Sondaki kısmı tekrar tekrar ama zar zor seyrettim. İnsanın kendi duygulanımlarına anlam verememesi ve kendi gözyaşlarıyla yüzleşirken "çok saçma" demesi tam da edebiyata, felsefeye ve bu seriye niye ihtiyacımız olduğunun göstergesi. Çok sağ ol Aytuğ...
Oruç Aruobayı başkasının ağzından ilk defa dinledim. İntiharın öncesinde sarf edilen sözler cidden içimde ürperti uyandırdı. Aytuğ gece gece duygulandırdı bizi...
Hiç böyle bir son beklemiyordum :( böyle bir "gerçek" ile kapanış... Sahiden gözümüzün önüne gelen, eli titreyen bir baba.. Gece gece sahiden tokat yemiş gibi hissederek yazıyorum. Hem anlattın, hem de ikna ettin bizi. Teşekkürler.
Hislerini çok güzel bir şekilde yazıya döken birisinin yazdıklarını, empati yeteneği yüksek birisinden dinlettirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Dinlerken çok duygulandım. Oruç Aruoba'yı da çok sevdim.
"Tanınmak. İnsanların hele yakınlarımın beni tanıması, yaptıklarımı görmeleri, ne yaptığımı anlamaları... Bak sevmesi saymaları demiyorum. Amacım da birçoklarının yaptığı gibi hak etmediği bir sevgi bulmak, layık olmadığı bir saygı görmek değildi. Beni ben olarak tanısınlar bilsinler istiyorumdum. Ama beni tanımalarını en çok istediğim insanlar, beni en çok yanlış anlayan insanlar oldular." Bu cümleleri okurken Aytuğ ile birlikte ağladım 😓
Yapayla başlayıp gerçekle bitmiş. Bence bu bölüm başlı başına bir eser olmuş. Bu bölümdeki samimiyet ve cesaretinizden dolayı emeği geçen herkese teşekkür ederim. Neyi sevdiğimi tekrar hatırlattı 🙏🏻
Yılmaz Erdoğan'ın saçma şiirinin gömülmesine gülerek başlayan ve sonlara yaklaştıkça git gide açık kalan ağzıma sıçılan bir bölüm için teşekkürler Aytuğ...
Herşeyin meli malılı bir şekilde sürekli sınırlandırılmasını sevmiyorum. İyiki sınırların dışına çıkan insanlar var da hayatta yepyeni şeylerden keyif alabiliyoruz. Yılmaz Erdoğan'dan bahsetmiyorum bu arada :)
Baba; öldüğün sene oturmuş, bahçedeki erik ağacından erik toplayıp bir rakı sofrası eşliğinde yemiştik. bana "şu ağacı buda, çok dallanıp budaklandı, meyvesi küçük kaldı" dedin. Öldüğünün ertesi senesi ağacı budadım. çok güzel erikler verdi ve ben yiyemedim. döküleni topladım ve artık ağaç tepesinde çürümesinler diye topladım. ermiş artık yeşil canerik olmaktan çıkmış kilolarca eriği ne yapacağımı düşünürken doldurduğum bizim şarap bidonlarına ve fermente ettim süzdüm ve kaynattım. anason tohumuyla bir daha kaynattım. inanmazsın ama yaptığım en iyi damıtma oldu. senin namına bir masa kurduk ve arkadaşlarınla içtik. belki de yanına gelen arkadaşların çoktan söylemiştir bunu sana.
Aytuğ o kadar içten, o kadar gerçeksin ki daha şiirin başında bende ağladım. Sadece edebiyatçı değil insan gibi insansın. Yolda karşılaşırsak, Sevgi gösterime maruz kalacaksın. Sakın şaşırma.
16:38 'den sonra göz yaşlarımı tutamadım :( duymak istediklerimi, duymak isteyen birinden okumak ya da dinlemek o kişi ile hiç tanışmasam bile bir bağ oluşturuveriyor içimde ona karşı, sanki bir oluyoruz aniden.
Oruç Aruoba'nın kızına yazdığına benzer bir şeyleri ben de boşandığımdan beri yazmaya niyetlenip vazgeçiyordum sürekli. Nihayet nasıl bir şey yazmam gerektiğine karar verdim. Çünkü gün gelecek kızım bana olmasa bile hiç olmazsa kendi kendine "babamla annem neden boşandılar ki?" diye soracak. En azından bu sorunun cevabını yazmalıyım. Kızımla aynı evin içinde olup onun büyümesini izlemekten, onunla her sabah kahvaltı etmekten, ona kitaplar okumaktan, onunla şarkılar dinleyip dans etmekten, en sevdiğim filmleri ona da izletmekten ve kızımla beraber yapmayı hayal ettiğim daha onlarca şeyden neden vazgeçmek zorunda kaldığımı anlatmalıyım kızıma. Teşekkür ederim Aytuğ.
Çok üzdün beni ya 😣 güzel kardeşim aynı durumu yaşıyorum, aynı acıları çekiyorum. Sabır edeceğiz, güçlü olacağız... O kız bizim kızımız; kızlar babasını asla bırakmazlar ve ömürleri boyunca severler... Sabret kardeşim 🙏🙏🙏
''Şiiri kim yazsın biliyor musun? Yağmuru izleyenler değil, elini ateşe sokanlar yazsın, gerektiğinde felaketlere de hayranlık duyanlar, kendisiyle yüzleşmekten korkmayanlar yazsın. Geceleri kabus görenler, uyuyamayanlar, inleyenler yazsın. Babasının sevmediği kız çocukları, annelerini sevmeyen erkek çocukları yazsın.''
Hayatın hiçbir amacı yok gercekten. Ben bunu 3 ay evvel annemi kaybedince anladım. Annemle büyüdüm, kendince sevdi beni, herkesin eksikleri vardır ama anneydi işte. Ben de onu çok sevdim. Büyüdüm bir gün, üniversiteye gittim, ufkumu elimden geldiğince uzaklarda, açık gökyüzünde tuttum, yeni şeyler öğrendim, hayrete düştüm. Aşık oldum, terkedildim, terkettim, sevdim, sevildim. Mutlu oldum, mutlu ettim, mutsuz ettim, mutsuz edildim. Sonra bir gün hala oldum, teyze oldum. Çocuk sevdim, çok sevdim. Sonra bir gün evlendim, mutlu da oldum hüzünlendim de. Anne olmak istedim, kolay olmadı, acılı süreçler oldu. Karamsarlığa düştüm, mutsuz oldum yine, haykırarak ağladım. Sonunda bir gün anne olacağımı öğrendim, içimde bir insan büyüttüm, hareketlerini hissettim, ruhumu hissettim, sevgimi dağlara taşlara yazsam yetmezdi, çok sevdim daha görmeden. Doğurdum, anne oldum. Mutluluktan uçtum. Sevdiğim adam baba oldu, bu çok sevdiğimiz çocuk dünyayı etrafinda döndürdü.Annemi anneanne yaptım, oğlum daha 8 aylıkken anneanne dedi ve anneannesini çok sevdi. Sonra bir gün oğlumun ilk doğum gününde, annem artık annem olarak yaşamaya devam edemedi gitti bu dünyadan. Ben kanatlari kopartılmış bir kelebek gibi kaldım, uçamadım hayallerimde, sevgimle ve mutluluklarimla. Boğazdaki yumru klişesine ben de kapıldım o yumruyu şimdi her gün ben de hissediyorum anne dedikçe oğlum bana. Ben bir anneyim, annesiz bir anne. Ölümün olduğu yerde, sahiden hayatın bir amacı yok muydu? Benim tüm bu yaşadıklarım, hissettiğim büyük büyük duygular, sevmelerim, sevilmelerim, ağlamalarım, gülmelerim, nefret etmelerim, yeniden nefret etmelerim, affetmelerim, terk edilmelerim, mutsuzluklarım, mutluluklarım...? Bir anlamı yok. Bu yaşanan her şey, dünyada sadece tek bir insanın yaşadıkları, ben de ölünce yok olacak. Peki neden yaşadım bunları bir amacı yoksa? Tüm bu hayat neden yaşanıyor? Neden yaşıyoruz kimse bilmiyor, bu hiçlik ve amacsizlik hissi en sevdiklerinizden birini kaybedince sonsuz bir deliğe dönüşüyor içinizde, tıkayamıyorsunuz.
