*Uzaylı Yazar Hiun* *Bölüm:1(Kızıl Katil)* _Ana karakterler_ _•|Kim Minseo•_-------------_•|Lee Felix|•_ *Dipnot: Lurid kelimesi İngilizcede korkunç, korkutucu, kızıl, yangın kızıllığı gibi bir anlamı vardır. Katilin ismini ben kızıl katil diye çevirdim evet ama diğer anlamlarıda aklınızda bulunsun. ALCHEMY OF SOULS'TAN ESİNLENEREK YAZILMIŞTIR!!* Yazar'dan Sarayın içinde beyaz elbiseli bir çocuk yürüyordu. Kim onu görse selam verip önünde eğiliyordu. Genç adam nereye adım atsa oraya güneş ışığı kaplıyordu. Güneş gibi parlak bir çocuktu. Yüzü her zaman güler, hiç yere düşmezdi bu parlak çocuğun. Yine gülümserken önüne koca bir beden çıktı. Gözleri büyüdü ve hemen önünde eğildi "Günaydın majesteleri." "BEN SANA ODADAN ÇIKMAYACAKSIN DEMEDİM Mİ?" Hiç bir şey demedi ve öylece durdu. Kral olan babası hiç bir şey demeyip geçti ve gitti. Parlak çocuk donup kaldı. Taki onu biri dürtüp kaldırana kadar "Prensim kendinize gelin." Yardımcısı onu çekip sürükledi. Odasına kadar götürdü ve onu süslü hapishanesine götürdü. Kapıyı kapattı ve genç prense döndü "Prensim odanızdan çıkmayın demiştim ama." "Young ben gerçeken de Veliaht Prens miyim?" "Tabii öylesiniz." "Peki o zaman neden suçlu gibi bir yerde tıkılıp kaldım? Babam neden beni sevmiyor?" "Efendim ben gerçekte-" "Tamam fazla söze lüzum yok. Derse başlayalım." Kahyanın gözü kocman oldu "Büyü dersine mi?" "Evet, belki iyi bir büyücü olurum ve babamın gözüne girerim." "Efendim ama biliyorsunuz sarayda büyü yasak." "O yasak bu yasak. Nefes almakta yasak mı!?" "Efe-" Gözleri sinirle dolmuştu bu yüzden de kimseye zarar vermemek için eliyle kapıyı gösterdi "Çık git Young! Dinlemem gerekiyor." Kâhya hiç bir şey demeden çıktı ve gitti. Prensin canı sıkılmıştı. Bu durumdan ve diğer şeylerden. Etraftaki saçma sapan iftiralardan babasının onu sevmemesinden ve benzer şeylerden bıkmıştı. İnsanlar onun hakkında şöyle düşünüyordu: _"Prens Felix çok çirkin olduğu için saraydan çıkması yasak."_ _"Canavar olduğu için çıkması yasak"_ Onun hakkında bunun gibi söylemler vardı. Oysa dışarı çıkmak çok istiyor, bunun için tutuşuyordu. Bunun yanı sıra büyücü olmakta çok istiyordu. Bu ülkenin büyücüleri sıradan değildi. Büyüyü kılıçla yapardı. Bunun yanı sıra başka çeşitleride vardı; Telekinezi; Nesneleri zihin gücüyle hareket ettirmeye denir. Tansu; Suyu toplayıp ondan bir güç yapılmasına denir. Mavi güç; İnanılmaz bir güce denir. Bunların gelişmesi için yıllarını vermek gerekiyordu. Başlangıcı Mavi güçtü ve Felix bunu babasından gizli öğrenmişti. Tam olarak 3 ayda. Bu büyüye ulaşmak en iyi ustanın 2 yılını bir çaylağın en az 10 yılını alırdı. Ulaşması zor bir mertebeydi. Ondan sonra Tansu geliyordu. Tansuyu en erken öğrenen kişi Büyücülük okulunun başkanı Youngsik'ti. O da 40 yaşında öğrenmişti. Telekinezi ise zor bir mertebeydi. Ona ulaşabilmek için yıllarca eğtim görmek gerekiyordu. Bazıları bu büyüyü öğrenirken şoka girip ölüyordu. Felix'in hedefiyse Telekineziydi. O bunu başaracağına inanıyordu. Ayağa kalktı ve pencereden dışarı baktı. Mavi güç sayesinde atlayabilirdi. Dışarı baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından atladı ve koşmaya başladı. Pazara girip insan içine karışması lazımdı. Ordan da büyük gölün oraya gidecekti. Orda da gücü ölçecekti ve talim yapacaktı. Şuan mutluydu yüzüne güneş ışığı tekrar doğdu... Miseo'dan Maskemle yüzümü iyice örtüm ve karşımda duran adama baktım. Konuşmaya başladı "İndir kılıcını kızıl katil yoksa durumun hiç iyi olmayacak." "Sizin dediğiniz gibi ben büyük suikastçi kızıl katilim. Hanedandan bir üye bile kalmayana kadar kılıcımı kırmızıya boyamaya devam edeceğim." İntikam dolu gözlerimi ona diktim. Hemen