1:13 👍 şartlara göre çözümler değişir, ideolojik olmak bu çözümlere karşı insanı körleştirir... Kapitalizm sosyalizme muhtaçtır, sosyalizm de kapitalizme... Devletin görevi ise verileri objektif olarak değerlendirip o dönemin şartlarına göre o toplum için kapitalizmle sosyalizm arasındaki en optimum dengeyi bulmak ve uygulamaktır...
Tersanede çalışan ve kapitalizmin derinden hisseden bir mühendis olarak söylüyorum ki, biz çalışma saatleri ve çalışma koşullarını çok az konuşuyoruz. Ağır sanayide Türkiye'de ortalama en az 9 saat çalışılıyor (Haftanın 6 günü). İstanbul gibi Büyük şehirlerde ise ortalama bir bir buçuk saatin de yolda geçtiğini kabul edersek, insanlar sadece para kazanmak için veya hayatta kalmak için günlerinin enerjik kısmının neredeyse tamamını üretim için harcıyorlar. İş bununla da bitmiyor, insanlar genellikle kendi ürettiklerine yabancılar. Aslında ürettiklerini tüketemiyorlar. Sosyalizmin sadece planlı bir ekonomiye sıkıştırıldığını düşünüyorum. İnsanlar sosyalizmi duyunca kafalarında planlı ekonomi, özel mülkiyetin kaldırılması ve otoriter rejimler geliyor. Böyle olması bir anlamda normal olabilir. Fakat sosyalizme veya kapitalizm eleştirisine Richard Wolff'un belirttiği gibi şöyle de bakılabilir; ne üreteceğiz? ne kadar üreteceğiz? nerede üreteceğiz? nasıl üreteceğiz? Genellikle bizler bu soruların tamamının dışında kalıyoruz ve bize sunulan şeylere uymak zorundayız yoksa hayatın dışında kalırız. Richard Wolff burada mondragon isimli co-op lari örnek gösteriyor. İşin demokratik yanı da bu sorulara hep birlikte cevap vermekten geçiyor. Belki başarılı olamayız belki oluruz; ama dikkat çekmek istediğim bu sisteme mecbur değiliz, adı sosyalizm, komünizm, anarşizm vs. olabilir, isimler çok önemli değil bence. Haftanın 6 günü günde 9 saat çalışmaya itiraz etmek için komünist olmaya gerek yok. Herkes biraz daha çalışsın ki hepimiz daha az çalışalım :)
aslinda kapitalizm insan ve esyanin tabiatini ozetleyen bir kavramdir ancak gunumuzde liberalizmin ekonomik ayagini ve sanki bir kufurmuscesine agizlara sakiz oldugu o kavram ustunden konusucak olursak; insanlarin piyasada ozel tesebbus bulundugu icin liberalizmin uzantisi olan kapitalizmin oldugunu sanmasi cok buyuk bir cahillik.sosyal ve hukuksal liberalizm olmadan ekonomik olarak da kapitalizm olamaz(liberaller zaten devletin minimalize edilmesini isterken devlet tarafindan piyasaya bu derece mudahale edildigi durumu liberalizmin sonucu sanmak basli basina bir tezat olur.)hatta liberal ekolun unsurlarini bir sacin 3 ayagina indirgedigimizde ekonomi en sonda gelir.sosyal ve hukuksal unsurlar olmadiginda da rant ekonomisi, tekeller ve monopoller olusur ki liberal ekonomide bu unsurlar dusman olarak gorulur.en buyuk ornek olarak ulkemize bakarak 5li cete diye tabir edilen sirketler bu durumu ozetler.tam tersine bu unsurlarin tam olarak uygulandigi ulkelere bakmak isterseniz dunyanin en gelismis ulkeleri size yetecektir. ne üreteceğiz? ne kadar üreteceğiz? nerede üreteceğiz? nasıl üreteceğiz? konusunda ise insanlar/bireyler uretmek istediklerini uretirler istemediklerini uretmezler bu kimse tarafindan kendisine soylenemez, dikte edilemez cunku bu konuda ozgurdurler.bir baska perspektiften ise realitede katma degeri dusuk ve herkesin uretebilecegi sey fazla uretilir, katma degeri fazla ve komplike sekilde, herkesin uretemeyecegi urun/mal/hizmetler esyanin tabiati geregi az uretilir, nadir olur ve bu yuzden degerli olarak adlandiririz.temel olarak bir insan telefonu icat etmek istedi diye suan oyle bir teknolojiye sahibiz veya baska bir bireyin cani sıkıldı ve evinin bir odasinda can sıkıntısını giderirken elektrigi, ampulu icat ettigi icin oyle bir teknolojiye sahibiz, tamamen onlarin insiyatifiyle .bu urunler suan seri uretim asamasinda mesela senin bir sermayen oldugunu dusunelim sen niye gidip istanbulda bunun seri uretimini yapmak yerine hakkari sirnak trabzon artvin veya mardin de yapasin(oralar kotu diye demiyorum yanlis anlasilmasin) dedigim gibi bu durumlar insanin dusunus, yasayis, hissedis sekliyle yani tamamen dogasiyla ilgili bir durum ve herkes bu soruya a dan z ye belki 10 belki 100 tane farkli cevap verebilir kimse de gelip onu yargilayamaz.
Yaşar Altundağ çok bilgili, klasik konulardaki klişeleşmiş argümanları farklı perpektiften ele alıyor, yeni şeyler söylüyor .Entellektüel birikimini bizlerle daha fazla paylaşmalı kesinlikle..
bir istanbul işletme öğrencisi olarak ekonomi hakkında düşündüğüm ve kafa yorduğum fakat bilgi eksikliğimden ötürü tam anlamıyla kelimelere dökemediğim kavramları çok güzel bir şekilde anlatıyorsunuz iyi ki varsınız sayenizde geliştiğimi hissediyorum .. var olun
çok güzel tartışıyorsunuz. birbirine zıt düşünceleri araya çok güzel serpiştirip, tez-antitez den sentez yaratmaya yönelik düşünceyi öne çıkarıyorsunuz. sağlıklı, yapıcı tartışmanın sonucu insan gerçeğe yaklaşabiliyor. bu tartışmadaki dialogların böyle seri bir şekilde sunulması kolay bir iş değil, tebrikler, teşekkürler emeği geçen herkese.
20 dakikada tüm 20YY boyunca yapılan ve hala devam eden (ve benim de zihnimi meşgul eden) tüm sosyalizm ve kapitalizm eleştirilerini özetlemişsiniz. Gerçekten çok iyi bir program olmuş.
Müthiş bir kanal. Türkiye'deki bu konular hakkındaki boşluğu çok güzel ve yerinde dolduruyor. Gayet bencil bir isteğim var sizden. Hayattaki başarılarınızın devamı gelsin ki bu videoları çekmeye devam edin.
Gerçekten iyi videoydu. Bende naçizane bir video önerisi sunmak isterim. Kapitalist ve Sosyalist ülkelerin sorunları irdelendi. Birde islami yönetimler olan ülkelere ekonomik açıdan bakılabilir. İran, Kaddafi Libyası, uzak doğu müslüman ülkeleri örneklem olabilir. Aslında daha yeni kurulmuş olmasına rağmen Taliban'ın yönetimindeki Afganistan İslam Emirliğinin ekonomik yöntemleri neler? Sosyalizme mi daha yakın yoksa daha liberal mi? Bunlar irdelenebilir. Teşekürler..
Öncelikle bu tartışmayı çok beğendim. Özellikle saf bir kapitalizmin veya sosyalizmin gerçek hayatta uygulanmadığının altını çizmeniz önemli olmuş. Çünkü hayatın gerçekleri, zamana ve mekana bağlı koşullara göre uygulanabilirlik durumunu değiştiriyor ve bu yaklaşımların ister istemez esnek, hatta eklektik olarak uygulanmasına sebep olabiliyor. Bu sebeple zaten her ülkenin kendine özgü bir ekonomik sistemi var, kolay kolay hepsine "komünist ülke" veya "kapitalist ülke" diyerek aynı fırçayla boyayamıyoruz. Yaşar'ın bir konuda değindiği nokta da çok önemli. Dünyadaki bütün ulusal kalkınma modelleri oldukça devletçi bir şekilde yapıldı. Fakat Yaşar'ın dediği gibi ABD "Biraz" değil, sanılanın aksine kurulduğu günden beri devletçi ekonomi hedefleri olan bir ülkeydi. Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirgesi'ne bakarsanız orada insanların ellerinden alınamaz haklar (unalienable rights) olarak tanımlanan, artık sloganlaşmış "Life, Liberty and the Pursuit of Hapiness (Yaşama, Hürriyet ve Mutluluğun Peşinde Koşma Hakkı)" yazar. Bu İngiliz liberal Aydınlanma Dönemi filozofu John Locke'un "Two Treaties on Government" isimli eserinde "Life, Liberty and Estate (Yaşama, Hürriyet ve Mülkiyet Hakkı)" kavramından esinlenilmiş, fakat Thomas Jefferson tarafından sonda yazan mülkiyet manasındaki "Estate" kelimesi bilinçli bir şekilde "the Pursuit of Hapiness" olarak değiştirilmiş, çünkü mülkiyetin hiçbir şekilde ne hükümet tarafından, ne de yurttaşlar tarafından kutsal olarak benimsenmesini istemiyorlardı. Ayrıca Alexander Hamilton başta olmak üzere neredeyse bütün Kurucu Babalar (The Founding Fathers) the American School of Economics diye bilinen devlet eliyle bir Amerikan burjuvazisi yaratıp, gerek onu gerekli durumlarda devletin ekonomiye müdahale etmesiyle, gerek ise gümrük vergileri aracılığıyla yaratılan korumacı politikalarla İngiliz sanayisine karşı güçlendirip bir ulusal kalkınma yaratmak istiyorlardı. Bunun da sebebi İngiliz siyasi hegemonyasını yıkmak için kendi kendine yeten ve ekonomik olarak bağımsız bir ülke olmaları gerektiğinin farkında olmalarıydı. Bunun içinde merkezileşmeleri gerekiyor ve eyalet haklarını biraz kırparak federal devleti kuvvetlendirmeleri gerekiyordu (ABD'de merkeziyetçilik federalizm, adem-i merkeziyetçilik konfederalizm olarak görülüyor. Bizdeki gibi üniter devlet olma tartışması olmadığından fedarilistlere orada merkeziyetçi gözüyle bakılıyor). Başından beri bu olay ABD'de önce Federalist Parti'de, ardından sırasıyla Ulusal Cumhuriyetçi Parti'de, Whig Parti'de ve en sonunda Abraham Lincoln'ın bu partiden seçilen ilk başkanı olduğu Cumhuriyetçi Parti'de siyasi ideolojilerinin temel noktalarından oluyor (Son Cumhuriyetçi Parti'de azınlık da olsalar Barnburner Democrats olarak bilinen sadece köle karşıtlığı için bu partiye katılmış ama federalist bir siyasi yapıyı ve devletçi bir ekonomiyi istemeyen sonradan Cumhuriyetçi olmuş kesimler de var). Bu mesele ABD siyasi tarihi için çok önemli, çünkü köle ekonomisine dayalı pamuk üretimi yapan kırsal Güney Eyaletleri Büyük Britanya ile ticaret yaptıklarından dolayı hiçbir şekilde federal vergiyi kabul etmek istemiyorlardı. 