Çok teşekkür ediyorum. Romandaki karakterlerle pek bir yakınlık kuramadım, biraz zorlama yaratılmış karakter diye önce düşündüm (En azından kendi çevrem ve ülkemizdeki insanların yapısına göre oldukça farklı karakterler). O dönem ve biraz daha öncesinde, Fransız romanlarında uçarı, kadın karakterler fazlaca var ama özellikle Odile ile Philippe’yi yan yana getirmekte zorlandım. Odile ve Philippe yakınlığı bana tam anlamıyla inandırıcı gelmedi. Çok güzel olan Odile; kendisine yüksek seviyede hayran ve çok seven bir erkek yerine; tutarsız ama renkli, bir o kadar yalancı ve güven vermeyen bir adama ilgisini durduramamış. Rahat bir hayatı bırakıp; maceraya atılmış… Philippe ise, ailesi ve maddi imkânlar olan güçlü bir erkek, çevresinde de oldukça ilgi görüyor... Çevresinde çok seçenek olmasına rağmen, Odile karşı böyle çok zayıf olması; böyle bir kadını unutamaması tam kafamda oturmadı. Aşktan beklentileri biraz sorunlu… Kadında güzelliğe önem veriyor ancak sadakat ve sevme yeteneği sınırlı olan Odile’i unutamıyor. Üstelik kendisini çok seven bir kadınla (Isabelle) yeniden evlenmesine rağmen. Ülkemizi ve coğrafyamızı düşününce; “kadın ve erkeğin pozisyonu olarak” en azından ülkemizde tam tersi olurdu sanki 🙂). Kitapta yaklaşık son on sayfadaki Isabelle’in durum tespitleri ve duygusal çözümlemelerini çok etkileyici buldum. Philippe’in, Odile’e karşı duygu ve davranışlarını anlayışla karşılaması, onu hala karşılıksız seviyor olması “erkek bir yazar tarafından” güzel anlatılmış, diye düşündüm. Isabelle’nin sevgisi, RAĞMEN türü bir sevgiye örnek oluşturarak sevip, doyuma ulaşmış. (“Sevildiğinizden hiçbir zaman emin olamazsınız, sadece kendi sevginizin gerçekliğinden emin olabilirsiniz”; Fuzuli’nin bu anlama gelen yorumu bana oldukça yakın gelir). Birkaç arkadaşımızın da söylediği gibi, kahramanların sonları adil olarak değerlendirebilecek nitelikte. Sevilme konusunda mağdur gibi gözüken Isabelle, “Zamanla Philippe’i Odile ilgisinin geçmediğini gördüğü, karşılıksız sevmeye devam ettiği ve daha uygun bir seçenek aramadığı için, sonunda yalnız kalmayı hak etmiş” diye düşünülebilir. Odile, bence kendisini çok seven Philippe’e tam karşılık veremeyeceğini bildiği halde zamanında ondan kopmamış, üstelik evlenmiş (Bence biraz bencilce, biraz da eziyet denebilir tam diyemiyorum, zira aldatmayı çok sürdürmeden ayrılmış)… Siz aynı durumda olsanız, size hayran ve delicesine âşık ama onu tam anlamıyla sevmediğiniz birisini elde tutar ve hatta evlenir miydiniz? Kitap ikinci bölümde, ilk bölüme göre tam ters simetrik şekilde sürmüş ve Philippe aynı eziyeti Isabelle’e yapmış. Ve Isabelle karşılığı olmasa da Philippe’e sevgisini kaybetmemiş. (Ancak onun ölümü ile yalnız bile kalsa tam anlamıyla mutsuz sayılmaz). “Odile mi, Isabelle mi?” size yakın geliyor sorusuna ise cevabım: “Ne Odile, ne de Isabelle; sadece FİGEN” derim 🙂 Bu kitabın bitimi ile “Kolleksiyoncu-John Fowles” kitabını okumaya başladım, henüz bitmedi ama onda da, bir tarafın yaşadıkları; kitap ortasında itibaren karşı taraftan gözünden anlatılmış. Her iki kitabı aynı dönemde okumam ilginç oldu. Yazım teknikleri her ikisinde de çok hoş. Bu iki taraflı anlatım, olayların baktığımız yere göre nasıl da değişik algılandığına dair yeni bir hatırlatma oldu. (İklimler - ANDRÉ MAUROIS hakkında aklımdan geçen öznel-kişisel görüşlerim).
