7- KUR'AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK (Musâhabe 2 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.)

Поделиться
HTML-код
  • Опубликовано: 7 ноя 2024

Комментарии • 4

  • @gonuldenkatreler
    @gonuldenkatreler  Год назад

    7- KUR'AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK (Musâhabe 2 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.)
    Osman radıyallahu anh'den bir rivayette Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
    ''Sizin en fâziletlinin Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir.'' buyurdu, demiştir.
    İbn-i Ömer radıyallahu anhüma'dan rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
    ''Kuran sahibi (yani hafızın benzeri) bağlı devenin sâhibinin misâli gibidir. Deve sâhibi devesini gözetlerse tutabilir, mukayyed olmayıp bırakırsa kaçar gider.
    Kezâ Abdullah bin Mes'ud radıyallahu anh'den Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
    ''Kuran sahibinin birisi için (yani hâfız için( şu âyetleri unuttum demek ne fenâ şeydir. Belki unutuldu demek gerektir.
    (Çünkü unuttum demek Kur'an'ın hıfzına ehemmiyet vermediğine delâlet ettiğinden mekruhtur. Unutuldu demeli.)
    ''Ey Kur'an sahibi hâfızlar! Kur'an'ı daima okuyup müzâkare ediniz. Çünkü Kurân'ın hâfız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması devenin boşanıp kaçmasından daha zorludur!'' buyurmuştur. (Tecrid-i Sarih Terc: 11/278)
    Ebû Mûsa'l-Eş'arî'den diğer bir rivâyette ise, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
    ''Kur'an'ı muhâfazaya ehemmiyet veriniz. Hayatım yedi kudretinde olan Cenâb-ı Allah'a yemin ederim ki; Kur'ân'ın hâfızdan çıkıp kaçması, bağlı devenin ihtitmamsızlık eseri boşanıp kaçmasından daha zorludur!'' buyurmuştur.
    Ebû Musâ el-Eş'âri'ye buyurdular ki:
    - Ey Ebâ Musâ! Sana Davud peygamberin ahenkli güzel sadâsından bir nağme, güzel sadâ verilmiştir!'' (Tecrid-i Sarih Terc: 11/279)
    Yine Ebû Musâ el-Eş'âri' radıyallahu anh'den rivâyete göre:
    Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
    '' Şu bir halis mümin ki Kuran okur, onun muktezâsıyle amel eder, o tadı güzel, kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Şu bir mümin de Kuran okumaz fakat mücibiyle amel eder bu da tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kuran'ı okuyan fakat mucibiyle amel etmeyen münafık benzeri de, kokusu güzel fakat acı reyhan otu gibidir. Kuran'ı okumayan münafık benzeri, tadı da acıi kokusu da kötü Ebû cehil karpuzu gibidir.'' buyurmuştur. (Buhari, Tecrid-i Sarih Terc: 11/286)
    Ebû Saîdi'l-Hudrî radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
    ''Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı küçük göreceksiniz. Ve onların oruçları ve iyi işleri yanında oruçlarınızı ve kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kuran okuyacaklar. Fakar Kuran'ın feyzi onların hançerlerini geçmeyecek, onlar okun yaydan çıktığı gibi (dinden) çıkacaklardır.'' (Buhari, Tecrid-i Sarih Terc: 11/284)
    Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi okun demirine kadar kan namına bir şey göremez, yelesine (tüyüne) bakar, onda da kan bulaşığı göremez. Sonra avcı acaba ava dokunmadı mı? Şüphesiyle ''fevk'' denilen veter medhaline bakar, orada dahi kan izi göremez. Yani İslam câmiasına bir ok gibi girip çıkan o kimselerin ruhunda müslümanlığın nurundan hiç bir eser kalmaz, demektir.
    Cündeb bin Abdullah radıyallahu anh'den, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
    ''Kuran üzerinde gönülleriniz birleştikçe Kuran okuyunuz. Kuran hakkında ihtilâf edince de artık kalkıp oradan dağılınız.'' buyurmuştur. (Buhari, Tecrid-i Sarih Terc: 11/237)
    Buhâri'nin Üseyyid bin Hudayr'dan rivâyetine göre:
    Bir kere Üseyyid gece vakti Bakara süresini okuyurdu. Diğer bir rivayetde Sûre-i Kehf okuyordu. Atı da yanına bağlamıştı. Kuran okurken at deprenmeğe başladı. Üseyyid sustu, at da sakinleşti. Üseyyid tekrar okumağa başladı, at yine şahlandı. Üseyyid yine sustu. At da sakinleşti. Bundan sonra Üseyyid bir daha okumağa başladı, at yine hırçınlaştı. Üseyyid radıyallahu anh de artık Kuran okumaktan vazgeçti. Üseyyid'in oğlu Yahya da ata yakın bir yerde yatmakta idi. Atın çocuğa zararı dokunmaması için çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp göğe baktığında beyaz bulut gölgesine benzer bir siz içinde kandiller gibi bir takım yıldızların parlamakta olduğunu gördü.
    Sabah olduğunda Üseyyid keyfiyeti Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arz eyledi. sallallahu aleyhi ve sellem ona: Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu, diyerek okumağa devam edilmesi lazım olduğunu bildirdi. Üseyyid de, Ya Resûlallah! Atın Yahya'yı çiğnemesinden endişe ettim de kestim. O sırada semaya baktım. Gök yüzünde bulut gölgesini andırır bir beyazlık içinde kandiller gibi yıldızların parlamakta olduklarını gördüm. Artık bu beyaz tabakası içindeki yıldızlar göğe doğru çıkıp gitti, bihâyet görünmez oldu, dedi.
    Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem- ''Bilir misin onlar nedir?'' buyurdu. Üseyyid ''Hayır,'' deyince:
    - ''Ey Üseyyid! Onlar melekler idi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer sen Kuran okumağa devam etseydin sabaha kadar melekler seni dinlerler idi, nâs da onlara bakardı, halkın gözünden gizlenmezdi.'' buyurdu. (Buhari, Tecrid-i Sarih Terc: 11/283)
    Abdullah bin Mes'ud radıyallahu anh'dan rivayete göre, cinlerden bir zümre Kuran'a dinlemek istedikleri gece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e ''Cinni kim bilirdi?'' diye soruldu. O da ''Bir ağaç bilirdi.'' diye cevap verdi.
    Sûre-i Cin'de:
    ''Habibim! İnsanlara de ki: Cinden bir zümrenin hakikaten Kuran dinlemek istedikleri bana vahyolundu. Bunlar Kuran dinleyip kavimlerine vardıklarında ''Biz acâib bir Kuran dinledik ki, o insana imâna, doğru yola yöneltir. Bu cihetle biz ona inandık. Artık Rabbimize hiç bir şeyi ebedeb şirk koşmayacağız,'' dediler. (Cin Sûresi 1-2)