1832-33 yılları arasında, Güneyli Başkan Andrew Jackson dönemindeki 1828 Gümrük Vergisi Yasası ve 1832 Gümrük Vergisi Yasası'na karşı bir Güney Eyaleti olan South Carolina'nın çıkardığı meşhur olaylı The Nullification Crisis vardır. South Carolinalı köle sahibi toprak ağası Başkan Yardımcısı John C. Calhoun eyaletlerin federal gümrük vergilerine eyalet haklarını bahane ederek kabul etmeyebileceklerini iddia ederek neredeyse bir iç savaşa sebebiyet veren bir siyasi kriz çıkarmıştı. Yüksek Mahkemesi federal gümrük vergilerini anayasaya aykırı olmadığını ilan etse bile kriz sürmeye devam etti ve bu olay daha sonra 1860'da Güney Eyaletleri'ne eyalet haklarını bahane ederek ayrılma fikrini doğuracak ve Amerikan İç Savaşı'nın birincil olmasa da sebeplerinden bir tanesi olacaktır. Zaten ancak Amerikan İç Savaşı'ndan sonra eyalet hakları fikri ortadan kaldırılıyor ve federal devlet güçlendirilip merkezileşme süreci başlıyor. Hatta bu dönemde ilginç bir şekilde ABD'nin eyalet hakları da unutturulmaya çalışılacak. Eskiden ülkenin ismi "The United States are" şeklinde çoğul olarak kullanılırken Amerikan İç Savaşı'ndan sonra neredeyse bütün belgelerde artık günümüzdeki gibi İngilizce gramer kurallarına aykırı olarak tekil kullanılmaya başlanacak "The United States is" şeklinde. İç Savaş döneminin ardından gelen the Reconstruction döneminde ABD'de asıl endüstriyelleşme ve ekonomik patlama gerçekleşiyor, bu dönemde artık ABD büyük bir modern endüstriyel ekonomi haline gelmeye başlıyor. Sonrasında da the Gilded Age denilen oldukça yoz şirketlerin siyasete hakim olduğu ve monopolleşmeye çalıştığı, dış politikada da emperyalizmin baş gösterdiği ve tam anlamıyla büyük güç oluyor. O sebeple ABD'nin başından beri liberal bir ülke olduğu iddiası bir Soğuk Savaş mitidir, SSCB'ye karşı oluşturulan. İkinci olarak Yaşar'ın neden devletçi bir şekilde İngiltere'de kalkınmanın gelişmediğini söyledi videoda onu anlamlandıramadım. İngiltere de gerek, Tudor Hanedanlığı döneminde, gerekse Stuart hanedanlığı döneminde oldukça devletçi bir merkantalist ekonomi politikası izliyordu. Malzemelerin ithali ve ihracatı bizzat devlet tarafından kontrol ediliyor, hatta İngiliz tarımını ve ekonomisini korumak için tahıl, çavdar, buğday, mısır gibi ürünleri ülkeye sokmanın oldukça sert ekonomik cezaları vardı. Zaten bu aşırı devletçi merkantalist ekonomisi sebebiyle bu ülkede liberal filozoflar muhalif entellektüeller olarak çıktılar. John Locke ve Adam Smith gibi filozofların karşı olduğu şey bu devletin ekonomiyi sert bir şekilde kontrol etmesi ve bunun temel özgürlüklere zarar verdiği gibi verimsiz de olduğunu düşünüyorlardı (Bu kişilere tam anlamıyla liberteryen filozof olduğu da söylenemez, körkütük bir şekilde serbest piyasa savunucuları da değiller. Gerçek anlamda liberal filozoflar, önceledikleri şey piyasa değil bireysel özgürlükler). 19. yüzyıla geldiğimizde Napoleon Savaşları sonrası ekmek fiyatlarını arttırmak için 1815 yılında the Corn Laws olarak bilinen bir yasanın çıkışıyla tıpkı ABD'deki gibi bu mesele Büyük Britanya'da da siyasi bir krize sebep olacaktır. En sonunda 1846 yılında Tory Başbakan Robert Peel'in partisi karşı çıkmasına rağmen bu yasayı kaldırılmasına rakip parti Whiglerle birlikte destek verilmesi ile bu kriz bitecek ve Büyük Britanya artık serbest ticaret ekonomisine tam anlamıyla geçecektir. Hatta bu olay o kadar ciddi bir meseledir ki iki partide de bölünmelere sebep olmuştu. Benjamin Disreali öncülüğündeki Aydınlanma değerleri ve Fransız Devrimi'nden etkilenen solcu Radikal Whigler Whig Partisi'nden ayrılıp Tory'lere katılacak ve günümüz Muhafazakar Partisi'ni oluşturacaklardır. Benzer şekilde de Peelite olarak bilinen Toryler de kendi partilerinin Başbakan Robert Peel'e destek vermemelerine kızıp partilerinden ayrılarak William Gladstone öncülüğünde rakip parti Whig Parti'ye geçecek ve Liberal Parti'yi oluşturacaklardır. Hatta bu olay o kadar derinden siyaseti değiştirmiştir ki bu iki ayrılıp karşı tarafa geçen kanatların liderleri 1860lardan itibaren yeni geçtikleri partilerin liderleri olacak ve Victoria Dönemi Birtanya siyasetindeki meşhur Gladstone-Disraeli rekabetini göreceğiz.
Bu videoda bir şeye hiç katılmıyorum, onu belirtmeden edemeyeceğim. O da devletçi totaliteryen modelin hiç de tarihi donduran veya kristalize eden bir sistem olmadığını, tam tersine kuvvetler birliği sebebiyle yürütme güçlü olduğu için çok hızlı bir şekilde karar alıp, radikal bir şekilde bütün bir sistemi değiştirebiliyorlar. Yani SSCB tarihine ve Çin Halk Cumhuriyeti tarihine baktığınızda bu ekstrem değişimleri göreceksiniz. Örneğin SSCB Rus İç Savaşı başladığında hızlı bir şekilde Savaş Komünizmi denilen ekonomik politikayı benimseyebiliyor, savaşın ardından yaşanan ihtiyaç sebebiyle hızlı bir şekilde devlet kapitalizmi diyebileceğimiz NEP (Yeni Ekonomi Politikası) uygulamasına geçebiliyor ve ardından da Lenin öldükten sonra Stalin iktidara gelinc Tek Ülkede Sosyalizm fikriyle sert bir endüstrileşme ve kollektivizasyon politikasına geçilebiliyor. Bunlar ABD, Kanada gibi Batı ülkelerinde yapabileceğiniz bir şey değil, çünkü orada oldukça kuvvetli bir güçler ayrılığı var. Yani ABD örneğinden gidelim, burada bir yasa çıkarmak istediğinizde bile önce Temsilciler Meclisi'nde bu yasa tasarasının geçmesi gerekiyor, ardından Senato'da da bu yasa tasarasının kabul edilmesi gerekiyor (sıra tam ters şekilde de olabilir, ABD Senato da yasa tasarısı sunabiliyor) ve sonrasında ABD Başkanı'nın bu yasayı veto etmeyip imzalaması gerekiyor. Fakat bu üç siyasi merciden onay alsa bile ABD Yüksek Mahkemesi çıkan yasayı ABD Anayasası'na aykırı bulup belli kısımlarını veya tamamını iptal edebilir. Zaten bu sebeple Batı ülkelerinde kolay kolay iktidarlar değişse bile yasalar ve dolayısıyla sistem değişemiyor. Bu bir yandan iyi, diktatörlüğü ve totalitaryanizmi engelleyen bir şey ama bir yandan da kötü, çünkü oldukça siyasi anlamda muhafazakar ve değişime tam kapalı diyemesem de sert bir şekilde direnen bir siyasi sistem. Zaten açıkçası bu sebeple bu kadar kolay SSCB'nin dağılabildiğini düşünüyorum. Gorbachev iktidara geldiğinde çok hızlı bir şekilde Glastnost ve Perestroika gibi radikal reformlar yaptı ve sonrasında bu dağılmayı da beraberinde getirdi. Gorbachev en son yayınladığı hatıratında asıl amacının SSCB'yi bir Batı Avrupalı sosyal demokrasiye çevirmeye çalışmak olduğunu, fakat milliyetçiliklerin SSCB'yi dağılma sürecine soktuğundan bahsediyor. Bu mesela İç Savaş sonrası ABD'de olabilecek bir şey değil. Demokratik Sosyalizm hareketinin ABD'de çıkışını da Yaşar çok güzel açıklamış. O düzensiz mortgage işlemlerinin 2008'deki the Great Recession nasıl yol açtığını herkes gördü. Yine Ömer'in dediği ahlaksızlık, sistemin dolandırıcıları ödüllendirmesi etki etmiş olabilir ama o kriz sırasında büyük şirketlerin kurtarılması, üstelik kumar oynayan şirketlerin kurtarılması ciddi bir tepki doğurdu. Çünkü o kurtarma meselesi bizzat devlete vatandaşların verdiği vergilerle yapıldı. ABD'deki gençlerin asıl tepkisi bence buna. Yani ücretsiz sağlık hakkı veya eğitim hakkı talep ettiklerinde o vergiler kullanılmıyor ama hile yapıp batan bankaları ekonomiyi kurtarmak için ABD ve Birleşik Krallık'ta vergilerle kurtarma paketleri yapılması durumu var ve bu ciddi bir şekilde gençleri öfkelendi. O sebeple mesela şu an ABD'deki AOC destekçisi gençlerin espriyle karışık bir sloganı vardır "Bu ülkede sosyalizm var, ama sadece zenginler için". Demokratik sosyalizmi savunan insanlar da işte bu devletin vergi cennetlerinde vergi kaçıran milyarderlere vergi indirimi verilmesi ve bir de üstüne hile yapmaya çalışıp batınca sadece zengin şirketlere sahip oldukları için kurtarılmasını değil, adil bir vergi dağılımı yaratılıp bu verginin bizzat bizzat vergi veren vatandaşlara kuvvetli bir refah devleti oluşturarak hizmet verilmesini ve dolayısıyla vergi için toplanan paranın daha doğru bir şekilde bölüştürmesini istiyor. Yaşar'ın da orada bahsettiği gibi şu anki sıradan vatandaşlar 2008'de bir şok yaşadılar ve ne kadar kırılgan olduklarını fark ettiler, fakat iflas etmeleri durumunda o insanlar %1lik devletler gibi kurtarılamaycaklarının farkındalar, çünkü ABD hükümetleri sadece şirketleri önemsiyor. Unutmayın, ABD dünyadaki gelişmiş devletler arasında sağlık hakkının tek ücretli olduğu ve gerek hastane ücretinin, gerekse ilaç ücretinin uçuk rakamlarda ücretleri olduğu tek ülke. Asgari ücret bazı eyaletlerde çok düşük, Iowa gibi eyaletlerde hatta sonradan kaldırıldı, üstelik üniversite ücretleri de çok yüksek olduğundan üniversiteler çoğunlukla elit klüpleri olarak işliyor ve birçok öğrenci burs kazanmasına rağmen anormal yüksek rakamlarda Sally Mae gibi federal bankalardan kredi çekiyor ve mezun olduklarında da çok uçuk rakamlara varan ciddi bir student debt ile mezun oluyor. Son olarak Ömer'in başta verdiği Friedrich von Hayek'in "The Road to Serfdom" kitabından özgürlük üzerine alıntılarını pek umursamama taraftarı olduğumu söyleyerek bitirmek istiyorum. Hayek'in kendisi demokrasiye de, özgürlüğe de pek sıcak bakan birisi değildi tipik bir aşırı-sağ kökenli olup sonradan kısmı bir şekilde ılımlılaşan sağ liberteryen muhafazakar bir figür olarak. Tıpkı zamanında Mussolini'nin faşist rejimini "Batı medeniyetini kurtarması" sebebiyle övgüler düzen ve Avusturya'daki anti-Semitik Engelbert Dolfuss'un faşist diktatöryel rejimine bir Yahudi Avusturyalı olmasına rağmen anti-komünist olduğundan hiç çekinmeden ekonomik danışmanlık yapan hocası Ludwig von Mises'ten pek farklı değildir demokrasi konusunda. Friedrich von Hayek'in kendisi zamanında yine bir başka uç-sağ diktatöryel popülist olan Portekiz'deki Antonio Salazar rejimine bir anayasa tasarası örneği olarak 1960 yılında "The Constitution of Liberty" kitabını yazmış, sonrasında da "Law, Legislation and Liberty" kitabında da oldukça aşırı muhafazakar, değişime kapalı ve demokrasiye oldukça karşı bir 'liberteryen ütopya' önermiştir. Zaten kendisinin diktatör Agusto Pinochet hayranı olduğunu ve daha sonradan kendisine danışmanlık yapacak oldukça otoriter, yine partiden ırkçı ve iç savaş çıkartmaya meyilli olaylı "Rivers of Blood" konuşması sebebiyle Muhafazakar Parti'den kovulan aşırı-sağ reaksiyoner popülist Enoch Powell'ın sağkolu olarak şans eseri partinin başına geçen ve sonra da başbakan olan Margeret Thatcher'ı seçim için desteklediği The Times'daki makalede de Hayek hiç çekinmeden "piyasanın bireysel özgürlükler için gerekli" olduğunu söyleyecek ama "seçim sandığı değildir" diyecek. Bu konuda kapsamlı ve oldukça hakkaniyetli bir eleştiri yazısı olan University of Sussex'ten Uluslararası İlişkiler profesörü Benjamin Selwyn'in Open Democracy'de yayınlanan "Friedrich Hayek: In Defence of Dictatorship" makalesi* ve meşhur Yeni Sol Hareketi'nin entellektüel figürlerinden olan Marksist tarihçi Perry Anderson'ın Verso Books'tan yayınlanan (Türkçesi İletişim Yayınları'ndan çıktı) "Spectrum: From Right to Left in the World of Ideas" kitabındaki Hayek'in eserlerine eleştirilerini de içeren ilk chapterı okumalarını öneririm. * Benjamin Selwyn'in yazıda bahsi geçen Open Democracy'de 2015 yılında yayınlanan makalesi: www.opendemocracy.net/en/friedrich-hayek-dictatorship/
12:25 Hocam Rusya'nın neresinde kapitalizm var allah aşkına? Devlet ekonomide en büyük pay sahibi, özel sektör de rejime yakın oligarklardan oluşuyor. Ne serbest piyasa var ne bireysel özgürlükler ne de kapitalizm
Yine güzel bir video olmuş ama sizden Fransa'da yaşayan kimseler olarak kapitalizmin yarattığı bireyselleşme/yalnızlaşma ve mesafe kültürü ile alakalı bir video da isterdim. Var mı gerçi bilmiyorum yoksa cok güzel olabilir bence.