biri kılıcına davrandı ve bana doğrultu. Kendimi bir adım geri attım ve kılıçtan kaçtım. Yere düştü hemen kendini toparladı. Kılıcı ona doğrultum ve etrafında dönmeye başladım. İlk saldıran o oldu. Hızlı bir hamleyle kaçtım. Yerdeki suyu görünce gülümsedim. İşime yarayacaktı çünkü. Ayağımla hızlıca yere vurduğum sırada su damlaları ayağa kalktı. Boştaki elimle damlayı havada tuttum ve gözlerimi kapattım. Ardından su damlasın ikiye böldüm. Hızlıca etrafa bir güç yaydı ve etrafımı saran büyücüleri savurdu. Zıpladım ve tek hamleyle ağacın tepesine çıktım. Büyücü başı Youngsik eliyle beni işaret etti "Yakalayın kaçıyor!" Hızlı adımlarla koşmaya başladım. Bir gölün kenarına geldiğim zaman gözüme sarı saçlı bir çocuk çarptı. Arkama baktım bana yaklaşıyorlardı. Çocuğun yanına gittim ve onu kılıcımın arasına aldım. Sıkıca sağ kolundan tuttum. Ne olduğunu anlayamıştı "Hey bırak beni! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" Boğazına kılıcımı tuttuğum zaman sesi kesildi. Zar zor yutkunuyordu. Kulağına yaklaşıp sesizce konuşmaya başladım "Kim olduğun önemli değil sen benim kaçış yolumsun." Nefes almakta zorluk çekti. Hızlıca büyücüler etrafımızı sardı. Youngsik konuşmaya başladı "Kızıl Katil bırak onu! Senin işin bizimle." "Gitmeme izin verirsen bırakırım." Kolundan sıkıca tuttuğum çocuğun elindeki yüzük dikkatimi çekti. Sade ve zarifti ama pahalı olduğu çok belliydi. Böyle yüzükleri sadece kraliyet ailesine özel kuyumcu yapardı. Çocuğun kulağına eğildim "Kimsin sen!?" "BİLMİYORUM!"diye inledi. "İsmini mi unuttun!?" Kılıcımı boynundan indirdim ve koluna derin bir çizik attım. Acıyla haykırdı. "KİM OLDUĞUNU SÖYLEMESEN BOĞAZINI KESERİM. KİMSİN SEN!?" Cevap vermedi. Kolundan aşağı kan damlıyordu. Beyaz ipek elbisesi kan rengini almıştı. Tam o sırada karnıma güçlü bir dirsek yedim. Bunu esir aldığım çocuk atmıştı ama gücü bambaşkaydı. Onun vurduğu dirsekle yere savuruldum. O da yere yığıldı. Kendime gelince ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Burdan kaçmam gerekiyordu. Hızlıca son gücümle yukarı fırladım. Ağaçların arasından kaçmaya başladım. İzimi kaybettirince derin bir nefes aldım ve acıyan karnımı ovdum. Canım çok acıyordu. Kıyafetimin üstünden karnıma baktım. Koca bir morluk vardı. Böylesine büyük bir yarayı o güçsüz ve çelimsiz çocuğun açtığını bildiğim için güldüm. Yanıma biri oturdu. Elini elimin üstüne koydu "Ah kızım yine mi yara aldın? Gücünün ötesinde bir şey bu. Yeni öğrendiğin bir büyüyü kullanarak kendine zarar vereceksin." "Dede bu sefer benim bir suçum yok." "Nasıl?" "Rehin aldığım çocuk yaptı." "Çocuk?" "Evet çocuk. Benim yaşlarımda biri." "Nasıl aldın peki yarayı? Yoksa Yongsik'in oğlu Hyunjin'den mi?" "Hayır o pislik hiç bir şey yapamaz. Hem o beceriksizin teki! Kılcı doğru düzgün tutamıyor." "Kim peki?" "Bilmiyorum ama tanıyormuş gibiyim. Çok güçlü ama kullanmayı bilmiyor." "Nasıl senin yaşlarında bir çocuk Mavi Güc'e mi sahip? İmkansız gibi bir şey bu!" "Bana da öyle geldi ama bir değişiklik daha vardı. Üstündekiler ve elindeki yüzük bir kimsesizin kullanacağı şeyler değildi. Soyluların kullandığı eşyalardı." "Görünüşü nasıldı?" "Bembeyaz bir teni vardı saçları altın sarısıydı." "Öyle birini tanımıyorum. Bilirsin tüm hanedanı avucumun içi gibi bilirim." "Peki Veliaht Prens Felix'i?" "Onu hiç görmedim. Mahkum gibi sarayda tutuluyor dışarı çıkamaz." "Peki neden?" "Bilmiyorum öğrenmekte istemem. Altında kötü bir şey var." "Dede alemsin. 