    • @gonuldenkatreler
      @gonuldenkatreler  Год назад

      7- KUR'AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK (Musâhabe 2 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 2. Part
      Bu cin vakası Batn-ı Nahle de vukû bulmuştu.
      Ebû Talib ile Hazreti Hadîce radıyallahu anha'nın ikisinin birden az bir müddet içinde vefat etmeleri üzerine Kureyş müşrikleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz üzerine tazyiklerini son derece artırmışlardı. Onun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine bir melce edinmek ve Taif haklınız din-i İslama davet etmek üzere Tâif'e gelmişti. Fakat orada gördüğü son derece fena muamele ve hareket üzerine oradan avdetle Batn-ı Nahle'ye gelmişti. Orada namaz kılarken cin tâifesinden 7 veya 9 kişi Resûlullahın okuduğu Kuran'ı dinlemişlerdi.
      Cin taifesi evvelce semâya çıkarlardı ve meleklerden işittikleri haberleri kâhinlere vesvese tarîkiyle ilka ederler ve bu suretle nâs arasında fitne ve fesâd yayarlardı. Vaktâ ki, ufk-ı nübüvvetten iki cihânın güneşi Fahr-ı Âlem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tulû edip de hidayet yolları açılmağa başlayınca cinnîler semâdan tardolundular. Bunun sebebini aramak üzere bölük bölük cinler yeryüzüne inip dağılmışlardı. İşte ''Batn-ı Nahle'' denilen mahalde, sabah namazında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Kuran okuduğunu görünce kemâl-i edeple Kuran'ı Hakîm'i dinlediler.
      ''Yâ Ekreme'r-Rusül! Zikret o zamanı ki, o zamanda Kuran'ı işitir oldukları halde cinden bir taifeyi sizin tarafınıza biz meyil ettirdik. Onlar huzurunuza geldiklerinde bazısı bazısına 'sükût edin dinleyelim' dediler. Kuran'ı Hakim'i dinledir. Belâgât ve fesâhat-ı Kurâniyye onları hayrette bıraktı. Kuran'ı âzim'üş-şânın Hak kelâmı olduğunu bildiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e îmân ettiler. Tevhid getirdiler. Şeref-i İslamla müşerref oldular. Ve tarafı-ı risâletten kendi kavimlerini inzâra memur olarak memleketlerine avdet ettiler.'' (Akhaf Suresİ 29)
      ''Ey bizim kavmimiz! Biz Hazret-i Mûsâ'dan sonra inzâl olmuş bir kitap işittik ki o kitap kendinden evvel geçen kütüb-i semâviyyenin cümlesini tasdik ediyor. Taraf-ı ilâhiden geldiği açık bir suretde anlaşılıyor. Cenâb-ı Allah'ın kullarını tarik-i hakk davet ettiği gibi herkese de doğru yolu gösteriyor.
      Ey bizim kavmimiz! Cenâb-ı Allah'ın dâvetcisinin davetine icabet ve ona iman edin ki sizin günahlarınızın bazısını Allah Teâlâ mağfiret buyursun ve azâb-ı elimden sizi kurtarsın.'' (Ahkaf Suresi 30-31)
      Kur'an-ı azîm-üş-şânı dinleyen bir takım cin taifersi de şeref-i islâm ile müşerref oldular. İnsanların mümini kafiri olduğu gibi cinlerin de mü'min ve kafirleri vardır.
      Yer yüzündeki cinlerin yer yüzündeki insanların on misli kadar çok rivayet edilmiştir.
      İnsanlar cinlerin onda biri kadar, insanlar ve cinler yeryüzü hayvanlarının onda biri kadar, bunların hepsi kuşların onda biri kadar, bunların hepsi deniz hayvanlarının onda biri kadar, bunların hepsi dünya semâsındaki meleklerin onda biri kadar, bunların hepsi ikinci semadaki meleklerin onda biri kadardır. Bu nisbet yedinci kat semaya kadar devam eder. Sonra bunlar Kürsî'ye göre çok az kalırlar. Bunların hepsi de Arş'ın etrafındaki melekler yanında denizde bir katre gibi kalırlar.