Maaşlı çalışan bölümü ile ilgili kısım şu dönem için çok ilgi çekici. O kısma videoda pin atmalısınız bence. Bir de sanki bu konu artık geleceğin dünyasını şekillendiren temel sorun. Mülkiyetsizleşme teorisi mi yoksa zaten sizin de bahsettiğiniz gibi o mülklere hiç bir zaman sahip olamayacağı fikrine kapılan "mavi/beyaz yakalının" yeni bir hayat tarzı ve ekonomi modelini değiştirmesi mi? Bu konu çok güncel ve meraklısı çok. Ayrı bir video konusu bile olur. "Çalışarak bir gelecek kurulabilir mi?"
Video güzel başlamış. Bence de uçlarda yaşamaya gerek yok. serbest ekonomiyi destekliyorum ama onun doğuracağı olumsuz sonuçları en aza indirmek için çözüm yolları arıyorum devlet bu konuda devreye girebilir mesela sosyal devlet anlayışı günümüzde güzel uygulanıyor.
Bankacılık ve finans eskisi gibi değil bakarsanız çoğu banka hissesi büyük bir getiri sağlamıyor. Özellikle Avrupa'da, ki bu sosyal demokrasi ile de alakalıdır bankalar 2008 öncesi değerlerinden çok uzaklar ve eskisi kadar riskli kaldıraçlı işlemleri yok.
@@TheHeraEC - Ne sağcıyız ne solcu demek hiçbir siyasal programımız yok demek. Sağcılık solculuk beyan değildir, ekonomik, sosyal, siyasal politikaların nesnel izdüşümlerine verilen addır.
Bu aralarlar çok aktifsiniz videolarınızı beğeniyorum ve sizden bir isteğim var lütfen liberteryenizm/anarko kapitalizm hakkında video yaparmısınız çünkü bazı gençler bu ideolojilere hevesli ve türkiyede az da olsa karşılık bulmaya başlıyor. Bu konuyu ele alırsanız sevinirim
@esra İnsanların kafası karışıyor olabilir bu isim benzerliklerinden dolayı ama liberal ile liberteryen oldukça farklı şeyler. Liberalizmin kökeni merkantalizm ve mutlakiyetçilik eleştirisi üzerine çıkmış zamanına göre sol eğilimli ve ilerici bir burjuva hareketi. Eğer Adam Smith gibi düşünürleri okursanız öyle serbest-piyasanın aşırı derecede korunması gerektiği üzerine bir argüman bulamazsınız. Sadece devletin taraf tutmaması ve adil olması için laissez-faire, laissez-passer argümanını görürsünüz. Yoksa devletin vergi toplayıp bu vergileri kamu yararına harcaması fikri Adam Smith'in "Milletler Zenginliği"nde savunulan bir görüş. Neden bunu söylüyorum, çünkü 1930'larda ABD'de New Deal'a karşı gelişen ve sert derecede anti-komünist olan aşırı sağ kökenli liberteryen popülizm (paleolibertarian der kendine bu kesim) ve daha sonra 70li-80li yıllarda kısmen bunu ılımlılaştıran liberteryen muhafazakarlık (akademide Neoliberal Muhafazakarlık da denir) bu konuda Adam Smith veya John Locke gibi Aydınlanma düşüncesini benimsemiş klasik liberallerden radikal derecede farklıdır. Milton Friedman, Ludwig von Mises veya Friedrich von Hayek gibi kişilerin çok sert bir anti-komünizmi vardır, körkütük bir kapitalizm savunusu yaparlar ve merkez-sol sosyal demokratların yarattığı refah devletinden işçi haklarına, asgari ücretten ilerici vergilendirmeye, korumacılıktan piyasanın regüle edilmesine kadar her şeye sert derecede karşılardır. Zaten Adam Smith fikirlerini etik felsefesi çerçevesinde bir ahlak filozofu olarak "Milletlerin Zenginliği" kitabında dile getirmiştir. Milton Friedman ise 1970 yılnda New York Times'ta yayınladığı doktrinini anlatan "Bir Friedman Doktrini - İşletmenin Sosyal Sorumluluğu (Sadece) Karını Arttırmaktır*" isimli makalesinde makalenin adından anlaşılacağı gibi ahlak tartışmalarına da, etik felsefesine de Friedman bir neo-klasik iktisatçı olarak zerre kadar önem vermemektedir. * 13 Eylül 1973'te New York Times'ta yayınlanan ve burada kendisinin paydaş (shareholder) teorisinin temellerini attığı Milton Friedman'ın "A Friedman Doctrine - The Social Responsibility of Business is to Increase Its Profits" makalesi: www.nytimes.com/1970/09/13/archives/a-friedman-doctrine-the-social-responsibility-of-business-is-to.html
Türkiye özelinde konuşmadan şu noktaya parmak basayım. İnsan nüfusu kaynaklardan daha fazla artıyorsa ki artabiliyor sistemin ismi cismi ne olursa olsun insanlar her yeni gelen kuşakta daha da fakirleşir. Devletlerin nüfusu planlaması lazım ve de bu planı uygulaması gerekir çünkü herkesin belirli bir eğitim düzeyine ulaşması aile planlaması yapası fiziksel olarak mümkün değil.
Sosyalizmin başarısız olmasının temel sebebi rekabetin olmaması veya çok sınırlı olmasıdır. Canlılığın olduğu yerde ileriye gitmek ancak rekabet ile mümkündür. Doğadaki bütün canlılar kendi türleri içinde ve diğer türlerle rekabet içindedir. Bu durum evrimi, sürekli değişimi ve şartlara daha uyumlu birey ve canlı topluluklarının oluşmasını teşvik eden temel mekanizmadır. Fit olan hayatta kalır, ürer, popülasyondaki ağırlığını artırır; başaramayan elenir. İlerleme, mükemmele yaklaşma ancak bu şekilde sağlanır. Evrimin bu mekanizması insan topluluklarında ve içtimai yaşamın her alanında da geçerlidir. Ekonomi de bundan müstesna değildir. Mal ve hizmetlerin en verimli, en işlevsel, en çeşitli sekilde uretilmesi için rekabet şarttır. Mal ve hizmetlerin hangi kalitede, hangi standartta, hangi ağırlıkta, hangi renkte, hangi çeşitlilikte, hangi fiyatta, hangi sayıda uretilmesi gerektiğine bir merkezden karar verilmesi esnekliği, değişimi ve teknolojik ilerlemeyi yavaslatacak, hatta durduracaktır. En büyük teknolojik ilerlemelerin ve en inovatif ürünlerin şirketlerin rekabet etmesi sayesinde keşfedildiği açıktır. Rekabet yoksa verimsizlik, çürüme ve geri kalma başlar. Bence sosyalizm, komünizm gibi tekelci ideolojilerin başarısız olmasının temeli budur.
@@aliihsan9918 Sakin ol komünist adam. Rekabet deyince neden hemen aklına kuralsizlik, yağma, gasp, talan geliyor anlamadım. Yazılı sınav, spor müsabakası, bilgi yarışması, güzellik yarışması, proje yarışması... Bak bir sürü barışçıl rekabet yöntemi var. Ayrıca Ortadoğu'da rekabetin daha fazla olduğunu iddia etmen de mantıksız. Bilakis Ortadoğu'da rüşvet, adam kayırma, kabilecilik çok daha yaygın. Yani torpilin varsa objektif şartlarda rekabet etmeden öne geçmen Ortadoğu'da çok daha kolay; batıda ise durum tam tersi. Yani batıda rekabet daha fazla.
@@formetu o zaman "uyumlu olan"ı da düzeltelim," uyum sağlayabilen" diyelim... Sonuçta sosyal ve çevresel etmenler değişken...
2 года назад
@@MT-tz5wv Fit zaten uyumlu anlamına gelir. Güçlü olan değil uyumlu olan. İnsanoğlunun uyumu da zannedilenin aksine rekabetçi veya bencil olması değil tersine kollektif ve işbirliği yapıyor olmasıdır.
Kapitalizm de de halknın zenginleşmesini sağlamalı ama etkin bireyler ve türümüzün etkin bireyleri yükselmelidir çünkü amarikada bu oldu ve amarika böyle süper güç oldu bu olmalıdır ..
Temel paradigmaları tartışmaktan öteye geçecek fikirler neden yok? Mesela kuvvetler ayrılığı sosyalizm de baskın ve titizce uygulansa ekonmik paylaşım olan sosyalizm siyasette böyle kurgulansa ne olur?