Geç olsun güç olmasın, hayatın amaçsızlığının farkında olma konusunda yalnız değilsiniz. Bu amaçsızlığı da yeniden anlamlandıracak olan yine sizsiniz. Hiçlik ve amaçsızlık hissi kaybetme duygusuyla ilgili ortaya çıkabilir ancak doğrudan bir ilişkileri yoktur. Bu farkındalık düzleminde kurulacak olan tüm anlamlar konusunda serbest olmak da gayet iyi bir şey. Hatta insan hayatında bu farkındalığın yarattığı kadar özgürleştirici bir durumun olmadığını düşünüyorum. İnsan olmanın getirdiği tüm sefayı da cefayı da çekeriz ve bunları yaşadıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi de devam edebiliriz çünkü her anda kendimizi kendimize göre anlamlandırma ihtiyacıyla varolageliyoruz. Ve tüm varlıklar neyse o, bizim dışımızda. Biz ise kan ve fikrin düzleminde savaşan varoluş halleriyiz sadece.
Hayatın amacı hayatta kalmak derler evrimciler ben pek inanmadım başlarda buna ama her kendime baktığımda aslında duygularımın bi aldatmaca olduğunu aslında bir şeyi kaybettiğimde ondan artık faydalanamayacağın için üzüldüğümü farkettim aslında hep kendim için yaşamıştım ve hep kendim için yaşayacaktım yani hayatın anlamının var veya yok olması aslında insanın tutnacak dalının kalmadığında kendine dal aramasından başka bişey değil .
@@storykel4551 güzel bir ifade. Ben de annemin sevgisinden faydalanamayacagim ve onun sesini duyamayacagim, opemeyecegim, beraber laflayamayacagimiz icin sanırım üzgünüm. Yine kendimle ilgili tüm bu olan biten. Güzel ozet, insanoğlu yasayabilmek hayatta kalabilmek icin bencil olmak zorunda. Her türlü duyguda hem de..
9 nisanda ankarada, dışarda kar yağarken pencerenin yanında izledim bu videoyu. elimde sıcak çay ile içerden romantik, dışardan soğuk ve çetin bir hava. tıpkı vurguladığınız gibi. internet, teknoloji vs bir şekilde buluşabiliyoruz ya sizinle, teşekkür ederim... karısı yazarı tanıyamamış ama ya ben kendimi, hayatı tanıyabiliyor muyum acaba... sevgiler...
Dandik bir işi eleştirerek zaman kaybedilmesine karşıysam da, bu program da, zaten kafamda çok geçen bir sürü aidiyeti mekanizmasını düşündürdü bana, yine; “Statü kazanma meselesi” Sürümüz bizim için olmazsa olmaz bir hayatta kalma alanı ya, işte o alanda ne kadar çok takdir ve kabul görürsek ölümden o kadar daha uzakta olduğumuzu sanıyoruz, sanırım🙈 Yılmaz Erdoğan gibi benim de çok sevdiğim eserleri, bir karşı çıkış tavrı olan bir sanatçının kendisinden beklenmeyecek dandiklikte bir şiir yazıp, buna bir de klip çekip ortalara salmasını başka türlü açıklayamıyorum! Oruç Aruoba da “sürüsü” tarafından takdir edilmek istemiş her insan gibi, ama aslında hiç sevmediği bir sürüye fazla teslim de olmamış anlayabildimiz kadarıyla, Yılmaz Erdoğan’ın aksine... Programa emek verenlere teşekkür ederim.🙏
bu adam cok iyi ya. tek yorumum bu olcak. elestiri yapmaya bile gerek gormuyorum bu adam icin. elestiri yapmamak karsidaki insanin kibrini arttirir ama bu adamin konustugu bir kelime bile bosluga gitmiyor. harika bir program. tesekkurler ilker bey boyle bir is icin.
Oruç Aruoba'nın Zilif kitabı sanırım bu videodan sonra merak eden benim gibi insanlar tarafından yeniden basılması talebi üzerine Sel yayıncılık tarafından basılmış. Bu kitabı okuduğunuz ve bize de gösterdiğiniz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız...
Cok etkileyici bir bolum oldu bittikten sonra bile bes dakika telefonun bos ekranina baktim. Siirlerin hep duygularin cekilmis fograflari gibi oldugunu dusunurdum ama siz siiri elini atese sokabilenler yazmali dediginizde anladimki duygu nekadar gercekse siir okadar siir oluyomus .
yılmaz erdoğanın çok güzel şiirleri vardı herhalde parayı bulmadan önce yazdığı için güzeldir. Kendisinin çok sevdiğim bir kaç şiiri var hele ankara şiiri o zaman just protesti şimdide just soft ayarı yok.
Şiir dediğimiz şeyin farklı canlıların birden fazla şekilde, birden fazla pencereden bakmasıyla varolduğunu düşünüyorum. Şairi ve şiiri elle tutulur ve tek bir kalıba sokulur hale getirmemeli, değişkenliğini ve çeşitliliğini kabul etmeliyiz. Şiir tokat etkisi yaratma gayesinde olmak zorunda değildir, şair yaşanılan herhangi bir ağırlığı, bir olayı ya da bir ideolojiyi temsil etmek veya bu eksende dolanmak zorunda da değildir. Her ne kadar bu bahsettiklerim çok etkileyici olsa da, şiirin yalnızca realizmin, distopyaların ve sosyalizmin etkisinde olması oldukça tekdüze olacaktır. Bahsettiğin elini ateşe atan bütün yazar ve şairlere büyük hayranlık duyuyorum fakat Yılmaz Erdoğan'dan ve bence cidden kötü şiirinden tamamen bağımsız olarak söylüyorum, doğa güzellemelerini klişe diyerek geçmenin şiirin doğuşuna ters olduğu kanısındayım...
Bende geleceğin şairi olma yolundayım çok büyük bir şair olacağımı düşünmüyorum bu bir hobi benim için şiir yazmak kendimi geliştirmeye çalışıyorum ve bu videolar sayesinde daha gelişiyorum iyi ki varsınız❤ flu tv ye katkı sağlayanlar için teşekkürlerimi sunuyorum ... bu tür yararlı bir kanalın olması çok büyük izleyiciler için şans olmalı tekrardan teşekkürler şiirle ilgilenmek isteyenlere bir yardım katkısı sunduğunuz için
insanın çekinmeden duygularını ifade edebilmesi , gösterebilmesi ne güzel ne ulvi bir şey. sevgiler...
3 года назад+9
Enfes bir bölüm olmuş, emeğinize sağlık. Mektup bölümünde bende duygusallaştım gözlerim doldu, hakikaten etkileyici bir içerik. 15:56 için minik bir yorumum olacak nacizane, çok iyi bir conflict olduğu için dikkatimi çekti. Burada Aytuğ'un söylediği gayri ihtiyari cümleler hayatta kalma güdüsü kaynaklı dışarıya karşı zayıflık algısı oluşturmamak için istem dışı yapılan bir tür savunma. Okunan mektubun içeriğinde kendini ifade edememiş olan birisinin isyanı var. Muhtemelen benzer duygular paylaşıldığı için şair ile çok iyi empati kuruluyor. Ancak içerikteki dolaylı intihar vurgusu ve ağlama eyleminin diğerlerinin üzerinde yarattığı zayıflık algısı korkusu birleşip üst seviye bir tehdit oluşturduğu için hayatta kalma güdüsü kendisini o an aktif ediyor.
