah pantolonu daha baskın duruyordu. Ben onu incelerken olduğu yerin arka kısmına yönelmişti. Geri geldiğinde elinde birkaç eşya ve döküntü vardı. Birden babasının önüne koyduğunda adam, geriye doğru adımlar atmıştı. "Bir şey soracağım. Anlattığın şeyler gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse, depoda neden yaylar ve keman parçaları var?" Anlaşılan daha başka şeyler olacaktı. Dinlemeye koyuldum ve ikisinden de biraz uzaklaşarak onları kendileriyle bıraktım. "Onları kullandığını bilmiyordum..." Kız eliyle susması için işaret verdi. Hâlâ yüzünde mimik oynamıyordu. "O halde ben yanlışım ha? Kaç kez abim arka oda da notalara çalışırken ona bağırıp, elindeki sana göre o 'gereksiz' çalgıyı bırakmasını söyledin." Yaşlı adam gittikçe küçülüyor, diyecek bir şey bulamıyordu. Sonradan şu sözler dudaklarından dökülüverdi. "Ben nereden bilebilirdim. Hayatının merkezine o çalgıyı koyduğunu!" "Bilmiyordun ama görüyordun. Her zaman gülen yüzlü biri olarak andığın abim, hayallerine sebep olan o çalgıyı çalıp, insanlara sunduğunda daha mutlu oluyordu. Düşünmüyor değilim. Senin gibi biri, nasıl o güzel ruhun babası olabilmiş." Adam ağlıyordu, Kızının gözleri ise durgundu. Fakat elleri titriyordu. "Ne yapsam affedeceksiniz beni!" Kız güldü. Yerdeki parçaları aldı ve mekanın köşesindeki kutulardan birini aldı. Parçaları son derece hassasiyetle yerleştirmişti. "Seni yaratan affedebilirse, affetsin. Ama bu dünyada bana ne yapsan da benim içim soğumaz da, unutmam da. Bir daha göremeyeceksin beni. Geçmişini bugüne dayatman sana bir şey sağladı mı Bay Colbert? Anca elinden oğlunu ve beraberinde aileni aldı, değil mi? Bugününü geleceğe dayatma o halde, Bu çok sevdiğin mekanın gider yoksa. Sana 'baba' demeyi isterdim, abim olsaydı. Hoşçakal Bay Colbert." Genç kız elindeki kutuya daha da sıkı sarılarak bir babasına bir de bana bakmıştı. Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi yorgun adımlarla mekanın dışına çıktı ve gözden kayboldu. "Bay Colbert," dedim boğuk bir sesle. Yanına geldiğimde omzundan tutup kaldırdım onu. Birkaç saat içinde küçücük olan bu beden susmuştu. Bir süre sonra omzuma hafifçe vurarak konuşmaya başladı. "Git buradan dostum, Haksızım, her şeyin sebebi benim. Duydun işte gerçeklerimi. Ailesini dağıtan bir insanım. Gitsene artık! Başım çok ağrıyor hem de üşüdüm. Uyumak istiyorum." Zonklayan kafamı bir kez ovuşturdum. Ne kadar da kötü olsa, uyumak istediğini söylediği için mekandaki sandalyeleri birleştirdim. Arka odalardan battaniye buldum. Yaptığım yere yatmasını sağladım, üstünü örttüm. Ellerimi birbirine vurarak söze başladım. "Artık üşümezsin." Dolan gözleriyle bana baktı. "Bana kızmayacak mısın?" Başımı iki yana salladım. Kızmaktan ziyade kaçtığı gerçekleri söyleyecektim. Fakat kızı Laurene neredeyse yarısını söylemişti. Bir de benim üstelemem kendi kafamı ütülemek olurdu. Yine de haklı değildi. Sadece bir an önce gitmek istiyordum, yola çıkmam gerekiyordu.
