Yayınlanalı uzun süre olmuş, yeni izledim. Vallahi o kadar faydalı bir program olmuş ki... Ebubekir Sifil Hocamızın derya gibi ilmine bir kez daha şahit olduk. Çok istifade ettim bu programdan. ALLAH, Ebubekir Sifil Hocamızdan, Cansu Hanım' dan ve bu programın yapımında emeği geçen kardeşlerimizden razı olsun. Haber Türk' e teşekkür ederim...
Lütfen böyle ilim deryası insanları daha fazla görmek istiyoruz ekranlarda hele de böyle bir zamanda duyurulur kanal programcılarına lütfeennn nacizane bir fikir:((
Maşaallah, Cansu Canan Abla da boş biri değil; çoğu kişiden daha iyi ilmi, malumatı var... Ayrıca çok saygılı ve edepli; ALLAH' tan bahsederken, "ALLAH u Teala"; Peygamberimiz' den bahsederken, "Efendimiz, Aleyhissalatu vesselam" tabirlerini kullanıyor. ALLAH razı olsun...
Kasas Suresi 7.ayet;Mûsâ'nın annesine, "Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil'e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız" diye ilham ettik. Musa Aleyhisselamin annesi peygamber olmadigina gore,demek ki Allah (cc) diger kullarina da gaybi bildirir.
selam kardeş. incelik şurda. Allahu teala gaybı bildirdiğini Kurandan öğreniyoruz. Ama bu zamana kadar da, bu zamanda da gaybdan bilgi aldığını idda edenlere nasıl inalınır?
hyperzeko1981 gaybi bilgi aldığını söyleyen kişi,kahin veya müneccim,fal bakan gibi kişiler olursa itibar edilmez.Bu sınıfın dışında kalanlara ise bu bilgiyi nereden aldıkları sorulur tabi.Eğer bunu söyleyen kimse takva ehli olan bizim bildiğimiz hüsnü zan olarak salihlerden olduğuna inandığımız biri,zamanımızda evliya olarak tarif ediyoruz,söylediği şey gerçekleşmişse keramet kapsamında değerlendirilir.Zaten bu durumda veli bir zat, ben veliyim bakın bana gaybi haberler Allah tarafından bildiriliyor falan demez.Bunu biri diyorsa zaten o adam cahil birisi olsa gerektir bunun başka bir izahı yok.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''HERŞEY TESADÜFİDİR FAKAT TESADÜFLER TESADÜFİ DEĞİLDİR'' ANLAYIŞIMLA ASIL KASTETTİĞİM ŞEY : 1-Tabi, genel manada, Allah´a iman eden birinden beklenen söz ''hiçbirşey tesadüfi değildir'' sözüdür. 2-Elbette, en soyut manada bu böyledir, ancak bu olguya Yaradan´ın mutlaklığı açısından baktığımızda bakış açımızda bir değişiklik olur. 3-Zira, salt ''hiçbirşey tesadüfi değildir'' dersek, ''herşeyin varlığı kendiliğinden, zorunlu ve mutlaktır'' demiş te oluruz, bence. 4-Dolayısıyle, sözümüzü, bazı nüanslarla doğru bir şekle sokmamız imani bir borç haline gelir. 5-Yani, hak ve hakikat açısından, tesadüfi olmayan(=kendiliğinden olan) sadece Allah´tır.Bu nedenle, Allah´ın Allahlığı kendiliğinden, zorunlu ve mutlaktır. 6-Fakat yaratıkların varlığı, daha doğru bir deyişle, yaratıkların oluşu kendiliğinden, zorunlu ve mutlak değildir, aksine yaratılanlardır. 7-Ki, hak ve hakikat açısından, kendiliğinden, zorunlu ve mutlak olmayan bir şey, ancak yaratılan bir mümkünlük, izafilik ve tesadüfiliktir. 8-Yani, ontolojik manada, yaratıkların oluşu MÜMKÜNAT çerçevesi içinde kalır, yani olmayan bir şeyin kendi oluşuna denk getirilmesi(=tesadüf ettirilmesi)gerekir, ki o tesadüfiliği de sadece Allah mümkün kılabilir. 9-Bu demektir ki, ontolojik(=oluşsal) manada, Allah mümkünlüğü(=rastlantıyı=tesadüfiliği)yaratıyor esasen.Zira, mutlak olan birşeyin yaratılması(=mümkün kılınması=tesadüf ettirilmesi) diye birşey olmaz. 10-Ve eğer olmayan şeyler yaratılıyorsa(=olmaları mümkün kılınıyorsa), o olan şeyler, birer ontolojik TESADÜFLER YIĞINI´dır(=mutlak olmayan, oluşsal denk/rast gelişlerdir).O halde, varoluşsal açıdan, herşey mümkün kılınan RASTLANTILAR/TESADÜFLER´dir. 11-Fakat yaratıkların oluşsal tesadüfilikleri(=mümkünlükleri) kendiliğinden gerçekleşemez, zira, kendiliğindenlik sadece Allah´ a mahsustur, zorunludur ve yaratılmaya muhtaç olmayandır.O halde, tesadüfler(=oluşsal mümkünlükler) bir Yaratıcı tarafından yaratılmalıdırlar. 12-Zaten, bu nedenle, Rabbimiz, mahlukata her an müdahildir, zira müdahil olmasa, mahlukat(=mümkünlük=rastlantı=tesadüfilik) gerçekleşemez(di). 13-O halde, herşey(=mahluk halleri), oluşsal manada, birer rastlantıdır ama bir Yaratıcı tarafından yaratılan(=mümkün kılınan) rastlantılardır ve rastgele inşallah ! :) 14-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak ! Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! DOLAYISIYLE ''ALLAH´IN İNSANI ZULUMAT´TAN NUR´A ÇIKARMASI'' EYLEMİNİ ''İNSANI HAYVANSILIKTAN İNSANİLİĞE İLERLETMESİ'' OLARAK ANLAMAK ÇOK YERİNDE OLUR KANIMCA : 1-Yani, ''insanın nurlanması ya da nurlandırılması'' ibaresi ''insanın melekleşmesi ya da ölümsüzleşmesi'' anlamına asla gelmez. 2-Nitekim, böyle bir yalanı, Adem ve Havva´nın ayaklarını kaydırmak üzre, bizzat İBLİS uydurmuştur Kur´an´a göre.Yani, İblis, mealen, onlara ''SİZ İKİ MELEK OLURSUNUZ YA DA ÖLÜMSÜZ OLURSUNUZ DİYE, ALLAH SİZE O AĞACI YASAK ETTİ'' demiştir=İLK YALAN VE YALANCI=İBLİS 3-Halbuki, ''Allah´ın insanı nurlandırması'' demek, ''insanı sürüngenlikten insaniliğe ilerletmesi'' yani ''insanı daha kamil insan boyutlarına geliştirmesi/kılavuzlaması'' demektir. 4-Daha açık bir deyişle, ''insanı nefsin güdülerinin güdümünden(=zulumat´tan) kurtarıp ruhun güdümüne(=nur´a) doğru ilerletmesi/aydınlatması'' yani ''insanı daha vicdanlı ve dürüst(=ruh´lu/nur´lu) boyutlara taşıması'' demektir. 5-Dolayısıyle, Rabbim yanıltmıyorsa eğer, İMAN´ın asıl anlamı, insanın sürüngen,akılsız ve güvensiz boyutlardan daha ayakları üzre, akıllı ve güvenli boyutlara tekamül etme sürecidir.Zira, insan, sürüngen güdülerin tutsaklığından(=vahşilik, hayvansılık ve akılsızlıktan) ne kadar kurtulursa o kadar İNSAN(=medeni=insani=akıllı=vicdanlı) olur, ki bu nitelikler de, İMAN´ın olmazsa olmaz şartlarıdır. 6-O halde, ''iman etmeden önce insan olmak gerekir'' sözü çok genel manada doğrudur, ancak, tekamül süreci açısından baktığımızda, İNSANLAŞMAK(=insanileşmek) aslında, tam da, İMAN-LILAŞMAK anlamına tekabül eder bence. 7-Zira, insan, hayvansılıktan insaniliğe ilerledikçe(=tekamül ettikçe=nur´landıkça), esasta, vicdanı, aklı, insanlığı, bilinci, adalet duygusu, başkalarına güvenme arzusu, başkalarınca güvenilme arzusu, dürüstlüğü vb. hasletleri de gelişmiş olur, ki İMAN dediğimiz şey de, aslında bu hasletlerin tekamül etmesinden başka ne olabilir ki? 8-Dolayısıyle, İNSANİLEŞME(=ruh´lanma/nur´lanma) ile İMANLILAŞMA(=imanen olgunlaşma/artma/gelişme/tekamül etme) deyimlerini birbirinden soyutlamak yalnış olur kanımca, yani, İMANLILAŞMAK demek İNSANİLEŞMEK(=zulumattan nur´a yükseliş) demektir.O halde, dini terimler bağlamında, NUR´LANMA terimini İNSANİLEŞME(=insanlaşma) olarak tanımlamak gerektiği düşüncesindeyim.Ve ''insanileşme=insanlığı artma'' terimi de İMAN SAHİBİ OLMA(=güvenen ve güvenilir olma=güvenmesi ve güvenilirliği artma) deyimine denk düşer son tahlilde. 9-Bu nedenle, insanın kafir halini SÜRÜNGEN(=reptilian=aklı ve vicdanı kıt=imanı kıt), mümin halini de KUŞ(=kıyam etmiş=tekamül etmiş=ayakları üzre dinelmiş=aklı ve vicdanı artmış=imanı artmış) olarak terimlendirmekte hiçbir beis yoktur bence. 10-Son olarak, TEKAMÜL(=nur´lanma) olgusunu sembolik olarak UÇMAK olarak; uçma´yı da, tekamül sürecinin herbir basamağı olarak anlamak gerekir, yoksa, kuş gibi uçmak anlamında değil.Çünkü, zaten, alt bir tekamül seviyesinden üst bir tekamül seviyesine geçiş, bir yükseliş(=kıyam ediş) olduğu için, gelişim çizgisi açısından, alt´tan üst´te(=geri´den ileri´ye) doğru bir UÇUŞ(=yükseliş) hareketidir. 11-Dolayısıyle, son söz olarak, tekamül basamakları açısından, İNSAN NE KADAR GERİLERSE/ZULUMATLANIRSA O KADAR SÜRÜNGENLEŞİR VE KAFİRLEŞİR, NE KADAR İLERLERSE/NURLANIRSA O KADAR İNSANLAŞIR VE MÜMİN OLUR diyebiliriz rahatlıkla. 12-Vehasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''O, İKİ DOĞU´NUN DA RABBİ´DİR, İKİ BATI´NIN DA RABBİ´DİR-Rahman/17'' AYETİ IŞIĞINDA ''O, SİZİ TEK BİR NEFİSTEN(=nefsin vahidetin´den) YARATTI(=halk etti) VE KENDİSİYLE DURULUP YATIŞMASI İÇİN ONDAN(=nefsin vahidetin´den) EŞİNİ(=zevc´ini) VAR ETTİ-Araf/189'' AYETİNİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK -1 : 1-Tabi, bu noktada, ben, birebir vardığım bir sonuca değil, fakat, sonuca giden yolda, bazı noktalara dikkat çekmek isterim ve istiyorum. 2-Yani, bu ayetlere bakarak, ben, İKİ DOĞU VE İKİ BATI temel datası yardımıyle, KARŞITLIK´ın ve ERİLLİK-DİŞİLLİK´in ne olabileceği yönünde, bazı farkındalıklarımı, elden geldiğince, dile getirmeye çalışacağım. 3-Zira, Rabbimiz´in İKİ DOĞU VE İKİ BATI söylemi, varoluşun tüm veçhelerini kuşatan genel bir ilkeye mütealliktir.Dolayısıyle, en kuşatıcı genel ilke atlanarak, erillik ve dişillik´in, ana resmin hangi parçasına(=karesine) denk geldiğini açımlayabilmenin imkansız olduğunu düşünüyorum. 4-O halde, ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI NEDİR?''´den yola koyulmak gerekir.Zira, erillik ve dişillik, dolayısıyle, canlıların erkek ve dişi olarak belirmesinin de kaynağında(=en beride) bu İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilkesi olsa gerektir. 5-Bu nedenle, kimi alimler, belki de, doğu´lardan birinin ERİLLİK´e(=eril/aktif kudrete/enerjiye), diğerinin de DİŞİLLİK´e(=dişil/pasif kudrete/enerjiye) tekabül ettiğini düşünebilirler. 