çağın temiz ve samimi kalmış nadir insanlarındansın aytuğ. en azından bize yansıttığın kadarıyla bunu gördüm. ilker bey'e, sana ve ekip arkadaşlarınıza, emekleriniz ve sunduğunuz kıymetli iş için teşekkür ediyorum.
Şiirin bambaşka bir tınısı vardır. Gerçekten onu hissetmekle ilgili. Bazı şiirlerin bir anda böyle parlatılması da günümüz ilişkilerinin o yüzeyselliği ile ilgili. Yine de bir yerlerde aynı hissiyatın paylaşan, hatta insanı derinden etkileyen duyguların birileri tarafından hissetilmesi onu okurken içinden geçmesi biraz olsun teselli ediyor.
Oruç Aruoba'nın mektubunun bu parçasını Aytuğ Akdoğan'dan dinlemek... Tekrar tekrar dinlenesi... Aytuğ Akdoğan kendi hissettiklerini, mektubun vermek istediği duyguyu ve mesajı yaşattı bize adeta. Teşekkürler
İyi şiirden; "ölüm her yerde uyanıktır alestadır korkunun yardakçıları tez kızaran güllerden kendini sakın sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı- Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine bıraktın vazgeçilmez ırmakları gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları." i.özel
herkesin ne kadar güçlü olduğunu gösterme yarışına dönen ve ağlamanın da en büyük küçüüklük göstergesinin sayıldığı bu dünyada böyle içten olman harika dostum
o kadar isterim ki bir gün videolarınızda Arkadaş Zekai Özger’e veya Hüseyin Avni Dede’ye denk gelmeyi... bu hızlı ve soğuk dünyada, ruhumuza denk gelebilen şeyler kattığınız için teşekkürler...
Gözyaşlarını esirgemeden paylaştığın için teşekkür ederim Aytuğ Akdoğan. 🧡 Flu TV'de senin hızında, hislerinin yoğunluğunda ve tane tane anlatımında başka biri yok. Çok özel ve çok güzel bir insansın. Var ol. 👏🧡
Hayatın anlamı ne? Eşinle ve çocuğunla manoton ama mutlu bir hayat yaşarken flu tv de Aytuğ Akdoğan'ı dinlemek. 50 yaşından sonra yeni yazarlari ve kitapları tanımak. Siparisini verdiğin Sürgün kitabının gelmesi, en kısa sürede okunmak için okuma listesine alınması...Teşekkürlerimi sunarım.
Video başında akla istemsiz gelen Serdar Ortaç'ın "Aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi, hareket edemem" sözleriyle, ciddi konuların bu kez konumuz olmayacağını düşünüp yer yer de güldüm, kahkahaya da dönüştü bu gülmeler. Fakat ilerledikçe yine her videoda olduğu gibi düşündük, düşündük, düşündük. Sonlara doğru ise boğazımda tomurcuklanan hıçkırıkları yutup sesinize odaklandım. Eğer kendinizi durdurmasaydınız ve videodan bir parça kesmeseydiniz, bilmem daha ne olurdu ekrana bakan bunca gözde. Bu programın uzun ömürlü olması dileğiyle.
Offff.. Oruç Arıoba.. nasıl severim.. Mektup beni de ağlattı.. Senin de kesmek veya yeniden çekmek yerine böylece atman videoyu.. İyi ki varsın.. Belki bir gün kısa bir şiirimi atarım.
kendi kendime karalıyorken sizden “şiiri babasının sevmediği kız çocukları yazsın” lafını duyduktan sonra daha bir umut doldum nedense. sanırım bunu söylemenizin nedeni bazı duyguları, yaşamı, baba yoksunluğunu gözlemlememiz değil de tam da ortasında en acı haliyle yaşıyor oluşumuz. bu acıyı tatmak o an bize hiç iyi gelmese de, bir bakıma ilham oluyor ve hissettiğimizi kağıda aktardığımızda onu okuyan da bizi anlayabiliyor sanırım.
Buralarda görülmeyecek kadar samimisiniz. Hep denginizle karşılaşın dilerim. / İlker Canikligil, şu tuhaf günlerde deniz feneri gibisiniz.
3 года назад+1
Şahanesin sevgili arkadaşım ! Uzun zamandır geleneksel medyadan uzağım. Ve RUclips'da bolca zaman geçiriyorum. Pek çok başarılı ismi, daha ilk günlerinden beri takip ediyorum. Seni de ortalarda yakaladım diyelim. İlker ve senin gibi başarılı insanlara söyleyecek bir sözüm var, hatta geç kalmış olduğu için özürü borç bilirim : Sizi çok beğenenler yorum yapmaz. İzler bravo der geçer. Aşağıdaki yorumlara bakmıyoruz bile. Çapın ne kadar düşük olduğunu bildiğimizden artık reflex oldu bakmamak. Ve fakat arkadaşlarımıza da ne kadar etkileyici olduğunu dilimiz döndüğünce anlatırız. Yorumlarında yerenler, 13 yaşında ergen yetme yada çift basamaklı iq sahibi problemli insanlar. Bu yüzden her kötü yorum geldiğinde, kıçını yıkamayı bile bilmeyen bir ergen olabileceğini unutmayın. Sizi seviyoruz. Kaliteli, gerçekten kaliteli işler o kadar çoğaldı ki! Çok umutluyum bu yüzden. Zaten umut ölürse insan ölür derler. Şiirime burda son verirkene... Eh be grup vitamin, göremedin bu sarkastik günleri. Sevgiyle dostum!
Bu eser bir insan zihninde dolaşıp duran sözcüklerin kalemle kağıda aktarılmasıysa, benim de bir insan olarak payım var mı bu muhteşemlikte? İyi ki varsınız.
"..Kesik kolları var aşkın döl ve inat barındıran. Hırpanî bir okşayışla akşam yanaşınca çocuklara ben karakavruk yüzümün arkasında kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan halksa kal'am onu kal'a kılan benim boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.." - İsmet Özel
Dakika 1 koşarak şiiri açtım, şiir dakika 1 hızlıca kapattım. Nasıl yaa diye gelip dakika 5 beğene basmak zorunluluğu... Bu arada süper adam İlker Hocam, hayatımda uyguladığım isimsiz bir şeye gene isim koydun, Ön yargılar zaman kazandırır... Bu 3 noktada senin için...
Gerçekten severek izlediğim bir anlatımız var. Sanki ekranda değil de karşımda oturmuş anlatır gibi. öyle içten öyle samimi. Bu arada Zilif'ten bir bölüm okudunuz şu an sahaflarda son kalan Zilif'ler de satılmış. sadece bin tane basılması içeriği bakımından çok özel ama isteyenin ulaşamıyor olması da üzücü. Ne diyelim sağlık olsun.
İçtenlikle söyleyebilirim ki severek takip ettiğim kişisiniz. Mektubu okurken kendinizi tutamadığınızda, içim ürperdi. Umarım bir gün karşılaşırız. Size karşı büyük saygı besliyorum.