      Şeytanların erkekleri dişileri vardır. Çoğalırlar. Cinlerin de erkekleri dişileri vardır, onlar da çoğalırlar. Meleklerin ise erkekleri dişileri yoktur, yemezler ve içmezler.
      Ebû Saîd el-Harraz bir gün rüyasında İblis'i gördü. Ona asasıyla vurmak istedi. Bunun üzerine İblis:
      - Yâ Ebâ Saîd! Ben bu asadan korkmam. Korktuğum şey ârifin kalbinin semâsından doğacak marifet güneşinin ışıklarıdır, dedi. (Rûhu'l-Beyân 1/63)
      Ebû Hüreyre radıyallahu anh den Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:
      ''Hiç bir peygamber yoktur ki, ona bir mucize verilip de o mucizelere imân ile o peygamberi tasdik etmiş olmasınlar. Benim de büyük ve mucizem Kurân'dır ki böyle bir kitap hiç bir peygambere verilmemiştir. Bu cihetle ben peygamberlerin en çok ümmetlisi olacağım. Bana bir Kuran mucizesi verildi ki bu Kuran kimseyi sihir gibi zan, vehim ve hayâle düşürmez.'' (Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. 11/261)
      Musâ aleyhisselâm'a verilen asâ mûcizesi:
      Musâ aleyhisselam'ın asâsı derhal uzun ve azgın yılan inkılâb eder, sahirlerin sihirlerini iptâl ederdi. Diğer peygamberlerin mûcizleri onlarınhayatu zamanında yaşamış. Onlar mınkarız olunca mucizeleri de o zamana münhasır olmuş yani mukarız olmuş. Geçmiş peygamberlerin mucizelerini görmek o zamanda yaşayanlara münhasır kalmıştır. Halbuki Hâtemu'n-Nebiyyîn sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin Kuran mucizesi kıyamete kadar bâkîdir.
      Zaman-ı saâdette belâgat meşhur idi. (İsa aleyhisselâm zamanında tabâbet, Mûsa aleyhisselam zamanında sihir meşhur olduğu gibi.)
      Asr-ı saadette dahi meşhur şairlerin şiirleri, kasideleri senenin muayyen gününde Sûk-ı Ukâz'da teşhir edilir, birinciliği kazanan şiirler atlaş kumaşlar üzerine yazılaran Kâbenin duvarına asılırdı. Bu suretle Kâbe duvarına meşhur olarak yedi şiir asılmıştı. Buna muallâkât-ı seb'a denir idi. İmruu'l Kays'ın şiiri Kâbe duvarında en başta asılır idi. Fakat Kur'an-ı azîm-üş-şânın fesâhat ve belâgatı Kâbe duvarında asılı olan şiirleri çürttüğünden kendi elleriyle Kâbe duvarından indirmişlerdir.
      Cenâb-ı Hak Azze ve Celle Kur'an-ı Hâkiminde fermanıyle şâirleri, edipleri müsâbakaya dâvet etti.
      ''Ey muarızlar! Kur'an gibi biz söz getiriniz!.
      Kur'an'ın kısa bir sûresi gibi bir sûre getiriniz,
      Kısa bir âyet kadar bir âyet olsun getiriniz!'' buyurdu. ( Bakara sûresi/23, İsrâ Sûresi/88, Tûr Sûresi/34)
      Müseylimetü'l-Kezzâb sahte nübüvvet iddiasında bulunmak küstahlığına cüret etmişti. Hâşâ Kuran'a nazîre olarak sûre-i Kâriaya nazîre kasd edip
      ''Fil nedir? Fili ne bildirdi sana ki, fil nedir? Bir hurmalığından ipe benzer bir kuyruğu vardır. Bir uzun hortumu vardır. Tahkîkan bu bizim Rabbimizin halkından azdır..''
      Sözleriyle sanki Kuran'a nazîre söylemiş oldu. Kezâ bir sözün de ''Ey Kurbağa, Nice bir ötersin? Yukarın suda, aşağın balçık içindedir. Ne suyu bulandırabilirsin ne içen kimseyi men edebilirsin,'' diyordu.