"Sana kızmak neyi değiştirir ki, sonucunda giden gitmiş, olan olmuş. Seni bundan sonra geç dinlemeye başladığın vicdanın dürter. Aklını kaçıracak gibi olursun, kendi kendini tüketirsin. Bunlara alış, Bay Colbert. Yaratanın huzurunda vereceğin hesaba iyi çalış." Ağlar gibi oldu. Bunlar gerçekten fayda etmiyordu. Ruhu bildiklerinin acısını yaşıyordu. Ama bundan önce kaç ruhun kendi içinde ölmesine daha sonra gerçekten bu dünyadan silinmesine sebep oldu. Geçmiş mi? O zaman yaşanan olaylar bugünkü yeni insanlara yansır ve dayatılırsa, işte insan yok olur. Bilinmeyen bir geçmişi şu an ki zamanda birine yansıtmanın faydası nedir ki? İnsanlar kendi sonlarını kendileri belirler. Aile olmak, aynı çatının altında dışarıya güler yüzle yansıtmak ve daha fazla ticari yoldan kazanamak değildir. Düşünün, yıllardır aynı ev ama birbirlerine yabancı insanlar... Dediklerimi kendi içinde tartışan bu adam, yorgun sesiyle seslendi. "Senin adın ne, delikanlı?" Üzerimdeki birkaç parça tozu silkeledim. "Jeon... adım Jeon Jungkook." Adam şaşkınlıkla yerinde doğrulmaya çalıştı. "Yabancısın buralara, öyle isimler olmaz burada bilirim!" Sadece gülümsedim. "Benim hikayemi yeni mi merak eder oldun? Gerçi baştan da olsa anlatmazdım. Bay Colbert, zamanım doldu. Gitmeliyim. Yeni hayatlarda kesişir, eski hayatlar nihayetinde." Yaşlı adam eski haline dönmüştü. "Güle güle delikanlı. Ben de üşüyorum zaten! Seni uğurlamaya eşlik edemeyeceğim, affet." Üstünü de örttüğüm halde neden üşüyordu? Kenardan bir değneği alıp koluma uzanarak dürttü. "Bir şey mi diyeceksin?" "Hayır." "O halde ne diye dikiliyorsun burada?" "Birkaç şey düşündüm. Neyse, gidiyorum. Yaratanın seni affetmesini dilerim." Çantamı da alıp, konuşmasına izin vermeden kendimi dışarı attım. Yüzüme vuran soğuk kış havası hücrelerimi uyarmış, daha canlı olmamı sağlamıştı. Yolda giderken bugün olanları düşünüyordum. İnsanları nasıl anlayabilirdik? Bunun bir yolu yordamı var mıydı? Elbette vardı. Fakat farklı hayatlar, farklı insanlar bunun için büyük etkendi. Aynı yerde durursak, bir şey anlamış sayılmazdık. Sadece kendi hayatına odaklanan bir insan, yaşadığı hayat kadardır. Ama başkasının hayatına dokunan ve anlayan bir insan farklıdır. Çoğu şeyi anlamlandırır, hisseder ve analizini yapar. Yeni yuvama gidecek olan arabalar gelmişti. Arabacının uşağı elimdeki çantaları yerleştirmeme yardımcı olmuştu. Bahşişini vererek teşekkür ettim. Yerime geçtiğimdeyse yanımdaki defterime bir şeyler çizdim. Bir keman yangınlar içindeydi. Hayatlarına kesiştiğim insanların bir çalgısıydı. Geldiğim yeni yerde işime başlamıştım. Günlerim sakin geçiyordu. İnsanlar burada çoktu. Haliyle, onları izlemekte bir noktada zorlaşıyordu. Yine de merak duyuyordum. Buraya gelişimin dördüncü gününde, bir haber yayıldı. Geldiğim modern kasabadandı. Bir eğlence mekanında yangın çıktığını söylüyorlardı. Detaylı sohbetlerden duyduklarım içinde mekan sahibininde yangının içinde kalarak can verdiğini söylediler. O an anladım, yangını çıkaracak kadar etrafta kimse yoktu. Kızı da sokakların içinden geçip gitmişti. Aklıma gelen konuşmasında çok üşüdüğünden bahsediyordu. Oysa kalınca üstünü örtmüştüm. Birden yaşlı adam Colbert 'ın oğluyla aramızda geçen kısa sohbetlerden biri geldi, şöyle demişti: "Bir gün insanların canını yakan adam, bu dünyanın soğukluğuyla kendini yakacaktır." İçimde yaşadığım olaylar ve bunlarla iç içe olan konuşmalar dünyadan kopmama bir an için neden oldu. Ben bunları düşünürken arkadan bir kadın sesi kulaklarımda yankılandı. "Bay Jeon, sizi bekliyorlar." Kendime gelmeyi başarsam da aklımın bir kenarında bu aileden öğrendiğim farkındalıklar, benimle olacaktı. Ve o dakikalar içinde aklımda bir kimyager ve doktor olan adamın şu sözleri aşikârca kafamda yer etti. "Hiçbir şeyi bilmeyen, hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri, hem sever hem fark eder hem de görür... Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa, o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri, üzümleri hiç tanımıyor demektir." - Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. - Diğer kurgularımdan farklı bir dil anlatımıyla yazdım. - Bu kurgu hakkındaki fikirlerinizi belirtirseniz çok memnun kalırım, sağlıcakla kalın. ★- rainnls
Benim istemimle olan bir şey değildi maalesef.. Hesabıma birisi girdi yabancı ülkeden ve sonra böyle oldu güzelim merak etme yenileri gelecek sadece sabredin ♡
@@rainnls yaaaa🥺 kıyamam... O kadar emek vermiştin😔 Biliyorum demekle geçmiyor, çok üzgünsün ama geçicek. Gerçekten. Beyaz sayfadan, en güzel yerinden ve eskisinden kat kat daha güzel olacak❤️❤️❤️🇦🇿 Seni seviyorum ve her zaman destekçinim❤️
@@azearmyulker çok ama çokça teşekkür ederim güzelimm Belki de hayırlısı böyleydi ben de üzüldüm giden emeklerimdi ama elden bir şey gelmedi can sağlığı olsun 🤍 Yeni şeylerle geleceğim inşallah kocaman sarıldımm
@@rainnls oww bu çok üzücü olmuş.. ama çok da önemi yok. Sonuçta sen yine aynı Rain'imsin benim. Aynı şekilde yazmaya devam ederek emeğinin karşılığını alabilirsin
@@rainnls okudum güzelim.. kurgunun Jungkook'un ağzından yazıldığını anlamam biraz uzun sürdü ama sorun yok. Gayet güzel olmuş. Sadece senin içinde var olan burukluk benimde canımı yakıyor. Sana kim ne yaşattı bilmiyorum, seni üzen ne onuda bilmiyorum. Ancak ne olursa olsun yanında olacağım sayılı insanlardan birisin, bunu unutma lütfen ''
@@gemmabecamegemm074lütfen böyle hissetme güzelim, insanız nihayetinde :) Sınanmadan bir dünya olmaz, insan bu yüzden büyür bir bakıma. İnce düşüncen için teşekkür ederim, unutmayacağım 🤍
Bir şey sormak istiyorum umarım cevap verir ve yanlış anlamasınız, bu güzel sanat eserinizi kopyalayıp kendime saklayabilir mıyım acaba? İstemezseniz anlarım. Bu arada cok güzel gerçekten fazlasıyla dokunaklı çünkü bazi ailelerin yaşadığı olayları yansıtıyor tabi bu benim görüş açım yoksa gerçekten çok iyi yazıyorsunuz umarim devan edersiniz.
İyi geceler dilerim, herhangi bir platformda olmadığı sürece tabii ki kalabilir. Güzel sözleriniz için teşekkür ederim, kalemim ne kadar yazarsa o kadar devam edeceğim, hoş geldiniz :)
♡- Uzun zaman sonra merhaba :)
Ocak 1994
Kaçıncı kadehte olduğumu bilmiyordum. Etraf gürültülü bir boşluktan ibaretti. Sahi buraya neden gelmiştim? Bir şeyleri unutmak mı yoksa gidecek bir yerimin olmaması mıydı? Yanımdaki garsona uzaklaşmasını söyledim. Buradaki son günümdü. Başka bir yere sebepsiz bir iftira yüzünden tayin edilmiştim. Bu halimin sebebi gidecek olmam değildi, pek bir anım da yoktu zaten. Bir tek sabahları ruhuma işleyen; meydanı, güvercinleri, evimi, her zaman kapıma gelen o kediyi ve annemi özleyecektim. Burada annemle birlikte yaşıyordum ki, birkaç yıl önce ince bir hastalığa yakalandı. Ne yapsam da dayanamadı bu hastalığa, ruhu ebediyete karıştı. O gittikten sonra yalnızlık duygum bu sefer yerini kimsesizliğe bıraktı.
Bir süre sonra mekan sahibi yanıma geldi, dağınık görünüyordu. Geçen gecelerden kalma kırılan bardakların ücretini isteyeceğini düşünüyordum. Konuşmasına izin vermeden cüzdanımı ona uzattım. Oysa çarpık bir gülüşle elime vurarak cüzdanı eski yerine koymama sebep oldu. Kimseyle konuşmak istemiyordum, ama insanlar beni bırakmıyordu.
"Kırdığım bardakların parasını da istemiyorsun. Ne istiyorsun?"