Sevgili kızım; Zorlukla yazıyorum, elim rahatsız titriyor onun için yazım çarpık çurpuk oluyor kusura bakma. Anımsıyorsundur senin için ‘benim kızım insan olacak’ demiştim. Sen benim bu sözümü o anda beynine kazımış ama yüzüme de hayretle bakmıştın. Yüzümde bir hüzün bir üzüntü görmüştün. Şaşırmıştın pek bir anlam verememiştin buna. Sen buluşabildiğimiz ender günlerden birinde bana gelmiştin. Yaz başıydı, ben bahçede oturmuş rakı içiyordum, sen de galiba mutluluktan koşuşturup duruyordun. Sana yarı şakayla ‘hadi bakalım bana erik getir’ demiştim. Koşup gitmiştin bahçede bir erik ağacının olduğunu biliyordun. Epey sonra kan ter içinde geri gelmiştin. Elinde manavdan harçlığının son kuruşuna kadar vererek aldığın eriklerle. Ağaçta erik yoktu ama baban senden erik istemişti. İşte seni insan yapanda buydu. Artık bu yaşa geldiğine göre öğrenmişsindir, öyle insanlar var ki babaları onlardan erik istese gidip şöyle bir bakıp ağaçta erik yok diyebilirler. Ama sen bütün erikler Kaf dağının ardında olsaydı da Zümrüdüanka kuşu bulup sırtına biner yola koyulurdun. Aslında yalın bir şeydi bu senin için, öyle büyük sözcükler falan gerektirmeyecek, hatta hiçbir şey söylemeyi gerektirmeyecek kadar yalın bir şey. Baban senden erik istemişti o kadar. Sana şimdi o kadar çok şey söylemek istiyorum ki hiçbirini doğru dürüst söyleyemiyorum. Kusura bakma yazımda gittikçe bozuluyor. Yıllar sonra sen büyük bir insan olduğunda eline geçecek bu küçük defter babanla ilgili uçucu birer anı olarak kalmış bazı olayları benim gözümden görebil diye. Gene de çok garibime gidiyor, sana büyük bir insana söylenecek sözlerle yazmak. Ama kendimi zorluyorum seni o yaşında görmeye, sana öyle bakıp yazmaya. Biraz önce dışarı çıktım, yürüdüm, denize baktım. Pek hüzün vermedi bana. Artık çıkıp gideceğim bu dünya pek bir şey vermedi bana. Hoş ben de ona pek bir şey vermedim ya. Ama başlangıçta öyle değildi. Gençliğimde ben de coşkuyla tutkuyla atılmıştım hayata. Anneni sevmiş, işimde de başarılı olmak istemiştim. Sonra biliyorsun işimi de anneni de kaybettim, her şeyimi. Coşku tutku dedim, bu duygularla şunu isteyerek giriştim hayata. Tanınmak, insanların hele yakınlarımın beni tanıması, yaptıklarımı görmeleri, ne yaptığımı anlamaları. Bak sevmesi saymaları demiyorum, amacımda birçoklarının yaptığı gibi hak etmediği bir sevgi bulmak, layık olmadığı bir saygı görmek değildi. Beni ben olarak tanısınlar bilsinler istiyordum. Ama beni tanımalarını en çok istediğim insanlar, beni en çok yanlış anlayan insanlar oldular. Bak sakın sen de yanlış anlama, sızlanıyor değilim hiçbir şeyden yakınmıyorum davacı değilim dünyadan. Bunları yalnız senin için, şimdi sana yazıyorum. Başka kimseye söyleyecek sözüm yok. İşte hep buydu olan. Annen beni gerçekten sevdi biliyorum ama neydi bu sevgi? Onun yalnızca daha önceden edinmiş olduğu bakış biçimlerine verdiği addı. Beni hep ya yanlış anladı ya da hiç anlamadı. Beni hiçbir zaman sahiden ben olarak görmedi ki. O zaman kimdi annenin sevdiği? Bende ben olmayan birini, hatta bir şeyleri sevdi. Sonra beklediklerini bulamadıkça duyguları nefrete dönüşmeye başladığı zamanda ne yazık ki gene ben değildim nefret ettiği kişi. Beni tanıyarak, bilerek, görerek sahiden ben olan benden nefret etseydi, inan buna bile sevinirdim ama öyle olmadı.
"Vasatı yüceltirken, iyileri ıskalıyoruz..." Cümlesi çağımızın temel sorununu dile getiriyor...
" İyi " herkes için değildir zaten
Mediocrité partout.
Zarf fiil ekinden sonra virgül atılmaz, Güzel İnsan😊😊 Yüklem varsa üç nokta konmaz.
Vasat orta demek
@@kimediyomben 👏👏👏
Sondaki kısmı tekrar tekrar ama zar zor seyrettim.
İnsanın kendi duygulanımlarına anlam verememesi ve kendi gözyaşlarıyla yüzleşirken "çok saçma" demesi tam da edebiyata, felsefeye ve bu seriye niye ihtiyacımız olduğunun göstergesi.
Çok sağ ol Aytuğ...
Oruç Aruobayı başkasının ağzından ilk defa dinledim. İntiharın öncesinde sarf edilen sözler cidden içimde ürperti uyandırdı. Aytuğ gece gece duygulandırdı bizi...
Hiç böyle bir son beklemiyordum :( böyle bir "gerçek" ile kapanış... Sahiden gözümüzün önüne gelen, eli titreyen bir baba.. Gece gece sahiden tokat yemiş gibi hissederek yazıyorum. Hem anlattın, hem de ikna ettin bizi. Teşekkürler.
Siz anlatmasanız yılmazdan da şiirinden de haberim yok, mis gibi sosyal medya inzivası kurmuşum be!
Hahahaha, ben de aynıyım :)
Aynen 😉
Benim de yoktu
tamam gundemi en takip etmeyen sensin
@@mehmetpiskinn :D
Bir adamın şiir okurken ağlayabildiğini gördük, dünya hala yaşanabilir bir yermiş meğer. Teşekkürler...
Hislerini çok güzel bir şekilde yazıya döken birisinin yazdıklarını, empati yeteneği yüksek birisinden dinlettirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Dinlerken çok duygulandım. Oruç Aruoba'yı da çok sevdim.
'"Ağlayan birini seyretmek ağlamaktan daha çok acı veriyor.' '. ilginç varlıklarız vesselam.
Teşekkürler.
"Tanınmak. İnsanların hele yakınlarımın beni tanıması, yaptıklarımı görmeleri, ne yaptığımı anlamaları... Bak sevmesi saymaları demiyorum. Amacım da birçoklarının yaptığı gibi hak etmediği bir sevgi bulmak, layık olmadığı bir saygı görmek değildi. Beni ben olarak tanısınlar bilsinler istiyorumdum. Ama beni tanımalarını en çok istediğim insanlar, beni en çok yanlış anlayan insanlar oldular." Bu cümleleri okurken Aytuğ ile birlikte ağladım 😓
O kadar hazırlıksız yakalandım ki o mektuba ve okunamayan dakikalara :/ ❤️
Yapayla başlayıp gerçekle bitmiş. Bence bu bölüm başlı başına bir eser olmuş. Bu bölümdeki samimiyet ve cesaretinizden dolayı emeği geçen herkese teşekkür ederim. Neyi sevdiğimi tekrar hatırlattı 🙏🏻
Yılmaz Erdoğan'ın saçma şiirinin gömülmesine gülerek başlayan ve sonlara yaklaştıkça git gide açık kalan ağzıma sıçılan bir bölüm için teşekkürler Aytuğ...
"Sanat bir tokat gibi çarpmalı" sonuna kadar katılıyorum
Herşeyin meli malılı bir şekilde sürekli sınırlandırılmasını sevmiyorum. İyiki sınırların dışına çıkan insanlar var da hayatta yepyeni şeylerden keyif alabiliyoruz. Yılmaz Erdoğan'dan bahsetmiyorum bu arada :)
Ben de
Baba; öldüğün sene oturmuş, bahçedeki erik ağacından erik toplayıp bir rakı sofrası eşliğinde yemiştik. bana "şu ağacı buda, çok dallanıp budaklandı, meyvesi küçük kaldı" dedin. Öldüğünün ertesi senesi ağacı budadım. çok güzel erikler verdi ve ben yiyemedim. döküleni topladım ve artık ağaç tepesinde çürümesinler diye topladım. ermiş artık yeşil canerik olmaktan çıkmış kilolarca eriği ne yapacağımı düşünürken doldurduğum bizim şarap bidonlarına ve fermente ettim süzdüm ve kaynattım. anason tohumuyla bir daha kaynattım. inanmazsın ama yaptığım en iyi damıtma oldu. senin namına bir masa kurduk ve arkadaşlarınla içtik. belki de yanına gelen arkadaşların çoktan söylemiştir bunu sana.