    • @gonuldenkatreler
      @gonuldenkatreler  Год назад

      7- KUR'AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK (Musâhabe 2 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 3. Part
      İbn-i Abbas radıyallahu anhüma'dan rivayete göre:
      Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Müseylimetü'l-Kezzab Medine'ye geldi ve ''Eğer Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden sonra beni yerine halife kılarsa kendisine uyarım'' dedi. Kendisi Benî Hanîfe kabilesinden olup beraberinde kavminden kalabalık bir cemaat da gelmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Müseylime'nin yanına gitti. Beraberinde hatîb-i Resûlullah Sabit bin Kays da vardı. Resûlullah'ın elinde hurma dalından bir değnek bulunuyordu. Kavminin içinde oturan Müseylime'nin karşısında durdu. Onunla İslâm hakkında görüştü. Müseylime nübüvvet pâyesinden kendisine bir hisse verilmesini istedi.
      Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem cevâben:
      - Değil nübüvvetten bir pay, (elindeki hurma dalına işaretle) şu dak parçasını benden istesen onu bile sana vermem. Sen de Cenâb-ı Allah'ın hakkındaki hüküm ve takdirini tecavüz edemezsin! Eğer sen bana ve Cenâb-ı Hakka muhalefet eder isen Kâdir-i Mutlak hazretleri seni muhakkak helâk eder. Ve ben muhakkak sanırım ki sen, sende gördüğüm eşkâle, âlâmete göre rüyamda bana gösterilen kişisin. İşte bu zât! (Hatib, Sabit bin Kays'a işaret ederek) cevap verecektir buyurdu. Sonra Müseylime'nin yanından ayrıldı. (Sahih-i Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. 10/40)
      Müseylimetü'l-Kezzab, ''nübüvvet'' iddiasında bulunup kendi zumunca keenne bir kuyunun suyunu çoğaltmak murad ederek kuyunun içine tükürdü, derhal o kuyunun içindeki su dahi kurudu. Bir kimsenin ağrıyan gözüne tükürdü derhal gözü kör oldu. Bu suretle daha dünyada iken Cenâb-ı Allah Azze ve Celle yüzünü kara eyledi.
      Müseylimetü'l-Kezzab evvelce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir mektup göndermişti.Arzı yarı yarıya bölüşmelerini tavsiye etmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cevapta arzın Cenâb-ı Allah'a ait olduğunu onu kime dilerse ona bahşedeceğini beyan buyurmuştu.
      Müseylime, Hz. Ebû Beri's-Sıddîk'ın zamanın nübübbet davasında bulunarak isyan etmişti. Hâlid bin Velid radıyallahu anh Müseylime'yi mübârezeye davet etmişti. Korktuğundan davete icabet edememiş, sahte peygaöber olduğunu taraftarları anlamıştı. Duvarlı bir bahçeye iltica etmiştir. Ebû Dücâne radıyallahu anh ''Beni duvardan içeri atın'' deyince onu fedâi olarak duvardan içeri attılar. Ayağı kırıldığı halde mürtedlerle çarpışarak bahçenin kapısını açmağa muvaffak oldu. Nihayet kendisi rütbe-i şehadete nail olarak ruh-u pür-fütûhu makâm-ı âlâya kavuştu.
      Vahşî dahi Hazret-i Hamza'yı radıyallahu anh şehit ettiği harbe ile Müseylimetü'l-Kezzab'ı katletti. Bu vakada yirmi binden ziyade katlonulunmuştur. Ashabdan nice kibâr-ı rical ve 70 kadar hafız da şehid olmuştur.