Öncelikle değerli düşünceleriniz için çok teşekkürler. Güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş. Edebiyattaki gerçeklik hissi kısmına ne yazık ki katılmıyorum. Buna benzer hatta daha yapay olayların gerçek hayatta yaşandığına çoğu kez tanık oldum. Bu da insanın başına gelir mi, kurmacada geçse inanmazsın denilen şeyler zaman zaman yaşanıyor. Bana böyle bir ilişki çok da uzak gelmedi. Kendiniz ve çevrenizi baz alarak düşünüyor olabilirsiniz. Halbuki insan fiziksel ve tinsel boyutta ulaşamadığı kimseye daha yoğun duygular besler. Bunun adına ister aşk, ister hırs deyin. Değişik bir romandı ve beni okuduğum dönemde etkisi altına aldı. Uğultulu tepeleri de çok severim. Orada da zorlu ve alışılmadık bir aşk hikayesi anlatılır. Okumadıysanız bir bakmanızı tavsiye ederim. Sevgiler, saygılar.
@@beynincocuklar5350 Sizin bu bakış açınız da, bana ayrı fikir verdi; detaylı cevabınız için çok teşekkür ediyorum. Bir arkadaşımla romandaki karakterlerin inandırıcılık konusunda konuşmuştuk, sanırım ona cevap verirken bu bölüm aklıma kazınmış. Sunumunuzu 4-5 kez dinledim; kısa, öz ve aileri seviyede net. Yeniden dinletip, yeniden sorgulattırdınız; yazar ve romanı ;-)
Çok ayrıntılı emekli ve verimli bir çalışma canı gönülden kutlarım.
🥰❤️💕🌸
Her hafta bir yazar ve eserinin tamıtımını zevkle izliyorum. Emeğine sağlık⚘
İzlemeye başladim.
Çok teşekkürler ☺️🌸
Çok teşekkür ediyorum.
Romandaki karakterlerle pek bir yakınlık kuramadım, biraz zorlama yaratılmış karakter diye önce düşündüm (En azından kendi çevrem ve ülkemizdeki insanların yapısına göre oldukça farklı karakterler). O dönem ve biraz daha öncesinde, Fransız romanlarında uçarı, kadın karakterler fazlaca var ama özellikle Odile ile Philippe’yi yan yana getirmekte zorlandım. Odile ve Philippe yakınlığı bana tam anlamıyla inandırıcı gelmedi. Çok güzel olan Odile; kendisine yüksek seviyede hayran ve çok seven bir erkek yerine; tutarsız ama renkli, bir o kadar yalancı ve güven vermeyen bir adama ilgisini durduramamış. Rahat bir hayatı bırakıp; maceraya atılmış… Philippe ise, ailesi ve maddi imkânlar olan güçlü bir erkek, çevresinde de oldukça ilgi görüyor... Çevresinde çok seçenek olmasına rağmen, Odile karşı böyle çok zayıf olması; böyle bir kadını unutamaması tam kafamda oturmadı. Aşktan beklentileri biraz sorunlu… Kadında güzelliğe önem veriyor ancak sadakat ve sevme yeteneği sınırlı olan Odile’i unutamıyor. Üstelik kendisini çok seven bir kadınla (Isabelle) yeniden evlenmesine rağmen. Ülkemizi ve coğrafyamızı düşününce; “kadın ve erkeğin pozisyonu olarak” en azından ülkemizde tam tersi olurdu sanki 🙂).