Bir yandan iş yapar diğer yandan dinlerim diye açtım ama 2.dakikada ekrana çakıldım üstad tebrik ederim
Şiiri yağmuru izleyenler değil elini ateşe sokanlar yazsın
Ne güzel konuştum be adam ne güzel.
Aytuğ o kadar içten, o kadar gerçeksin ki daha şiirin başında bende ağladım.
Sadece edebiyatçı değil insan gibi insansın.
Yolda karşılaşırsak, Sevgi gösterime maruz kalacaksın.
Sakın şaşırma.
Aytuğa yazılmış bir şiir gibi adeta
Sana sadece teşekkür etmek istiyorum Aytuğ. İçimdeki beni anladığını , hiç tanışmadan bile anlaşıldığımı hissettirdiğin için teşekkür ederim.
Yazar burada ne demek istemiş bölümlerine bayılıyorum. Daha sık olsa keşke.
"Baharı minibüs camından kokladım bu sene"
Latife Tekin
16:38 'den sonra göz yaşlarımı tutamadım :( duymak istediklerimi, duymak isteyen birinden okumak ya da dinlemek o kişi ile hiç tanışmasam bile bir bağ oluşturuveriyor içimde ona karşı, sanki bir oluyoruz aniden.
Bu günün " Dünya Şiir Günü " olduğu hatırlatması da benden olsun...
Oruç Aruoba'nın kızına yazdığına benzer bir şeyleri ben de boşandığımdan beri yazmaya niyetlenip vazgeçiyordum sürekli. Nihayet nasıl bir şey yazmam gerektiğine karar verdim. Çünkü gün gelecek kızım bana olmasa bile hiç olmazsa kendi kendine "babamla annem neden boşandılar ki?" diye soracak. En azından bu sorunun cevabını yazmalıyım. Kızımla aynı evin içinde olup onun büyümesini izlemekten, onunla her sabah kahvaltı etmekten, ona kitaplar okumaktan, onunla şarkılar dinleyip dans etmekten, en sevdiğim filmleri ona da izletmekten ve kızımla beraber yapmayı hayal ettiğim daha onlarca şeyden neden vazgeçmek zorunda kaldığımı anlatmalıyım kızıma. Teşekkür ederim Aytuğ.
Çok üzdün beni ya 😣 güzel kardeşim aynı durumu yaşıyorum, aynı acıları çekiyorum. Sabır edeceğiz, güçlü olacağız... O kız bizim kızımız; kızlar babasını asla bırakmazlar ve ömürleri boyunca severler... Sabret kardeşim 🙏🙏🙏
Neredeyse 25 yıl oldu. Cevabını istemediğim bir soru.
Bu genç arkadaşımda çok yalın bir pırıltılı var . dinletiyor, izletiyor. Tek başına.
''İskelenin altına sığınan deniz
bırak artık saklanmayı
savaş gemileri çoktan geçip gitti''
''Şiiri kim yazsın biliyor musun? Yağmuru izleyenler değil, elini ateşe sokanlar yazsın, gerektiğinde felaketlere de hayranlık duyanlar, kendisiyle yüzleşmekten korkmayanlar yazsın. Geceleri kabus görenler, uyuyamayanlar, inleyenler yazsın. Babasının sevmediği kız çocukları, annelerini sevmeyen erkek çocukları yazsın.''
Bir zamanlar Türkiye'de şiir:
İnsan parasını kaybedince fakir,
Özgürlüğünü kaybedince esir,
Aşkını kaybedince şair olurmuş. (Özdemir Asaf)
Keşke gelseydi de Yılmaz Erdoğan bu şiiri yazmasaydı
Bu da vasat.
Bom boş
@@tekoteko3274 :D
@@pinhan4145 :D
Gece gece sevdiğim oruç aruobanın yazısı beni de çok etkiledi...samimiyetin ve bize kattıkların için teşekkürler.
Hayatın hiçbir amacı yok gercekten. Ben bunu 3 ay evvel annemi kaybedince anladım. Annemle büyüdüm, kendince sevdi beni, herkesin eksikleri vardır ama anneydi işte. Ben de onu çok sevdim. Büyüdüm bir gün, üniversiteye gittim, ufkumu elimden geldiğince uzaklarda, açık gökyüzünde tuttum, yeni şeyler öğrendim, hayrete düştüm. Aşık oldum, terkedildim, terkettim, sevdim, sevildim. Mutlu oldum, mutlu ettim, mutsuz ettim, mutsuz edildim. Sonra bir gün hala oldum, teyze oldum. Çocuk sevdim, çok sevdim. Sonra bir gün evlendim, mutlu da oldum hüzünlendim de. Anne olmak istedim, kolay olmadı, acılı süreçler oldu. Karamsarlığa düştüm, mutsuz oldum yine, haykırarak ağladım. Sonunda bir gün anne olacağımı öğrendim, içimde bir insan büyüttüm, hareketlerini hissettim, ruhumu hissettim, sevgimi dağlara taşlara yazsam yetmezdi, çok sevdim daha görmeden. Doğurdum, anne oldum. Mutluluktan uçtum. Sevdiğim adam baba oldu, bu çok sevdiğimiz çocuk dünyayı etrafinda döndürdü.Annemi anneanne yaptım, oğlum daha 8 aylıkken anneanne dedi ve anneannesini çok sevdi. Sonra bir gün oğlumun ilk doğum gününde, annem artık annem olarak yaşamaya devam edemedi gitti bu dünyadan. Ben kanatlari kopartılmış bir kelebek gibi kaldım, uçamadım hayallerimde, sevgimle ve mutluluklarimla. Boğazdaki yumru klişesine ben de kapıldım o yumruyu şimdi her gün ben de hissediyorum anne dedikçe oğlum bana. Ben bir anneyim, annesiz bir anne. Ölümün olduğu yerde, sahiden hayatın bir amacı yok muydu? Benim tüm bu yaşadıklarım, hissettiğim büyük büyük duygular, sevmelerim, sevilmelerim, ağlamalarım, gülmelerim, nefret etmelerim, yeniden nefret etmelerim, affetmelerim, terk edilmelerim, mutsuzluklarım, mutluluklarım...? Bir anlamı yok. Bu yaşanan her şey, dünyada sadece tek bir insanın yaşadıkları, ben de ölünce yok olacak. Peki neden yaşadım bunları bir amacı yoksa? Tüm bu hayat neden yaşanıyor? Neden yaşıyoruz kimse bilmiyor, bu hiçlik ve amacsizlik hissi en sevdiklerinizden birini kaybedince sonsuz bir deliğe dönüşüyor içinizde, tıkayamıyorsunuz.
Geç olsun güç olmasın, hayatın amaçsızlığının farkında olma konusunda yalnız değilsiniz. Bu amaçsızlığı da yeniden anlamlandıracak olan yine sizsiniz. Hiçlik ve amaçsızlık hissi kaybetme duygusuyla ilgili ortaya çıkabilir ancak doğrudan bir ilişkileri yoktur. Bu farkındalık düzleminde kurulacak olan tüm anlamlar konusunda serbest olmak da gayet iyi bir şey. Hatta insan hayatında bu farkındalığın yarattığı kadar özgürleştirici bir durumun olmadığını düşünüyorum. İnsan olmanın getirdiği tüm sefayı da cefayı da çekeriz ve bunları yaşadıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi de devam edebiliriz çünkü her anda kendimizi kendimize göre anlamlandırma ihtiyacıyla varolageliyoruz. Ve tüm varlıklar neyse o, bizim dışımızda. Biz ise kan ve fikrin düzleminde savaşan varoluş halleriyiz sadece.