      Beyzâvi'nin beyanı vechile Kuran'ı Resûlullah'ı sallallahu aleyhi ve sellem istihza edenlere ön ayak olan Kureyşin ileri gelenlerinden birincisi Velid bin muğîre idi.

      ''Allah'la beraber başka mabud kılanların ve istihzâ edenleri şerlerinden biz sana kâfi olduk. Biz sana kâfi olunca onlar istihzâlarının cezâsını yakında bilirler.'' (Hıcr Suresi 95-96)

      Cebrâil aleyhisselâm Velid bin muğîre'nin ayağına işaret etti. Velid'in ayağında yara çıktı. Ondan müteessiren ölerek canı cehenneme gitti.
      İstihzâ edenlerden As bin Vâil'in ayağına diken battı. Dikeni bulamadılar. Ayağı devenin boynu gibi şişti. Yerden kıpırdayamaz bir hale geldi. Bağıra bağıra âkıbet cehenneme gitti.
      İstihzâ edenlerden üçüncüsü Esved bin Muttalib idi ki, Cibrîl-i Emin onun gözüne işaret etti. Sancı geldi, gözü kör oldu. Sancısı durmadı, başını duvara vura vura öldü.
      Dördüncüsü Esved bin Abd-i Yeğûs idi ki, Cibrîl-i Emin onun da karnına işaret etti, derhal ishâle tutularak helak oldu.
      Beşincisi Hâris bin Kays'dır. Cibrîl-i Emin başına işaret etti. Bu da baş ağrısına mübtelâ olup helâk oldu.
      Her zaman hakkı istihza ile ibtilâ sâ'y edenler rüsvây olarak akıbet helâk oldukları âyet-i celîlenin sırrı zahir olduğu görülmektedir. Nitekim Velid bin Muğîre hakkında
      ''Biz yakın zamanda o kâfirin burnu üzerine alâmet koyarız.'' (Kalem suresi 16)
      Yani burnu üzerini ateşle dağlar, alâmet yaparız ki; o alâmete ehl-i mahşer nazarında o kafirin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ezâ eden kâfir olduğu herkesce mâ'lum olur.
      Diğer bir manaya göre: ''Biz o kâfirlerin yüzü üzerine siyahlık vaz' etmekle yevm-i kıyamette onu teşhir ederiz.''
      Fahr-i Râzî'nin beyanı vechile, bu ayet-i celilede beyan olunan alamet dünyada olmak ihtimali vardır. Buna nazaran manÂ-yı âyet: O kâfirlerin burnu üzerine dünyada kılınçla alâmet yaparız ki o alâmet, ölünceye kadar burnundan geçmez demektir.
      Bu âyetin eseri Bedir gazasında görülmüştür. Bedir gazasında Velid'in burnu kılıçla yaralandı. O yaranın eseri ölünceye kadar burnunda kaldı. Kuran'da Hurtum tâbiri hınzır ve fil gibi, insanın tab'an istikrâh ettiği hayvanların burnu demek olduğundan hurtum tabirinin insanın burnunda istî'mali o insanı tahkir içindir. Bunu tahkir de insanı kemal-i ihânet ve mezelletle tahkîr içindir.
      '' Ey Habîbim! Sen çok yemin eden hakir re'y sahiplerine itaat etme ki onlar diğer insanları ayıplayıcı ve fesad için ahirlerine söz götürücüdürler. Hayrı şiddetle men edici, gayre zulüm edici, çok günah işleyici tabiatı katı ve ahlâkı kötü olup şu beyan olunan çirkin sıfatlardan sonra mâye-i asliyesi nâ-meşrû harekattan hâli olmayan kimseye itaat etme. O kafir çok mal ve evlad sahibi olup bizim ayetlerimiz o kâfir üzerine okunduğunda ''bu okunan âyetler evvel geçen ümmetlerin yalanlarıdı'' dediğinden itaat etme!'' (Kalem suresi 10-15)
      Bu âyet-i kerimede Velid bin Muğîre'nin on mezmum sıfatı beyan olunmuştur. Yani ''hayırlı işleri şiddetle men edenler''