17 yaşındaki bir çocuk ne yapmış olabilir?" "Bilmiyorum Minseo ama hislerim farklı düşünüyor. Neyse gel şu yarayı saralım." Ayağa kalkıp onu takip etmeye başardım. Uzum yürüyüş beni bizim konağa çıkardı. Dedem soylu bir komutandı. Eski okulun başkanı. Bu yüzden de zenginlik içinde bir hayat yaşıyorduk. Hizmetçilerden biri bizi karşıladı "Efendim yemek hazır sofraya buyurun." Dedem kocaman gülümsedi "Hizmetçi Kim azıcık işimiz var. Sonra geliriz." "Nasıl emir ederseniz."dedi ve önümüzde eğilip içeri geçti. Dedemle benim odama kadar yürüdük. Ardından içeri geçtik. Dedem kapıyı kapatıp yanıma geldi. Üstümdeki elbiseyi çözdüm. Yanıma geldi ve elindeki kremi karnıma vurdu. Dokununca sızladığı için gözümü kapattım. Sürdükten sonra bana döndü "Baya kötü olmuş. Her akşam üstüne sür." Tam ayağa kalkacağı sırada onu durdurdum "Dede...Yongbok'u bulabilir miyiz?" "Neden onu soruyorsun?" "Onu bulursak intikamı beraber alırız. İkimizin ailesi elinden alan kralı beraber yok ederiz." "Minseo o gece o orda yoktu eminim." "Ama dede aynı gün doğduk. O gün ikimizde o okulda doğduk. Sen dememiş miydin Kral yıldızı doğdu diye. İkimizin yıldızıydı. O hâlâ yaşıyor ve onu bulucam." "Ne kadar orda değildi desemde dinlemeyeceksin. Kendi bildiğini yap." Gülümsedim. Yaklaşık 10 yaşımdan beri Yongbok'u arıyordum. Sarı saçlı, güzel çocuğu ve en önemlisi Kral yıldızının gücünün olduğu adamı bulmam gerekiyordu. İşim zordu ama kader ortağımı bulacaktım. Ya ölü ya diri...
Felix'ten Gözlerimi hafif araladım. Karşımda annem duruyordu. Elini yüzümde gezdirdi elini sıkıca tuttum "Anne... seni özledim." Derin bir nefes verdim. Saçlarımı eliyle taradı "Bende özledim Felix'im." "Yanıma gelsen?" "Geldim ya burdayım." "Gitme lütfen... saklanmaktan yoruldum." Tam o anda büyü bozuldu. Sarı saçlı melek suratlı annem yerine o gözüme göründü. Yandaki adam konuşmaya başladı "Majesteleri havale geçiriyor. Yara ağır." Gözlerimi tekrar kapattım açtığımda karşımda babam duruyordu. Yanında da Kraliçe vardı. Bana baktı ve konuşmaya başladı "SANA YASAK DEMEDİM Mİ!?" Gözlerimi açar açmaz duyduğum azar sarsılmama sebep oldu. Kahyam Yong yere çöküp babamın ayaklarına kapandı "Majesteleri lütfen onu affedin! Bir daha yapmayacak söz veriyoruz!" Kraliçe konuşmaya başladı "Bu kadarına göz yumulamaz!" Hiç bir şey demeden dışarı çıktılar. Gözlerimi kapattım ve dinlemeye çalıştım. Annemi çok özlüyordum ama o beni bırakıp gitmişti. Daha doğrusu gitmek zorunda kalmıştı. O Rusya Çarlığı¹ Prensesiydi. Babamla da anlaşma için evlenmişlerdi. O henüz 18 yaşındayken beni doğurmuştu. Araya soğukluk girmişti. Nedeniyse Rusya Çarlığı'nın Çin'le anlaşma yapmasıydı. Babam alel acele annemi ben 5 yaşındayken Rusya'ya geri göndermiş. Bende bu ülkenin prensi ve tek Veliahtı olduğum için burda kalmak zorunda kalmışım. Babamda beni küçük sarayıma hapis etmiş. Aklınca korumak istemiş ama daha çok korkutulmuşum. Yanımdaki Kahyaya döndüm "Yong annem beni neden bıraktı?" "Efendim söylemiştim zorunda kald-" "ONUN OĞLU DEĞİLİM BEN? BEN ONUN DA OĞLUYUM!" "Çocuklar babalarının kanını taşır. Anneden daha çok babalarının çocuğudur." Yerimde doğruldum ve kahyama döndüm "Üstümü getir." "Nasıl efendim? Bu halinizle nereye gideceksiniz?" "Üstümü getir dedim. Emirlerime karşı çıkmasın değil mi?" Başını eğdi "Tabii Efendim getireyim." Hemen ayağa kalkıp beyaz hanbokumu getirdi ve önüme koydu. Gözlerimle ona giydir gibisine baktım. Sargılarımın üstünden geçirip üstümü ilikledi. Ayağa güç bela kalktım. Üstüme kuşağı geçirdi. Yürümeye başladım. Güç bela yürüyordum ama kararlıydım. Babama gitmek istediğimi söyleyecektim. Kendi sarayımdan çıktım ve ana saraya yürümeye başladım. Bahçedeki hizmetçiler ve görevliler bana bakıp aralarında fısıldaşıyordu. Beni daha önce görmüş olan hizmetçilerden biri önümde eğildi ve yanındaki iki kızı eğilmesi için çekti. Hızlıca yürüdüm ve ana sarayın önünde