6-Tam bu meyanda, ruh-nefs, nur-zulumat, hayat-ölüm, vb. zıtlıklarını unutmamak ve hatırlamak gerekir.Dolayısıyle, naçizane ben, ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI'' ilahi ilkesini, temelde, uzlaşmaz zıtlıklara tekabül eden bir data olarak anlıyorum. 7-Bu nedenle de, ZITLIK mefhumu açısından, ÇİFT´LERİN YARATILMASI(=çift´erin doğdurulması) bağlamında, ''iki doğu ve iki batı'' ´nın UZLAŞMAZ KARŞITLAR´ı bildirdiğini düşünmekteyim.Zira, iki doğu´dan söz edebilmek, ancak, uzlaşmaz iki zıt´tın varlığı durumunda mümkün olabilir.Dolayısıyle, zıtlardan birinin varlığı(=doğuşu) diğerinin yokluğunu(=batışını) zorunlu kılar. 8-Fakat, ERİLLİK ve DİŞİLLİK ise uzlaşmaz zıt´lar değildir, zira, birinin varlığı diğerinin yokluğunu değil, tam tersine, birinin varlığı diğerinin de varlığını gerektirir.Yani, erillik varsa, zorunlu olarak dişillik te olmalıdır. 9-Dolayısıyle, uzlaşmaz karşıtlar(=mesela, nur ve zulumat) birbirlerini dışlarlar(=inkar ederler=bölünürler), fakat uzlaşan zıtlar(=mesela, erkek ve dişi) ise, birbirlerini tamam´larlar(=tasdik ederler=bütünlerler). 10-O halde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilkesi bağlamında, erillik´ten ve dişillik´ten önce UZLAŞMAZ KARŞITLAR(=uzlaşmaz zıtlar) var olmalıdır.İşte bu nedenle, erillik ve dişillik´i, bu ''iki doğu ve iki bat''ı genel resminin(=yaratılış´ın) neresine(=hangi karesine) koyabiliriz, ya da, koymalıyız? Bütün mesele bu, bence? 11-Zira, tüm uzlaşmaz karşıtların kaynağında olduğu gibi, nihayet, erillik ve dişillik gibi uzlaşan zıtların kaynağında da bu İKİ DOĞU VE İKİ BATI yatmaktadır.Yani, herşey, bu ''iki doğu ve iki batı'' prensibine bağlı. 12-O halde, acaba, herbir uzlaşmaz zıt´tan(=çift´ten) birini, örneğin nur-zulumat zıtlığında, nur´u eril kudret ve zulumat´ı da dişil kudret, ya da, ruh-nefs zıtlığında, ruh´u eril kudret, nefs´i de dişil kudret olarak mı addetmek gerekir? Yani, zaten, uzlaşmaz karşıt çift´erden herbiri bir UC(=kutup) olduğu için, acaba, aynı anda, bu iki kutuptan biri erilliği ve diğeri de dişilliği mi temsil ediyor? 13-Ya da, bizzat KARŞITLIK PRENSİBİ´nin(=kutupluluk´unun) ''kendini tasdik'' kısmı erilliği, ''kendini inkar'' kısmı da dişilliği mi temsil ediyor? Yani, bu şekilde, sorular daha da uzatılabilir. 14-Ama, bence, böyle düşünmek ve sonuç çıkarmak sağduyu ile örtüşmez, zira, erillik ve dişillik uzlaşmaz değil, aksine, uzlaşan zıt´lardır.Halbuki, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilahi prensibi, doğrudan, nur-zulumat, ruh-nefs, hayat-ölüm, tin-ten, akıl-içgüdü gibi uzlaşmaz zıt´ların doğuşu(=doğdurulmaları=yaratılmaları) ile ilişkilidir. 15-O halde, yaratılış daha en başta, erillik ve dişillik prensibine dayalı olamaz.Dolayısıyle, erillik ve dişillik´i, yaratılış´ın daha alt düzlemlerinde bir yerde aramak ve yaratılış resminin içinde bulunduğu kare´yi tespit etmek gerekir. 16-O halde, şimdi, tekrar, Rabbimiz´in, erilliğin ve dişilliğin kaynağına ilişkin olarak, ARAF-189´da belirttiği, NEFSİN VAHİDETİN mefhumuna dönmek zorundayız.Yani, Yüce Rabbimiz, son tahlilde, erilliğin ve dişilliğin çıkış(=orijin) noktası olarak NEFS´i(=nefsin vahidetin´i) işaret ediyor. 17-Demek ki, erillik ve dişilliği, NEFS mefhumu sınırları içinde tahlil etmek durumundayız.Dolayısıyle ve sonuç olarak, NEFS´in uzlaşmaz karşıtı olan RUH mefhumu erillik ve dişillik´ten azade bir kudret, yani, RUH´un(=ruhsallık´ın) bizatihi erilliği ya da dişilliği olamaz.Ayetin bağlamına göre, bu çıkarım kesindir, bana göre. 18-O zaman, erilliği ve dişilliği doğru bir biçimde anlayabilmemiz için, NEFS mefhumunu doğru bir biçimde anlamamız gerekir.O halde, Rabbimiz NEFS(=nefsin vahidetin) ile neyi kastediyor olabilir?
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''NEFS TERBİYESİ'' VE ''ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMAK'' DEYİMLERİNİN YALNIŞLIĞI VE BU DEYİMLERİN İBLİS UYDURMASI OLDUĞU HAKİKATİ, NAÇİZANE BENCE VE KISACA : 1-Yüce Allah, mealen ''NEFS ISRARLA KÖTÜLÜĞÜ EMREDER'' demektedir.Bir başka ayetinde de, mealen ''BUNA İNANMAYAN VE NEFSİNİN ARZUSUNA UYAN KİMSELER SENİ ONDAN ALIKOYMASIN, SONRA HELAK OLURSUN-Taha/16'' demektedir. 2-Yani, NEFS fıtri olarak sabittir ve varolma biçimi sürekli kötülüğü(=aşırılığı=hayvaniliği) emretme şeklindedir.Ve Rabbimiz, ayette, dikkat edilirse, ''NEFSİNİ TERBİYE EDEN'' demiyor fakat ''NEFSİNE UYAN'' diyor. 3-O zaman, nefs ayrı , nefs´e uyan ayrı demektir.Bu durumda nefs´e uyan kimdir? İşte, nefs´e uyan insanın RUH´udur.Zira uyulan ile uyan aynı olamaz. 4-Dolayısıyle, hem ayetler gereği ve hem de sağduyu gereği, insanın nefs´e uyup kötüleşen(=kirlenen) kısmı da, iyileşen(=arınan) kısmı da RUHSAL YANI´dır.Yani, nefs´in ısrarlı(=değişmez) baskıları karşısında, RUH nefs´e(=nefs´in aşırı taleplerine) uyup kirlenir ve böylece de ruh nefsanileşir(=nefs´in güdümünde hayvanileşir). 5-Bu nedenle, nefs(=insanın hayvani yanı) bizatihi değişmez ve sabittir; dolayısıyle, nefsin eğitimi, insanileştirilmesi ve arındırılması diye bir şey olmaz; fakat, nefs´in taleplerine boyun eğip kirlenen(=hayvanileşen) RUH´un eğitimi, insanileştirilmesi ve arındırılması diye birşey olur. 6-Dolayısıyle, kötülükte(=hayvanlıkta) ısrarlı ve sürekli olan nefs karşısında, dinsel eğitim RUH´UN EĞİTİLMESİ şeklinde olur, olmalıdır.Yani ve mesela, insanın CİNSEL İÇGÜDÜSÜ(=nefs´in/hayvanlık´ın bir şubesi) daimidir ve değişmez.Ve cinsel içgüdü, doğal biçimde sınırsızca(=ahlaki kurallardan yoksun biçimde), hem nicelikçe ve hem de nitelikçe aşırılığı emreder ve bu nefsani emr sabittir.O halde, bu noktada, nefs´in bu eğilimine uyan ve uyacak olan ya da kendini frenliyen ve frenliyecek olan insanın RUH tarafıdır. 7-Bu nedenle insanın NEFS´i(=bilinç-altı) eğitim dışıdır ve fakat insanın RUH´u(=üst-bilinç) eğitime dönüktür.O zaman, ''nefsin terbiyesi'' yalnış bir deyimdir ve doğrusu ''nefsin baskısı karşısında ruh´un terbiyesi(=ruh´un nefs´e uyma zayıflığının giderilmesi)'' deyimi olabilir. 8-Dolayısıyle fıtraten değişmez(=ısrarlı=esnek olmayan) bir nefs´i değiştirmeye ve eğitmeye kalkışmak hem ayetlerle ve hem de sağduyu ile örtüşmez(=çelişir).Zira, insanın eğitilebilir tarafı(=esnek tarafı) ruh tarafıdır. 9-O halde, NEFS EĞİTİMİ ya da NEFS´İN TERBİYESİ yerine nefs´e karşı(=nefs karşısında) RUH EĞİTİMİ ya da RUH´UN TERBİYESİ deyimlerini kullanmalıdır.Zira nefs ile(=nefs´ten dolayı=nefs üzerinden) kirlenen RUH´tur, dolayısıyle nefs´ten arınacak olan da RUH´tur.Yani, ruh nefs´e uyduğu sürece, Allah yerine nefs´e teslim olmuş olur, ya da, nefs´e teslimiyeti Allah´a teslimiyetinden önde gider.Yani, insanın Allah´a teslim olan ya da olmayan tarafı nefs değil fakat ruh tarafıdır.Dolayısıyle, insanın melekileşen(=arınan) tarafı da, şeytanileşen(=pislenen) tarafı da RUH tarafıdır. 10-O halde İNSANIN ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMASI demek, insanın nefsini eğitmesi ya da nefsini ruh´a dönüştürmesi demek olmayıp, aksine, nefse uyarak kirlenen(=hayvanileşen=şeytanileşen=zayıflayan) ruh´unu nefs´ten(=nefsin aşırı isteklerinden) arıtarak temizlemesi(=melekileştirmesi=melekelendirmesi=melekesel tekamüle tabi tutması) demektir. 12-Dolayısıyle, naçizane bence, NEFS´İN TERBİYESİ ve nefsin terbiyesi bağlamında ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMAK deyimleri İBLİS tarafından uydurulmuş deyimlerdir.Fakat, tam tersine, nefse uymakla kirlenen ve şeytanileşen RUH´UN TERBİYESİ VE RUH´UN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI diye birşey olabilir ancak.Zira, nefs fıtri olarak kötülüğü emretmekte sabittir ve değişmezdir(=fıtri bir ilkedir, yasadır), dolayısıyle, nefsin eğitilmesi ve müslümanlaştırılması(=nefs´in kendi fıtratının dışına çıkarılması) diye de birşey olmaz, olamaz. 13-Tabi, işin en doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir nihayet. 14-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ZARİYAT-49 AYETİNE DAİR YENİDEN KISA BİR BAKIŞ : 1-AYET/51-49/ : Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. 2-Kimi meallerde ÇİFT , kimilerinde de İKİ ÇİFT tabiri geçiyor.Herhalde, ZEVCEYN kelimesi çoğul olsa gerek ki, kimi meallerde İKİ ÇİFT deniyor. 3-Eğer ZEVCEYN kelimesi çoğul ise, o zaman, karşılığı normalde ÇİFTLER olur ki, bu da İKİ ÇİFT ifadesi ile örtüşür. 4-Aslında, ''herşeyi çift yarattık'' ifadesi ile ''herşeyi iki çift yarattık'' ifadesi aynı sonuç manayı verir son tahlilde.Fakat, İKİ ÇİFT ifadesi , anlamı belirtme açısından, daha etkili gözüküyor bana. 5-Yani ve mesela, ortada bir çift var(=proton-elektron, vb.) ve herbir çiftín de çifti var=İKİ ÇİFT=proton-eletron çifti ve anti proton-elektron çifti gibi.Rabbim yanıltmıyorsa, bu ayeti ben böyle anlıyorum. 6-Zira, Allah, mealen ''her(bir)şeyi çiftler(=zevceyn) olarak yarattık''' diyor.Yani HERŞEYi kelimesi, HER BİR ŞEYİ anlamına gelir. 7-Dolayısıyle, tek tek her bir şeyin çifti olmalıdır.Yani ve mesela, bir proton varsa bunun bir çifti, ve bir elektron varsa bunun da bir çifti olmalıdır. 8-Denebilir ki, zaten PROTON ve ELEKTRON bir çifttir.Evet ama çift kelimesi, esasen birşeyin aynı adlı benzerini(=ikizini) haber verir.Dolayısıyle, proton ve elektron bir çifttir ama İKİZ ÇİFT değildir. 