      Her ne kadar bu âyet-i celile Velid hakkında nâzil olmuş ve muradı has ise de hükmü âmmdır. Binâenaleyh hayırlı ameli yapanları şiddetle musırran men'e çalışanlar da bu âyet-i celîlenin zemmine dahildir.
      ''En kâne zâmelin'' yani çok mal sahibi idi. Tâif ile Mekke arasındaki bostan ve bağ ve bahçeler hep kendisinin idi. Haca mevsiminde Mina'da hacılara ateş yaktırmaz hep kendisi it'am ederdi. Bu servetine aldanarak nübüvvetin sanki kendisine gelmesi ümidi bâtılında bulunurdu. Nitekim:
      Mekke kafirleri Kuran'ın Resûlullah'a sallallahu aleyhi ve sellem nâzil olması üzerine itiraz ederek dediler ki ''Keşke şu Kuran, Mekke ile Taifte bulunan ricalden büyük bir racüle nâzil olaydı.'' (Zuhruf Suresi 31)
      Kefere-i kureyş nübüvvet mertebesini dünya malına ve menfaatına lâzım zan ederek: ''Keşke şu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem üzerine nazil olan Kuran Mekke'de mal sahibi olan ve nâs arasında kadri âlî ve itibarı büyük olan Velid bin Muğîre ile Tâif'de mal, dâr ve câh sahibi olan Ürvetü'bnü Mesûd'den birisine nazil olsa idi'' dediler.
      Halbuki nübüvvet makamının dünya malına, câh ve mansıba, evlad ve etbâa ihtiyacı yoktur. Mansıb-ı nübüvvetin erkân-ı mühimmesi, bilumum masivayı terkle ahlâk-ı merdıyye-i ilâhiyye ile tehalluk etmektir. Nübüvvet kesbî değildir. Vehbî min ındilllahdır. İhsân-ı ilâhîdir. Kezâ ilmin en efdali de ''vehbî'' olandır.
      Abdullah İbn amr (İbs Âs) radıyallahu anhüma'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
      ''Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Kuran okumayı dört kişiden isteyip alınız, buyurduğunu işittim: Abdullah bin Mesud'dan, Ebû Huzeyfe'nin kölesi Sâlim'den, Übeyy bin Kâb'dan, Muaz bin Cebel'den'' (Tecrid Terc: 9/401)
      Abdullah bin Mesud'u önce zikretti.
      İbn-i Mesud radıyallahu anh İslam'a ilk giren altı kişinin altıncısı olduğu Buhârî şerhinde yazılmıştır. Habeş'e ilk hicret edenlerdendir. Bedir'den itibaren bütün gazalarda bulunmuştur. Hicretin 24 ncü yılında Medine'de irtihal etmiştir. (Tecrid Terc: 9/401)

      Sâlim bin Muakkıb radıyallahı anh 'de ashabın âlimlerinden, büyüklerindendir. Sâlim radıyallahu anh Ebû Huzeyfe'nin âlilesinin kölesi iken azâd edilmiştir. Hazreti Ömerle beraber Medine'ye hicret etmiştir. Mescid-i Kubada Resûlullah sallallahu alehi ve sellem'in teşrifini intizâr etmişlerdir. O zamana kadar kadar Hazret-i Ömer radıyallahu anh da dâhil olduğu halde Sâlim radıyallahu anh cemâata imâmette bulunmuştur.
      Hazreti Ömer radıyallahu anh şehâdetinde ''Eğer Sâlim sağ olsaydı onu halife yapardım, şûrâyı kurmazdım'' demiştir. Sâlim radıyallahu anh Bedir'den itibaren bütün gazalarda bulunmuştur. Nihayet Yemâme harbinde Müseylimetü'l- Kezzab ile olan harbde şehid olmuştur.
      Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sâlim ile beraber bu dört zâtın Kuran öğretmelerini tahsis buyurması Kuran'ı Hakîm'in kıraatine ve maânîsine derece-i vukufiyetlerinin ziyade olmasındandır. Bu zevât Kuran'ı Kerîm'i bizzat Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in fem-i saadetinden almağa ihtimam etmişlerdir.