Kahverengi deri ceketinin içinden buruşuk sigara paketini almış ve iki dal çıkarmıştı. Birini de bana uzatmıştı. Ucunu tüttürürken sinirle gülüyordu.
"İstediğim kırılan bardaklar olsaydı, seni de onlar gibi dağıtırdım. Demem o ki, günden güne daha da çok içiyorsun. Anlat, neler oluyor?"
Beni dinlemek istemesi güldürmüştü. Soyulan el parmaklarımla oyalanarak etrafa bakma zahmetinde bulunmadan, uzun süre yanan ateşten gözlerimi ayırmış ona dönmüştüm.
"Sen anlat. Ne olmuş bana?"
Biliyordum. Bu dağınık adamın aslında benden beklediği bir konuşmaydı. İnsanlar konuşmaya sizin başlamanızı isterler ve zaman geçtikçe kendi hayatlarını anlatarak, kendilerini ele verirler. Oysa birkaç kez görmüştük birbirimizi. Şimdiki konuşmaysa sanki tanışık iki insanın sohbeti gibi ilerliyordu.
"Seni tanımıyorum bile! Ne olduğunu nereden bilebilirim?"
Uzattığı sigaradan birkaç nefes çektiğimde yüzümdeki yorgun gülüşün düştüğünü, onun gözlerinde görebiliyordum.
"O zaman yine sen anlat. Ne oldu sana?"
Uzun soluklu bir göğüs geçirdi. Sonra yüzündeki kesik yaralarının kabuk bağlayan kısımlarına dokundu. Hareketleri gevşemişti. Bana dikkatlice bakıyordu. Sanki bana paylaşacağı konuşma, onun için yarayı daha da deşecekti.
Belki beni tanımıyor olduğundan dolayı da anlatmak istiyordur. Sonuçta bazı insanlar tanımadığı ve bir daha görmeyeceği insanlara kendi hayatlarını açarlar. Bu hepsi için geçerli değildir. Bunları bir kenara bırakıp, onu dinlemeye koyuldum.
"Baştan başlayayım dostum. Sana dostum diyebilirim, değil mi? Neyse.
Kısa bir süre öncesine kadar evladımı kaybettim. Bir tepeden aşağı atmış kendini. Oysa çok güzel gülerdi. Hep gülerdi ve sürekli konuşurdu. Bu mekanı açtıktan sonra görmüşsündür de! Kumral saçları, kahverengi gözleri ve beyaz tenli orta boylarda bir çocuktu," Hatırlamam uzun sürmemişti. Birkaç kez bana ikramda bulunmuş, gecenin geç saatlerine kadar çalışıyordu. Burada olduğum için de kısa sohbetleriyle anlamlı cümleler kuruyordu. Bir tek hatırlamadığım gün içinde o gülen yüzüne denk düşmemiştim.
Yoksa gülümseyecek bir hayatı olmamış mıydı?
"Devam et," diyebildim sadece.
"Benden bir gün izin istemişti. Kendiyle kalmak istediğini ve onu aramamamızı tembihledi. İzin vermedim.
O kadar iş vardı, bir başıma nasıl halledebilirdim! Bir kez daha üstlediğinde, Balsa ağacından yapılma sopamla dövmüştüm. Son zamanlarda bana karşı olan saygısızlığı gözümden kaçmıyordu. Ta ki, 'senin yüzünden yaşamak istemiyorum, senin geçmişini taşıyarak yaşamak istemiyorum' diyene kadar. O an araya karım girdi, onu almaya çalıştı elimden.
Sonrasında karım Anais 'i ittiğinde bir kez daha sopayı sırtına indirdim. İkinci indirmeme kalmadan o sağlam ağaçtan yapılan sopamı iki eliyle kırmıştı. Ağzındaki kanı ayaklarımın önüne tükürmüştü. Sopayı kırdığında elini kesmişti. Kanlı elini avlunun tahta kapısına vurarak çıkıp gitmişti. Karım peşinden gitmem için yalvarmıştı, komşularla birlikte aradım. Dediğini yapmıştı, son vermişti hayatına. Parçalanmış yüzü elinde tuttuğu o sopa parçası ve içi dolu içki şişesi..."
Yutkundu.
Sonra nefes almak istedi ama yapamadı. Öfkelendi, bu sefer mekandaki tüm şişeleri dağıtmaya başladı. Oysa burası için oğlunun ölümüne sebebiyet vermişti. İnsanlar oradan oraya kaçarken, ben cam kenarında sigaramı içiyordum.