Merhabalar "Kapitalizmde mi yaşıyoruz sosyalizmde mi?" sorusunda bence cevap kapitalizm olmalı. Çünkü kapitalizm bize sosyal devletin ne kadar büyük olabileceğine dair fikir veriyor olsa böyle bir sınıflandırma yapabilirdik ancak dediğiniz tanım daha çok laisez faire veya minarşizme uymuyor mu? Yabancı yatırımcılar konusunda da ayrım yapılması gereken nokta doğrudan yatırımınların büyük bir bölümünün orta veya uzun vadeli yatırımlar olması. Sıcak para denilen şey ile yabancı yatırımcıların burada şirket kurup üretim yapması veya hizmet vermesi farklı şeyler. Bu noktada bence iki türdeki yabancı yatırımcı da Türkiye'nin bugünlere gelebileceğini önceden görüp çıkarak doğru bir karar aldılar kendilerince. Daron Acemoğlu'nun teorisinin bir istisnası Çin ancak Çin'in kalkınmasının da yanlış temellendirmeler yüzünden şu anda söndüğünü görüyoruz. Ekonomiler 2.000 dolardan 10.000 dolara rahatça çıkabiliyorlar, çünkü bu büyümedeki yapılacak şey fazla da eğitime ihtiyaç duyulmayan sektörleri geliştirmek. Bunun sonrasında asıl zor olan çıkıyor ve buna orta gelir tuzağı deniyor, yani mesela Çin demokratik ve kapsayıcı kurumları oluşturmadıkça halkına temel insan haklarını tanımadıkça özgürlük ve yüksek öğretim ile gelişen ve ülkeyi 30.000-40.000 dolar bandına çıkaran sektörler gelişmeyecek. Elbette büyük telefon üreticileri vesaire var, ancak dünya nüfusunun yüzde 20'sinden bahsediyoruz, elbette bu nüfus kitlesinin içinde illa ki bu şekilde yüksek teknoloji üreten şirketler çıkacaktır, önemli olan halka yayılması bu teknoloji üretiminin. Kapitalizmin son durumu konusunda da bence eşitsizlik çok fazla önemsenmekte. 1.000.000 TL'si olan bir kişinin finansal piyasalarda bu parayı kolayca arttırabilmesi iyi bir şey tam tersine. Çünkü sağladığı fon ile birlikte bir bu kadar tutarda kredinin birisi tarafından çekilip yatırıma dönüştürülmesi sağlanıyor. Aslında en temel sorun şu an Türkiye'de yatırım ve tasarrufların arasındaki fark. Halkın tasarruf yapması gelişmekte olan ülkelerde pek görülmeyen bir şey. Bunun çözülmesi için iktidar partisinin, muhalefetin hep birlikte bir ağız birliği yapması lazım gibi, çünkü bu hiç de regülasyonlarla çözülecek bir şey değil de daha çok davranışsal ekonomiyi ilgilendirecek şekilde halkın algılarını değiştirmekle ilgili. İdeoloji konusunda ise yeni bir ideoloji tanımı yapmak önemli. Eski tanımda (Eğer eskiyse çünkü böyle bir tanımın var olduğu konusunda bilgim yok) her konuda sahip olduğunuz ideolojinin bir fikri var, ancak dediğiniz gibi bir liberal diğer liberallerin desteklemediği şeyi destekleyebilir, o yüzden de pek kendimizi sınırlandırmamak lazım. Ancak ben ideolojilerin bu amaçla benimsenmesi gerektiğini düşünmüyorum, çünkü bu durumda takım tutup ona göre Twitter'a girip takım için tweet atmaya çok yaklaşıyor oluyoruz. İdeolojilerin temel amacı bence kendinde bir kanon (Düşünce motoru) oluşturmak, yani neoklasik liberalim örnek olarak ben ve bu ideolojinin amaçları ve birçok durumda öncelikli olarak nasıl düşünceğini biliyorum ve bunu destekliyorum. Ancak ideolojinin durumlara nasıl tepki verdiğini bilmem ya da direkt böyle bir şey olması benim o tepkiyi her durum için benimseyeceğim anlamına gelmiyor, konjenktürel olaylar da ideolojik tepkimi yönlendirebilir. Mesela ekonomik liberal bir kişi devletin özel olarak yeşil enerjiye vergi muafiyeti veya sübvansiyon vermesini desteklemez, ancak konjenktüre baktığında piyasanın serbest bırakılması durumunda diğer doğayı kirleten enerji kaynaklarına yatırımların devam edeceğini görüp çevrenin daha da kirletileceğinin farkında olarak buna karşı demiş olduğum mekanizmaları çalıştırabilir. Ancak bu onun ekonomik liberalizmi terk ettiği anlamına gelmemeli bence, onun yerine konjenktürden etkilenerek normalde ideolojik tepkisine benzer veya ayrı bir tepki vermiş ve bu diğer tüm olaylarda kafasındaki kanonun değiştiği anlamına da gelmiyor. Bu adam halen devletin ekonomideki oyuncu olmamasını, sosyal harcamaların düşük olmasını vesaire savunuyor. Biraz uzun bir yorum oldu ama
Yaşar'ı tebrik ediyorum. Hem çok iyi bir anlatım olmuş, hem de Ömer'in saçmalamasına bile izin vermemiş. Bardak konusunda 49W logosu yerine yaratıcı bir şeyler basın, bilgi içeren bir tasarım yapın alalım bardağı.
Doğu blokunun çökmesinin de kendine özgü sebepleri var. Birkaç ufak noktaya değinirsek: Planlama internetle hem daha kolay hem de daha demokratik olabilir günümüzde, kağıt bürokrasisinin yavaşlığına muhtaç değiliz. Bir de doğu bloku orta ve kuzey avrupaya sıkışmış; normalde geri kalmış olsa da siyasi sebeplerle kendinden ileri ülkelerle rekabet etmek zorunda olan, kuşatma altında ülkelerdi. Dolayısıyla silah, askeri ağır sanayi hayati önemdeydi, bunun sonunda yaşam standardına yönelik sektörler çok yetersiz kaldı. Belki konvansiyonel silahlar yerine nükleere önem vererek silah bütçesini halka ayırabilirdi? Ama daha önemli bir konu da şu, başta Stalin'in bile hedefi (tek ülkede sosyalizm iddiasında bile) devrimi dünyaya yaymaktı (diğer hiziplere göre kabuğumuza çekilelim demiş olsa da bu ayrım izlenecek yolu belirleme ile ilgili ayrımdı, amaç hem zamanla daha verimli ve güçlü devlet haline gelmek ve daha önemlisi geri kalmışlığı aşarak ilerde belki küresel bir savaş ya da devrime hazır hale gelmek veya en azından diğer ülkelerdeki işçi sınıfının devrim yapmasını beklemekti; net anlamda "taktik olarak" işe yaramadı (fikrin doğru ya da yanlış olması değil sonuç önemli bu durumda). Batı avrupada devrim ihtimali kalmayıp, solun hedefi işçi devrimi fikri "refah devleti" siyasi alternatifler (sosyalist blok çözüldükten sonra yavaş da olsa gerileyip belki çözülecek bir sistem) ve " kimlik mücadelesi" (insan hakkı olarak önemli olabilir ama mücadelenin odağı olamaz, bu açıdan hatta kan kaybettireceği için sadece taktiksel anlamda biraz da olsa zararlı bile kabul edilebilir) gibi eksen kaydırıcı yönlere kayınca ve en sonunda iş "batı bloğu ve doğu bloğu rekabetine dönünce" bugünkü sonuç kaçınılmazdı. Rusyanın tek başına bu işi sırtlayacak gücü yoktu sonuçta. Batı işçi sınıfının desteği olmadan devam edemezdi.
Tüketim endüstrisinin olmamasını eleştirmeniz garip eşitsizliği savunarak milyarlarca insanın açlığını sokaklarda yaşamasını görmezden gelmeniz şaşırttı. Nihayetinde büyük bir çoğunluğun sağlıksız koşullarda yaşaması sürekli rekabet ve sahip olma isteğinin güdülenmesi ve insanın bir meta haline gelmesi kapitalizmin nihayetinde sonucudur. Başka bir seçenek yok savını empoze etmek toplumları seçeneksiz bırakmak doğru bir bakış açısı değil.
Değerli abilerim, bir şeyi çok merak ediyorum. Özellikle Yaşar Abi, Birikim'de makalesi yayınlanmış birisisin; sosyalizm kavramını neden sadece klasik/devletçi sosyalizmle eşleştiriyorsun. Ahmet İnsel de kendini bir sosyalist olarak tanımlar, devlet planlamacılığı ile nasıl bir bağlantısı var? Sosyalizm içindeki farklı açılımları neden teke indirgeyerek yok sayıyorsunuz? Sosyalizm Lenin/Stalin değildir ki. Sosyalizm Marx'tan bile eskiye dayanır. Bir de şunu eklemek isterim, özgürlük ve eşitlik; doğası itibariyle uyumsuz kavramlar değildir. Liberter sosyalizmi burada neden anmıyoruz? Keza bunları liberalizm için de söyleyebilirim. Liberalizm yalnızca klasik liberalizm değildir ki. Şu an liberal bir dünyada yaşıyoruz, ancak klasik liberal bir dünya da değil bu. Merkezleşmiş bir kapitalizm. Umarım kendimi anlatabilmişimdir.
Tuna Berk selamlar. Bir ideolojinin ağırlıklı kabul görmüş ve pratiğe uygulanmış prensipleri üzerinden tartışıyoruz. Vaktimiz sınırlı ve temel tartışma alanımız bu ideolojilerin fikirsel olarak ne olduğu değil, maalesef. Yoksa kapitalizm için de devletsiz/iktidarsız versiyonlarını tartışabiliriz. Ayrıca ideea-oriented tartışmalar yerine policy oriented tartışmaları daha çok önemsiyorum. Sonda da dediğim gibi, dünyanın sorunlarını iyi kavramak ve onlara çözüm üretmek daha önemli. Yoksa fikir teatisi hep yapılır. Son olarak, demokratik sosyalizm tartıştığımız durumda aslında Lenin-Stalin'den öteye geçtiğimizi düşünüyorum. Orada farklı bir sosyalist formu tartışıyoruz. Umarım açıklayıcı olmuştur, selamlar.
Karl Gemalmaz: "Bu böyle gitmez." (2022)
Degilmi barış
Bu formata bayılıyorum. Tartışma içerikli videoları daha fazla istiyoruz!
Müthiş bir tartışma olmuş. Bu seride olayların ele alış biçimini gerçekten çok beğeniyorum. Elinize, dilinize sağlık.
1:13 👍 şartlara göre çözümler değişir, ideolojik olmak bu çözümlere karşı insanı körleştirir...
Kapitalizm sosyalizme muhtaçtır, sosyalizm de kapitalizme... Devletin görevi ise verileri objektif olarak değerlendirip o dönemin şartlarına göre o toplum için kapitalizmle sosyalizm arasındaki en optimum dengeyi bulmak ve uygulamaktır...
Tam da düşüncem...
Tersanede çalışan ve kapitalizmin derinden hisseden bir mühendis olarak söylüyorum ki, biz çalışma saatleri ve çalışma koşullarını çok az konuşuyoruz. Ağır sanayide Türkiye'de ortalama en az 9 saat çalışılıyor (Haftanın 6 günü). İstanbul gibi Büyük şehirlerde ise ortalama bir bir buçuk saatin de yolda geçtiğini kabul edersek, insanlar sadece para kazanmak için veya hayatta kalmak için günlerinin enerjik kısmının neredeyse tamamını üretim için harcıyorlar. İş bununla da bitmiyor, insanlar genellikle kendi ürettiklerine yabancılar. Aslında ürettiklerini tüketemiyorlar. Sosyalizmin sadece planlı bir ekonomiye sıkıştırıldığını düşünüyorum. İnsanlar sosyalizmi duyunca kafalarında planlı ekonomi, özel mülkiyetin kaldırılması ve otoriter rejimler geliyor. Böyle olması bir anlamda normal olabilir. Fakat sosyalizme veya kapitalizm eleştirisine Richard Wolff'un belirttiği gibi şöyle de bakılabilir; ne üreteceğiz? ne kadar üreteceğiz? nerede üreteceğiz? nasıl üreteceğiz? Genellikle bizler bu soruların tamamının dışında kalıyoruz ve bize sunulan şeylere uymak zorundayız yoksa hayatın dışında kalırız. Richard Wolff burada mondragon isimli co-op lari örnek gösteriyor. İşin demokratik yanı da bu sorulara hep birlikte cevap vermekten geçiyor. Belki başarılı olamayız belki oluruz; ama dikkat çekmek istediğim bu sisteme mecbur değiliz, adı sosyalizm, komünizm, anarşizm vs. olabilir, isimler çok önemli değil bence. Haftanın 6 günü günde 9 saat çalışmaya itiraz etmek için komünist olmaya gerek yok. Herkes biraz daha çalışsın ki hepimiz daha az çalışalım :)
O kadar haklısın ki, hiçbir sistemin kölesi olmamalıyız
İşin komik tarafı ise, Türkiye'nin kapitalist olmaması...