Hayatın amacı hayatta kalmak derler evrimciler ben pek inanmadım başlarda buna ama her kendime baktığımda aslında duygularımın bi aldatmaca olduğunu aslında bir şeyi kaybettiğimde ondan artık faydalanamayacağın için üzüldüğümü farkettim aslında hep kendim için yaşamıştım ve hep kendim için yaşayacaktım yani hayatın anlamının var veya yok olması aslında insanın tutnacak dalının kalmadığında kendine dal aramasından başka bişey değil .
Eski bir deyiş şöyle der: "Onu kaybettiğim için üzülmüyorum, bir zamanlar ona sahip olduğum için çok mutluyum."
@@storykel4551 güzel bir ifade. Ben de annemin sevgisinden faydalanamayacagim ve onun sesini duyamayacagim, opemeyecegim, beraber laflayamayacagimiz icin sanırım üzgünüm. Yine kendimle ilgili tüm bu olan biten. Güzel ozet, insanoğlu yasayabilmek hayatta kalabilmek icin bencil olmak zorunda. Her türlü duyguda hem de..
@@giesran çok hoş ve vurucu.
aytuğ bey, ne kadar duygulu, ne kadar dertli, ne kadar güzel bir insansınız
duygulu ve dertli insanları güzel insanlar olarak mı görüyorsunuz? o zaman çok şanslı bir ülkede yaşıyorsunuz...
Şiirden beklentim:
"Ya anlatacak dinleyene bir derdi,
Ya uyandıracak uyuyan her ferdi."
9 nisanda ankarada, dışarda kar yağarken pencerenin yanında izledim bu videoyu. elimde sıcak çay ile içerden romantik, dışardan soğuk ve çetin bir hava. tıpkı vurguladığınız gibi. internet, teknoloji vs bir şekilde buluşabiliyoruz ya sizinle, teşekkür ederim... karısı yazarı tanıyamamış ama ya ben kendimi, hayatı tanıyabiliyor muyum acaba... sevgiler...
Erik olayı ağlattı. Bu olay çocukların saf ve insanı “bunu hakedecek kadar ne yaptım.”dedirten teveccühlerine bir örnek.
Dandik bir işi eleştirerek zaman kaybedilmesine karşıysam da, bu program da, zaten kafamda çok geçen bir sürü aidiyeti mekanizmasını düşündürdü bana, yine;
“Statü kazanma meselesi”
Sürümüz bizim için olmazsa olmaz bir hayatta kalma alanı ya,
işte o alanda ne kadar çok takdir ve kabul görürsek ölümden o kadar daha uzakta olduğumuzu sanıyoruz, sanırım🙈
Yılmaz Erdoğan gibi benim de çok sevdiğim eserleri, bir karşı çıkış tavrı olan bir sanatçının kendisinden beklenmeyecek dandiklikte bir şiir yazıp, buna bir de klip çekip ortalara salmasını başka türlü açıklayamıyorum!
Oruç Aruoba da “sürüsü” tarafından takdir edilmek istemiş her insan gibi, ama aslında hiç sevmediği bir sürüye fazla teslim de olmamış anlayabildimiz kadarıyla, Yılmaz Erdoğan’ın aksine...
Programa emek verenlere teşekkür ederim.🙏
Dinlerken çok duygulandım. Oruç Aruoba'nın hissettiklerini ciddi anlamda duygularını empati ile bize aktardınız.
Ne yorulum yapılır ki, yüreğine sağlık.
bu adam cok iyi ya. tek yorumum bu olcak. elestiri yapmaya bile gerek gormuyorum bu adam icin. elestiri yapmamak karsidaki insanin kibrini arttirir ama bu adamin konustugu bir kelime bile bosluga gitmiyor. harika bir program. tesekkurler ilker bey boyle bir is icin.
Aynen ya... Cidden öyle...
Oruç Aruoba'nın Zilif kitabı sanırım bu videodan sonra merak eden benim gibi insanlar tarafından yeniden basılması talebi üzerine Sel yayıncılık tarafından basılmış. Bu kitabı okuduğunuz ve bize de gösterdiğiniz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız...
Eski kız arkadaşıma hediye etmiştim. Bide arkasına bi şiirde ben karalamıştım. Hayat işte...
Cok etkileyici bir bolum oldu bittikten sonra bile bes dakika telefonun bos ekranina baktim. Siirlerin hep duygularin cekilmis fograflari gibi oldugunu dusunurdum ama siz siiri elini atese sokabilenler yazmali dediginizde anladimki duygu nekadar gercekse siir okadar siir oluyomus .
Giden, kayan sadece şiir değil, tanıdığımız hayatın kendisi.
Gelen, yerleşen yeni hayat post modern olan. Biz artık yokuz.
yılmaz erdoğanın çok güzel şiirleri vardı herhalde parayı bulmadan önce yazdığı için güzeldir. Kendisinin çok sevdiğim bir kaç şiiri var hele ankara şiiri o zaman just protesti şimdide just soft ayarı yok.
Beni Oruç Aruoba gibi bir yazarla tanıştırdığın için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şiir dediğimiz şeyin farklı canlıların birden fazla şekilde, birden fazla pencereden bakmasıyla varolduğunu düşünüyorum. Şairi ve şiiri elle tutulur ve tek bir kalıba sokulur hale getirmemeli, değişkenliğini ve çeşitliliğini kabul etmeliyiz. Şiir tokat etkisi yaratma gayesinde olmak zorunda değildir, şair yaşanılan herhangi bir ağırlığı, bir olayı ya da bir ideolojiyi temsil etmek veya bu eksende dolanmak zorunda da değildir. Her ne kadar bu bahsettiklerim çok etkileyici olsa da, şiirin yalnızca realizmin, distopyaların ve sosyalizmin etkisinde olması oldukça tekdüze olacaktır. Bahsettiğin elini ateşe atan bütün yazar ve şairlere büyük hayranlık duyuyorum fakat Yılmaz Erdoğan'dan ve bence cidden kötü şiirinden tamamen bağımsız olarak söylüyorum, doğa güzellemelerini klişe diyerek geçmenin şiirin doğuşuna ters olduğu kanısındayım...
Haklı ifadeler. Teşekkür ederim, aklı başında bir yorum gördüm nihayet.
Hisslərimi kimsə məndən əvvəl sözə çevirib,həmin o sizə təşəkkür👍👍👍
'Benden nefret ettiğinde bile, nefret ettiği ben değildim'
"..."
-İlker Canikligil
Sanmıyorum
ahahaha
Bende geleceğin şairi olma yolundayım çok büyük bir şair olacağımı düşünmüyorum bu bir hobi benim için şiir yazmak kendimi geliştirmeye çalışıyorum ve bu videolar sayesinde daha gelişiyorum iyi ki varsınız❤ flu tv ye katkı sağlayanlar için teşekkürlerimi sunuyorum ... bu tür yararlı bir kanalın olması çok büyük izleyiciler için şans olmalı tekrardan teşekkürler şiirle ilgilenmek isteyenlere bir yardım katkısı sunduğunuz için
Şiirle ilişkim İlker hocam gibi ama videonun sonunda adeta yamuldum,nasıl bir içselleştirmedir o
insanın çekinmeden duygularını ifade edebilmesi , gösterebilmesi ne güzel ne ulvi bir şey. sevgiler...
Enfes bir bölüm olmuş, emeğinize sağlık. Mektup bölümünde bende duygusallaştım gözlerim doldu, hakikaten etkileyici bir içerik. 15:56 için minik bir yorumum olacak nacizane, çok iyi bir conflict olduğu için dikkatimi çekti. Burada Aytuğ'un söylediği gayri ihtiyari cümleler hayatta kalma güdüsü kaynaklı dışarıya karşı zayıflık algısı oluşturmamak için istem dışı yapılan bir tür savunma. Okunan mektubun içeriğinde kendini ifade edememiş olan birisinin isyanı var. Muhtemelen benzer duygular paylaşıldığı için şair ile çok iyi empati kuruluyor. Ancak içerikteki dolaylı intihar vurgusu ve ağlama eyleminin diğerlerinin üzerinde yarattığı zayıflık algısı korkusu birleşip üst seviye bir tehdit oluşturduğu için hayatta kalma güdüsü kendisini o an aktif ediyor.