Pişmanlığın getirdiği öfkesini yaşıyordu. İçinin soğumasını bekliyordu ama olmuyordu. Ortada kimseler kalmadığında yanıma geldiğinde ellerinden sızan kan, ne onun ne de benim umrumdaydı.
"Devam et, dinliyorum."
Hiçbir şey olmamış gibi cevap verişim şaşırmasını sağlamıştı. Bozuntuya vermeden derin nefesler alarak devam etti.
"Sanki onun canını ben almıştım. O hiç içmezdi, yanında içilmesinden de hoşlanmazdı. Ama ben onun burada çalışması için baskı yaptım. Zorla gelmesini sağlamıştım. Olanlardan sonra karım aklını kaybetti, eve giremedik. Çünkü o kapıdaki kanlı el herkesten çok benim ruhuma balta vuruyordu. Kızım Laurene deliye dönmüştü. Abisinin gidişi onu hepimizden çok tüketti. Karım, babasının evine gitti. Laurene de abisinin dağdaki çadırında kalıyordu. Bir gün komşulardan haber geldi. 'Yaşlı adam evin yanıyor!'
Vardığımda alevlerin ortasında kızımı gördüm, hissizdi. Abisine göre duygusal değildi. Çevik biri o. Bu olanların sebebi benim, burayı kurmasaydım..."
Önündeki masaya tekme attı devirdi. Masanın üzerindeki sigara küllükleri birbiri ardına devinerek etrafa dağıldı. Kendini kontrol edemiyordu. Bir sakinleşiyor, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi anlatmaya koyuluyordu. Hiç geldiği gibi biri değildi. Başımda onca şey varken, insanlar bu kasabadan gitmemi beklerken ben burada durmuş bu adamı izliyordum. Birden nefes nefese masanın iki yanına ellerini yasladı, gözlerinden akan yaşları silme gereksiniminde bulunmadan devam etti.
"O eve en son girdiğimde oğlumun odasına gittim. Ruhum daha da yaralandı. Dolabında bir keman buldum, birkaç nota ve yay...
Ben onu bu mekan için hayallerinden etmişim. Ben o sopayla ona vururken o, yedekte olan yayları sopa parçalarına bağlamış!"
Elimle susmasını işaret ettim ve ayaklandım. O gençle olan kısa diyaloglarımızın kaynağı bir bakıma bu noktaydı. İnsanlar eğlensin, kederlerini unutsun diye sahip olduğu bu yer onun mezarı olacaktı. Aynı oğluna yaptığı gibi...
"Sen sadece zamanında konuşturamadığın vicdanının huzursuzluğunu yaşıyorsun. Bunların birkaçını da biliyormuşsun hem. Fazla da konuşma. Çünkü olayları anlatmaktan çok kendi vicdan azabına evriltiyorsun. Birkaç noktada kendi içinde çelişiyorsun. Kızın peki ona da mı böyle davrandın?"
Tepki vermiyordu.
Kızaran gözleri, solgun dudaklarıyla titriyordu.
İnsanlar böyle işte.
Zamanında konuşmayan vicdan, giden gittikten sonra konuşsa bir şey ifade etmezdi. Bundandır ki, insanların iyi niyetine inanmazdım. Böylesine acı bir tiyatroyu bana sunduğu zaman onu haklı bulacağımı düşünmüştü. Yanılmıştı.
"Ve ayrıca...
Geçen gecelerde kırdığım bardaklar başına bu olanlar gelmeseydi, en başta dediğin gibi dağıtırdın beni. Burası senin bütün emeklerini ortaya koyduğun bir mezar mekan sahibi."
Masaya tüm paramı koydum. Tam gidecektim ki, bu sefer farklı bir ses duydum.
"Bay Colbert."
Adam tutunacak yer aradı. Elleri kafasını buldu. Gözleri doluyordu.
"Laurene."
Olmayan sesini baskın göstermeye çalışıyor, her harfi bastırarak söylüyordu.
Mekanın arka girişindeki kızın gözlerinde en ufak bir duygu yoktu. Üstündeki kıyafetler temizdi. Bir tek elleri yanmış ve beyaz kazağının kol kısımında yanmış izler vardı. Beyaz kazağının üstündeki siyah kapşonu ve siyah pantolonu daha baskın duruyordu. Ben onu incelerken olduğu yerin arka kısmına yönelmişti. Geri geldiğinde elinde birkaç eşya ve döküntü vardı.
Birden babasının önüne koyduğunda adam, geriye doğru adımlar atmıştı.