Kitapta yaklaşık son on sayfadaki Isabelle’in durum tespitleri ve duygusal çözümlemelerini çok etkileyici buldum. Philippe’in, Odile’e karşı duygu ve davranışlarını anlayışla karşılaması, onu hala karşılıksız seviyor olması “erkek bir yazar tarafından” güzel anlatılmış, diye düşündüm. Isabelle’nin sevgisi, RAĞMEN türü bir sevgiye örnek oluşturarak sevip, doyuma ulaşmış. (“Sevildiğinizden hiçbir zaman emin olamazsınız, sadece kendi sevginizin gerçekliğinden emin olabilirsiniz”; Fuzuli’nin bu anlama gelen yorumu bana oldukça yakın gelir). Birkaç arkadaşımızın da söylediği gibi, kahramanların sonları adil olarak değerlendirebilecek nitelikte. Sevilme konusunda mağdur gibi gözüken Isabelle, “Zamanla Philippe’i Odile ilgisinin geçmediğini gördüğü, karşılıksız sevmeye devam ettiği ve daha uygun bir seçenek aramadığı için, sonunda yalnız kalmayı hak etmiş” diye düşünülebilir.
Odile, bence kendisini çok seven Philippe’e tam karşılık veremeyeceğini bildiği halde zamanında ondan kopmamış, üstelik evlenmiş (Bence biraz bencilce, biraz da eziyet denebilir tam diyemiyorum, zira aldatmayı çok sürdürmeden ayrılmış)… Siz aynı durumda olsanız, size hayran ve delicesine âşık ama onu tam anlamıyla sevmediğiniz birisini elde tutar ve hatta evlenir miydiniz?
Kitap ikinci bölümde, ilk bölüme göre tam ters simetrik şekilde sürmüş ve Philippe aynı eziyeti Isabelle’e yapmış. Ve Isabelle karşılığı olmasa da Philippe’e sevgisini kaybetmemiş. (Ancak onun ölümü ile yalnız bile kalsa tam anlamıyla mutsuz sayılmaz).
“Odile mi, Isabelle mi?” size yakın geliyor sorusuna ise cevabım: “Ne Odile, ne de Isabelle; sadece FİGEN” derim 🙂
Bu kitabın bitimi ile “Kolleksiyoncu-John Fowles” kitabını okumaya başladım, henüz bitmedi ama onda da, bir tarafın yaşadıkları; kitap ortasında itibaren karşı taraftan gözünden anlatılmış. Her iki kitabı aynı dönemde okumam ilginç oldu. Yazım teknikleri her ikisinde de çok hoş. Bu iki taraflı anlatım, olayların baktığımız yere göre nasıl da değişik algılandığına dair yeni bir hatırlatma oldu. (İklimler - ANDRÉ MAUROIS hakkında aklımdan geçen öznel-kişisel görüşlerim).
Öncelikle değerli düşünceleriniz için çok teşekkürler. Güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş. Edebiyattaki gerçeklik hissi kısmına ne yazık ki katılmıyorum. Buna benzer hatta daha yapay olayların gerçek hayatta yaşandığına çoğu kez tanık oldum. Bu da insanın başına gelir mi, kurmacada geçse inanmazsın denilen şeyler zaman zaman yaşanıyor. Bana böyle bir ilişki çok da uzak gelmedi. Kendiniz ve çevrenizi baz alarak düşünüyor olabilirsiniz. Halbuki insan fiziksel ve tinsel boyutta ulaşamadığı kimseye daha yoğun duygular besler. Bunun adına ister aşk, ister hırs deyin. Değişik bir romandı ve beni okuduğum dönemde etkisi altına aldı. Uğultulu tepeleri de çok severim. Orada da zorlu ve alışılmadık bir aşk hikayesi anlatılır. Okumadıysanız bir bakmanızı tavsiye ederim. Sevgiler, saygılar.
@@beynincocuklar5350 Sizin bu bakış açınız da, bana ayrı fikir verdi; detaylı cevabınız için çok teşekkür ediyorum. Bir arkadaşımla romandaki karakterlerin inandırıcılık konusunda konuşmuştuk, sanırım ona cevap verirken bu bölüm aklıma kazınmış. Sunumunuzu 4-5 kez dinledim; kısa, öz ve aileri seviyede net. Yeniden dinletip, yeniden sorgulattırdınız; yazar ve romanı ;-)