9-Bu nedenle, tek tek, her(bir)şeyin bir benzeri(=ikiz benzeri) olmalıdır.Ayetin işaret ettiği şey de bu, bana göre.Ancak, bu noktada, dikkat edilmesi gereken şey şudur : mesela, bir protonun benzer ikizi, yine aynı yapıda ikinci bir proton olamaz, zira, o zaman ÇİFT olamaz , çünkü, aynı yapıda protondan sayısız tane var. 10-O halde, ayette, Rabbimiz, ''herbirşeyin çifti'' ifadesi ile, herbirşeyin karşıt(=zıt) yapıdaki benzer çiftini(=zıt ikizini) kastediyor, demektir.Yani, bir proton varsa, bunun karşıt çifti olan bir anti-proton da olmalıdır. 11-Dolayısıyle, bu elektron için de geçerlidir, yani bir anti-elektron da olmalıdır.O halde, mealen, ''herşeyi çiftler olarak yarattık'' ifadesi ''herbirşeyi zıt ikizi ile yarattık'' anlamına gelir ki, bu da, son tahlilde, her çifti(=proton-elektron çiftini) zıt çiftiyle (=anti proton-elektron ikiz çiftiyle=iki çift olarak) yarattık anlamına gelir. 12-Ve bu nedenle, bu ayetteki ÇİFT mefhumunu salt EREK-DİŞİ çiftine indirgemek ve sınırlamak çok hatalı olur bence.Zira, Yüce Rabbimiz, bu ayette ''HERŞEYİ ÇİFT YARATTIK'' demektedir, ki HERŞEY kelimesi, cinsiyet te dahil herşeyi kapsar , yani, ruhu da, nefsi de, cismi de, canlıyı da, cansızı da, hayatı d, ölümü de, vb. de kapsar. 13-Kaldı ki, Rabbimizin ayrıca , mealen ''O, İKİ DOĞUNUN DA, İKİ BATININ DA RABBİDİR'' ayeti de, bu düşünceyi teyit eden ve destekleyen bir ayettir.Yani, eğer iki doğu ve iki batı çiftleri(=İKİ ÇİFT) varsa, o zaman ve mesela, iki proton ve iki elektron çiftleri(=zıt ikizleri) de olmalıdır doğal olarak. 14-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''HUD-7'' AYETİNE İLİŞKİN İŞARİ YORUM DEĞİŞİKLİĞİ, KISACA : A-Ayetin Arapça okunuşu :Ve huvellezi halakas semavati vel arda fi sitteti eyyamin ve kane arşuhu alel mai li yebluvekum eyyukum ahsenu amela, ve le in kulte innekum meb'usune min ba'dil mevti le yekulennellezine keferu in haza illa sihrun mubin. B-Ayetin Türkçe meali : O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde yaratandır. Böyle iken "Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz" desen, inkarcılar "Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür" derler. ...................................................................................................................... DABBE´CE AÇILIM : 1-Yüce Allah,mealen, '' yerleri ve gökleri 6 günde yarattı ve arşı su üzerinde idi'' ibaresini kullanıyor. 2-Şimdi soru şu : Acaba, önce arş su üzerinde idi ve sonra yerler ve gökler mi yaratıldı, ya da, yerler ve gökler yaratıldığı sırada, arş(=üst) ve su(=alt) da yaratılmış mı oldu? 3-Bunun yanıtını bulmak için GÖK ve YER´in neyi sembolize etttiklerini doğru tespit emek gerekir.Benim algımca, gök terimi ÇIKIŞ´ı(=üst´ü), yer terimi de İNİŞ´i(=alt´ı) işaret eder. 4-O halde, yerler ve göklerin SEVİYElerinin yaratılması, önce yalın biçimde YUKARI ve AŞAĞI iki varlık alanının(=kudretinin) yaratılmış olmasını gerektirir. 5-Bu nedenle, önce, YUKARI VARLIK´´ ı temsilen ARŞ ve AŞAĞI VARLIK´ı temsilen de SU yaratılmış idi ve ne arş ve ne de su, henüz, yer ve gök seviyeleri şeklinde düzenlenmemişti(=yayılmamışlardı). 6-Yani, bu ayetten, ben, Allahu alem kaydı ile, genel olarak, ARŞ´ın göklerin özünü, SU´yun da yerlerin özünü karşıladığı kanısına vardım.Yani, arş göklerin ilk-tümel-potansiyel öz hali, su da yerlerin ilk-tümel-potansiyel öz hali. 7-Zira, su akan birşey ve akmak fiili yukarı doğru değil fakat aşağı doğrudur.Dolayısıyle, arş yükselen(=yukarı uçan=kuşsal=ruhsal) kudreti, su da alçalan(=aşağı akan=sürüngen=nefsi) kudreti bildirir, ki buradan da, arş´ın yükselen/uçan MANA KUDRETİ(=ruhsal enerji=ruh-beden=nur), su´yun da alçalan/akan MADDE KUDRETİ(=madde-beden=zulumat) olduğu anlaşılır. 8-Yani, ilk önce, SAF MANA KUDRETİ ve SAF MADDE KUDRETİ yaratılmıştı ve yükselen kudret(=arş) daima alçalan kudrete(=su´ya) bitişik ve üzerinde seyrediyordu.Fakat, henüz ne ARŞ 7 alt arş´a(=7 gök´e) ve ne de SU 7 alt su´ya(=7 yer´e) bölünmemişti=BÖLÜNMEZ OLAN SADECE ALLAH´TIR 9-Ve ARŞ ve SU, ilkin, 7 gök ve 7 yer seviyelerinin bitişik potaniyel bir bütünlüğü şeklinde idi, yani, potansiyel olarak, arş´ın içinde 7 gök ve su´yun içinde de 7 yer dürülü halde idi. 10-Dolayısıyle ve esasen, ARŞ´IN SU ÜZERİNDE OLMASI demek ''7 dürülü göğün 7 dürülü yer´in üzerinde olması'' demekti.Yani, Rabbimiz, arş´tan 7 seviye göğü çıkarıyor ve su´dan da 7 seviye yer´i çıkarıyor, demektir.Yani, Allah, potansiyel arş´tan 7 mana seviyesini ve potansiyel su´dan da 7 madde seviyesini yaratıyor, demektir. 11-Yani, sonuçta, 7 gök ARŞ´ın açılan basamaklarından; 7 yer de, SU´yun açılan basamaklarından başka şey olmasa gerektirler.Dolayısıyle, mealen ''YERLER VE GÖKLER BİTİŞİKTİ(=üst ve alt bitişikti/kat´lanmış idiler)'' ifadesi, ''ARŞ SU ÜZERiNDE İDİ(=mana ve madde bitişikti=göklerin kaynağı üst/yükselen arş ile yerler´in kaynağı alt/akan su bitişikti'' ifadesini de bildirmiş olur. 12-Daha netçesi, ''ARŞ SU ÜZERİNDE İDİ=göklerin özü ve kaynağı arş ile yerlerin özü ve kaynağı su bitişikti'' olur.Dolayısıyle, 7 gökler ve 7 yerler de, o iki öz´den çıkarılan/açılan/ayrıştırılan biçimlerdir=DİNAMİK BİTİŞİK KARŞIT ÖZLERİN KİNETİK AYRIŞIK KARŞIT BİÇİMLERE DÖNÜŞÜMÜ/BÖLÜNMESİ. 13-Ve artık(=bu saatten itibaren), Dabbe olarak, ARŞ´ı 7 göğün bitişik(=tümleşik=birlik) hali olarak, SU´yu da, 7 yer´in bitişik(=tümleşik=birlik) hali olarak anlıyorum, zira, aşağı akan su´yun aşağı doğru 7 seviyeye bölünmesi, aynı zamanda, ''arş su üzerinde idi'' ibaresine uygun olarak, arş´ın da, yer´lerin(=su´yun) her alçalan basamağına hem bitişik ve hem de üstünde olarak 7 alt gök(=arş) basamağına bölünmesini da gerekli kılar. 14-Yani, ALT´ın(=su´yun=yerler´in) herbir alt seviyesi ÜST´ün de(=arş´ın da=gökler´in de) herbir alt seviyesine eşlik etmelidir; yani alt ve üst, her seviyede hep bir arada olmak zorundadır.Zira, üst(=arş=gökler) olmadan alt(=su=yer´ler); alt olmadan da üst olamaz. 15-Ve nihayet, ''herşey ÇİFT yaratıldı'' ilahi prensibi mucibince, herbir yer ve gök katı çift olarak(=karşıtı ile=karşıt çiftlere bölünmüş olarak) yaratıldıkları için ÇIKIŞ VE İNİŞ´ten(=gök ve yer´den=hayat ve ölüm´den=doğu ve batı´dan) ikişer çift olmalıdır, ki bu da, döngüsel olarak(=çark-ı felek kapsamında), birinci dirilişimizden(=1.doğu´dan) sonra ikinci dirilişimizin de(=2.doğu´nun da) olacağını bildirir, işaret eder ve teyit eder. 16-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! VARLIK VE YOKLUK MESELESİNE YENİDEN BİR BAKIŞ : 1-Ve şimdi, ben, FATIR kelimesinin manasal tecellisine muhtacım, ne güzel ki ! Sözlüğe baktım ve fatır kelimesinin temelde ''yarmak, açmak ve çözmek'' anlamlarıyle ilişkili olduğunu gördüm. 2-O halde, Rabbimizin FATIR ismini nasıl anlamalı? Acaba FATIR kelimesini ''yokluk çekirdeğini yaran'' olarak mı anlamalı? 3-O zaman, Rabbimiz, herşeyi yaratmadan önce YOKLUK neredeydi ki? Denebilir ki, adı üstünde, HİÇBİR YERDE DEĞİLDİ, daha doğrusu yaratılanlar hiçbir yerde değildi, yani yaratıklar yoklukta idiler. 4-Dolayısıyle yaratıkların yaratılmadan önce bulundukları hiçliğe YOKLUK ÇEKİRDEĞİ, elbette denebilir, denmelidir de. 5-Fakat, yine de, sorun burada bitmiyor, şöyle ki : Peki, yaratıklar yaratıldıktan sonra ve şimdi neredeler? Yani, yaratıklar yokluğun dışındalar mı şimdi? 6-Aslında, hepsinden öte, ''YOKLUK mutlak bir şey midir?'' sorusunu sorsak daha yerinde olur gibi.Ben, Rabbimizin dışında hiçbirşeyin mutlak olmadığına ve olamayacağına inananlardanım. 7-O halde, yaratıkların varlığı tümüyle izafi olmalıdır.Bu durumda, eğer yaratıkların varlığı izafi ise, yokluğu da izafi olmalıdır.Zira, eğer, ''yaratıkların yokluğu mutlaktır'' dersek, yokluğun mutlaklığını Rabbimizin mutlaklığına ikinci bir mutlaklık olarak eşitlemiş oluruz, diye sanmaktayım. 8-İşte bu nedenle, yaratıkların ne varlığı ve ne de yokluğu mutlak olamaz, fakat izafi olabilir, diye bir sonuç çıkarıyorum kendimce. 9-O halde, yaratıkların bizatihi varlığı olamayacağı gibi bizatihi yokluğu da olamaz, zira bizatihilik(=kendiliğindenlik) niteliği sadece Rabbimize has olmalıdır. 10-Buna göre, varlık ve yokluk terimleri, somut bir manaya karşılık gelemezler.Yani, esasta, Rabbim yanıltmıyorsa, VARLIK ve YOKLUK mefhumları gerçek değildir, fakat OLMAK diye bir mefhum gerçek olabilir. 11-Nitekim Rabbimiz de, bildiğim kadarı ile , mealen, bir şeye ''var ol'' demiyor, fakat sadece ''ol'' diyor.Zira ve bence, ''var olmak'' başka birşey , ''olmak'' başka birşey. 12-Yani, sonuçta, yaratıklar ''var'' ya da ''yok'' olmuyorlar fakat izafi biçimde ve aynı anda hem var oluyorlar hem yok oluyorlar. 13-İşte bu nedenledir ki, Rabbim yanıltmıyorsa eğer, Rabbimiz, varlığı yokluktan yaratmıyor, fakat, Rabbimiz herşeyi hem varlık hem yokluk biçiminde olduruyor, yani, tabiri caizse, Rabbimiz, aynı anda hem varlığı hem yokluğu yaratıyor. 14-Yani, yaratıkların ne yokluğunun varlığına; ve ne de yokluğunun varlığına bir önceliği yok, olamaz, olmamalıdır da.Zira, yaratıkların yokluğunun ya da varlığının diğerine önceliğinin olması demek, yokluğu ya da varlığı mutlak kılar, ki bu da, Rabbimizin mutlaklığına aykırı düşer, kanımca. 15-O halde, sanıyorum ki, ''FATIR'' kelimesi, sadece yokluğu yaran değil fakat varlığı da yaran anlamındadır.Yani, Allah varlığı ve yokluğu, yararak, aynı anda OLDURAN anlamına gelir son tahlilde. 