"Bir şey soracağım. Anlattığın şeyler gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse, depoda neden yaylar ve keman parçaları var?"
Anlaşılan daha başka şeyler olacaktı.
Dinlemeye koyuldum ve ikisinden de biraz uzaklaşarak onları kendileriyle bıraktım.
"Onları kullandığını bilmiyordum..."
Kız eliyle susması için işaret verdi.
Hâlâ yüzünde mimik oynamıyordu.
"O halde ben yanlışım ha? Kaç kez abim arka oda da notalara çalışırken ona bağırıp, elindeki sana göre o 'gereksiz' çalgıyı bırakmasını söyledin."
Yaşlı adam gittikçe küçülüyor, diyecek bir şey bulamıyordu. Sonradan şu sözler dudaklarından dökülüverdi.
"Ben nereden bilebilirdim. Hayatının merkezine o çalgıyı koyduğunu!"
"Bilmiyordun ama görüyordun.
Her zaman gülen yüzlü biri olarak andığın abim, hayallerine sebep olan o çalgıyı çalıp, insanlara sunduğunda daha mutlu oluyordu.
Düşünmüyor değilim.
Senin gibi biri, nasıl o güzel ruhun babası olabilmiş."
Adam ağlıyordu,
Kızının gözleri ise durgundu.
Fakat elleri titriyordu.
"Ne yapsam affedeceksiniz beni!"
Kız güldü. Yerdeki parçaları aldı ve mekanın köşesindeki kutulardan birini aldı. Parçaları son derece hassasiyetle yerleştirmişti.
"Seni yaratan affedebilirse, affetsin.
Ama bu dünyada bana ne yapsan da benim içim soğumaz da, unutmam da.
Bir daha göremeyeceksin beni.
Geçmişini bugüne dayatman sana bir şey sağladı mı Bay Colbert?
Anca elinden oğlunu ve beraberinde aileni aldı, değil mi?
Bugününü geleceğe dayatma o halde,
Bu çok sevdiğin mekanın gider yoksa.
Sana 'baba' demeyi isterdim, abim olsaydı.
Hoşçakal Bay Colbert."
Genç kız elindeki kutuya daha da sıkı sarılarak bir babasına bir de bana bakmıştı. Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi yorgun adımlarla mekanın dışına çıktı ve gözden kayboldu.
"Bay Colbert," dedim boğuk bir sesle.
Yanına geldiğimde omzundan tutup kaldırdım onu. Birkaç saat içinde küçücük olan bu beden susmuştu. Bir süre sonra omzuma hafifçe vurarak konuşmaya başladı.
"Git buradan dostum,
Haksızım, her şeyin sebebi benim. Duydun işte gerçeklerimi. Ailesini dağıtan bir insanım. Gitsene artık! Başım çok ağrıyor hem de üşüdüm. Uyumak istiyorum."
Zonklayan kafamı bir kez ovuşturdum.
Ne kadar da kötü olsa, uyumak istediğini söylediği için mekandaki sandalyeleri birleştirdim. Arka odalardan battaniye buldum. Yaptığım yere yatmasını sağladım, üstünü örttüm. Ellerimi birbirine vurarak söze başladım.
"Artık üşümezsin."
Dolan gözleriyle bana baktı.
"Bana kızmayacak mısın?"
Başımı iki yana salladım. Kızmaktan ziyade kaçtığı gerçekleri söyleyecektim. Fakat kızı Laurene neredeyse yarısını söylemişti. Bir de benim üstelemem kendi kafamı ütülemek olurdu. Yine de haklı değildi. Sadece bir an önce gitmek istiyordum, yola çıkmam gerekiyordu.
"Sana kızmak neyi değiştirir ki, sonucunda giden gitmiş, olan olmuş. Seni bundan sonra geç dinlemeye başladığın vicdanın dürter. Aklını kaçıracak gibi olursun, kendi kendini tüketirsin. Bunlara alış, Bay Colbert. Yaratanın huzurunda vereceğin hesaba iyi çalış."
Ağlar gibi oldu. Bunlar gerçekten fayda etmiyordu. Ruhu bildiklerinin acısını yaşıyordu. Ama bundan önce kaç ruhun kendi içinde ölmesine daha sonra gerçekten bu dünyadan silinmesine sebep oldu. Geçmiş mi? O zaman yaşanan olaylar bugünkü yeni insanlara yansır ve dayatılırsa, işte insan yok olur. Bilinmeyen bir geçmişi şu an ki zamanda birine yansıtmanın faydası nedir ki? İnsanlar kendi sonlarını kendileri belirler. Aile olmak, aynı çatının altında dışarıya güler yüzle yansıtmak ve daha fazla ticari yoldan kazanamak değildir. Düşünün, yıllardır aynı ev ama birbirlerine yabancı insanlar...