Sosyalist olduğumuz da söylenemez:)
aslinda kapitalizm insan ve esyanin tabiatini ozetleyen bir kavramdir ancak gunumuzde liberalizmin ekonomik ayagini ve sanki bir kufurmuscesine agizlara sakiz oldugu o kavram ustunden konusucak olursak; insanlarin piyasada ozel tesebbus bulundugu icin liberalizmin uzantisi olan kapitalizmin oldugunu sanmasi cok buyuk bir cahillik.sosyal ve hukuksal liberalizm olmadan ekonomik olarak da kapitalizm olamaz(liberaller zaten devletin minimalize edilmesini isterken devlet tarafindan piyasaya bu derece mudahale edildigi durumu liberalizmin sonucu sanmak basli basina bir tezat olur.)hatta liberal ekolun unsurlarini bir sacin 3 ayagina indirgedigimizde ekonomi en sonda gelir.sosyal ve hukuksal unsurlar olmadiginda da rant ekonomisi, tekeller ve monopoller olusur ki liberal ekonomide bu unsurlar dusman olarak gorulur.en buyuk ornek olarak ulkemize bakarak 5li cete diye tabir edilen sirketler bu durumu ozetler.tam tersine bu unsurlarin tam olarak uygulandigi ulkelere bakmak isterseniz dunyanin en gelismis ulkeleri size yetecektir.
ne üreteceğiz? ne kadar üreteceğiz? nerede üreteceğiz? nasıl üreteceğiz? konusunda ise insanlar/bireyler uretmek istediklerini uretirler istemediklerini uretmezler bu kimse tarafindan kendisine soylenemez, dikte edilemez cunku bu konuda ozgurdurler.bir baska perspektiften ise realitede katma degeri dusuk ve herkesin uretebilecegi sey fazla uretilir, katma degeri fazla ve komplike sekilde, herkesin uretemeyecegi urun/mal/hizmetler esyanin tabiati geregi az uretilir, nadir olur ve bu yuzden degerli olarak adlandiririz.temel olarak bir insan telefonu icat etmek istedi diye suan oyle bir teknolojiye sahibiz veya baska bir bireyin cani sıkıldı ve evinin bir odasinda can sıkıntısını giderirken elektrigi, ampulu icat ettigi icin oyle bir teknolojiye sahibiz, tamamen onlarin insiyatifiyle .bu urunler suan seri uretim asamasinda mesela senin bir sermayen oldugunu dusunelim sen niye gidip istanbulda bunun seri uretimini yapmak yerine hakkari sirnak trabzon artvin veya mardin de yapasin(oralar kotu diye demiyorum yanlis anlasilmasin) dedigim gibi bu durumlar insanin dusunus, yasayis, hissedis sekliyle yani tamamen dogasiyla ilgili bir durum ve herkes bu soruya a dan z ye belki 10 belki 100 tane farkli cevap verebilir kimse de gelip onu yargilayamaz.
@@yamanbaydemir7574 sovyetler yıkıldığında sosyal demokrat tipi sosyalizm baş göstermeye başladı dostum Türkiyede bu şekil avrupada bu şekil
Yaşar Altundağ çok bilgili, klasik konulardaki klişeleşmiş argümanları farklı perpektiften ele alıyor, yeni şeyler söylüyor .Entellektüel birikimini bizlerle daha fazla paylaşmalı kesinlikle..
bir istanbul işletme öğrencisi olarak ekonomi hakkında düşündüğüm ve kafa yorduğum fakat bilgi eksikliğimden ötürü tam anlamıyla kelimelere dökemediğim kavramları çok güzel bir şekilde anlatıyorsunuz iyi ki varsınız sayenizde geliştiğimi hissediyorum .. var olun
çok güzel tartışıyorsunuz. birbirine zıt düşünceleri araya çok güzel serpiştirip, tez-antitez den sentez yaratmaya yönelik düşünceyi öne çıkarıyorsunuz. sağlıklı, yapıcı tartışmanın sonucu insan gerçeğe yaklaşabiliyor. bu tartışmadaki dialogların böyle seri bir şekilde sunulması kolay bir iş değil, tebrikler, teşekkürler emeği geçen herkese.
20 dakikada tüm 20YY boyunca yapılan ve hala devam eden (ve benim de zihnimi meşgul eden) tüm sosyalizm ve kapitalizm eleştirilerini özetlemişsiniz. Gerçekten çok iyi bir program olmuş.
Harikasınız gençler,kutluyorum.
Müthiş bir kanal. Türkiye'deki bu konular hakkındaki boşluğu çok güzel ve yerinde dolduruyor. Gayet bencil bir isteğim var sizden. Hayattaki başarılarınızın devamı gelsin ki bu videoları çekmeye devam edin.
Video özeti: Ne sağcıyız ne solcu orta yolcuyuz.
Gerçekten iyi videoydu. Bende naçizane bir video önerisi sunmak isterim. Kapitalist ve Sosyalist ülkelerin sorunları irdelendi. Birde islami yönetimler olan ülkelere ekonomik açıdan bakılabilir. İran, Kaddafi Libyası, uzak doğu müslüman ülkeleri örneklem olabilir. Aslında daha yeni kurulmuş olmasına rağmen Taliban'ın yönetimindeki Afganistan İslam Emirliğinin ekonomik yöntemleri neler? Sosyalizme mi daha yakın yoksa daha liberal mi? Bunlar irdelenebilir. Teşekürler..
Afganistan Liberal? Şaka dimi?
@@ozgurxtra bilmediği için soruyor ya kardeşim ?
@@hasang3302 ok
Çok keyifli bir videodu. Emeğinize sağlık.
Bu işleri bırakma be illa bir gün tutturursun çok başarılı format
Öncelikle bu tartışmayı çok beğendim. Özellikle saf bir kapitalizmin veya sosyalizmin gerçek hayatta uygulanmadığının altını çizmeniz önemli olmuş. Çünkü hayatın gerçekleri, zamana ve mekana bağlı koşullara göre uygulanabilirlik durumunu değiştiriyor ve bu yaklaşımların ister istemez esnek, hatta eklektik olarak uygulanmasına sebep olabiliyor. Bu sebeple zaten her ülkenin kendine özgü bir ekonomik sistemi var, kolay kolay hepsine "komünist ülke" veya "kapitalist ülke" diyerek aynı fırçayla boyayamıyoruz.
Yaşar'ın bir konuda değindiği nokta da çok önemli. Dünyadaki bütün ulusal kalkınma modelleri oldukça devletçi bir şekilde yapıldı. Fakat Yaşar'ın dediği gibi ABD "Biraz" değil, sanılanın aksine kurulduğu günden beri devletçi ekonomi hedefleri olan bir ülkeydi. Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirgesi'ne bakarsanız orada insanların ellerinden alınamaz haklar (unalienable rights) olarak tanımlanan, artık sloganlaşmış "Life, Liberty and the Pursuit of Hapiness (Yaşama, Hürriyet ve Mutluluğun Peşinde Koşma Hakkı)" yazar. Bu İngiliz liberal Aydınlanma Dönemi filozofu John Locke'un "Two Treaties on Government" isimli eserinde "Life, Liberty and Estate (Yaşama, Hürriyet ve Mülkiyet Hakkı)" kavramından esinlenilmiş, fakat Thomas Jefferson tarafından sonda yazan mülkiyet manasındaki "Estate" kelimesi bilinçli bir şekilde "the Pursuit of Hapiness" olarak değiştirilmiş, çünkü mülkiyetin hiçbir şekilde ne hükümet tarafından, ne de yurttaşlar tarafından kutsal olarak benimsenmesini istemiyorlardı. Ayrıca Alexander Hamilton başta olmak üzere neredeyse bütün Kurucu Babalar (The Founding Fathers) the American School of Economics diye bilinen devlet eliyle bir Amerikan burjuvazisi yaratıp, gerek onu gerekli durumlarda devletin ekonomiye müdahale etmesiyle, gerek ise gümrük vergileri aracılığıyla yaratılan korumacı politikalarla İngiliz sanayisine karşı güçlendirip bir ulusal kalkınma yaratmak istiyorlardı. Bunun da sebebi İngiliz siyasi hegemonyasını yıkmak için kendi kendine yeten ve ekonomik olarak bağımsız bir ülke olmaları gerektiğinin farkında olmalarıydı. Bunun içinde merkezileşmeleri gerekiyor ve eyalet haklarını biraz kırparak federal devleti kuvvetlendirmeleri gerekiyordu (ABD'de merkeziyetçilik federalizm, adem-i merkeziyetçilik konfederalizm olarak görülüyor. Bizdeki gibi üniter devlet olma tartışması olmadığından fedarilistlere orada merkeziyetçi gözüyle bakılıyor). Başından beri bu olay ABD'de önce Federalist Parti'de, ardından sırasıyla Ulusal Cumhuriyetçi Parti'de, Whig Parti'de ve en sonunda Abraham Lincoln'ın bu partiden seçilen ilk başkanı olduğu Cumhuriyetçi Parti'de siyasi ideolojilerinin temel noktalarından oluyor (Son Cumhuriyetçi Parti'de azınlık da olsalar Barnburner Democrats olarak bilinen sadece köle karşıtlığı için bu partiye katılmış ama federalist bir siyasi yapıyı ve devletçi bir ekonomiyi istemeyen sonradan Cumhuriyetçi olmuş kesimler de var). Bu mesele ABD siyasi tarihi için çok önemli, çünkü köle ekonomisine dayalı pamuk üretimi yapan kırsal Güney Eyaletleri Büyük Britanya ile ticaret yaptıklarından dolayı hiçbir şekilde federal vergiyi kabul etmek istemiyorlardı. 1832-33 yılları arasında, Güneyli Başkan Andrew Jackson dönemindeki 1828 Gümrük Vergisi Yasası ve 1832 Gümrük Vergisi Yasası'na karşı bir Güney Eyaleti olan South Carolina'nın çıkardığı meşhur olaylı The Nullification Crisis vardır. South Carolinalı köle sahibi toprak ağası Başkan Yardımcısı John C. Calhoun eyaletlerin federal gümrük vergilerine eyalet haklarını bahane ederek kabul etmeyebileceklerini iddia ederek neredeyse bir iç savaşa sebebiyet veren bir siyasi kriz çıkarmıştı. Yüksek Mahkemesi federal gümrük vergilerini anayasaya aykırı olmadığını ilan etse bile kriz sürmeye devam etti ve bu olay daha sonra 1860'da Güney Eyaletleri'ne eyalet haklarını bahane ederek ayrılma fikrini doğuracak ve Amerikan İç Savaşı'nın birincil olmasa da sebeplerinden bir tanesi olacaktır. Zaten ancak Amerikan İç Savaşı'ndan sonra eyalet hakları fikri ortadan kaldırılıyor ve federal devlet güçlendirilip merkezileşme süreci başlıyor. Hatta bu dönemde ilginç bir şekilde ABD'nin eyalet hakları da unutturulmaya çalışılacak. Eskiden ülkenin ismi "The United States are" şeklinde çoğul olarak kullanılırken Amerikan İç Savaşı'ndan sonra neredeyse bütün belgelerde artık günümüzdeki gibi İngilizce gramer kurallarına aykırı olarak tekil kullanılmaya başlanacak "The United States is" şeklinde. İç Savaş döneminin ardından gelen the Reconstruction döneminde ABD'de asıl endüstriyelleşme ve ekonomik patlama gerçekleşiyor, bu dönemde artık ABD büyük bir modern endüstriyel ekonomi haline gelmeye başlıyor. Sonrasında da the Gilded Age denilen oldukça yoz şirketlerin siyasete hakim olduğu ve monopolleşmeye çalıştığı, dış politikada da emperyalizmin baş gösterdiği ve tam anlamıyla büyük güç oluyor. O sebeple ABD'nin başından beri liberal bir ülke olduğu iddiası bir Soğuk Savaş mitidir, SSCB'ye karşı oluşturulan.
İkinci olarak Yaşar'ın neden devletçi bir şekilde İngiltere'de kalkınmanın gelişmediğini söyledi videoda onu anlamlandıramadım. İngiltere de gerek, Tudor Hanedanlığı döneminde, gerekse Stuart hanedanlığı döneminde oldukça devletçi bir merkantalist ekonomi politikası izliyordu. Malzemelerin ithali ve ihracatı bizzat devlet tarafından kontrol ediliyor, hatta İngiliz tarımını ve ekonomisini korumak için tahıl, çavdar, buğday, mısır gibi ürünleri ülkeye sokmanın oldukça sert ekonomik cezaları vardı. Zaten bu aşırı devletçi merkantalist ekonomisi sebebiyle bu ülkede liberal filozoflar muhalif entellektüeller olarak çıktılar. John Locke ve Adam Smith gibi filozofların karşı olduğu şey bu devletin ekonomiyi sert bir şekilde kontrol etmesi ve bunun temel özgürlüklere zarar verdiği gibi verimsiz de olduğunu düşünüyorlardı (Bu kişilere tam anlamıyla liberteryen filozof olduğu da söylenemez, körkütük bir şekilde serbest piyasa savunucuları da değiller. Gerçek anlamda liberal filozoflar, önceledikleri şey piyasa değil bireysel özgürlükler). 19. yüzyıla geldiğimizde Napoleon Savaşları sonrası ekmek fiyatlarını arttırmak için 1815 yılında the Corn Laws olarak bilinen bir yasanın çıkışıyla tıpkı ABD'deki gibi bu mesele Büyük Britanya'da da siyasi bir krize sebep olacaktır. En sonunda 1846 yılında Tory Başbakan Robert Peel'in partisi karşı çıkmasına rağmen bu yasayı kaldırılmasına rakip parti Whiglerle birlikte destek verilmesi ile bu kriz bitecek ve Büyük Britanya artık serbest ticaret ekonomisine tam anlamıyla geçecektir. Hatta bu olay o kadar ciddi bir meseledir ki iki partide de bölünmelere sebep olmuştu. Benjamin Disreali öncülüğündeki Aydınlanma değerleri ve Fransız Devrimi'nden etkilenen solcu Radikal Whigler Whig Partisi'nden ayrılıp Tory'lere katılacak ve günümüz Muhafazakar Partisi'ni oluşturacaklardır. Benzer şekilde de Peelite olarak bilinen Toryler de kendi partilerinin Başbakan Robert Peel'e destek vermemelerine kızıp partilerinden ayrılarak William Gladstone öncülüğünde rakip parti Whig Parti'ye geçecek ve Liberal Parti'yi oluşturacaklardır. Hatta bu olay o kadar derinden siyaseti değiştirmiştir ki bu iki ayrılıp karşı tarafa geçen kanatların liderleri 1860lardan itibaren yeni geçtikleri partilerin liderleri olacak ve Victoria Dönemi Birtanya siyasetindeki meşhur Gladstone-Disraeli rekabetini göreceğiz.