16-Daha doğrusu, naçizane ben, fatır kelimesinin ''yaran'' anlamını BÖLEN anlamında anlıyorum, zira BÖLÜNMEZ olan, dolayısıyle TEK olan sadece Allah´tır. 17-Bu nedenle, fatır kelimesini salt ''yoktan vareden'' ya da salt ''vardan yok eden'' olarak anlarsak, bence, yanılırız.Fakat fatır kelimesini, esasen, varlık ve yokluk çiftini aynı anda yaratan, yani olduran olarak anlamak, daha yerinde olurmuş gibime geliyor, naçizane. 18-Dabbe olarak içime sinen yorumum budur, ancak şüphesiz ki, herşeyin en doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir, ona ne şüphe! 19-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! NAÇİZANE, YENİ BİR FARKINDALIK : ACABA, ARAF-16´DA, İBLİS, ÇOĞUNLUKLA SANDIĞIMIZ GİBİ, RABBİMİZİ Mİ SUÇLUYOR, YOKSA, BU AYET BAŞKA BİR ANLAMA MI BAKIYOR ? A-AYET : "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." -7/16 B-AÇIKLAMA : 1- Bugün, bu ayette, İblis´in, bu sözü ile Rabbimizi suçlamadığı kanaatine vardım… 2-Yani, İblis, Allah´a hitaben, ‘’BENİ AZDIRMANA KARŞILIK’’ sözünü, esasen, Rabbimizi suçlama anlamında değil, fakat, O´NA KARŞI KIZGINLIK´INI BELİRTME anlamında söylüyor… 3-Zira, İblis , tam da, Allah´ın huzurunda, O´na haksızlık isnat edecek kadar ilimsiz olamaz… 4-Bu sahnede gerçekleşen olgu, İLİM ile değil fakat KİBİR ile ilgili bir durumdur bence, yani, İblis, öncelikle, Adem´e secde etmeyi kibrine yediremiyor… 5-Şimdi, bu noktaya, biraz daha yakinen bakarsak, aslında, KİBİR dediğimiz şey, özü itibarıyle, bir tür ALLAHLIK TASLAMA duygusudur…. 6-KİBİR açısından baktığımızda, ALLAHLIK TASLAMA(=KİBİRLENME) HAKKI sadece Rabbimizin´dir.Yani, neyin ne olduğuna ve olacağına hüküm verme hakkı Allah´ındır… 7-İşte, İblis, Adem´e secde etmeyi kibrine yediremediği için, asi davranmıştır, yani, kendi kibrini, Allah´ın kibrine eş koşmaya kalkmıştır… 8-Esasen, Rabbim yanıltmıyorsa, iblis te, o an için bilemese de, Allah´ın derin bir hikmete binaen, meleklerin ve cinlerin Adem´e secde emrini verdiğinin farkında idi… 9-Ancak, kibir denilen şey, öyle bir illettir ki, siz Allah´ın ya da herhangi bir insanın haklı olduğunu ya da olabileceğini bilseniz bile, sizi , bile bile isyana götürür, götürebilir… 10-Bu manada düşünüldüğünde, esasen, sadece iblis´in değil, fakat, her bir insanın, en büyük handikabı kibir´dir en derinde, ki, zaten, bu nedenle, örneğin en birikimli alimler bile, birbirlerini rahatlıkla tekfir edebiliyorlar… 11-Dolayısıyle, Rabbim yanıltmıyorsa, İblis, o sahnede, o sözü, Rabbimiz´e SEN HAKSIZSIN anlamında değil, fakat, naçizane, şu anlamda söylüyor : ‘’Sen haklı da olsan, ben, fıtri manada, ben´den daha alt seviye yaradılışlı bir insana boyun eğemem’’, ki, bu, esasen, İblis´in kendi içindeki kibre ve egoya(=Allahlık taslama bencilliğine) mağlup olduğunun resmidir, ve resmin içinde, sadece İblis değil, az ya da çok, her birimiz varız…Halbuki, salt Allahlık taslama egosu(=Kibriya) açısından irdelersek konuyu, KİBİR sadece O´nun hak´kıdır… 12-Dolayısıyle, bu iblis-Adem kıssası sahnesinden hareketle, tüm kötülüklerin en ardında ve en tehlikeli olanı KİBİR´dir(=iblisleşmedir=sır´cılaşmadır) bence.İşte, İblis, bile bile, Allah ile Kibir(=Allahlık taslama), yarışına kalkışınca ve ısrar edince, Yüce Rabbimiz, Kibriyasının hak´kı gereği, onu Rahmetinden sürgün etmiştir.İşte, tam bu halde iken, İblis, Rabbimize SEN HAKSIZSIN anlamında değil, fakat , MADEM Kİ, BENİM KİBRİMİ, İSYANIMI VE TERBİYESİZLİĞİMİ ,RAHMETİNDEN SÜRGÜN EDEREK, BENİ, MECBURİ OLARAK, KENDİ NEFSİM VE KÖTÜLÜKLERİMİN AZGINLIKLARIYLE BAŞBAŞA BIRAKMAK İLE CEZALANDIRDIN…’’ diyor.Yani, İblis, özellikle birçok riyakar mutasavvıfın ‘’ASLINDA, İBLİS ALLAH´A DÜŞMAN DEĞİL’’ yalanının aksine, İblis, tam da, Allah´ın cezalandırmasına karşılık, O´na duyduğu öfke ve kızgınlığın devamı olarak, o öfke ve kızgınlığını insanın üzerine yoğunlaştırıyor ve boşaltıyor.Zira, iblis, Allah´a ne kadar öfkelense de, Allah´tan intikam almaya gücü yetemeyeceği için, bu intikam duygusunu, tamamıyle insana yönlendiriyor ve insan üzerinden gerçekleştiriyor, yani insana tam bir düşman kesiliyor, bence… 13-Ve, RİYA VE YALANCILIK, bu kibre bağlı olarak uç veriyor.İşte, İblis´in, esasen, insana düşmanlığının kaynağında, Allah´a olan öfkesi ve düşmanlığı yatıyor ve esasen, iblis, insandan ziyade, insan üzerinden, Allah´tan intikam almaya bakıyor.Yani, İblis, insanların, çoğunlukla, Allah´ın Allahlık´ına değil, fakat, kendisinin Allahlık taslama kibrine teslim olacaklarını göstermeye çalışıyor ve büyük oranda da başarılı oluyor… 14-İblis, bu KİBİR ve İNTİKAM uğruna, kıyamete dek nemalanmak üzre, iyice riyakarlaşıyor, yalancılaşıyor, sinsileşiyor, sırlara karışıyor, batınileşiyor ve sufileşiyor…İşin esası bu ,Rabbim yanıltmıyorsa…. .............................................................................................. Doğrusu Allah, Kendisine(=Zat´ına ve Kelam´ına) ortak koşulmasını asla affetmez.Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (NİSA/48) ...................................................................................... 1-Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. (İSRA/13) 2-Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve bereket indiren O'dur ve O, müminlere çok merhametlidir. (33/43) 3“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırı hareketlerimizi mağfiret eyle.” /Hz. Muhammed/ ............................................................................................... (Kıyametin kopacağına dair) o sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca, yer´den bir dabbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.(27/82) ŞÜPHESİZ HERŞEYİN DOĞRUSUNU RABBİMİZ BİLİR... ! a-EL HAKEM: Hükmeden, hak´kı yerine getiren b-EL ADL: Çok adaletli c-EL GÂFÛR: Affı ve mağfireti pek çok d-EL HAKÎM: Bütün emirleri ve bütün işleri hikmetli 1-SUBHAN ALLAH...2-ALLAH-U EKBER...3-AZİYM ALLAH... 4-ALİYM ALLAH...5-KAVİ ALLAH...6-GÜZEL ALLAH... 7-GAFUR ALLAH...8-ZÜ´L CELAL´İ VE´L İKRAM... 9-RAHMAN VE RAHİYM ALLAH... 10-LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH... 11-ESTAĞFİRULLAH... 12-ELHAMDULİLLAH... from Dab. EK : ruclips.net/video/W1rUbWDJO4s/видео.html -RABBİNİ TANI
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! ''YARADAN´IN EVVEL VE AHİR OLUŞU'' İLE ''MAHLUKATIN BAŞI VE SONU''´NU KARIŞTIRMAKTAN İMTİNA ETMEK GEREKİR : 1-Herşeyden önce, mealen şu ayeti hatırlayarak hakikat yolculuğuna yelken açmak gerekir : O, BİRŞEYİN OLMASINI DİLEDİĞİNDE, O ŞEYE ''OL'' DER VE O ŞEY DE OLUR(=OLMAYA HEMEN BAŞLAR). 2-Bu ayetten anlaşılır ki, aslında, Yaradan OLDURANdır, mahlukat ise OLANdır.Yine anlaşılır ki, aslında, mahlukatın(=kainatın) tamamı sadece bir OLUŞ yani FİİLdir. 3-Fakat Yaradan bir OLUŞ değildir, zira, OLUŞ(=fiil) bir BAŞLANGIC´ı ve bir SON´u gerekli kılar.Dolayısıyle, Yaradan oluş dışı bir ezelilik ve ebediliktir(=sonsuz sabitlik), yani SONSUZ ZAT´tır. 4-O halde, mahlukatın OLUŞ´u sonsuz yani başı ve sonu olmayan bir OLUŞ değildir.Fakat ''OL'' emrini veren KUDRET başı ve sonu olmayandır. 5-Bu nedenle, Yaradan´ın birşeye ''OL'' emrini vermesi demek, o şeyin belli bir noktadan başlayıp belli bir noktada son bulmasını emretmesi demektir.Dolayısıyle, yaratılan herşeyin hem tekil(=bireysel=zerresel), hem tikel(=kısmi=cüzzi) ve hem de tümel(=bütünsel=külli) düzeyde bir başlangıcı ve bir sonu zorunludur. 6-O halde, ezelilik ve ebedilik Yaradan´ın TEKLİK´ine, başlangıçlılık ve sonluluk ta mahlukatın BÜTÜNLÜK´üne tekabül eder.Yani, Yaradan bütünlenmez(=Kendisi´ne parça olunamaz) ve bölünmez(=Kendisi´nden bir parça olunamaz) bir TEKLİK iken, mahlukat bütün-parça denklemi üzre olan bir BÜTÜNLÜKtür. 7-Bu nedenle, başı ve sonu olan bir BÜTÜNLÜK üzre olan mahlukat, başı ve sonu olmayan TEK´e, yani O´nun başı ve sonu olan ''OL'' emrine bağlıdır.Ve BÜTÜN´ün(=mahluk´un) TEK´e(=Halık´a) bağlı olması demek, BÜTÜN ile TEK´in aynı olması demek değildir, haşa. 8-Zira, BÜTÜN(=mahlukat) O´nun ezeli-ebedi ve tek olan Zat´ının bir parçası ya da uzantısı(=devamı) değil, fakat O´nun, OL emrinin(=yaratmasının), başı ve sonu belirlenmiş(=kader´lenmiş=ölçümlenmiş=hesaplanmış) bir yaratısıdır(=eseridir=izafi ilm-i hayalidir). 9-Dolayısıyle, ister bilimsel manada, ister dini manada ve isterse ezoterik manada, KAİNAT(=MAHLUKAT) SONSUZ BİR OLUŞTUR demek hem bilimsel manada, hem dini manada ve hem de ezoterik manada en büyük yanılgıdır. 10-Zira, böyle bir söylem, Yaradan´ın başı-sonu olmayan, oluşdışı OLDURAN´lığı ile, mahlukatın başı-sonu olan, oluşsal OLMA´sını bir saymak demektir.Yani, hak ve hakikat bağlamında, OLDURAN sonsuzdur, OLAN sonludur.Dolayısıyle, OLDURAN ile OLAN´ın bir sayılması, SONSUZ OLAN ile SONLU OLAN´ın; HALIK ile MAHLUK´un; TEK ile BÜTÜN´ün bir sayılması demektir, haşa. 11-Zaten Yaradan´ın birşeye OL demesi, peşinen o şeye bir başlangıç ve bir son tayin etmesi demektir.Dolayısıyle, mahlukatın sürekli bir halden diğer hallere dönüşümünü SONSUZLUK olarak değil, fakat mahlukatın bir başlama noktasından bir son noktaya doğru TEKAMÜL FAZLARI(=evreleri=basamakları) olarak anlamak gerekir. 