Sosyal medya gündemimi yaratmıyor. Kendi gündemimi kendim yaratıyorum. Bunun değerini bugün sayenizde daha da iyi anladım :)
çağın temiz ve samimi kalmış nadir insanlarındansın aytuğ. en azından bize yansıttığın kadarıyla bunu gördüm. ilker bey'e, sana ve ekip arkadaşlarınıza, emekleriniz ve sunduğunuz kıymetli iş için teşekkür ediyorum.
deger verdigim, fikirlerine ve kendisine saygi duydugum guzel insan...
Şiirin bambaşka bir tınısı vardır. Gerçekten onu hissetmekle ilgili. Bazı şiirlerin bir anda böyle parlatılması da günümüz ilişkilerinin o yüzeyselliği ile ilgili. Yine de bir yerlerde aynı hissiyatın paylaşan, hatta insanı derinden etkileyen duyguların birileri tarafından hissetilmesi onu okurken içinden geçmesi biraz olsun teselli ediyor.
'Şiir ..." deyince ağlayan bir ben olmadığım ve geç de olsa fark ettiğim siz, gençlik adına umut oldunuz. Teşekkür ederim.
bu adamı niye 20 dk konuşturusun ki bırak sabaha kadar konuşsun
Oruç Aruoba'nın mektubunun bu parçasını Aytuğ Akdoğan'dan dinlemek... Tekrar tekrar dinlenesi... Aytuğ Akdoğan kendi hissettiklerini, mektubun vermek istediği duyguyu ve mesajı yaşattı bize adeta. Teşekkürler
İyi şiirden;
"ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları."
i.özel
Kaliteden bahseden kaliteli birileri... Işte bana hitap eden bir kanal daha...
fakat herkesin birbirini pohpohladığı, yıkayıp yağladığı bu zamanda o kadar şaşırdım ki böyle bi ayara, işte bu ya...
herkesin ne kadar güçlü olduğunu gösterme yarışına dönen ve ağlamanın da en büyük küçüüklük göstergesinin sayıldığı bu dünyada böyle içten olman harika dostum
o kadar isterim ki bir gün videolarınızda Arkadaş Zekai Özger’e veya Hüseyin Avni Dede’ye denk gelmeyi... bu hızlı ve soğuk dünyada, ruhumuza denk gelebilen şeyler kattığınız için teşekkürler...
Hayatın anlamı hayatta bir anlam aramayı bırakmaktır, mutluluğu aramayı bırakmak gibi sadece yaşamak.
İş yerinde izlemek gibi bir hataya düştüm. Evde izleyip rahat rahat ağlamak vardı şimdi (:
Eve gidince tekrar izleyeyim ben en iyisi.
Sizi o kadar iyi anlıyorum ki. Okurken düğümlenen boğaz, gözden istemsiz akan yaş.
Ne güzel gömmüşsün be. Tebrikler. İçim rahatladı.
İkinci izleyişim ve sona doğru o duygu yüklü haliniz yine benim içimi ürpertti. Çok güzel bir insansınız Aytuğ Akdoğan
Ah samimiyet ne güzel.
Gözyaşlarını esirgemeden paylaştığın için teşekkür ederim Aytuğ Akdoğan. 🧡
Flu TV'de senin hızında, hislerinin yoğunluğunda ve tane tane anlatımında başka biri yok. Çok özel ve çok güzel bir insansın. Var ol. 👏🧡
Hayatın anlamı ne? Eşinle ve çocuğunla manoton ama mutlu bir hayat yaşarken flu tv de Aytuğ Akdoğan'ı dinlemek. 50 yaşından sonra yeni yazarlari ve kitapları tanımak. Siparisini verdiğin Sürgün kitabının gelmesi, en kısa sürede okunmak için okuma listesine alınması...Teşekkürlerimi sunarım.
Uzun zamandir boyle guzel ve samimi bir metin duymamistim, huzurla uyu Oruc Aruoba...
Şükrü Erbaş benim için bir numaradır, Yılmaz Erdoğan'ın sevdiğim şiirleri de var mesela Ankara şiirini çok seviyorum.
Video başında akla istemsiz gelen Serdar Ortaç'ın "Aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi, hareket edemem" sözleriyle, ciddi konuların bu kez konumuz olmayacağını düşünüp yer yer de güldüm, kahkahaya da dönüştü bu gülmeler. Fakat ilerledikçe yine her videoda olduğu gibi düşündük, düşündük, düşündük. Sonlara doğru ise boğazımda tomurcuklanan hıçkırıkları yutup sesinize odaklandım. Eğer kendinizi durdurmasaydınız ve videodan bir parça kesmeseydiniz, bilmem daha ne olurdu ekrana bakan bunca gözde. Bu programın uzun ömürlü olması dileğiyle.
"Sanat bir tokat gibi çarpmalı" Sondaki mektup gibi...
ne ara 13 bölüm oldu ya, hocam daha fazla görmek istiyoruz sizi
Güzelim şairlerin dizeleri bardak altlığı olmasın başka bir şey istemem çok iyi bölüm iyi ki varsın aytuğ
"Edebiyat dediğin tokatlamalı insanı" gerçekten de öyle, videodan sonra kendime gelemedim sözün hakkını verdi
Offff.. Oruç Arıoba.. nasıl severim.. Mektup beni de ağlattı..
Senin de kesmek veya yeniden çekmek yerine böylece atman videoyu..
İyi ki varsın.. Belki bir gün kısa bir şiirimi atarım.
"Önyargılar zaman kazandırır" "çiçekler neden güzeldir" çok iyi
Bölüm sonu en güzel kısmıydı. Yüreğinize sağlık..
kendi kendime karalıyorken sizden “şiiri babasının sevmediği kız çocukları yazsın” lafını duyduktan sonra daha bir umut doldum nedense. sanırım bunu söylemenizin nedeni bazı duyguları, yaşamı, baba yoksunluğunu gözlemlememiz değil de tam da ortasında en acı haliyle yaşıyor oluşumuz. bu acıyı tatmak o an bize hiç iyi gelmese de, bir bakıma ilham oluyor ve hissettiğimizi kağıda aktardığımızda onu okuyan da bizi anlayabiliyor sanırım.
okuyabilir miyim biraz ?
Babasız Kızlar Balosu şiirini okumadıysanız tavsiye ederim. Yanlış hatırlamıyorsam Aytuğ'un yaptığı programlardan birinde okunmuştu.
Sylvia Plath, Nilgün Marmara aklıma gelir hep "baba" "kız çocuğu" ve "şiir" kelimelerini aynı cümlede duyunca.
kitabınız varsa almak isterim bi yerde paylaşıyorsanız linkini bırakırsanız sevinirim
Buralarda görülmeyecek kadar samimisiniz. Hep denginizle karşılaşın dilerim. / İlker Canikligil, şu tuhaf günlerde deniz feneri gibisiniz.