durdum. Beni gören kapıdaki asker içeri girip durumu söyledi. Tekrar yanımıza geldi "Onay gelmedi." "Bir daha deneyin." "Önemli bir konuşma olduğunu söyledi." Young bana döndü ve gidelim dermişçesine bakmaya başladı. Yere eğildim ve dizlerimin üstüne oturdum "MAJESTELERİ LÜTFEN İÇERİ GİTMEME İZİN VERİN!" Büyük kapı açıldı. Katşımdaki babamdı. Yüzünde her babada olan şefkat yoktu, sert ve nefer bakışları vardı "Ayağa kalk! PRENSE YERE OTURUP ÇÖKMEK YAKIŞMAZ!" Ayağa kalkıp zor bela yanına yürüdüm. Kapı kapandı. Orda ben ve o kaldık. Gerilen vücudum yüzünden yere bakıyordum. Ayağa kalktı ve yanıma yaklaştı "Başını kaldır ve suratıma bak!" Yavaşça kaldırıp gözlerine baktım. Sert yüzü nefret kusuyordu. Önüme kitabı attı. Üstünde _"Mavi Güç"_ yazıyordu. Gözlerim büyüdü. Büyü yaptığımı öğrenmişse biterdim. Konuşmaya başladı "Ne kadar absürt değil mi? Bu büyü kitabı yasak olan saraydan çıkıyor. Hem de senin hizmetçilerin odasından ne kadar büyük tesadüf değil!??" Cesaretimi toplayıp konuşmaya başladım "Majesteleri büyü öğrenmek istiyorum. Yanlış bir şey yapmıyorum. Buraya gitmek için izinimi almaya geldim. Rusya'ya gitmek istiyorum. Çarlık Kraliçesi beni kabul edecekti-" Yüzüme inen tokatla sarıldım "HA BANA BENİM YANLIŞ OLDUĞUMU MU DİYORSUN?? KRALIN DEDİĞİ SÖZ DEĞİL EMİRDİR!" Yere düşmüş babama bakarken konuşmaya devam etti "Ceza veriyorum. Tüm gün sarayın içinden çıkmayacaksın ve kraliçenin uygun gördüğü bir leydi ile evleneceksin! Bitti, sen artık 17 yaşındasın. Ülkeyi ve haremi yönetmeyi öğreneceksin. Bir daha olursa yardım eden herkesi öldürürüm!" Dondum kaldım. Evlenmek mi? Görmediğim sevmediğim ve tanımadığım biriyle. Nasıl baba, nasıl kral, nasıl insan... Minseo'dan Yemek yerken içeri dedmin adamlarından biri girdi. Dedem yemeğini yerken adama döndü "Anlat." Adam anlatmaya başladı "Efendim Kraliçe bir davetiye gönderdi." "Ne davetiymiş?" İki kere öksürdü "Bence siz bakın." Adam dedeme zarfı uzatıp çekildi. Dedem elini silip davetiyeyi açtı. Adama tekrar döndü "Çıkabilirsin." Mektubu okumaya başladı. Okudukça yüzündeki şaşkınlık artıyordu. Merak ettiğim için ona döndüm "Ne yazıyormuş?" "Seni aday olarak istiyor." "Neye aday?" "Prense eş olarak." "NEE!?" "Sakinleş bi büyük bir fırsat olabilir. İçten fethedebiliriz." "Dede ama-" "Aması yok katılmak zorundasın. Bak intikamımız için önemli şey." "Kızıl Katil'e ne olacak? O intikamını parçalayarak almak istiyor, Minseo Veliaht Prensin koynuna girerse ne olacak?" "Kızıl Katil herkesi içten paramparça edip eski kralın sürgün edilmiş oğlunu tahta geçirecek. Miseo'da yardım edecek. Fazla değil biraz sürecek. Emin ol!" Hiç bir şey demeden düşünmeye başladım. İntikamımı böyle alabilir miyim? Evet alabilirim. Prensin koynundaki yılan olucam. Doğru zaman geldiğinde boğmaya başlıcam... _Devam edecek..._ _/Cringe mi söyleyin. Tıkandım aklıma bu geldi. Ağğğğ çiko zorrrrrrre/_
Okumadan söylüyorum kesinim MÜKEMMEL ❤❤❤
Hikaye gelmemiş daha😅
BİSMİLLAHHH
Agaga acil yeni bölüm gelsinnn lutfennn ❤
yaaa assri iyi olmuss acil yeni bolum gelsinnn
HARIKA OLMUS HEMEN YENI BOLUM ISTIYORUZ
Mükemmel olmuş yeni bölüm isterizzzzzzz
18. Saniyedeeee AAAAA en seveigim hayal et kanaloiiiiii
Hemen geldim hihi❤❤❤❤❤❤❤❤
*Uzaylı Yazar Hiun*
*Bölüm:1(Kızıl Katil)*
_Ana karakterler_
_•|Kim Minseo•_-------------_•|Lee Felix|•_
*Dipnot: Lurid kelimesi İngilizcede korkunç, korkutucu, kızıl, yangın kızıllığı gibi bir anlamı vardır. Katilin ismini ben kızıl katil diye çevirdim evet ama diğer anlamlarıda aklınızda bulunsun. ALCHEMY OF SOULS'TAN ESİNLENEREK YAZILMIŞTIR!!*
Yazar'dan
Sarayın içinde beyaz elbiseli bir çocuk yürüyordu. Kim onu görse selam verip önünde eğiliyordu.