12-Yani, adı üstünde, bir TEKAMÜL´den(=tekamül sürecinden=tekamüli bir oluş sürecinden) söz edebilmek için bir başlama ve bir sonlanma noktası zorunludur.Dolayısıyle, tümel(=külli) manada, kainatın tekamül süreci en mikrodan başlatılmış ve en makroda son bulucaktır.Bu tekamül sürecine SONSUZLUK değil fakat BAŞLAYIP SON BULMA denir. 13-Dolayısıyle, Yaradan başlayan ve sonlanan değildir fakat EVVEL VE AHİR´dir, yani, kainatın(=mahlukatın) başlangıcından öncedir ve kainatın(=mahlukatın) son bulmasından da sonra olandır(=mahlukatın sonluluk ve ölümlülük şeklindeki tüm eksikliklerinden münezzehtir). 14-Yani, çoğu kimse, Yaradan´ın EVVEL olmasını kainatın BAŞLANGICI(=başlama noktası) ve AHİR olmasını da kainatın SON´u(=bitiş noktası) olarak anlıyor, haşa ki haşa.Yüce Rabbimiz, hangi ayetinde, O HERŞEYİN(=MAHLUKATIN) BAŞI VE SONUDUR diyor? Tam aksine, yalın biçimde O EVVELDİR, AHİRDİR demektedir. 15-Yani, Rabbimiz, Kendi evvellik´ini ve ahirlik´ini mahlukatla değil, doğrudan ve yalın bir şekilde Kendi mutlak Zat´ı ile ilintilendiriyor, yani Kendi evvel ve ahir oluşunu ZATLIK bağlamında kullanıyor. 16-Bu nedenle, ister bilimsel manada, ister dini manada ve isterse ezoterik(=batıni) manada KAİNAT SONSUZ BİR OLUŞTUR şeklindeki batıl ve şirk söyleminden beri durmak gerekir, diyorum naçizane. 17-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! YÜCE ALLAH´IN ''İNSANA RUH ÜFLEMESİ’’ MESELESİNİN OLASI İŞARİ ANLAMI/1 : AYETLER : A-Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan bir insan yaratacağım.(HİCR/28) B-"Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (HİCR/29) C-Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İSRA/85) İŞARİ AÇIMLAMA : 1-Hicr/28´de, Rabbimiz, insanı yaratmaya, onun bedenini yaratmaktan başladığını, açık olarak belirtiyor. 2-Hammadde olarak ta, kuru ve şekillenebilir bir ÇAMUR´dan dem vuruyor. 3-Buradaki KURU ÇAMUR ifadesini nasıl anlamak gerekir? Ben, ''kuru'' kelimesinden pişmişliği anlıyorum.Fakat, pişmiş´likten ne anlamak gerek ? Mesela, günlük dilde, bir insan için de, ‘’Ahmet, artık, kendi mesleğinde, iyice pişti'' deyince, OLGUNLAŞTI demek isteriz. 4-Ve, olgunluk mefhumu bize, dolaylı olarak, TECRÜBE ZENGİNLİK´ini bildirir. 5-O halde, HİCR/28´deki, KURU ÇAMUR ifadesinden, esasen, insanın yaratılışı için gerekli, uygun ve yeterli elenmentlerce ZENGİNLEŞMİŞ/ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ ÇAMUR anlamı çıkar.Yani, gerekli organik moleküler çökelekleri içeren bir çamur katmanı. 6-Peki çamurun ŞEKİLLENEBİLİR olması ne demek acaba? Yani, bu ayette, ‘’şekillenebilirlik’’ ile, Rabbimiz, esas itibarıyle, çamurun esnekliğini mi kastediyor? Pek sanmıyorum, fakat, bence, ŞEKİLLENEBİLİR ÇAMUR ifadesi ile, Rabbimiz, pek muhtemelen, bir canlının temel taşı olan ve diğer gerekli atomlarla olası çok sayıda BİLEŞİK FORM´ları(=şekilleri) oluşturmaya uygun yapıda KARBON atomunca ve diğer malzemelerce zengin bir ÇAMUR´u kastediyor.Zira, a-canlılığın oluşumunda KARBON temel elementtir b-ve, sadece, KARBON atomu, sayısız çeşitlilikte(=şekillerde=formlarda) organik moleküllerin oluşturulmasına imkan tanıyor. 7-HİCR/29´da, Rabbimiz, O´NA/İNSAN´A BİÇİM VERDİĞİMDE, diyor.Yani, ‘’onun organlaşma sürecini tamam ettiğimde’’ diyor.Peki, organlaşma süreci(=organizmaya dönüşüm süreci), acaba, cansızlık süreci mi? Hiç zannetmiyorum, zira, canlılık taa organik molekül olma aşamasıyle birlikte başlayan birşeydir, kanımca.Aksi halde ''organik moleküller'' aşamasından, sırasıyle ve kabaca, HÜCRE´leşme, DOKU´laşma, ORGAN´laşma ve VÜCUT´laşma aşamalarına geçilemezdi. 8-Demek ki, insan, bedeninin tamamlanması anına kadar CANLI. 9-O halde, ''CAN(=canlılık=nefs) mefhumu, üfürülen RUH´tan ayrı bir işlevsellik'', demektir.Çünkü, ayetlerden, Rabbimiz´in, şekillenme(=vücutlaşma) süreci tamamlanan CANLI BİR BEDEN´e(=organizma´ya), ‘’ruh’’ üflediği anlaşılıyor, benim algımca. 10-O zaman, peşinen, CAN(=canlılık=nefs=tensellik=madde´ye dönük işlevsellik) ile RUH(=soluk=öz=tinsellik=mana´ya dönük işlevsellik) mefhumlarını, ontolojik-işlevsellik semantiği bakımından ayırt etmek gerekir. 11-O halde, ontolojik manada, CAN(=bedensellik=tensellik) mı önce, yoksa RUH(=zihinsellik=tinsellik) mu önce gelir? 12-Ayetlerden, tinsellik´in önce geldiği anlaşılıyor, zira, Rabimiz, ‘’insanın bedenini(=organlaşma/canlılık sürecini tamam ettikten sonra, ona ‘’ruh´umdan üfleyeceğim’’ diyor.Yani, hali hazırda, boyutsal olarak ‘’ruh’’ denilen varlık olsun ki, bedenin yapılışı tamamlanınca, o potansiyel ruh kudretinden bir ruh , insanın bedenine üfürülsün(=kinetize edilsin=bağ kurma hareketi gerçekleştirilsin=aslında, Rabbimiz, potansiyel olarak var olan bir ruh´a et-kemik/beden giydiriyor). 13-Şimdi, bu noktada, öncelikle, bu RUH´un, Allah´ın Kendi ruh´u mu olduğu, yoksa, Allah´ın yarattığı ve malik olduğu bir ruh mu olduğunu anlamaya çalışmak gerekir.Zira, Allah ‘’RUH´UMDAN’’ dediğinde, bu iki manaya da gelir bence: a-Bizzat Kendi ruh´umdan b- yaratmış olduğum ve maliki olduğum ruh´umdan(=mülkiyeti bana ait ruh´tan=iyelik´i elimde olan ruh´tan=mülküne sahib olduğum ruh´tan). 14-Açıkçası ve öncelikle, ben, Dabbe olarak, mutlak olan Yüce Rabbimiz´in, insan da dahil hiçbir mahluka, minik te olsa, Kendi sıfatlarından bir cüz verdiğine, vereceğine, kesinlikle ihtimal veremiyor ve dolayısıyle, böyle birşeye inanamıyorum, inanmam da.Yani, Allah, Zat´ı ve sıfatları ile bir bütündür, tekliktir, mutlaktır ve tamdır.Dolayısıyle, bu ''ruh'' bile olsa, Halık ile mahluk arasındaki hertür rabıtada, bütün-cüz rabıtasını asla kabul etmem, o zaman, Allah´ın mutlaklığı(=dolayısıyle, yaratıcılığı) ve mahlukun izafiliği(=yaratılmışlığı) hususlarında, kendimle(=Allah´a imanımla), külliyen çelişkiye düşerim.Bu nedenle, başta sufiler ve ifrada kaçan mutasavvıflar olmak üzre, bu hususta, kimse, Dabbe´ye ısrarda bulunmasn, vallahi, hak ve hakikat adına, ahiri ‘’DABBE İSYANI’’ çıkarırım(=kıyameti koparırım=kıyamet çığlığı atarım!) :) :) .Dolayısıyle, bu gibi müteşabih ayetlerin sırrını, daha doğrusu, işari anlamını başka tefsirlerde(=manalarda) ararım. 15-O zaman, RUH ÜFLEME meselesini, az çok aydınlığa kavuşturmak babında, RUH mefhumuna dair, en azından, genel ama doğru(=hak) tespitler yapmaya çalışalım, Rabbimiz´in izin verdiği ölçülerde. 16-Öncelikle, Rabbimiz, İSRA/85´te RUH konusunda, insana az bir ilim verildiğini ve bu nedenle, kimsenin, bu ‘’ruh’’ mefhumuna, akıl-sır erdiremeyeceğini, peşinen, beyan ediyor.Amenna ve saddakna, subhan Allah, Elhamdulillah ! 17-Yani, bu şu demektir :görece en ilerdeki sahih bir alim bile, hala, RUH hususunda, az bir ilim sahibidir, sahibi olacaktır. 18-O halde, hedef, az ilim´den hareketle, genel ama doğru(=hak) manada, bir yerlere(=hakikate´e) ulaşmaya çalışmak gerekir, ki, Rabbimiz de, az ilim tabiriyle, buna imkan tanıdığını da, belirtiyor. 19-Şimdi, konumuz, direkt olarak, RUH ve ÜFLEME mefhumları.Ben, Dabbe olarak, genel manada, yukarıda, CAN(=ten) ile RUH(=tin) ayrımını yaptım.Bu benim algım ve kimse katılmak zorunda değil. 20-Ayetlerden ve sağduyudan esinlenerek böyle bir genel ayrımı yaptım, çünkü, sonuç itibarıyle, en soyut manada, MANA ALEMİ ve MADDE ALEMİ temel ayrımına kaniyim. 21-O halde, tüm varoluşun, işlevsellik bakımından, bir mana´ya, bir de madde´ye dönük iki tarafı olmalıdır, zorunlu olarak. 22-İşte bu nedenledir ki, ben, insanın madde´ye dönük tarafına CAN(=tensellik), mana´ya dönük tarafına da RUH(=tinsellik) diyorum. 23-Yani, biz, hernekadar, RUH´un mahiyetini bilmesek te, onun MANASAL AKT´LAR(=zihinsel melekeler=akli şualar=melekesel nur´lar) ile ilgili bir şey olduğunu, kabaca anlıyabiliriz, kanaatindeyim.Aslında, RUH´un mahiyetini anlayamayışımızın temel nedeni, bizatihi MANA´nın ne olduğunu anlayamayışımızla ilintilidir bence. 23-Fakat, herşeye rağmen, en azından kendi adıma, ben, RUH´un, ‘’hertür melekeler, yetiler, duyumsama aktları, zihni işlevler vb.’’ ile ilgili bir mefhum olduğundan şüphe duymuyorum. 24-Ve, esasen, ben, tüm varoluşu(=oluş´ları=yaratılışı) ,doğru(=hak) biçimde anlamaya giden yolun, en temel iki kavram üzerinden olabileceğine, çok inanıyorum: ÖZNE(=fail=yönelen=etkileyen=aktif) ve NESNE(=tümleç=yönelinen=etkilenen=pasif) mefhumları. 25-İşte, iş, bu noktada, tam karmaşık(=kompleks) hale geliyor.Zira, mana-madde terimlerini anlayabilmek, esasta, daha berideki özne-nesne terimlerini anlamaktan geçer. 26-Belki de ve muhtemelen, RUH özne´yi, CAN da nesne´yi temsil ediyorlardır işareten.Dolayısıyle, özne ve nesne mefhumlarının aslını anlamak, imkansızlık düzeyinde olduğu için, RUH ve CAN mefhumlarını da, tam anlamıyle anlıyamıyoruz. 27-Özne(=yönelen=aktif) ve nesne(=yönelinen=pasif) en temel mefhumlarını başka bir zamana bırakarak, ben, dediğim gibi, RUH mefhumunu, hertür MELEKELER ve YETİLER(=arş´i, akli, manasal fonksiyonlar) ile ilişkilendiriyorum.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! NESİMİ´NİN ''GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ, GAH İNERİM YERYÜZÜNE SEYREDER ALEM BENİ'' GİBİ ŞİRK SÖZLERİ, ''HAK SÖZ'' YANİ ''YARADAN´IN SÖZÜ'' GİBİ SUNULMAMALI...NEDEN?...KISACA: 1-Zira, tüm yerleri ve gökleri kuşatan ve onlara hükmeden sadece Allah´tır.Dolayısıyle bu manada, Allah´ın ikinci bir ortağı ya da dengi yoktur. 