Dediklerimi kendi içinde tartışan bu adam, yorgun sesiyle seslendi.
"Senin adın ne, delikanlı?"
Üzerimdeki birkaç parça tozu silkeledim.
"Jeon... adım Jeon Jungkook."
Adam şaşkınlıkla yerinde doğrulmaya çalıştı.
"Yabancısın buralara, öyle isimler olmaz burada bilirim!"
Sadece gülümsedim.
"Benim hikayemi yeni mi merak eder oldun? Gerçi baştan da olsa anlatmazdım. Bay Colbert, zamanım doldu. Gitmeliyim.
Yeni hayatlarda kesişir, eski hayatlar nihayetinde."
Yaşlı adam eski haline dönmüştü.
"Güle güle delikanlı.
Ben de üşüyorum zaten! Seni uğurlamaya eşlik edemeyeceğim, affet."
Üstünü de örttüğüm halde neden üşüyordu? Kenardan bir değneği alıp koluma uzanarak dürttü.
"Bir şey mi diyeceksin?"
"Hayır."
"O halde ne diye dikiliyorsun burada?"
"Birkaç şey düşündüm. Neyse, gidiyorum.
Yaratanın seni affetmesini dilerim."
Çantamı da alıp, konuşmasına izin vermeden kendimi dışarı attım. Yüzüme vuran soğuk kış havası hücrelerimi uyarmış, daha canlı olmamı sağlamıştı.
Yolda giderken bugün olanları düşünüyordum. İnsanları nasıl anlayabilirdik? Bunun bir yolu yordamı var mıydı? Elbette vardı. Fakat farklı hayatlar, farklı insanlar bunun için büyük etkendi.
Aynı yerde durursak, bir şey anlamış sayılmazdık. Sadece kendi hayatına odaklanan bir insan, yaşadığı hayat kadardır. Ama başkasının hayatına dokunan ve anlayan bir insan farklıdır. Çoğu şeyi anlamlandırır, hisseder ve analizini yapar.
Yeni yuvama gidecek olan arabalar gelmişti. Arabacının uşağı elimdeki çantaları yerleştirmeme yardımcı olmuştu. Bahşişini vererek teşekkür ettim.
Yerime geçtiğimdeyse yanımdaki defterime bir şeyler çizdim. Bir keman yangınlar içindeydi. Hayatlarına kesiştiğim insanların bir çalgısıydı.
Geldiğim yeni yerde işime başlamıştım. Günlerim sakin geçiyordu. İnsanlar burada çoktu. Haliyle, onları izlemekte bir noktada zorlaşıyordu. Yine de merak duyuyordum.
Buraya gelişimin dördüncü gününde, bir haber yayıldı. Geldiğim modern kasabadandı. Bir eğlence mekanında yangın çıktığını söylüyorlardı. Detaylı sohbetlerden duyduklarım içinde mekan sahibininde yangının içinde kalarak can verdiğini söylediler. O an anladım, yangını çıkaracak kadar etrafta kimse yoktu. Kızı da sokakların içinden geçip gitmişti.
Aklıma gelen konuşmasında çok üşüdüğünden bahsediyordu. Oysa kalınca üstünü örtmüştüm. Birden yaşlı adam Colbert 'ın oğluyla aramızda geçen kısa sohbetlerden biri geldi, şöyle demişti:
"Bir gün insanların canını yakan adam, bu dünyanın soğukluğuyla kendini yakacaktır."
İçimde yaşadığım olaylar ve bunlarla iç içe olan konuşmalar dünyadan kopmama bir an için neden oldu. Ben bunları düşünürken arkadan bir kadın sesi kulaklarımda yankılandı.
"Bay Jeon, sizi bekliyorlar."
Kendime gelmeyi başarsam da aklımın bir kenarında bu aileden öğrendiğim farkındalıklar, benimle olacaktı. Ve o dakikalar içinde aklımda bir kimyager ve doktor olan adamın şu sözleri aşikârca kafamda yer etti.
"Hiçbir şeyi bilmeyen, hiçbir şeyi sevmez.
Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir.
Oysa anlayan biri,
hem sever hem fark eder hem de görür...
Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa,
o kadar büyük sevgi vardır.
Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri,
üzümleri hiç tanımıyor demektir."
- Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler.
- Diğer kurgularımdan farklı bir dil anlatımıyla yazdım.
- Bu kurgu hakkındaki fikirlerinizi belirtirseniz çok memnun kalırım, sağlıcakla kalın.
★- rainnls
Yaa.. çok ama çok güzel olmuş, ellerinize sağlık yazarım. Gerçekten mükemmelll ♡
teşekkür ederimmm ♡:))
@@rainnls 🦋 :)
Ş-Şey eski hikayelere göz atmaya gelmiştim de, onlar.. Nerdeler?
Uzun hikaye güzelim sadece benim isteğimle olan bir şey değildi
Bu arada hoş geldinn
Oha bâyâ erkenciyim idhdkdjfkdk
Hoş geldinn
Oku bakalım nasıl olmuş:)
@@rainnls tamamdır madam, hemen okumaya gidiyorummm
@@rhin0xminhay hadi bakalımm ♡
Rain... Hikayelerin nerede?.... Daha bir kaç saat önce hikayelerin vardı. Bir şeymi oldu? İyimisin😢
Benim istemimle olan bir şey değildi maalesef..
Hesabıma birisi girdi yabancı ülkeden ve sonra böyle oldu güzelim merak etme yenileri gelecek sadece sabredin ♡
@@rainnls yaaaa🥺 kıyamam... O kadar emek vermiştin😔 Biliyorum demekle geçmiyor, çok üzgünsün ama geçicek. Gerçekten. Beyaz sayfadan, en güzel yerinden ve eskisinden kat kat daha güzel olacak❤️❤️❤️🇦🇿 Seni seviyorum ve her zaman destekçinim❤️
@@azearmyulker çok ama çokça teşekkür ederim güzelimm
Belki de hayırlısı böyleydi ben de üzüldüm giden emeklerimdi ama elden bir şey gelmedi can sağlığı olsun 🤍
Yeni şeylerle geleceğim inşallah kocaman sarıldımm
@@rainnls ❤️❤️❤️❤️❤️
Kanalını yeni keşf ediyorum mükemmel yazıyorsun
Teşekkür ederim :)
Hoş geldinn
Bir dakika.. Rain'im.. Diğer videolar nerede? Neden herşeyi sildin ki..?
Başıma birkaç şey geldi güzelim..
O kadar emeğimi ben silmedim uzun hikaye yani
@@rainnls oww bu çok üzücü olmuş.. ama çok da önemi yok. Sonuçta sen yine aynı Rain'imsin benim. Aynı şekilde yazmaya devam ederek emeğinin karşılığını alabilirsin
@@gemmabecamegemm074hayırlısı yine de buna şükür :)
Teşekkür ederim güzelim, oku bakalım nasıl olmuşş
@@rainnls okudum güzelim.. kurgunun Jungkook'un ağzından yazıldığını anlamam biraz uzun sürdü ama sorun yok. Gayet güzel olmuş. Sadece senin içinde var olan burukluk benimde canımı yakıyor. Sana kim ne yaşattı bilmiyorum, seni üzen ne onuda bilmiyorum. Ancak ne olursa olsun yanında olacağım sayılı insanlardan birisin, bunu unutma lütfen ''
@@gemmabecamegemm074lütfen böyle hissetme güzelim, insanız nihayetinde :)
Sınanmadan bir dünya olmaz, insan bu yüzden büyür bir bakıma.
İnce düşüncen için teşekkür ederim, unutmayacağım 🤍
Bir şey sormak istiyorum umarım cevap verir ve yanlış anlamasınız, bu güzel sanat eserinizi kopyalayıp kendime saklayabilir mıyım acaba? İstemezseniz anlarım. Bu arada cok güzel gerçekten fazlasıyla dokunaklı çünkü bazi ailelerin yaşadığı olayları yansıtıyor tabi bu benim görüş açım yoksa gerçekten çok iyi yazıyorsunuz umarim devan edersiniz.
İyi geceler dilerim, herhangi bir platformda olmadığı sürece tabii ki kalabilir. Güzel sözleriniz için teşekkür ederim, kalemim ne kadar yazarsa o kadar devam edeceğim, hoş geldiniz :)
@@rainnls çok teşekkür ederim kabul ettiğiniz için size iyi şanslar ve iyi ilerlemeler diliyorum, iyi geceler dilerim.
@@_woon3855 :)