Bu videoda bir şeye hiç katılmıyorum, onu belirtmeden edemeyeceğim. O da devletçi totaliteryen modelin hiç de tarihi donduran veya kristalize eden bir sistem olmadığını, tam tersine kuvvetler birliği sebebiyle yürütme güçlü olduğu için çok hızlı bir şekilde karar alıp, radikal bir şekilde bütün bir sistemi değiştirebiliyorlar. Yani SSCB tarihine ve Çin Halk Cumhuriyeti tarihine baktığınızda bu ekstrem değişimleri göreceksiniz. Örneğin SSCB Rus İç Savaşı başladığında hızlı bir şekilde Savaş Komünizmi denilen ekonomik politikayı benimseyebiliyor, savaşın ardından yaşanan ihtiyaç sebebiyle hızlı bir şekilde devlet kapitalizmi diyebileceğimiz NEP (Yeni Ekonomi Politikası) uygulamasına geçebiliyor ve ardından da Lenin öldükten sonra Stalin iktidara gelinc Tek Ülkede Sosyalizm fikriyle sert bir endüstrileşme ve kollektivizasyon politikasına geçilebiliyor. Bunlar ABD, Kanada gibi Batı ülkelerinde yapabileceğiniz bir şey değil, çünkü orada oldukça kuvvetli bir güçler ayrılığı var. Yani ABD örneğinden gidelim, burada bir yasa çıkarmak istediğinizde bile önce Temsilciler Meclisi'nde bu yasa tasarasının geçmesi gerekiyor, ardından Senato'da da bu yasa tasarasının kabul edilmesi gerekiyor (sıra tam ters şekilde de olabilir, ABD Senato da yasa tasarısı sunabiliyor) ve sonrasında ABD Başkanı'nın bu yasayı veto etmeyip imzalaması gerekiyor. Fakat bu üç siyasi merciden onay alsa bile ABD Yüksek Mahkemesi çıkan yasayı ABD Anayasası'na aykırı bulup belli kısımlarını veya tamamını iptal edebilir. Zaten bu sebeple Batı ülkelerinde kolay kolay iktidarlar değişse bile yasalar ve dolayısıyla sistem değişemiyor. Bu bir yandan iyi, diktatörlüğü ve totalitaryanizmi engelleyen bir şey ama bir yandan da kötü, çünkü oldukça siyasi anlamda muhafazakar ve değişime tam kapalı diyemesem de sert bir şekilde direnen bir siyasi sistem. Zaten açıkçası bu sebeple bu kadar kolay SSCB'nin dağılabildiğini düşünüyorum. Gorbachev iktidara geldiğinde çok hızlı bir şekilde Glastnost ve Perestroika gibi radikal reformlar yaptı ve sonrasında bu dağılmayı da beraberinde getirdi. Gorbachev en son yayınladığı hatıratında asıl amacının SSCB'yi bir Batı Avrupalı sosyal demokrasiye çevirmeye çalışmak olduğunu, fakat milliyetçiliklerin SSCB'yi dağılma sürecine soktuğundan bahsediyor. Bu mesela İç Savaş sonrası ABD'de olabilecek bir şey değil.
Demokratik Sosyalizm hareketinin ABD'de çıkışını da Yaşar çok güzel açıklamış. O düzensiz mortgage işlemlerinin 2008'deki the Great Recession nasıl yol açtığını herkes gördü. Yine Ömer'in dediği ahlaksızlık, sistemin dolandırıcıları ödüllendirmesi etki etmiş olabilir ama o kriz sırasında büyük şirketlerin kurtarılması, üstelik kumar oynayan şirketlerin kurtarılması ciddi bir tepki doğurdu. Çünkü o kurtarma meselesi bizzat devlete vatandaşların verdiği vergilerle yapıldı. ABD'deki gençlerin asıl tepkisi bence buna. Yani ücretsiz sağlık hakkı veya eğitim hakkı talep ettiklerinde o vergiler kullanılmıyor ama hile yapıp batan bankaları ekonomiyi kurtarmak için ABD ve Birleşik Krallık'ta vergilerle kurtarma paketleri yapılması durumu var ve bu ciddi bir şekilde gençleri öfkelendi. O sebeple mesela şu an ABD'deki AOC destekçisi gençlerin espriyle karışık bir sloganı vardır "Bu ülkede sosyalizm var, ama sadece zenginler için". Demokratik sosyalizmi savunan insanlar da işte bu devletin vergi cennetlerinde vergi kaçıran milyarderlere vergi indirimi verilmesi ve bir de üstüne hile yapmaya çalışıp batınca sadece zengin şirketlere sahip oldukları için kurtarılmasını değil, adil bir vergi dağılımı yaratılıp bu verginin bizzat bizzat vergi veren vatandaşlara kuvvetli bir refah devleti oluşturarak hizmet verilmesini ve dolayısıyla vergi için toplanan paranın daha doğru bir şekilde bölüştürmesini istiyor. Yaşar'ın da orada bahsettiği gibi şu anki sıradan vatandaşlar 2008'de bir şok yaşadılar ve ne kadar kırılgan olduklarını fark ettiler, fakat iflas etmeleri durumunda o insanlar %1lik devletler gibi kurtarılamaycaklarının farkındalar, çünkü ABD hükümetleri sadece şirketleri önemsiyor. Unutmayın, ABD dünyadaki gelişmiş devletler arasında sağlık hakkının tek ücretli olduğu ve gerek hastane ücretinin, gerekse ilaç ücretinin uçuk rakamlarda ücretleri olduğu tek ülke. Asgari ücret bazı eyaletlerde çok düşük, Iowa gibi eyaletlerde hatta sonradan kaldırıldı, üstelik üniversite ücretleri de çok yüksek olduğundan üniversiteler çoğunlukla elit klüpleri olarak işliyor ve birçok öğrenci burs kazanmasına rağmen anormal yüksek rakamlarda Sally Mae gibi federal bankalardan kredi çekiyor ve mezun olduklarında da çok uçuk rakamlara varan ciddi bir student debt ile mezun oluyor.
Son olarak Ömer'in başta verdiği Friedrich von Hayek'in "The Road to Serfdom" kitabından özgürlük üzerine alıntılarını pek umursamama taraftarı olduğumu söyleyerek bitirmek istiyorum. Hayek'in kendisi demokrasiye de, özgürlüğe de pek sıcak bakan birisi değildi tipik bir aşırı-sağ kökenli olup sonradan kısmı bir şekilde ılımlılaşan sağ liberteryen muhafazakar bir figür olarak. Tıpkı zamanında Mussolini'nin faşist rejimini "Batı medeniyetini kurtarması" sebebiyle övgüler düzen ve Avusturya'daki anti-Semitik Engelbert Dolfuss'un faşist diktatöryel rejimine bir Yahudi Avusturyalı olmasına rağmen anti-komünist olduğundan hiç çekinmeden ekonomik danışmanlık yapan hocası Ludwig von Mises'ten pek farklı değildir demokrasi konusunda. Friedrich von Hayek'in kendisi zamanında yine bir başka uç-sağ diktatöryel popülist olan Portekiz'deki Antonio Salazar rejimine bir anayasa tasarası örneği olarak 1960 yılında "The Constitution of Liberty" kitabını yazmış, sonrasında da "Law, Legislation and Liberty" kitabında da oldukça aşırı muhafazakar, değişime kapalı ve demokrasiye oldukça karşı bir 'liberteryen ütopya' önermiştir. Zaten kendisinin diktatör Agusto Pinochet hayranı olduğunu ve daha sonradan kendisine danışmanlık yapacak oldukça otoriter, yine partiden ırkçı ve iç savaş çıkartmaya meyilli olaylı "Rivers of Blood" konuşması sebebiyle Muhafazakar Parti'den kovulan aşırı-sağ reaksiyoner popülist Enoch Powell'ın sağkolu olarak şans eseri partinin başına geçen ve sonra da başbakan olan Margeret Thatcher'ı seçim için desteklediği The Times'daki makalede de Hayek hiç çekinmeden "piyasanın bireysel özgürlükler için gerekli" olduğunu söyleyecek ama "seçim sandığı değildir" diyecek. Bu konuda kapsamlı ve oldukça hakkaniyetli bir eleştiri yazısı olan University of Sussex'ten Uluslararası İlişkiler profesörü Benjamin Selwyn'in Open Democracy'de yayınlanan "Friedrich Hayek: In Defence of Dictatorship" makalesi* ve meşhur Yeni Sol Hareketi'nin entellektüel figürlerinden olan Marksist tarihçi Perry Anderson'ın Verso Books'tan yayınlanan (Türkçesi İletişim Yayınları'ndan çıktı) "Spectrum: From Right to Left in the World of Ideas" kitabındaki Hayek'in eserlerine eleştirilerini de içeren ilk chapterı okumalarını öneririm.
* Benjamin Selwyn'in yazıda bahsi geçen Open Democracy'de 2015 yılında yayınlanan makalesi:
www.opendemocracy.net/en/friedrich-hayek-dictatorship/
O kadar bitişik yazmışsın ki okuyamadım
Hocam ikinizinde ağzına sağlık. Çok öğretici ufuk açıcı bir program olmuş.
Videonun başında devrim hareketi başlattım çok iyi girişti
İyi yayınlar
Sizi dinlemek çok keyifli, Beypazarı'ndan selamlar :)
Kanalı daha dün keşfettim ama gerçekten çok beğendim emeklerinize sağlık :)
Merhabalar
Kanalımızı yeni keşfettim.Çok sevindim. Tamda ilgilendiğim konular üzerine olmasini sevdim.Umarim kanaliniz büyür.
Merhaba ben de seni yeni keşfettim, umarım hala 49w izliyorsundur ✨
İnternet aleminin siyasî kafası bana en çok uyan sayfasını buldum.
Muhalefeti iktidari siyasetciler bu kadar donanımlı değil...bu merak istek ve hedef isi.. gönül isi...tebrik ediyorum
Ömerle Yaşar'ın gelmiş geçmiş en uyumlu videoları olabilir
Neredeyse 0 söz kesme, ben de şoktayım…
12:25 Hocam Rusya'nın neresinde kapitalizm var allah aşkına? Devlet ekonomide en büyük pay sahibi, özel sektör de rejime yakın oligarklardan oluşuyor. Ne serbest piyasa var ne bireysel özgürlükler ne de kapitalizm
Orda kurallı kapitalizmi bilerek vurgulamışlar, orda zaten bir nevi ahpab çavuş kapitalizmini eleştirdiler
Bu kalite çok ideal lütfen bozmayın
Yine güzel bir video olmuş ama sizden Fransa'da yaşayan kimseler olarak kapitalizmin yarattığı bireyselleşme/yalnızlaşma ve mesafe kültürü ile alakalı bir video da isterdim. Var mı gerçi bilmiyorum yoksa cok güzel olabilir bence.
Türkiye'nin nüfus politikaları ile alakalı bir video yapabilirsiniz bence.