2-Makro alemin(=kainatın) mikro bir numunesi olan insanın yükselmesi ve alçalması makro alemin yükseklik ve alçaklığına bağlı olarak gerçekleşir, ancak bu gerçekleşiş insanın kendi mikro yerleri ve gökleri düzlemindedir, yani makro alemin kuşatması içindedir, yoksa mikro´nun makro´yu kuşatması şeklinde değildir, haşa. 3-Yani, mikro alem(=insan) makro alem(=kainat) tarafından, makro alem de(=kainat ta) Allah tarafından kuşatılır. 4-Dolayısıyle, Nesimi´nin yukarıdaki sözü, makro düzeyde değil, fakat mikro düzeyde olan ve olabilecek bir durumdur. 5-Ancak ezoterik tasavvufçular(=sufiler=şirk ehli) bu sözü, maalesef, makro manada anlıyorlar ve söylüyorlar.Dolayısıyle, ''GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ'' sözünü, ''YARADAN´IN TÜM KAİNATI KUŞATMASI'' gibi ve şeklinde anlamak ve anlatmak, kesin biçimde şirk, küfür ve batıldır. 6-Zira, insanın göğe çıkması ya da yükselmesi ''Yaradan´ın tüm yerleri ve gökleri/alemleri kuşatması ve yüksekliği'' gibi anlaşılacaksa, o zaman Yaradan´a ve O´na imana ne gerek var? 7-Dahası, ''YARADAN´IN TÜM YERLERİ VE GÖKLERİ KUŞATMASI'' bile ''YARADAN YERLER VE GÖKLER KADAR BÜYÜKTÜR'' şeklinde anlaşılırsa da, yine şirk, küfür ve batıl olur. 7-Zira, yaratılan o koskoca(=makro) kainat bile, Yaradan´ın sonsuz ve mutlak büyüklüğü karşısında, hala, bir zerre(=hiç) gibidir. 8-Dolayısıyle, tüm yerler ve göklerin büyüklüğü de, SONSUZ VE MUTLAK BÜYÜKLÜK olarak anlaşılmaz, anlaşılmamalıdır.Ki bu böyle anlaşılırsa, insanın alemi kuşatması şöyle dursun, Yaradan´ın tüm yerleri ve gökleri kuşatmasını Yaradan´ın Kendi büyüklüğü şeklinde anlamak bile şirk, küfür ve batıl kapsamında kalır. 8-Bu nedenle, insanın büyüklüğünü yerler ve göklerin büyüklüğü(=heplik) şeklinde anlamak ne kadar yalnış, şirk ve küfür ise, insanın küçüklüğünü en küçük zerre(=hiçlik) şeklinde anlamak ta o kadar yalnış, şirk ve küfürdür.Zira ''YA HEP, YA HİÇ'' anlayışı İblis´in öğretisi ve söylemidir. 9-Dolayısıyle, insanın göğe çıkışını, insanın yerleri ve gökleri kuşatması şeklinde anlamak KİBİR, insanın yere inişini en küçük zerre şeklinde anlamak ise ZİLLET´tir.Ve zillet KİBİR´in tersten görünen ve ters duran halidir. 10-Ve Allah insana ne KİBİR´i(=büyüklük taslamayı=ben O´yum, O ben´dir´i=herşeyim´i) ve ne de ZİLLET´i(=aşağılık olmayı=melamiliği=hiçim´i) emreder(=önerir), fakat TEVAZU´yu(=haddini ve kendini bilmeyi) emreder(=önerir). 11-Bu nedenle, Nesimi´nin GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ(=yerleri ve gökleri kuşatırım=herşey´im) sözü KİBİR´dir ve GAH İNERİM YERYÜZÜNE SEYREDER ALEM BENİ(=ben hiç´im) sözü de ZİLLET´tir.Yani, Allah´ın emri TEVAZU´nun, iki karşıt kutup şeklinde, tümden reddedilmesidir. 12-Ama yine boşuna dil döktüğümü biliyorum.Zira, Rabbimiz´in mealen dediği gibi ''ONLARI(=İNKARCILARI=HAK´KI İNKAR EDENLERİ) UYARSAN DA BİRDİR, UYARMASAN DA BİRDİR''. 13-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ALLAH´I SEVMENİN BİR ÖLÇÜSÜ VAR MIDIR YA DA OLMALI MIDIR ? NAÇİZANE VE KISACA : 1-Elbette vardır ve olmalıdır.Nitekim, Bakara-165´te, Allah, genel olarak, bir insanın kendisini veya bir başka insanı ya da bir güc´ü, O´na denk ya da O´ndan daha çok sevmemizin yalnışlığına vurgu yapıyor.Ve, Allah SEVGİ mukayesesi yaparken, müminlerin Allah´ a olan sevgisinin en çok olduğunu, olması gerektiğini belirtmiş oluyor, fakat, Allah mümine Kendisi´ni SONSUZCA sevmesini salık ta vermiyor. 2-Öyle olsa idi, Allah, ya ''SADECE BEN´İ SEVİN DERDİ'' ya da ''BEN´İ SONSUZCA SEVİN DERDİ''.Ama, en azından benim ayetten anladığıma göre, ikisini de demiyor. 3-Ve dememesinin de TAKVA´ya denk düştüğünü sanıyorum.Zira, Allah´ı sonsuzca sevmeye kalkışmak demek, insanın O´na olan sevgisini mutlaklaştırması demektir.Yani, daha açık bir deyişle, böylesi ölçüsüz bir sevgi anlayışı, Allah´ın, insanın O´na olan sevgisini, Allah´ın Kendisini sonsuzca ve mutlak sevişine eşitlemesini istemektir. 4-Ki bu nihai olarak şu anlama gelir : ALLAH´IM, BEN SENİ, SENİN KENDİNİ SEVİŞİNE DENK BİR ŞİDDETTE SEVİYORUM, DOLAYISIYLE, BENİM SANA OLAN SEVGİMİN SONSUZLUĞU İLE SENİN KENDİNİ SEVİŞİNİN SONSUZLUĞU EŞİTTİR VE BENİM SANA OLAN SEVGİMİ MUTLAKLAŞTIR(=sonsuzlaştır ve ilahlaştır). 5-İşte olaya bu açıdan baktığımızda, insanın Allah´ı sevişinin de bir ölçüsü vardır ve olmalıdır.Zira, bunun aksi olan bir durum, insanın O´na olan sevgisini, O´dan ilahlaştırmasını ve mutlaklaştırmasını dilemek, dolayısıyle ve esasen, insanın kendi sevgisini, yani kendisini ilahlaştırması demek olur.Yani, dolaylı biçimde ve sonuçta, insan Allah´ı değil, yine, O´na olan ölçüsüz sevgisi üzerinden, en çok kendisini sevmiş oluyor ve olur. 6-Dolayısıyle, naçizane bana göre, Allah´ı en çok sevmek (=vefa ve hak=Sonsuz´u en çok sevmek) başka, Allah´ı sonsuzca sevmeye kalkışmak(=Sonsuz´u sonsuzca sevmek=İnsanın Allah´a olan sevgisini mutlaklaştırması=Allah´ı paldır küldür ve had´lere riayet etmeksizin sevmek=Allah sevgisi üzerinden kendini ilahlaştırmak) sonsuzca bambaşka birşeydir.Halbuki, TAKVA kelimesi, Allah sevgisi de dahil, her hususta ÖLÇÜLÜ OLMA´yı bildirir, hatırlatır ve salık verir nihayet.Zira, Allah sevgisi de dahil, her ne ki ÖLÇÜSÜZCE´dir, bu aynı zamanda, esasen, insanın o şey üzerinden kendisini ilahlaştırması demektir.Bu nedenle, insan, Allah´ın ilahlığı üzerinden de kendisini ilahlaştırabilir, aynı, kendisini ya da başkalarını Allah ile aldatması gibi. 7-Yani, insanın kendisini ilahlaştırması sadece MASİVA sevgisi üzerinden olmaz, fakat Allah SEVGİSİ üzerinden de olur.Zannediliyor ki, insanın kendisini ilahlaştırması sadece masiva sevgisi üzerinden olur.Halbuki bunun tam tersi ile de(=salt ''Allah sevgisi'' aşırılığı üzerinden de) olur, aynı ezoterik sufizm öğretisinde olduğu gibi. 8-Nitekim ve bu nedenle, Rabbimiz, mealen ''BENİM İNDİMDE EN ÜSTÜN OLANLAR TAKVA ÜZRE OLANLARDIR'' diyor, ama, ''BENİ SONSUZCA SEVENLERDİR'' demiyor.Yani, bu ayet ile, Allah, apaçık, TAKVA´yı(=ölçülülüğü), dolayısıyle, takva üzre olanları(=ölçülü olanları) en sevdiğini belirtmiş oluyor. 9-O zaman, bu, ''Allah takvaya dayalı bir sevgi ile seviyor, dolayısıyle ve zorunlu olarak, takvaya dayalı olarak seven, takvaya dayalı olarak ta sevilmeyi istiyor/umuyor'' demektir.Bu ayetin sonuç hükmü budur.Zira, mutlak bir Allah´ın Kendisini sevişi de mutlaktır(=sonsuz´dur=eşsizdir=benzersizdir=ortaksız´dır), dolayısıyle, mutlak olanın Kendisini mutlak sevişini, yarattığı bir insanın O´nu izafi(=sonlu) sevişine FEDA etmesi diye birşey olmaz, böyle birşey beklenemez ve beklenmemelidir.Ama, izafi ölçüler içinde, Rabbimiz´in bizi sevişi, bizim O´nu sevişimizin kıyaslanamayacak(=ebedi) derecede üstündedir. 10-Evet, ben de dahil, genelde çoğumuz, Allah´a olan sevgimizi listenin başına alamıyoruz, ve O´na olan vefa(=kulluk ve dostluk) borcumuzu ödeyemiyoruz.Fakat, bu böyle diye, sufilerin dediği anlamda bir ALLAH AŞKI´nın doğru olduğu anlamı çıkmaz. 11-Zira, sufizmdeki ALLAH AŞKI deyimi ÖLÇÜSÜZLÜĞE(=takvaya aykırı bir aşırılığa) tekabül ediyor.Zira, dediğim gibi, sufizmin önerdiği anlamda Allah´ı sonsuzca ve mutlak olarak sevmek diye bir şey yoktur.Yani, sufizm, ALLAH AŞKI deyimi üzerinden, KENDİNİ İLAHLAŞTIRMA takvasızlığını ve imansızlığını öneriyor. 12-Dolayısıyle, sufizm, daha da kötü(=daha da umutsuz) birşeye davet ediyor, zira, sufizmdeki ALLAH AŞKI, insana ''yağmurdan(=nefs´ten) kaç, doluya (=kendini ilahlaştırmaya=şirk´e=O´nun lanetine) yakalan'' anlamını taşıyor.Yani bir kötü durumdan sonsuzca kötü(=umutsuz) bir duruma davet ediyor : Sıtmayı(=günahlılığı=vesveseyi=kaygıyı=zaaflılığı) gösterip, ölümü(=şirk´i=kendini ilahlaştırmayı=''Allah aşkı'' ölçüsüzlüğü üzerinden kendini ilahlaştırma aşk ve lezzetini=O´nun lanetini kazanmayı=ahireti tam kaybetmeyi) teklif ediyor. 13-Yani, Allah, bizlere mağfireti ile yaklaşsın, herkesi derdine göre ıslah etsin ve hayırlısını bağışlasın inşallah. 14-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
‘’HUD-7'' AYETİ IŞIĞINDA, YARATILIŞ KAVRAMINI, İŞARETEN AÇIMLAMA DENEMESİ-1 : AYET :O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur.Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.’’ İŞARİ AÇIMLAMA : 1-Bu ayete dayanarak, kesin olarak yapacağımız ilk tespit : YERLER ve GÖKLER YARATILMADAN ÖNCE ‘’ARŞ VE SU’’ VARDI, YANİ, YERLER VE GÖKLERDEN ÖNCE ARŞ VE SU YARATILMIŞLARDI. 2-O halde, ARŞ, SU VE YARATMA kavramlarını, anlamlı biçimde, nasıl ilişkilendirebiliriz? Daha doğrusu, ARŞ, SU, GÖK, YER ve YARATMA kavramlarını(=beş´lisini), anlamlı bir biçimde, nasıl irtibatlandırabiliriz? 3-İşte, tam bu noktada, zorunlu bir biçimde, önümüze yep-yeni bir kavram doğuyor: KARŞITLIK(=KUTUPSALLIK=ZIT KUTUPLULUK=POLARİTE=ÇİFTOLUŞ=ÇELİŞME).Zira, anlaşılıyor ki, yukarıdaki 5 kavramı açıklayabilmek için, onlardan çok önce KARŞITLIK kavramını açıklamak mecburiyetindeyiz, ki, bağlı olarak, diğer kavramlar yerli yerine oturabilsin.Yani, KARŞITLIK(=ÇİFTOLUŞ) kavramını anlayamadığımız sürece, diğer 5 kavramı, gereği gibi(=hak´kı ile) takdir edemeyiz(=mealen, ONLAR, ALLAH´I HAK´KI İLE TAKDİR EDEMEDİLER durumu olur). 