    • @gonuldenkatreler
      @gonuldenkatreler  Год назад

      7- KUR'AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK (Musâhabe 2 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 4. Part
      Diğer bir hadîs-i sahihde Enes bin Malik radıyallahu anh'den rivayete göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Kuran'ı dört zât ezberlemiştir ki dördü de ensârdandır. Übeyy bin Kâb, Muaz bin Cebel, Ebu Zeyd, Zeyd bin Sâbit'tir. Enes bin Malik'e; ''Ebû Zeyd kimdir?'' diye soruldu. ''Amcalarımdan birisidir,'' dedi. (Buhari, Tecrid Terc. 10/23)
      Her ne kadar hadîs-i şerifde Kuran'ı ezberleyen, dört kişi olarak zikredilmiş ise de bir çok ashâb-ı kiram da Kuran'ı ezberlemişlerdi. Bu hadisdeki aded kaydı ziyâdeyi nefyetmez ve hâfızları bu dörde tahsisi de istilzâm etmez. Nitekim evvelki hadisde Sâlim ve İbn-i Mes'ud radıyallahu anhüma olduğu halde bu hadisde zikredilmemiştir.
      Enes bin Mâlik radıyallahu anh rivayet eder:
      Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Übeyy bin Kâb'a hitaben: ''Allah bana Beyyine sûresini muhakkak sana okutmaklığımı emretti,'' buyurdu. Bunun üzerine Übeyy: ''Ya Resûlullah! Allah benim adımı da açıkdan andı mı?'' diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ''Evet andı!'' diye tasdik buyurdu. Bunun üzerine Übeyy bin Kâb sevincinden, sürûrundan ağladı. (Buhari, Tecrid Terc. 10/22)
      İşte bu hadis-i şerif: Übeyy bin Kâb radıyallahu anh'ın Cenâb-ı Hak Azze ve Celle tarafından nâil olduğu iltifât-ı sübhâniyesine hiç bir ashâbın iştirâk etmediği âlî bir menkıbedir. Bu cihetle Hazret-i Ömer radıyallahu anh Übeyy bin Kâb'a çok hürmet ederdi ve onsan istifade ederdi ve Seyyidü'l müslimîn yani müslümanların ulusu der idi. Müşârünileyh Hazrecîlerden, Neccar oğullarındandır. Hazret-i Ömer radıyallahu anh teravih namazını cemâatla kıldırmağa memur etmişlerdir. Bu ''Beyyine'' suresini Ubeyy'e okutması şüphesiz ki ona tâlim içindir.
      Bu surenin şâir ashabdan mümtaz olarak Übeyy bin Kâb'ın okumasının sebebi de Übeyy'in ashâb-ı Kurrâ'dan olup Kuran'ın elfaz ve vücûh-ı kırâetinde ziyâde ihtimâmındandır. Nitekim hadis-i şerifde: ''Ümmetimin Kuran'ı en güzel kıraat edeni Übeyy bin Kâb'dır.'' buyurulmuştur.
      Bir hadis-i şerifde:
      Hâmil-i Kuran yani hâfız-ı Kuran öldüğü vakitte Allah Teâlâ Hazretleri arza ''o hafızın lahmını (etini) yeme!'' diye vahy ve emir buyurur. Arz da, ''ilâhi nasıl olur da onun lahmını ekl ederim? Senin kelâmın onun cevfinde, dimağında yazılmış, nakş olunmuştur, yani ben onun etini çürütmem,'' diye cevap verir. (Râmûzu'l-ehâdis)
      Aişe radıyallahu anha'dan Nebî sallallahı aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:
      '' Kuran'ı ezberleyerek okuyan hafızın benzeri vahiy getiren melekler gibidir.'' (Buhârî Tecrid Terc. 11/248) Yani fâziletde ikisi beraberdir, diye tercüme edilmiştir. Kuran'ı hâfız olmayarak okuyan ve bu suretle okumak kendisine zorluk veren kimse için de iki ecir vardır: Biri Kuran'ı okumak ecri, diğeri zorluk, zahmet çekmek ecridir.
      Ebû Mesud Bedrî radıyallahu anh'den rivayete göre: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır.
      ''Her kim Sure-i Bakaranın âhirinden iki ayeti bir gecede okursa o iki ayet o kimseye kifayet eder.''
      Yani amenerrasûlu den nihayetine kadar bir kimse bir gecede okursa onun sevabı o kimse için kifâyet eder, demektir. Yahur ins ü cinnin şerrinden mahfuz kalmak için kafidir demektir.
      Bu âyet-i celîlede kemâlât-ı insaniyenin esâsı beyân olunmuştur. Cenâb-ı Allah'a meleklere, kitaplara ve rusûl-i kirâma iman beyan buyurmuştur.
      ''Rusül-i kirâmın getirdiği ahkâmın cümlesini işittik, itaat ettik'' manasına semi'na veadağna fırka-i celîlesiyle ubûdiyete işâret buyurulmuştur. Ve ahvâl-i âhirete müteallik mağfiret talebine devam lüzûmu için de ''gufraneke rabbena ve ileyekel masîr'' buyurulmuştur.
      Binâenaleyh biz müminlerin tevbe ve istiğfare devam etmekliğimize işarettir.
      Husûsiyle ikinci âyeti celile mühim duaları ihtivâ etmektedir.
      '' Ey bizim Rabbimiz! Biz nisyan ve hatâ ederek kusur eder isek o kusurumuz sebebiye bizi muâhaze etmek. Bizden evvel geçen ümmetlere tahmil ettiğin ağır teklifleri bizim üzerimize de yükletme, tâkatımız olmayan şeyi biz tahmil etmek. Ya Rabbi! Bizim kusurlarımızı affet ve bizim hatalarımızı setreyle. Bize lütuf ve merhamet et. Çünkü sen bizim mevlâmız ve yardımcımızsın. Ya Rabbi bize kavm-i kâfirin üzerine nusret ver'' demektir.
      Bizden evvel geçen ümmet ile murad yahûdilerdir. Onlara elli vakit namaz farz idi. Necâset bulaşan yerin kesilmesi lâzımdı. Dünyada iken kusurlarının cezâsını tâ'cîlen görmeleri gibi ağır tekâifi ilâhiyye vardı.
      Elhamdülillah-i Teâlâ ümmet-i Muhammede pek çok eltâf-ı ilâhiyye ihsan buyurulmuştur. Binaenaleyh Cenâb-ı Allah'a hamd ve senâ ederek duâlarımıza devâm etmekliğimiz lâzımdır.