Genç adam nereye adım atsa oraya güneş ışığı kaplıyordu. Güneş gibi parlak bir çocuktu. Yüzü her zaman güler, hiç yere düşmezdi bu parlak çocuğun.
Yine gülümserken önüne koca bir beden çıktı. Gözleri büyüdü ve hemen önünde eğildi "Günaydın majesteleri."
"BEN SANA ODADAN ÇIKMAYACAKSIN DEMEDİM Mİ?"
Hiç bir şey demedi ve öylece durdu. Kral olan babası hiç bir şey demeyip geçti ve gitti.
Parlak çocuk donup kaldı. Taki onu biri dürtüp kaldırana kadar "Prensim kendinize gelin."
Yardımcısı onu çekip sürükledi. Odasına kadar götürdü ve onu süslü hapishanesine götürdü. Kapıyı kapattı ve genç prense döndü "Prensim odanızdan çıkmayın demiştim ama."
"Young ben gerçeken de Veliaht Prens miyim?"
"Tabii öylesiniz."
"Peki o zaman neden suçlu gibi bir yerde tıkılıp kaldım? Babam neden beni sevmiyor?"
"Efendim ben gerçekte-"
"Tamam fazla söze lüzum yok. Derse başlayalım."
Kahyanın gözü kocman oldu "Büyü dersine mi?"
"Evet, belki iyi bir büyücü olurum ve babamın gözüne girerim."
"Efendim ama biliyorsunuz sarayda büyü yasak."
"O yasak bu yasak. Nefes almakta yasak mı!?"
"Efe-"
Gözleri sinirle dolmuştu bu yüzden de kimseye zarar vermemek için eliyle kapıyı gösterdi "Çık git Young! Dinlemem gerekiyor."
Kâhya hiç bir şey demeden çıktı ve gitti. Prensin canı sıkılmıştı. Bu durumdan ve diğer şeylerden.
Etraftaki saçma sapan iftiralardan babasının onu sevmemesinden ve benzer şeylerden bıkmıştı.
İnsanlar onun hakkında şöyle düşünüyordu:
_"Prens Felix çok çirkin olduğu için saraydan çıkması yasak."_
_"Canavar olduğu için çıkması yasak"_
Onun hakkında bunun gibi söylemler vardı. Oysa dışarı çıkmak çok istiyor, bunun için tutuşuyordu.
Bunun yanı sıra büyücü olmakta çok istiyordu. Bu ülkenin büyücüleri sıradan değildi.
Büyüyü kılıçla yapardı. Bunun yanı sıra başka çeşitleride vardı;
Telekinezi; Nesneleri zihin gücüyle hareket ettirmeye denir.
Tansu; Suyu toplayıp ondan bir güç yapılmasına denir.
Mavi güç; İnanılmaz bir güce denir.
Bunların gelişmesi için yıllarını vermek gerekiyordu. Başlangıcı Mavi güçtü ve Felix bunu babasından gizli öğrenmişti.
Tam olarak 3 ayda. Bu büyüye ulaşmak en iyi ustanın 2 yılını bir çaylağın en az 10 yılını alırdı. Ulaşması zor bir mertebeydi.
Ondan sonra Tansu geliyordu. Tansuyu en erken öğrenen kişi Büyücülük okulunun başkanı Youngsik'ti. O da 40 yaşında öğrenmişti.
Telekinezi ise zor bir mertebeydi. Ona ulaşabilmek için yıllarca eğtim görmek gerekiyordu. Bazıları bu büyüyü öğrenirken şoka girip ölüyordu.
Felix'in hedefiyse Telekineziydi. O bunu başaracağına inanıyordu.
Ayağa kalktı ve pencereden dışarı baktı. Mavi güç sayesinde atlayabilirdi.
Dışarı baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından atladı ve koşmaya başladı.
Pazara girip insan içine karışması lazımdı. Ordan da büyük gölün oraya gidecekti. Orda da gücü ölçecekti ve talim yapacaktı.
Şuan mutluydu yüzüne güneş ışığı tekrar doğdu...
Miseo'dan
Maskemle yüzümü iyice örtüm ve karşımda duran adama baktım.
Konuşmaya başladı "İndir kılıcını kızıl katil yoksa durumun hiç iyi olmayacak."
"Sizin dediğiniz gibi ben büyük suikastçi kızıl katilim. Hanedandan bir üye bile kalmayana kadar kılıcımı kırmızıya boyamaya devam edeceğim."