"Türkiye'de öyle bir politika yok" 2 saniyelik video
Kendi kendime bu konu hakkında tartışırken bu videonun karşıma çıkması şahane oldu… izlemesi çok zevkliydi:))
çok faydali bilgiler , çok faydalı tartışmalar. devam edin
Maaşlı çalışan bölümü ile ilgili kısım şu dönem için çok ilgi çekici. O kısma videoda pin atmalısınız bence. Bir de sanki bu konu artık geleceğin dünyasını şekillendiren temel sorun. Mülkiyetsizleşme teorisi mi yoksa zaten sizin de bahsettiğiniz gibi o mülklere hiç bir zaman sahip olamayacağı fikrine kapılan "mavi/beyaz yakalının" yeni bir hayat tarzı ve ekonomi modelini değiştirmesi mi? Bu konu çok güncel ve meraklısı çok. Ayrı bir video konusu bile olur. "Çalışarak bir gelecek kurulabilir mi?"
Video güzel başlamış. Bence de uçlarda yaşamaya gerek yok. serbest ekonomiyi destekliyorum ama onun doğuracağı olumsuz sonuçları en aza indirmek için çözüm yolları arıyorum devlet bu konuda devreye girebilir mesela sosyal devlet anlayışı günümüzde güzel uygulanıyor.
sosyal demokratsın yani ne uzatıyon
Ya şansa bak! Red Alert 3 kapatıp videoyu açtım anasayfada önerisi gelince, arkadaki müzik yüzünden oyun kapanmadı sandım. :D
yt türkiyenin en iyi kanalı..
22:35 faizle ekonominin büyümesi arasındaki makas ne kadar açıksa o kadar çok eşitsizlik olur -piketty
Bankacılık ve finans eskisi gibi değil bakarsanız çoğu banka hissesi büyük bir getiri sağlamıyor. Özellikle Avrupa'da, ki bu sosyal demokrasi ile de alakalıdır bankalar 2008 öncesi değerlerinden çok uzaklar ve eskisi kadar riskli kaldıraçlı işlemleri yok.
İzlenme sayısı çok az. Bence daha fazla olmalısınız ve kesinlikle potansiyel var
16:30 da çok güzel açıklamış olayı
en sevdiğim kanal video atmışşş
Ne sağcıyız, ne solcuyuz = sağcıyız.
Değil
@@TheHeraEC - Ne sağcıyız ne solcu demek hiçbir siyasal programımız yok demek.
Sağcılık solculuk beyan değildir, ekonomik, sosyal, siyasal politikaların nesnel izdüşümlerine verilen addır.
@@emekcininyolu2607 siyasî spektrumu reddedince ideolojilerin üstüne çıktığını zanneden aptallar var işte böyle ne sağcıyım ne solcuyum=sağcıyım
Beğendim abi çok güzel tebrik ederim
5:55 ne anlaşması ?
çok güzel konu, teşekkürler.
Kanal zaten iyiydi ama coştu iyice, son videolar harikulade ve sürükleyici
Bu aralarlar çok aktifsiniz videolarınızı beğeniyorum ve sizden bir isteğim var lütfen liberteryenizm/anarko kapitalizm hakkında video yaparmısınız çünkü bazı gençler bu ideolojilere hevesli ve türkiyede az da olsa karşılık bulmaya başlıyor. Bu konuyu ele alırsanız sevinirim
@esra evet ama o liberteryenlerin benimsediği birşey olduğu için ondanda bahsedilir
@esra
İnsanların kafası karışıyor olabilir bu isim benzerliklerinden dolayı ama liberal ile liberteryen oldukça farklı şeyler. Liberalizmin kökeni merkantalizm ve mutlakiyetçilik eleştirisi üzerine çıkmış zamanına göre sol eğilimli ve ilerici bir burjuva hareketi. Eğer Adam Smith gibi düşünürleri okursanız öyle serbest-piyasanın aşırı derecede korunması gerektiği üzerine bir argüman bulamazsınız. Sadece devletin taraf tutmaması ve adil olması için laissez-faire, laissez-passer argümanını görürsünüz. Yoksa devletin vergi toplayıp bu vergileri kamu yararına harcaması fikri Adam Smith'in "Milletler Zenginliği"nde savunulan bir görüş. Neden bunu söylüyorum, çünkü 1930'larda ABD'de New Deal'a karşı gelişen ve sert derecede anti-komünist olan aşırı sağ kökenli liberteryen popülizm (paleolibertarian der kendine bu kesim) ve daha sonra 70li-80li yıllarda kısmen bunu ılımlılaştıran liberteryen muhafazakarlık (akademide Neoliberal Muhafazakarlık da denir) bu konuda Adam Smith veya John Locke gibi Aydınlanma düşüncesini benimsemiş klasik liberallerden radikal derecede farklıdır. Milton Friedman, Ludwig von Mises veya Friedrich von Hayek gibi kişilerin çok sert bir anti-komünizmi vardır, körkütük bir kapitalizm savunusu yaparlar ve merkez-sol sosyal demokratların yarattığı refah devletinden işçi haklarına, asgari ücretten ilerici vergilendirmeye, korumacılıktan piyasanın regüle edilmesine kadar her şeye sert derecede karşılardır. Zaten Adam Smith fikirlerini etik felsefesi çerçevesinde bir ahlak filozofu olarak "Milletlerin Zenginliği" kitabında dile getirmiştir. Milton Friedman ise 1970 yılnda New York Times'ta yayınladığı doktrinini anlatan "Bir Friedman Doktrini - İşletmenin Sosyal Sorumluluğu (Sadece) Karını Arttırmaktır*" isimli makalesinde makalenin adından anlaşılacağı gibi ahlak tartışmalarına da, etik felsefesine de Friedman bir neo-klasik iktisatçı olarak zerre kadar önem vermemektedir.
* 13 Eylül 1973'te New York Times'ta yayınlanan ve burada kendisinin paydaş (shareholder) teorisinin temellerini attığı Milton Friedman'ın "A Friedman Doctrine - The Social Responsibility of Business is to Increase Its Profits" makalesi:
www.nytimes.com/1970/09/13/archives/a-friedman-doctrine-the-social-responsibility-of-business-is-to.html
Tarafsız olmanız çok hoşuma gidiyor harikasınız.
Siz nerde öğrendiniz bu bilgileri bu yaşta
Süpersiniz, tartışma videolarınız çok keyifli oluyor.
Keçiören'den selamlar Ömer abi :D
Toplum 5.0 hakkında ne düşünüyorsunuz??
Bizim toplum -1400 'den çıkamadı ki 5.0'a geçsin.
Türkiye özelinde konuşmadan şu noktaya parmak basayım. İnsan nüfusu kaynaklardan daha fazla artıyorsa ki artabiliyor sistemin ismi cismi ne olursa olsun insanlar her yeni gelen kuşakta daha da fakirleşir. Devletlerin nüfusu planlaması lazım ve de bu planı uygulaması gerekir çünkü herkesin belirli bir eğitim düzeyine ulaşması aile planlaması yapası fiziksel olarak mümkün değil.
Yerel şirketler kurmalı ve biz banker olmalıyız bu da ancak devlet teşebbüsleri ile türk şirketleri artmalı ve katma değer üretmeli ..
Gerçeği kucaklamak sahte bir mutluluktan daha iyi değilmidir? Richard Dawkins
Sosializmi yasamisam en gözel yasamdi haftanin 5 günü is günüydu iki gün evde qalirdik 8 saat is rejimi vardi
Fikrinizi beğendim devam
Sosyalizmi nasıl eleştribiliriz diye video yapmışsınız. Siz ne öneriyorsunuz
1:11 yaaa ömer boğaziçili ankara "bebesi" mi perfect match bdgdgsgs
Teşekkürler.
2xe alınca çok akıcı ve güzel oldu
bu genc arkadaslar "odtu"lu mu ?
sadece bir soru.
Sosyalizmin başarısız olmasının temel sebebi rekabetin olmaması veya çok sınırlı olmasıdır. Canlılığın olduğu yerde ileriye gitmek ancak rekabet ile mümkündür. Doğadaki bütün canlılar kendi türleri içinde ve diğer türlerle rekabet içindedir. Bu durum evrimi, sürekli değişimi ve şartlara daha uyumlu birey ve canlı topluluklarının oluşmasını teşvik eden temel mekanizmadır. Fit olan hayatta kalır, ürer, popülasyondaki ağırlığını artırır; başaramayan elenir. İlerleme, mükemmele yaklaşma ancak bu şekilde sağlanır. Evrimin bu mekanizması insan topluluklarında ve içtimai yaşamın her alanında da geçerlidir. Ekonomi de bundan müstesna değildir. Mal ve hizmetlerin en verimli, en işlevsel, en çeşitli sekilde uretilmesi için rekabet şarttır. Mal ve hizmetlerin hangi kalitede, hangi standartta, hangi ağırlıkta, hangi renkte, hangi çeşitlilikte, hangi fiyatta, hangi sayıda uretilmesi gerektiğine bir merkezden karar verilmesi esnekliği, değişimi ve teknolojik ilerlemeyi yavaslatacak, hatta durduracaktır. En büyük teknolojik ilerlemelerin ve en inovatif ürünlerin şirketlerin rekabet etmesi sayesinde keşfedildiği açıktır. Rekabet yoksa verimsizlik, çürüme ve geri kalma başlar. Bence sosyalizm, komünizm gibi tekelci ideolojilerin başarısız olmasının temeli budur.
@@aliihsan9918 Sakin ol komünist adam. Rekabet deyince neden hemen aklına kuralsizlik, yağma, gasp, talan geliyor anlamadım. Yazılı sınav, spor müsabakası, bilgi yarışması, güzellik yarışması, proje yarışması... Bak bir sürü barışçıl rekabet yöntemi var. Ayrıca Ortadoğu'da rekabetin daha fazla olduğunu iddia etmen de mantıksız. Bilakis Ortadoğu'da rüşvet, adam kayırma, kabilecilik çok daha yaygın. Yani torpilin varsa objektif şartlarda rekabet etmeden öne geçmen Ortadoğu'da çok daha kolay; batıda ise durum tam tersi. Yani batıda rekabet daha fazla.
@@aliihsan9918 Ovvv arkadaş fena tetiklenmiş. Tamam en batılı sensin, biz Ortadoğuluyuz, komünizm muhteşem(!)
*uyumlu olan hayatta kalır. fit olan demek absürd olmuş
@@formetu o zaman "uyumlu olan"ı da düzeltelim," uyum sağlayabilen" diyelim... Sonuçta sosyal ve çevresel etmenler değişken...
@@MT-tz5wv Fit zaten uyumlu anlamına gelir. Güçlü olan değil uyumlu olan. İnsanoğlunun uyumu da zannedilenin aksine rekabetçi veya bencil olması değil tersine kollektif ve işbirliği yapıyor olmasıdır.
Ancak bu böyle gitmez
Freedom, Equality Brotherhood
Kapitalizm de de halknın zenginleşmesini sağlamalı ama etkin bireyler ve türümüzün etkin bireyleri yükselmelidir çünkü amarikada bu oldu ve amarika böyle süper güç oldu bu olmalıdır ..
OPEC'i altyazida Arap Birligi olarak tanimlamaniz yanlis. Icinde Venezuela da var, ve basini da Iran cekiyor o donem.
abi adam keçiörenliymiş bunu öğrendim selam olsun keçiörenden
Bir arkadaşım yollayınca izlemek durumunda kaldım. Okullarda anlatılan sosyalizm buysa yanmışız.😢
o değil neden bu kadar yakın oturuyorsunuz mesaj şu mu sosyalizm ve liberalizm iç içe olmalı mı
Bence yerleri dar
Temel paradigmaları tartışmaktan öteye geçecek fikirler neden yok? Mesela kuvvetler ayrılığı sosyalizm de baskın ve titizce uygulansa ekonmik paylaşım olan sosyalizm siyasette böyle kurgulansa ne olur?
kurallı kapitalizm ne demek ? :))
Merhabalar
"Kapitalizmde mi yaşıyoruz sosyalizmde mi?" sorusunda bence cevap kapitalizm olmalı. Çünkü kapitalizm bize sosyal devletin ne kadar büyük olabileceğine dair fikir veriyor olsa böyle bir sınıflandırma yapabilirdik ancak dediğiniz tanım daha çok laisez faire veya minarşizme uymuyor mu?