4-O halde, neden KARŞITLIK vardır? Çünkü, Yaradan TAM´dır ve yaratılanlar ise EKSİK olmalıdır, yani, ÇELİŞKİSİZLİK(=dolayısıyle, BENZERSİZLİK), salt Allah´a mahsus bir nitelik olarak kalır, kalmak zorundadır.Dolayısıyle, yaratılanlar, ancak ÇİFT´ler(=kutupsallıklar=zıt ikizler) biçiminde OLABİLİR´ler. 5-Tabi, tam bu noktada, sanırım, karşıtları(=ikiz çiftleri), uzlaşan ve uzlaşmaz karşıtlar, şeklinde ayırtetmek gerekir.Yani, mesela, İYİ ve KÖTÜ uzlaşmaz(=birinin doğumu, diğerinin/karşıtının ölümünü gerektiren=birbirini dıştalayan=2 DOĞU, 2 BATI ayeti gereğince) zıt çiftlerdendir, fakat ve mesela, erkek ve dişi, uzlaşır(=birinin doğumu, diğerinin de doğumunu gerektiren=birbirini tamamlıyan) zıt çiftlerdendir, algılayabildiğim kadarı ile. 6-Ve, Yaradan, eğer, TAM ise, bu, O´nun uzlaşmaz karşıt çift oluşlar´dan da(=iyilik ve kötülük´ten de), uzlaşır çift oluşlar´dan da(=erkek ve dişi olmak´tan da) arı, azade, münezzeh, müteal olduğu anlamına gelir, zorunlu olarak.Çünkü, mutlak ve tam olan bir Yaradan´ın Kendi Kendisi ile ilişkisi, bölünmeyi gerektiren, iyilik ve kötülük , erkeklik ve dişilik ikilemlerini(=çelişiklik´lerini), zorunlu olarak dıştalar, aksi halde, Yaradan, iyi-kötü, yahut, erkek-dişi gibi karşıt cüzlere parçalanabilen ve dolayısıyle de, mutlaklık ve tamlık niteliklerini yitiren bir EKSİKLİK olurdu. 7-Demek ki, tüm uzlaşmaz zıt çiftler de(=iyilik ve kötülük te), uzlaşır zıt çiftler de(=erkeklik ve dişilik te), ancak ve ancak, yaratılan şeyler, yani, yaratılan mahluk nitelikler olmak zorundadırlar.Zira, polarite(=kutupsallık=çift oluş) niteliği tamamen EKSİKLİK niteliğinin, zorunlu dışa-vurumudur, yani, çift oluşlar, TAM(=ALLAH) olamayışın, zorunlu tezahürleridir ve öyle olmak zorundadırlar, aksi halde, Rabbimizin TAMLIK niteliği de, mahlukatın EKSİKLİK niteliği de, havada kalırlar. 8-O halde, Rabbimizin, İYİLİK´i emretmesini ve TAKVA´lı oluşunu nasıl anlamak gerekir?Tam bu noktada, Rabbimizin ADALET isim-sıfatı devreye girer, çok kanımca.Çünkü, Yaradan, Kendi TAMLIK´ı ile, mahlukatın EKSİKLİK´ini(=çelişiklik´ini) net biçimde bilir, ve Yüce Adaleti(=zulmetmeme isim-sıfatı) gereği, mahlukatın bu çift(=polaritel ve paradoksal) zorunlu fıtratından dolayı, mahlukat´tan, eksiksizlik beklemez, çünkü, o zaman, Yaradan, bizzat Kendisi ile çelişmiş olur.Yani, aynı anda, hem Yaradan, hem mahlukat TAM(=ÇELİŞME´SİZ=KUTUP´SUZ) olamaz. 9-Dolayısıyle, Rabbimiz, bu gerçeklik´ten hareketle, eksik mahlukata, hem RAHMET eder(=acır), hem de ADALET eder(=zulmetmez=mahlukat´tan eksiksizlik beklemez ve dolayısıyle de, zulmedenleri de dıştalar).Yani, Rabbimizin , salt TAMLIK isim sıfatı, ve mahlukat´ın EKSİKLİK niteliği, O´nun tüm diğer isim-sıfatlarını da, anlamlı biçimde, tetikler, yönlendirir.Zira, ancak TAM VE İHTİYAÇ´SIZ OLAN(=SAMED OLAN), eksik ve muhtaç olan mahlukata, hak´kı ile, RAHMET edebilir, ADALET edebilir ve TAKVA ile muamele edebilir. 10-Şimdi, bu genel tespitlerden sonra, ‘’karşıtlık/polarite’’ temel kavramı eşliğinde,ARŞ, SU, GÖK, YER ve YARATMA kavramlarını, anlamlı biçimde ilişkilendirme çabasına gelelim: DUA :’’Ey eksiksiz, yüceler yücesi, kaadir-i mutlak, güzel Allah´ım ! Sen, katından bir ışık(=fener) tutmadıkça(=mana-ışınım-şua ipi uzatmadıkça), benim, hele hele gariban bir Dabbe olarak benim, ARŞ-SU-GÖK-YER-YARATMA kavramlarını, anlakalır ve anlamlı biçimde ilişkilendirmeye, asla, ne gücüm yeter, ne de ilmim ! Ey Zül Celal-i Ve-l İkram, Sen, Yüce Kat´ından, bir lütufta bulunamaz mısın, benim, eksik bir duygu ile söyleyebileceğim LA İLAHE İL ALLAH kalben tasdik-formülü eşliğinde ve doğrultusunda? Subhan Allah, Aliym Allah, Elhamdulillah ‘’ Amin…
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ÖZELLİKLE BATINİLİKTE ELEŞTİRİLEN ''BEN'' VE ''BENCİLLİK'' ÜZERİNE, KISACA -1 1-Doğrusu, bu soru, yanıtlanması en zor sorulardan biridir, zira BEN mefhumu oldukça izafidir ve bu nedenle doğru anlaşılması pek zordur. 2-Esasen ve belki de, hem BEN mehumunu ve hem de BENCİLLİK mefhumunu yeterince doğru anlayabilmek için, İBLİS-ADEM kıssasına yoğunlaşmak çok yerinde ve yararlı olabilir. 3-Zira, Rabbimizin FÜCUR dediği şey ilk olarak İBLİS´te tecelli etti.Acaba nasıl ve neden tecelli etti? 4-Yani, İBLİS´i Adem´e secde etmekten alıkoyan temel neden BEN mefhumu muydu, yoksa, İBLİS´in kendi BEN´ine yüklediği extra bir anlam mıydı?Yani, esasta, sorun BEN miydi,yoksa BEN´in ötesinde KİBİR miydi? 5-İBLİS-ADEM kıssasında, İblis´in gerekçesi neydi? : ''BEN ONDAN HAYIRLIYIM''. 6-Şimdi, bu tümcede, İblis´in, secde etmemek için öne sürdüğü ve vurguladığı gerekçe BEN´i mi, yoksa ben´inin daha HAYIRLI olduğu savı mı? 7-Bu noktada, dürüst olmalıyız : İblis´in asli gerekçesi ve vurgusu, öncelikli olarak BEN´i değil, fakat ben´inin daha HAYIRLI oluşu.Yani, İblis ''Benim BEN´im Adem´in BEN´inden daha HAYIRLI'' diyor, yoksa, doğrudan ve öncelikli olarak BEN tartışmasına girmiyor fakat DAHA HAYIRLILIK tartışmasına giriyor. 8-Demek ki, bu kıssada, İblis´in isyanı, temelde ve öncelikli olarak, HAYIRLILIK mefhumuna dayanıyor, fakat BEN mefhumuna değil, yani tartışma BEN´e değil, fakat hangi ben´in daha HAYIRLI olduğuna matuf. 9-Zira, İBLİS, Adem´in(=toprak-ben´in) hayırsız olduğunu söylemiyor, fakat kendi ben´inin(=ateş-ben´in) DAHA hayırlı olduğunu savlıyor. 10-Şimdi, bu ayetler ve sözler ortáda iken, İBLİS-ADEM kıssasını, doğrudan BEN mefhumuna dayandırmak hem yalnıştır ve hem de haksızlıktır.Zira, İblis, kendi gerekçesini BEN üzerinden değil, fakat kendi ben´inin(=ateş-ben´in) Adem´in ben´inden(=toprak-ben´den) daha HAYIRLI olduğu üzerinden sunuyor. 11-O zaman, temel sorun BEN ile değil fakat HAYIRLILIK ile ilgilidir, ayetler mucibince. 12-O halde, BENCİLLİK doğrudan BEN ile ilgili değil, fakat HAYIRLILIK ile, yani, BEN´in hayır açısından kendisine yüklediği aşırı anlam(=KİBİR) ile ilgilidir. 13-Yani, İBLİS, doğrudan, ateşten yaratılmış ne kendi BEN´ini, ve ne de Adem´in topraktan yaratılmış BEN´ini inkar ediyor, fakat kendi ben´inin DAHA HAYIRLI(=üstün) olduğu savına(=kibrine) giriyor. 14-Devamı sonra, inşallah ! Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''VAHDET-İ VÜCUT FELSEFESİ''´NİN ''VARLIĞIN BİRLİĞİ'' YA DA ''HERŞEY BİR´DİR'' TEZİNİN İMAN AÇISINDAN BÜYÜK ZARARLARI(=TAHRİBATLARI VE TAHRİFATLARI), NAÇİZANE KISACA : 1-''HERŞEY BİR´DİR/TEK´TİR'' önermesi insanı iman´dan tamamıyle uzaklaştıran bir önermedir, zira bu önerme, en başta ''Halık-mahluk'' farkını ortadan kaldıran batıl bir inançtır. 2- Ki temel inanış böyle olunca, zincirleme olarak, hak-batıl, iman-küfür, alt-üst, iç-dış, zahir-batın, tek-bütün, yer-gök, nur-zulumat, ruh-nefs, iyilik-kötülük, melek-şeytan, cennet-cehennem, mümin-kafir, dürüst-sahtekar, sağ-sol, emir-yasak, rahmet-aşk ve benzeri tüm zıtlıklar arasındaki fark ta ortadan kaldırılmak durumunda kalınır.O zaman, ''Allah´ın insanı zulumattan nura çıkarması''' ile ''iblis´in insanı nurdan zulumata çıkarması'' aynı şey mi? 3-Bu hususu netleştirmek adına, çok basit bir örnek üzerinden gidelim : Mesela elimizde bir ceket olsun.Bu ceketin içi içebükey´dir, dışı ise dışbükeydir.Şimdi bu ceketi ters çevirelim.Bu durumda, bu cekette, artık, içebükey dışabükey; dışbükey de içebükeydir. 4-Ve bu iki ceketi yanyana koyalım.İki ceket, aynı pirinç-beyaz taş örneğinde olduğu gibi, şeklen aynıdır.Fakat, bu iki ceket, mana ve muhteva olarak aynı mıdır? Asla değildir ve taban tabana zıttır, zira, birindeki içebükey diğerinde dışabükey; dışabükey de içebükey´dir. 5-O zaman, içebükey ve dışabükeyleri zıt olan bu iki cekete, nasıl olur da, aynı diyebiliriz; nasıl olur da, bu iki ceket BİR´dir, diyebiliriz? Bu, manaca ve ilmen, çok büyük bir hak´sızlık olur.İşte bu örnekte olduğu gibi, iman ve küfür arasında da, hem geometrik(=biçim) olarak, hem mana(=öz) olarak, böylesi derin bir karşıtlık vardır, ŞEKLEN BENZEŞSELER BİLE.Bu nedenle de, iman´ın yeri ve göğü(=hayat ve ölümü=cennet ve cehennemi) ile, küfr´ün yeri ve göğü(=hayat ve ölümü=cennet ve cehennemi) aynı(=bir) olamaz. 6-Dolayısıyle, daha mahlukat düzleminde bile, zıtlıklar aynı(=bir) değilken, nasıl olur da, Halık´ın tekliği(=zıtlıklar-öteliği=bölünmezliği) ile mahlukatın bütünlüğü(=zıtlar birliği/bütünlüğü=bölünürlüğü) haşa aynı(=bir=tek) olabilir? 7-Bu nedenlerle, Yaradan´ın TEKLİK´i zıtlıklardan ve bölünürlükten sonsuzca mütealdir ve ama´dadır(=gayrı´dır).Yani, Yüce Zat, zıtlıkların Kendisi´nde(=zat´ında=zat´ının somluk´unda) toplandığı(=cem olduğu=bir olduğu=tekleştiği) bir ACZİYET(=polarite=bölünürlük=hiçlik=asıl´sızlık) değildir, aksine, müteal ve ama´da olarak(=som bir teklik/aslilik olarak), tüm zıtlıkları(=zıt çift´leri) ilmiyle kuşatan(=ilminde tasavvur edebilen), yaratan ve cem edendir(=birleştirendir=bütünleştirendir=tekleştiren değildir, haşa). 8-Dolayısıyle, ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalıdır.Yani, ''HERŞEY BİRDİR'' ya da ''VARLIĞIN BİRLİĞİ'' önermeleri Yaradan´a ÖVGÜ(=O´nu hamd-ü sena etme=O´nun tekliğine iman etme) değil, tam aksine, Yaradan´a SÖVGÜ´dür(=yermedir=O´nu hamd-ü sena etmemektir=O´nun tekliğine küfr etmektir). 9-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! SUFİZM ÖĞRETİSİNİN ''GERÇEKLİK'' ANLAYIŞINDAKİ SAKATLIK : 1-Sufi´den alıntı bir tümce : ''Gerçeğe erişmek, varlıktaki tekliğin ve karşılıklı ilişkinin farkına varmak, benliğini aşmak ve kendisini mutlak gerçeklik içinde tanımlamaktır''. 2-Şimdi, Yüce Yaradan, mealen, ''BİZ HERŞEYİ HAK(=gerçek) OLARAK YARATTIK demektedir.Bu nedenle, yaratılan herşeyin birer GERÇEKLİK olduğu bir gerçek. 