İntikam dolu gözlerimi ona diktim. Hemen biri kılıcına davrandı ve bana doğrultu.
Kendimi bir adım geri attım ve kılıçtan kaçtım. Yere düştü hemen kendini toparladı.
Kılıcı ona doğrultum ve etrafında dönmeye başladım. İlk saldıran o oldu.
Hızlı bir hamleyle kaçtım. Yerdeki suyu görünce gülümsedim. İşime yarayacaktı çünkü.
Ayağımla hızlıca yere vurduğum sırada su damlaları ayağa kalktı. Boştaki elimle damlayı havada tuttum ve gözlerimi kapattım.
Ardından su damlasın ikiye böldüm. Hızlıca etrafa bir güç yaydı ve etrafımı saran büyücüleri savurdu.
Zıpladım ve tek hamleyle ağacın tepesine çıktım. Büyücü başı Youngsik eliyle beni işaret etti "Yakalayın kaçıyor!"
Hızlı adımlarla koşmaya başladım. Bir gölün kenarına geldiğim zaman gözüme sarı saçlı bir çocuk çarptı.
Arkama baktım bana yaklaşıyorlardı. Çocuğun yanına gittim ve onu kılıcımın arasına aldım.
Sıkıca sağ kolundan tuttum. Ne olduğunu anlayamıştı "Hey bırak beni! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?"
Boğazına kılıcımı tuttuğum zaman sesi kesildi. Zar zor yutkunuyordu. Kulağına yaklaşıp sesizce konuşmaya başladım "Kim olduğun önemli değil sen benim kaçış yolumsun."
Nefes almakta zorluk çekti. Hızlıca büyücüler etrafımızı sardı.
Youngsik konuşmaya başladı "Kızıl Katil bırak onu! Senin işin bizimle."
"Gitmeme izin verirsen bırakırım."
Kolundan sıkıca tuttuğum çocuğun elindeki yüzük dikkatimi çekti. Sade ve zarifti ama pahalı olduğu çok belliydi.
Böyle yüzükleri sadece kraliyet ailesine özel kuyumcu yapardı.
Çocuğun kulağına eğildim "Kimsin sen!?"
"BİLMİYORUM!"diye inledi.
"İsmini mi unuttun!?"
Kılıcımı boynundan indirdim ve koluna derin bir çizik attım. Acıyla haykırdı.
"KİM OLDUĞUNU SÖYLEMESEN BOĞAZINI KESERİM. KİMSİN SEN!?"
Cevap vermedi. Kolundan aşağı kan damlıyordu. Beyaz ipek elbisesi kan rengini almıştı.
Tam o sırada karnıma güçlü bir dirsek yedim. Bunu esir aldığım çocuk atmıştı ama gücü bambaşkaydı.
Onun vurduğu dirsekle yere savuruldum. O da yere yığıldı. Kendime gelince ayağa kalktım ve koşmaya başladım.
Burdan kaçmam gerekiyordu. Hızlıca son gücümle yukarı fırladım. Ağaçların arasından kaçmaya başladım.
İzimi kaybettirince derin bir nefes aldım ve acıyan karnımı ovdum. Canım çok acıyordu.
Kıyafetimin üstünden karnıma baktım. Koca bir morluk vardı. Böylesine büyük bir yarayı o güçsüz ve çelimsiz çocuğun açtığını bildiğim için güldüm.
Yanıma biri oturdu. Elini elimin üstüne koydu "Ah kızım yine mi yara aldın? Gücünün ötesinde bir şey bu. Yeni öğrendiğin bir büyüyü kullanarak kendine zarar vereceksin."
"Dede bu sefer benim bir suçum yok."
"Nasıl?"
"Rehin aldığım çocuk yaptı."
"Çocuk?"
"Evet çocuk. Benim yaşlarımda biri."
"Nasıl aldın peki yarayı? Yoksa Yongsik'in oğlu Hyunjin'den mi?"
"Hayır o pislik hiç bir şey yapamaz. Hem o beceriksizin teki! Kılcı doğru düzgün tutamıyor."
"Kim peki?"
"Bilmiyorum ama tanıyormuş gibiyim. Çok güçlü ama kullanmayı bilmiyor."
"Nasıl senin yaşlarında bir çocuk Mavi Güc'e mi sahip? İmkansız gibi bir şey bu!"
"Bana da öyle geldi ama bir değişiklik daha vardı. Üstündekiler ve elindeki yüzük bir kimsesizin kullanacağı şeyler değildi. Soyluların kullandığı eşyalardı."
"Görünüşü nasıldı?"
"Bembeyaz bir teni vardı saçları altın sarısıydı."
"Öyle birini tanımıyorum. Bilirsin tüm hanedanı avucumun içi gibi bilirim."
"Peki Veliaht Prens Felix'i?"
"Onu hiç görmedim. Mahkum gibi sarayda tutuluyor dışarı çıkamaz."
"Peki neden?"
"Bilmiyorum öğrenmekte istemem. Altında kötü bir şey var."