Yabancı yatırımcılar konusunda da ayrım yapılması gereken nokta doğrudan yatırımınların büyük bir bölümünün orta veya uzun vadeli yatırımlar olması. Sıcak para denilen şey ile yabancı yatırımcıların burada şirket kurup üretim yapması veya hizmet vermesi farklı şeyler. Bu noktada bence iki türdeki yabancı yatırımcı da Türkiye'nin bugünlere gelebileceğini önceden görüp çıkarak doğru bir karar aldılar kendilerince.
Daron Acemoğlu'nun teorisinin bir istisnası Çin ancak Çin'in kalkınmasının da yanlış temellendirmeler yüzünden şu anda söndüğünü görüyoruz. Ekonomiler 2.000 dolardan 10.000 dolara rahatça çıkabiliyorlar, çünkü bu büyümedeki yapılacak şey fazla da eğitime ihtiyaç duyulmayan sektörleri geliştirmek. Bunun sonrasında asıl zor olan çıkıyor ve buna orta gelir tuzağı deniyor, yani mesela Çin demokratik ve kapsayıcı kurumları oluşturmadıkça halkına temel insan haklarını tanımadıkça özgürlük ve yüksek öğretim ile gelişen ve ülkeyi 30.000-40.000 dolar bandına çıkaran sektörler gelişmeyecek. Elbette büyük telefon üreticileri vesaire var, ancak dünya nüfusunun yüzde 20'sinden bahsediyoruz, elbette bu nüfus kitlesinin içinde illa ki bu şekilde yüksek teknoloji üreten şirketler çıkacaktır, önemli olan halka yayılması bu teknoloji üretiminin.
Kapitalizmin son durumu konusunda da bence eşitsizlik çok fazla önemsenmekte. 1.000.000 TL'si olan bir kişinin finansal piyasalarda bu parayı kolayca arttırabilmesi iyi bir şey tam tersine. Çünkü sağladığı fon ile birlikte bir bu kadar tutarda kredinin birisi tarafından çekilip yatırıma dönüştürülmesi sağlanıyor. Aslında en temel sorun şu an Türkiye'de yatırım ve tasarrufların arasındaki fark. Halkın tasarruf yapması gelişmekte olan ülkelerde pek görülmeyen bir şey. Bunun çözülmesi için iktidar partisinin, muhalefetin hep birlikte bir ağız birliği yapması lazım gibi, çünkü bu hiç de regülasyonlarla çözülecek bir şey değil de daha çok davranışsal ekonomiyi ilgilendirecek şekilde halkın algılarını değiştirmekle ilgili.
İdeoloji konusunda ise yeni bir ideoloji tanımı yapmak önemli. Eski tanımda (Eğer eskiyse çünkü böyle bir tanımın var olduğu konusunda bilgim yok) her konuda sahip olduğunuz ideolojinin bir fikri var, ancak dediğiniz gibi bir liberal diğer liberallerin desteklemediği şeyi destekleyebilir, o yüzden de pek kendimizi sınırlandırmamak lazım. Ancak ben ideolojilerin bu amaçla benimsenmesi gerektiğini düşünmüyorum, çünkü bu durumda takım tutup ona göre Twitter'a girip takım için tweet atmaya çok yaklaşıyor oluyoruz. İdeolojilerin temel amacı bence kendinde bir kanon (Düşünce motoru) oluşturmak, yani neoklasik liberalim örnek olarak ben ve bu ideolojinin amaçları ve birçok durumda öncelikli olarak nasıl düşünceğini biliyorum ve bunu destekliyorum. Ancak ideolojinin durumlara nasıl tepki verdiğini bilmem ya da direkt böyle bir şey olması benim o tepkiyi her durum için benimseyeceğim anlamına gelmiyor, konjenktürel olaylar da ideolojik tepkimi yönlendirebilir. Mesela ekonomik liberal bir kişi devletin özel olarak yeşil enerjiye vergi muafiyeti veya sübvansiyon vermesini desteklemez, ancak konjenktüre baktığında piyasanın serbest bırakılması durumunda diğer doğayı kirleten enerji kaynaklarına yatırımların devam edeceğini görüp çevrenin daha da kirletileceğinin farkında olarak buna karşı demiş olduğum mekanizmaları çalıştırabilir. Ancak bu onun ekonomik liberalizmi terk ettiği anlamına gelmemeli bence, onun yerine konjenktürden etkilenerek normalde ideolojik tepkisine benzer veya ayrı bir tepki vermiş ve bu diğer tüm olaylarda kafasındaki kanonun değiştiği anlamına da gelmiyor. Bu adam halen devletin ekonomideki oyuncu olmamasını, sosyal harcamaların düşük olmasını vesaire savunuyor.
Biraz uzun bir yorum oldu ama
halk sosyalizmi çok ağır bedellerle ödüyor-hem ekonomik hem de kültürel anlamda- politikacılar ise kapitalizmin sefasını sürüyor.
Ne sadece yüzünde solcuyuz biz futbolcuydular diye aziz nesin 26:36
daha ciddi birşeyler beklemiştim :)
Acaba oynatma hızı mı yüksek diye 2 kere ayarlara baktım.
Yaşar'ı tebrik ediyorum. Hem çok iyi bir anlatım olmuş, hem de Ömer'in saçmalamasına bile izin vermemiş.
Bardak konusunda 49W logosu yerine yaratıcı bir şeyler basın, bilgi içeren bir tasarım yapın alalım bardağı.
Doğu blokunun çökmesinin de kendine özgü sebepleri var. Birkaç ufak noktaya değinirsek:
Planlama internetle hem daha kolay hem de daha demokratik olabilir günümüzde, kağıt bürokrasisinin yavaşlığına muhtaç değiliz.
Bir de doğu bloku orta ve kuzey avrupaya sıkışmış; normalde geri kalmış olsa da siyasi sebeplerle kendinden ileri ülkelerle rekabet etmek zorunda olan, kuşatma altında ülkelerdi. Dolayısıyla silah, askeri ağır sanayi hayati önemdeydi, bunun sonunda yaşam standardına yönelik sektörler çok yetersiz kaldı.
Belki konvansiyonel silahlar yerine nükleere önem vererek silah bütçesini halka ayırabilirdi?
Ama daha önemli bir konu da şu, başta Stalin'in bile hedefi (tek ülkede sosyalizm iddiasında bile) devrimi dünyaya yaymaktı (diğer hiziplere göre kabuğumuza çekilelim demiş olsa da bu ayrım izlenecek yolu belirleme ile ilgili ayrımdı, amaç hem zamanla daha verimli ve güçlü devlet haline gelmek ve daha önemlisi geri kalmışlığı aşarak ilerde belki küresel bir savaş ya da devrime hazır hale gelmek veya en azından diğer ülkelerdeki işçi sınıfının devrim yapmasını beklemekti; net anlamda "taktik olarak" işe yaramadı (fikrin doğru ya da yanlış olması değil sonuç önemli bu durumda).
Batı avrupada devrim ihtimali kalmayıp, solun hedefi işçi devrimi fikri "refah devleti" siyasi alternatifler (sosyalist blok çözüldükten sonra yavaş da olsa gerileyip belki çözülecek bir sistem) ve " kimlik mücadelesi" (insan hakkı olarak önemli olabilir ama mücadelenin odağı olamaz, bu açıdan hatta kan kaybettireceği için sadece taktiksel anlamda biraz da olsa zararlı bile kabul edilebilir) gibi eksen kaydırıcı yönlere kayınca ve en sonunda iş "batı bloğu ve doğu bloğu rekabetine dönünce" bugünkü sonuç kaçınılmazdı. Rusyanın tek başına bu işi sırtlayacak gücü yoktu sonuçta. Batı işçi sınıfının desteği olmadan devam edemezdi.
güzel video
Sizlere çok kaliteli bir film önereceğim ismi BAŞKALARININ HAYATI.Doğu ve Batı Almanya'yı, Berlin duvarının yıkılmasını konu alıyor!
Ömer beyin yakışıklılığı ve bicepslerinden dolayı odaklanmakta zorluk çekiyorum.
17:50 alalım bunları içeri lütfen xd
her olaya onun gerektirdiği şartlara bakıp, ona özgü çözüm getirmek lazımdır.
-süleyman demirel
imza: süleyman demirel. yazmayı unutmuşum.
VALLAHİ KAPİTALİZMİ SAVUNACAĞIZ
12:57 Abi ben komunizmde dogdum ben soyleyim ..herkes komunizm diyor
Abi niye bu kadar yakın durmuşsunuz :D erotik bi gerilim vat videoda
Tüketim endüstrisinin olmamasını eleştirmeniz garip eşitsizliği savunarak milyarlarca insanın açlığını sokaklarda yaşamasını görmezden gelmeniz şaşırttı. Nihayetinde büyük bir çoğunluğun sağlıksız koşullarda yaşaması sürekli rekabet ve sahip olma isteğinin güdülenmesi ve insanın bir meta haline gelmesi kapitalizmin nihayetinde sonucudur. Başka bir seçenek yok savını empoze etmek toplumları seçeneksiz bırakmak doğru bir bakış açısı değil.
David Harvey'in Sermaye Muamması ve Neoliberalizmin Tarihi kitapları iyi kitaplardır.
Ooo red alert, sirf su şanlı marş için bile sosyalizm. For mother Russia❤
Kullanılan müzik bile kapitalizmin ürünü 🤣
Kimin, hangi sınıfın özgürlüğü, hangi sınıfın refahı?
Değerli abilerim, bir şeyi çok merak ediyorum. Özellikle Yaşar Abi, Birikim'de makalesi yayınlanmış birisisin; sosyalizm kavramını neden sadece klasik/devletçi sosyalizmle eşleştiriyorsun. Ahmet İnsel de kendini bir sosyalist olarak tanımlar, devlet planlamacılığı ile nasıl bir bağlantısı var? Sosyalizm içindeki farklı açılımları neden teke indirgeyerek yok sayıyorsunuz? Sosyalizm Lenin/Stalin değildir ki. Sosyalizm Marx'tan bile eskiye dayanır. Bir de şunu eklemek isterim, özgürlük ve eşitlik; doğası itibariyle uyumsuz kavramlar değildir. Liberter sosyalizmi burada neden anmıyoruz? Keza bunları liberalizm için de söyleyebilirim. Liberalizm yalnızca klasik liberalizm değildir ki. Şu an liberal bir dünyada yaşıyoruz, ancak klasik liberal bir dünya da değil bu. Merkezleşmiş bir kapitalizm. Umarım kendimi anlatabilmişimdir.
Tuna Berk selamlar. Bir ideolojinin ağırlıklı kabul görmüş ve pratiğe uygulanmış prensipleri üzerinden tartışıyoruz. Vaktimiz sınırlı ve temel tartışma alanımız bu ideolojilerin fikirsel olarak ne olduğu değil, maalesef. Yoksa kapitalizm için de devletsiz/iktidarsız versiyonlarını tartışabiliriz. Ayrıca ideea-oriented tartışmalar yerine policy oriented tartışmaları daha çok önemsiyorum. Sonda da dediğim gibi, dünyanın sorunlarını iyi kavramak ve onlara çözüm üretmek daha önemli. Yoksa fikir teatisi hep yapılır. Son olarak, demokratik sosyalizm tartıştığımız durumda aslında Lenin-Stalin'den öteye geçtiğimizi düşünüyorum. Orada farklı bir sosyalist formu tartışıyoruz. Umarım açıklayıcı olmuştur, selamlar.
Bıyıklı, TDK güncel Türkçe Sözlük'ten "tamah" kelimesinin anlamına bakıver yakışıklı😘
"Seçim ilüzyonu"
tanımı var zaten sosyal kapitalizm
Keşke sosyalizm ve kapitalizm tartışmasında bir de sosyalist birisi olsaydı yanınızda. Böyle çok tarafgirli bir tartışma olmuş
11:00
Serbest piyasa kadar bloktan bi ekonomik model yok.
Ömer Yaşarın introyu izlerien gülmediyse bende ne olayım kesin demiştirki tabi kapitalizim kazandı 😅
Arkadaş ortamımda şu soruyu ortaya atıp tartışmak isterdim amk.
Sanırım ben okeyim ne sag ne sol düzen disiplin olacaksa birazda ahlâk ki şuandan kötü olmaz