      Ebû Saîd el-Hudri radıyallahu anh'den rivayete göre:
      Bir kişi öbür kişinin bütün gece tekrarlıyarak ihlas sûresini okuduğunu işitti. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arzeyledi. Cevaben buyurdular ki:
      - ''Hayatım yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sûreyi okumak, yani ihlâs-ı şerifi okumak bütün Kuran'ın üçte birine muâdildir,'' (Buhârî Tecrid Terc. 11/270)
      Yine diğer bir sahih hadisde:
      - ''Ashabım! Kuran'ın üçte birini bir gecede okumak size güçlük verir mi?'' diye sormuştu. Bu teklif ashaba güç gelerek:
      - ''Ya Resûlullah! Bizim hangimizin buna gücü yeter?'' dediler de bunun üzerine Hazret-i Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
      - ''İhlâs sûresini Kuran'ın üçde birisidir,'' buyurdu.
      ''İhlâs-ı şerifi bin defa okuyan mümin'i kâmil, nefsini nâr-ı cehennemden kurtarmış olur,'' buyurulmuştur. (Buhârî Tecrid Terc. 11/272)
      İhlâs-ı şerifin fazîleti pek büyüktür.
      Râmuz hadislerinden diğer bir hadis-i şerifde dahi ''her gün ihlâs suresini yüz kere okuyan kimsenin Cenâb-ı Hakk bir çok hatalarını afv buyuracağı'' beyan olunmuştur.
      Buhârî sahîh hadîsinde dahi; Âişe radıyallahu anhâ'nın rivayetine göre,
      Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her gece yatağına geldiği zaman ihlâs, felâk, nâs surelerini okuduğunu beyan etmiştir. (el-Câmiu's-sağîr)