"Dede alemsin. 17 yaşındaki bir çocuk ne yapmış olabilir?"
"Bilmiyorum Minseo ama hislerim farklı düşünüyor. Neyse gel şu yarayı saralım."
Ayağa kalkıp onu takip etmeye başardım. Uzum yürüyüş beni bizim konağa çıkardı.
Dedem soylu bir komutandı. Eski okulun başkanı. Bu yüzden de zenginlik içinde bir hayat yaşıyorduk.
Hizmetçilerden biri bizi karşıladı "Efendim yemek hazır sofraya buyurun."
Dedem kocaman gülümsedi "Hizmetçi Kim azıcık işimiz var. Sonra geliriz."
"Nasıl emir ederseniz."dedi ve önümüzde eğilip içeri geçti.
Dedemle benim odama kadar yürüdük. Ardından içeri geçtik. Dedem kapıyı kapatıp yanıma geldi.
Üstümdeki elbiseyi çözdüm. Yanıma geldi ve elindeki kremi karnıma vurdu. Dokununca sızladığı için gözümü kapattım.
Sürdükten sonra bana döndü "Baya kötü olmuş. Her akşam üstüne sür."
Tam ayağa kalkacağı sırada onu durdurdum "Dede...Yongbok'u bulabilir miyiz?"
"Neden onu soruyorsun?"
"Onu bulursak intikamı beraber alırız. İkimizin ailesi elinden alan kralı beraber yok ederiz."
"Minseo o gece o orda yoktu eminim."
"Ama dede aynı gün doğduk. O gün ikimizde o okulda doğduk. Sen dememiş miydin Kral yıldızı doğdu diye. İkimizin yıldızıydı. O hâlâ yaşıyor ve onu bulucam."
"Ne kadar orda değildi desemde dinlemeyeceksin. Kendi bildiğini yap."
Gülümsedim. Yaklaşık 10 yaşımdan beri Yongbok'u arıyordum. Sarı saçlı, güzel çocuğu ve en önemlisi Kral yıldızının gücünün olduğu adamı bulmam gerekiyordu.
İşim zordu ama kader ortağımı bulacaktım. Ya ölü ya diri...
Felix'ten
Gözlerimi hafif araladım. Karşımda annem duruyordu. Elini yüzümde gezdirdi elini sıkıca tuttum "Anne... seni özledim."
Derin bir nefes verdim. Saçlarımı eliyle taradı "Bende özledim Felix'im."
"Yanıma gelsen?"
"Geldim ya burdayım."
"Gitme lütfen... saklanmaktan yoruldum."
Tam o anda büyü bozuldu. Sarı saçlı melek suratlı annem yerine o gözüme göründü.
Yandaki adam konuşmaya başladı "Majesteleri havale geçiriyor. Yara ağır."
Gözlerimi tekrar kapattım açtığımda karşımda babam duruyordu. Yanında da Kraliçe vardı.
Bana baktı ve konuşmaya başladı "SANA YASAK DEMEDİM Mİ!?"
Gözlerimi açar açmaz duyduğum azar sarsılmama sebep oldu. Kahyam Yong yere çöküp babamın ayaklarına kapandı "Majesteleri lütfen onu affedin! Bir daha yapmayacak söz veriyoruz!"
Kraliçe konuşmaya başladı "Bu kadarına göz yumulamaz!"
Hiç bir şey demeden dışarı çıktılar. Gözlerimi kapattım ve dinlemeye çalıştım.
Annemi çok özlüyordum ama o beni bırakıp gitmişti. Daha doğrusu gitmek zorunda kalmıştı.
O Rusya Çarlığı¹ Prensesiydi. Babamla da anlaşma için evlenmişlerdi. O henüz 18 yaşındayken beni doğurmuştu.
Araya soğukluk girmişti. Nedeniyse Rusya Çarlığı'nın Çin'le anlaşma yapmasıydı. Babam alel acele annemi ben 5 yaşındayken Rusya'ya geri göndermiş. Bende bu ülkenin prensi ve tek Veliahtı olduğum için burda kalmak zorunda kalmışım.
Babamda beni küçük sarayıma hapis etmiş. Aklınca korumak istemiş ama daha çok korkutulmuşum.
Yanımdaki Kahyaya döndüm "Yong annem beni neden bıraktı?"
"Efendim söylemiştim zorunda kald-"
"ONUN OĞLU DEĞİLİM BEN? BEN ONUN DA OĞLUYUM!"
"Çocuklar babalarının kanını taşır. Anneden daha çok babalarının çocuğudur."
Yerimde doğruldum ve kahyama döndüm "Üstümü getir."
"Nasıl efendim? Bu halinizle nereye gideceksiniz?"
"Üstümü getir dedim. Emirlerime karşı çıkmasın değil mi?"
Başını eğdi "Tabii Efendim getireyim."
Hemen ayağa kalkıp beyaz hanbokumu getirdi ve önüme koydu.
Gözlerimle ona giydir gibisine baktım. Sargılarımın üstünden geçirip üstümü ilikledi.