Şahanesin sevgili arkadaşım ! Uzun zamandır geleneksel medyadan uzağım. Ve RUclips'da bolca zaman geçiriyorum. Pek çok başarılı ismi, daha ilk günlerinden beri takip ediyorum. Seni de ortalarda yakaladım diyelim. İlker ve senin gibi başarılı insanlara söyleyecek bir sözüm var, hatta geç kalmış olduğu için özürü borç bilirim : Sizi çok beğenenler yorum yapmaz. İzler bravo der geçer. Aşağıdaki yorumlara bakmıyoruz bile. Çapın ne kadar düşük olduğunu bildiğimizden artık reflex oldu bakmamak. Ve fakat arkadaşlarımıza da ne kadar etkileyici olduğunu dilimiz döndüğünce anlatırız. Yorumlarında yerenler, 13 yaşında ergen yetme yada çift basamaklı iq sahibi problemli insanlar. Bu yüzden her kötü yorum geldiğinde, kıçını yıkamayı bile bilmeyen bir ergen olabileceğini unutmayın. Sizi seviyoruz. Kaliteli, gerçekten kaliteli işler o kadar çoğaldı ki! Çok umutluyum bu yüzden. Zaten umut ölürse insan ölür derler. Şiirime burda son verirkene... Eh be grup vitamin, göremedin bu sarkastik günleri. Sevgiyle dostum!
En cesur ve en doğru tespitler olmuş
Bu eser bir insan zihninde dolaşıp duran sözcüklerin kalemle kağıda aktarılmasıysa, benim de bir insan olarak payım var mı bu muhteşemlikte?
İyi ki varsınız.
Ne güzel söz; “hayatın anlamı aslında anlamsız oluşu!
Herşey güzeldir ,daha güzelini bulana kadar .ve herşey kötüdür daha kötüsü olana kadar ...
"..Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal'am onu kal'a kılan benim
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.."
- İsmet Özel
Hissettiklerimi hisseden başka birilerinin olduğunu görmek hem mutlu etti hem hüzünlendirdi. Sonu cok güzeldi.
Bildirimlerin en güzeli....
Dakika 1 koşarak şiiri açtım, şiir dakika 1 hızlıca kapattım. Nasıl yaa diye gelip dakika 5 beğene basmak zorunluluğu... Bu arada süper adam İlker Hocam, hayatımda uyguladığım isimsiz bir şeye gene isim koydun, Ön yargılar zaman kazandırır... Bu 3 noktada senin için...
Ben o nazı çekemem
Günaha giremem
Kötü söz edemem
Aşk bu kızılötesi
Yaralı müzesi
Hareket edemem!
Gerçekten severek izlediğim bir anlatımız var. Sanki ekranda değil de karşımda oturmuş anlatır gibi. öyle içten öyle samimi. Bu arada Zilif'ten bir bölüm okudunuz şu an sahaflarda son kalan Zilif'ler de satılmış. sadece bin tane basılması içeriği bakımından çok özel ama isteyenin ulaşamıyor olması da üzücü. Ne diyelim sağlık olsun.
Ağlamanı mümkün oldukça bastırma lütfen...
Evde ağlar :) kişisel duygu boşalmalarını tüm izleyenlere gösterecek değil gayet farkında güzel toparladı ama belki bu duygu gerekliydi bazılarımıza..
@@emirhanylmaz1955 farkındaysan bu bir canlı yayın değil kayıt video...
@@sema-kc4jo ağlamasını bastırmasaydı bugün ben de kütüphanede ağlamış olacaktım :D
Flu TV 'nin üretip yayına koyduğu en değerli video olmuş , minnettarım , saygılar sunarım.
İzlediğim en iyi FluTv bölümü!
Hayat ağır.
Hafifletmek için dökülen dertler bazen
Hikaye olur bazen şiir
Bazen ağıt.
Şiir konusundaki hassasiyetimi ziyadesi ile ifade etmişsiniz teşekkür ederim
İçtenlikle söyleyebilirim ki severek takip ettiğim kişisiniz. Mektubu okurken kendinizi tutamadığınızda, içim ürperdi. Umarım bir gün karşılaşırız. Size karşı büyük saygı besliyorum.
Sevgili kızım;
Zorlukla yazıyorum, elim rahatsız titriyor onun için yazım çarpık çurpuk oluyor kusura bakma. Anımsıyorsundur senin için ‘benim kızım insan olacak’ demiştim. Sen benim bu sözümü o anda beynine kazımış ama yüzüme de hayretle bakmıştın. Yüzümde bir hüzün bir üzüntü görmüştün. Şaşırmıştın pek bir anlam verememiştin buna. Sen buluşabildiğimiz ender günlerden birinde bana gelmiştin. Yaz başıydı, ben bahçede oturmuş rakı içiyordum, sen de galiba mutluluktan koşuşturup duruyordun. Sana yarı şakayla ‘hadi bakalım bana erik getir’ demiştim. Koşup gitmiştin bahçede bir erik ağacının olduğunu biliyordun. Epey sonra kan ter içinde geri gelmiştin. Elinde manavdan harçlığının son kuruşuna kadar vererek aldığın eriklerle. Ağaçta erik yoktu ama baban senden erik istemişti. İşte seni insan yapanda buydu. Artık bu yaşa geldiğine göre öğrenmişsindir, öyle insanlar var ki babaları onlardan erik istese gidip şöyle bir bakıp ağaçta erik yok diyebilirler. Ama sen bütün erikler Kaf dağının ardında olsaydı da Zümrüdüanka kuşu bulup sırtına biner yola koyulurdun. Aslında yalın bir şeydi bu senin için, öyle büyük sözcükler falan gerektirmeyecek, hatta hiçbir şey söylemeyi gerektirmeyecek kadar yalın bir şey. Baban senden erik istemişti o kadar. Sana şimdi o kadar çok şey söylemek istiyorum ki hiçbirini doğru dürüst söyleyemiyorum. Kusura bakma yazımda gittikçe bozuluyor. Yıllar sonra sen büyük bir insan olduğunda eline geçecek bu küçük defter babanla ilgili uçucu birer anı olarak kalmış bazı olayları benim gözümden görebil diye. Gene de çok garibime gidiyor, sana büyük bir insana söylenecek sözlerle yazmak. Ama kendimi zorluyorum seni o yaşında görmeye, sana öyle bakıp yazmaya. Biraz önce dışarı çıktım, yürüdüm, denize baktım. Pek hüzün vermedi bana. Artık çıkıp gideceğim bu dünya pek bir şey vermedi bana. Hoş ben de ona pek bir şey vermedim ya. Ama başlangıçta öyle değildi. Gençliğimde ben de coşkuyla tutkuyla atılmıştım hayata. Anneni sevmiş, işimde de başarılı olmak istemiştim. Sonra biliyorsun işimi de anneni de kaybettim, her şeyimi. Coşku tutku dedim, bu duygularla şunu isteyerek giriştim hayata. Tanınmak, insanların hele yakınlarımın beni tanıması, yaptıklarımı görmeleri, ne yaptığımı anlamaları. Bak sevmesi saymaları demiyorum, amacımda birçoklarının yaptığı gibi hak etmediği bir sevgi bulmak, layık olmadığı bir saygı görmek değildi. Beni ben olarak tanısınlar bilsinler istiyordum. Ama beni tanımalarını en çok istediğim insanlar, beni en çok yanlış anlayan insanlar oldular. Bak sakın sen de yanlış anlama, sızlanıyor değilim hiçbir şeyden yakınmıyorum davacı değilim dünyadan. Bunları yalnız senin için, şimdi sana yazıyorum. Başka kimseye söyleyecek sözüm yok. İşte hep buydu olan. Annen beni gerçekten sevdi biliyorum ama neydi bu sevgi? Onun yalnızca daha önceden edinmiş olduğu bakış biçimlerine verdiği addı. Beni hep ya yanlış anladı ya da hiç anlamadı. Beni hiçbir zaman sahiden ben olarak görmedi ki. O zaman kimdi annenin sevdiği? Bende ben olmayan birini, hatta bir şeyleri sevdi. Sonra beklediklerini bulamadıkça duyguları nefrete dönüşmeye başladığı zamanda ne yazık ki gene ben değildim nefret ettiği kişi. Beni tanıyarak, bilerek, görerek sahiden ben olan benden nefret etseydi, inan buna bile sevinirdim ama öyle olmadı.
Haberturk yorumuna öldüm. Haklı insanlar ne güzel görünüyor yahu!