Ayağa güç bela kalktım. Üstüme kuşağı geçirdi. Yürümeye başladım.
Güç bela yürüyordum ama kararlıydım. Babama gitmek istediğimi söyleyecektim.
Kendi sarayımdan çıktım ve ana saraya yürümeye başladım. Bahçedeki hizmetçiler ve görevliler bana bakıp aralarında fısıldaşıyordu.
Beni daha önce görmüş olan hizmetçilerden biri önümde eğildi ve yanındaki iki kızı eğilmesi için çekti.
Hızlıca yürüdüm ve ana sarayın önünde durdum. Beni gören kapıdaki asker içeri girip durumu söyledi. Tekrar yanımıza geldi "Onay gelmedi."
"Bir daha deneyin."
"Önemli bir konuşma olduğunu söyledi."
Young bana döndü ve gidelim dermişçesine bakmaya başladı.
Yere eğildim ve dizlerimin üstüne oturdum "MAJESTELERİ LÜTFEN İÇERİ GİTMEME İZİN VERİN!"
Büyük kapı açıldı. Katşımdaki babamdı. Yüzünde her babada olan şefkat yoktu, sert ve nefer bakışları vardı "Ayağa kalk! PRENSE YERE OTURUP ÇÖKMEK YAKIŞMAZ!"
Ayağa kalkıp zor bela yanına yürüdüm. Kapı kapandı. Orda ben ve o kaldık.
Gerilen vücudum yüzünden yere bakıyordum. Ayağa kalktı ve yanıma yaklaştı "Başını kaldır ve suratıma bak!"
Yavaşça kaldırıp gözlerine baktım. Sert yüzü nefret kusuyordu.
Önüme kitabı attı. Üstünde _"Mavi Güç"_ yazıyordu. Gözlerim büyüdü. Büyü yaptığımı öğrenmişse biterdim.
Konuşmaya başladı "Ne kadar absürt değil mi? Bu büyü kitabı yasak olan saraydan çıkıyor. Hem de senin hizmetçilerin odasından ne kadar büyük tesadüf değil!??"
Cesaretimi toplayıp konuşmaya başladım "Majesteleri büyü öğrenmek istiyorum. Yanlış bir şey yapmıyorum. Buraya gitmek için izinimi almaya geldim. Rusya'ya gitmek istiyorum. Çarlık Kraliçesi beni kabul edecekti-"
Yüzüme inen tokatla sarıldım "HA BANA BENİM YANLIŞ OLDUĞUMU MU DİYORSUN?? KRALIN DEDİĞİ SÖZ DEĞİL EMİRDİR!"
Yere düşmüş babama bakarken konuşmaya devam etti "Ceza veriyorum. Tüm gün sarayın içinden çıkmayacaksın ve kraliçenin uygun gördüğü bir leydi ile evleneceksin! Bitti, sen artık 17 yaşındasın. Ülkeyi ve haremi yönetmeyi öğreneceksin. Bir daha olursa yardım eden herkesi öldürürüm!"
Dondum kaldım. Evlenmek mi? Görmediğim sevmediğim ve tanımadığım biriyle.
Nasıl baba, nasıl kral, nasıl insan...
Minseo'dan
Yemek yerken içeri dedmin adamlarından biri girdi.
Dedem yemeğini yerken adama döndü "Anlat."
Adam anlatmaya başladı "Efendim Kraliçe bir davetiye gönderdi."
"Ne davetiymiş?"
İki kere öksürdü "Bence siz bakın."
Adam dedeme zarfı uzatıp çekildi. Dedem elini silip davetiyeyi açtı. Adama tekrar döndü "Çıkabilirsin."
Mektubu okumaya başladı. Okudukça yüzündeki şaşkınlık artıyordu. Merak ettiğim için ona döndüm "Ne yazıyormuş?"
"Seni aday olarak istiyor."
"Neye aday?"
"Prense eş olarak."
"NEE!?"
"Sakinleş bi büyük bir fırsat olabilir. İçten fethedebiliriz."
"Dede ama-"
"Aması yok katılmak zorundasın. Bak intikamımız için önemli şey."
"Kızıl Katil'e ne olacak? O intikamını parçalayarak almak istiyor, Minseo Veliaht Prensin koynuna girerse ne olacak?"
"Kızıl Katil herkesi içten paramparça edip eski kralın sürgün edilmiş oğlunu tahta geçirecek. Miseo'da yardım edecek. Fazla değil biraz sürecek. Emin ol!"
Hiç bir şey demeden düşünmeye başladım. İntikamımı böyle alabilir miyim?
Evet alabilirim. Prensin koynundaki yılan olucam. Doğru zaman geldiğinde boğmaya başlıcam...
_Devam edecek..._
_/Cringe mi söyleyin. Tıkandım aklıma bu geldi. Ağğğğ çiko zorrrrrrre/_
@@Hiun-pov çok güzel olmusss ❤
Çok iyi yalvarırım devamını at yalbarırım
Ooooooo acemi yazardan uzaylı yazar hiun'a geçmizzz
@@Skz_skz_20 geçeli çok oldu aslında ya