3-Yukarıdaki sufi tümcesi, tam anlamıyle, gerçeğe aykırı, dolayısıyle iman´a karşıt bir hükmü bildirmektedir.Zira, ''yaratılan varlığın gerçekliği'' ile ''teklik ve mutlaklık'' niteliklerini, haksız biçimde, biraraya getiriyor(=yani, yaratılan gerçeklik ile teklik ve mutlaklığı özdeş kılıyor).. 4-Fakat ve aksine, ''yaratılan gerçeklik'' ile ''teklik ve mutlaklık'' asla biraraya gelemez ve örtüşemez.Çünkü, eğer varlıklar(=mahlukat) tek ve mutlak bir gerçeğin kendisi olsalardı, ayrıca, ''OL'' emrine bağlı olarak yaratılmaları hem gereksiz, hem de imkansız olurdu. 5-Ayrıca, yaratılan gerçeklik(=mahlukat) tekliğin ve mutlaklığın tecellileri olsalardı, o zaman, ezeli ve ebedi olurlardı, ki, bu durumda da, Yaradan´ın, ayrıca, ''OL'' emrini vermesi hem gereksiz, hem de imkansız olurdu. 6-Dolayısıyle, yaratılan gerçekliğe teklik ve mutlaklık izafe etmek, Yaradan ile yaratılanı aynılaştırmak ve Yaradan´ın ''OL'' emri ile GERÇEK-leştirdiği YARATMA GERÇEĞİ´ni inkar etmek demektir.Zira, yaratılan gerçeklik(=mahlukat) tekliğin ve mutlaklığın tecellileri olsalardı, ayrıca, Yaradan´ın ''OL'' emrini vermesi, hem çok saçma olurdu, hem de, yaratılan gerçeklik(=mahlukat), Yaradan gibi ezeli ve ebedi olacağından, Yaradan ile yaratılan birlikte ezeli ve ebedi olmuş olurlardı, haşa. 7-Dolayısıyle, Yaradan ile yaratılanı aynı pota içinde VARLIĞIN TEKLİĞİ şeklinde açıklamak, hem mutlak gerçeğe(=Yaratıcı´ya), hem de izafi gerçeğe(=yaratılan´a) zulmetmektir, kesinlikle.Yani, insanları imansızlığa ve zulme davettir VARLIĞIN TEKLİĞİ ezoterik açılımı. 8-Ayrıca, yukarıdaki tümcede, mealen, ''BENLİĞİ AŞMAK VE KENDİNİ MUTLAK GERÇEKLİK İÇİNDE TANIMLAMAK GEREKİR'' denmektedir. Yani, el insaf, bu nasıl bir BENLİĞİ AŞMAK ki, kendi benliğini mutlaklık ile bağlantılı(=birleşik ve özdeş) kılıyorsun. 9-Dolayısıyle, Yaradan ile yaratılanı birleştiren VARLIĞIN TEKLİĞİ ifadesi tamamen iman dışı bir söz ve yargıdır, yani hem batıldır, hem de şirktir.Zira, gerçeklik bağlamında, Yaradan´ın tekliği(ve mutlaklığı=mutlak gerçekliği), OL emri ile yaratılanların ise bütünlüğü(=izafi birliği=izafi gerçekliği) geçerlidir. 10-Bu nedenle, Yaradan´ın tekliği ve mutlaklığı hakikati ile, yaratılanların bütünlüğü ve izafiliği hakikatini BİR´LEŞTİRMEK tam anlamı ile HAKİKATE ZULÜM ETMEK´tir. 11-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ''ŞEY'', ''VARLIK'', ''YOKLUK'' VE ''OLUŞ'' MEFHUMLARININ İŞARİ/KELAMİ ANLAMLARI ÜZERİNE, KISACA : 1-Yüce Allah, mealen, ''O BİR ŞEYİN OLMASINI DİLEDİĞİ VAKİT, O ŞEY´E OL DER VE O ŞEY DE OLUR'' demektedir. 2-Yani, Rabbimiz, YARATILIŞ´a ilişkin olarak, ŞEY ve OLMAK temel kavramlarını öne sürüyor.O halde, VARLIK ve YOKLUK terimlerinin tek başlarına bir gerçekliği olamaz, demektir. 3-Dolayısıyle, YARATILIŞ GERÇEĞİ açısından, bizim için iki temel kavram geçerli olsa gerektir : ŞEY ve OLMAK. 3-Yani, BİR ŞEY´İN OLMASI ifadesi varlaşma ve yoklaşma´nın herikisini de kapsar.Bu nedenle, BİR ŞEY OLUYOR demek, ''bir şey varlaşıyor ya da bir şey yoklaşıyor'' demektir, anladığım kadarı ile. 4-Mesela, bu bağlamda, ''ruh varlaşıyor ya da yoklaşıyor'', yahut ''nefs varlaşıyor ya da yoklaşıyor'', yahut ''madde varlaşıyor ya da yoklaşıyor'' deriz.O zaman, varlaşmak ta bir OLUŞ´tur, yoklaşmak ta bir OLUŞ´tur. 5-Bu nedenle, IŞIK(=adı ışık olan şey) varlaşırken(=varoluş olurken), KARANLIK(=adı karanlık olan şey) yoklaşır(=yokoluş olur), ya da tersini, söylemek durumunda kalırız.O zaman, ışık-şey ve karanlık-şey´den ayrı ve bağımsız olarak, bir varlık-şey ve bir yokluk-şey´den söz edemeyiz. 6-Zira, bu noktada, varlaşan ya da yoklaşan şey´ler, ışık ve karanlık şeyleri´dir.Yani, burada, varlık ve yokluk birer şey değil, fakat, ışık ve karanlık birer ŞEY´dir.Dolayısıyle, YARATILIŞ zıt ve aslı olmayan bu iki şey´in OLDURULMASI´dır(=gerçeğe dönüştürülmesidir). 7-O halde, VARLIK ve YOKLUK terimleri bizatihi şey´ler olmayıp, ancak, IŞIK-ŞEY ve KARANLIK-ŞEY´in(=iki zıt şey´in) oldurulmalarının(=varlaştırılmalarının ve yoklaştırılmalarının) tanımlanmasıdırlar. 8-Yani, önce, aslı olmayan iki zıt şey(=ışık-şey ve karanlık-şey) yaratılır(=oldurulur), sonra da, bu iki zıt şey, birbirlerine nispetle varlaştırılırlar(=domine edilirler) ya da yokaştırılırlar(=pasifize edilirler)=IŞIK´IN VAR OLMA DERECESİ(=varlaşma derecesi=debisi=şiddeti) ARTTIKÇA, KARANLIK´IN YOK OLMA DERECESİ(=yoklaşma derecesi=debisi=şiddeti) ARTAR. 9-Dolayısıyle, bu noktada, ŞEY´leşen şeyler(=olan şeyler) ışık ve karanlık şey´leridir, ama varlık ve yokluk şey´leri değildir.Yani, biz, OLUŞ bağlamında, varlık ve yokluk´un varlığından ve yokluğundan değil, fakat, ışık ve karanlığın varlığından ve yokluğundan söz edebiliriz. 10-Ve yaratılan şey´lerin aslı(=mutlak hakikiliği) olmadığı için de, biz, IŞIK´ın ve KARANLIK´ın(=iki zıt oluş´un) varlaştırılmasından ve yoklaştırılmasından söz edebiliriz.Yani, ışık ve karanlık, aslı olmadıkları için, birlikte OLMAYAN HİÇ´tirler. 11-Ve ışık ve karanlık yaratıldıklarında da, birlikte OLAN HİÇ´e dönüşürler.Dolayısıyle, ZITLARIN BİRLİĞİ/BÜTÜNLÜĞÜ bağlamında, zıt´lardan hiçbirine varlık ya da yokluk diyemeyiz.Zira, herikisi de, temelde hiç´tirler(=hem varlık´tırlar, hem yokluk´turlar=yaratılan hiçlik´tirler). 12-Yani, POLAR HİÇLİK´in ışık kutbunun varlık derecesi(=dominans derecesi) arttıkça karanlık kutbunun yokluk derecesi(=pasiflik derecesi) artar, ya da tersi.Fakat, ne ışık karanlığı sıfırlayabilir, ve ne de karanlık ışığı sıfırlayabilir. 13-Dolayısıyle, genel manada, zıtlardan herbiri HİÇLİK DAİRESİ(=aslı olmama dairesi) içinde kaldığı için, zıt şeylerin(=örneğin ışık ve karanlığın=iki hiç´in) varlaştırılmasından(=aktive edilmesinden=domine edilmesinden) ve yoklaştırılmasından(=pasifize edilmesinden=resesif edilmesinden) söz edebiliriz ancak. 14-Zira, varlaştırılan ve yoklaştırılan ŞEY´ler zıt şeyler´dir.Yani, aslı hiç olan iki zıt hiç´ten(=ışık ve karanlık´tan) biri domine edilirken diğeri pasifize edilir. 15-O halde, Rabbimiz´in OL emri, tüm zıt iki şeyleri(=ışık ve karanlığı; ruh ve nefsi; mana ve madde´yi; vb.) birlikte kapsar.Yani, oldurulan ŞEY´ler aslı olmayan(=hiç olan) zıt hiçlik´tirler.Ama hernekadar zıt şeyler birer hiç olsalar da, sonuçta, OLUŞ olarak(=mana ve muhteva olarak), taban tabana zıt´tırlar(=zıt hiçlik´tirler). 16-Dolayısıyle, IŞIK=KARANLIK, yahut RUH=NEFS, yahut MANA=MADDE, yahut HAK=BATIL, yahut HAYR=ŞER, yahut İYİLİK=KÖTÜLÜK, yahut İMAN=KÜFR, yahut FİRAVUN=MUSA, yahut İÇ=DIŞ, yahut ALT=ÜST, yahut ARŞ=ARZ, yahut GÖK=YER, yahut HAYAT=ÖLÜM, yahut MELEK=ŞEYTAN, yahut NUR=ZULUMAT, yahut vb. diyemeyiz. 17-Zira, zıt oluş´ların HİÇLİK dairesinde olmaları(=gerçekleşmeleri), onları birbirlerine zıt şeyler olmaktan çıkarmaz ve eşitlemez. 18-Nihayet, OL emri birbirine zıt tüm çift´leri(=zıt oluşları=zıt hiçlikleri=zıt şey´leri=ışık ve karanlığı, vb.´i) kapsar; ŞEY terimi zıtlıkların tüm biçimlerini(=ışıkşeyoluş-karanlıkşeyoluş´u; ruhşeyoluş-nefsşeyoluş´u; manaşeyoluş-maddeşeyoluş´u, vb.´i) kapsar; VARLIK VE YOKLUK terimleri de aslı olmayan(=yaratılan) tüm zıt olma biçimlerinin(=ışık ve karanlığın, vb.´in) dominans derecelerini kapsar, diye düşünmekteyim naçizane. 19-Yani, YARATMAK hem aslı olmayan(=hiç olan) zıt şeyleri(=örneğin ışık ve karanlığı) oldurmak(=gerçeğe dönüştürmek) ve hem de zıt şeylerin dominans derecelerini(=varlık ve yokluk derecelerini) oldurmak´tır(=gerçek´leştirmektir) : =YARATMAK SADECE YOK´TAN VARLAŞTIRMAK DEĞİLDİR, AMA HEM VARLAŞTIRMAK VE HEM DE YOKLAŞTIRMAK´TIR. =YARATMAK, ZIT ŞEYLERİN VARLIK VE YOKLUK DERECELERİNİ(=hiçlik´in tekamül derecelerini) İÇ-İÇE KILMAK´TIR. =YARATMAK, HEM YOK´TAN VAR ETMEK VE HEM DE VAR´DAN YOKETMEK´TİR. =YARATMAK, VARLIĞI YOKLUKTA, YOKLUĞU DA VARLIK´TA DERECELENDİRMEK´TİR(=kılmak´tır). =YARATMAK, HİÇLİK´İ ZIT HİÇ ŞEY´LERE(=zıt çift şey´lere) YARMAKTIR, BÖLMEKTİR. =ZORUNLU VE ONTOLOJİK, İLAHİ ''BÖL VE YÖNET'' PRENSİBİ :))). 19-TEK(=ahad=bölünmez=halık) BÜTÜN´Ü(=vahdet´i=bölünür´ü=mahluk´u) böler(=cüz´lere parçalar ve cüz´ler arasında bütünlüğü/vahdeti sağlar), ama BÜTÜN(=vahdet=mahluk) TEK´i(=ahad´ı=halık´ı) bölemez(=cüz´lere bölemez ve Kendisi´ne cüz olamaz). 20-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! İYİ NİYET VE MECAZ BİR TARAFA, KELAMİ(=FELSEFİ) MANADA, ALLAH´IN VARLIĞININ DELİLLERİ OLMAZ, FAKAT O´NUN MUTLAK BİR HAKİKAT OLUŞUNUN İŞARİ DELİLLERİ OLUR, NAÇİZANE : 1-Zira ''var olmak'' başka bir şey, ''hakikat olmak'' başka bir şeydir.Yani varoluş hakikate değil, tam tersine, hakikat varoluşa bir ölçüt, bir dayanak, bir temel olabilir. 2-Yani, Yaradan´ın hakiki olması O´nun var(lık) olmasını gerektirmez, fakat mahlukatın var olabilmesi O´nun yaratıcı bir hakikat oluşunu mutlaka gerektirir. 3-Yani, HAKİKAT=VARLIK diyemiyeceğimiz gibi, HAKİKAT=YOKLUK ta diyemeyiz kelamen ve delilen.Zira, O´nun hakikatliği mutlaktır, ki ''mutlak hakikat'' deyimi, ''varlık-yokluk'' ikilemini aşan(=müteal) bir anlamı ifade eder. 4-Bu demektir ki, ''O, VAR OLMADAN VE YOK OLMADAN, SALT MUTLAK BİR AŞKIN HAKİKAT´TİR''.Zira, bir şeyin varlığı ya da yokluğu o şeyi mutlak hakikat kılmaz.Nitekim, Rabbimizin yarattığı mahlukat izafeten hakikattir, ama mutlak hakikat değildir. 5-Dolayısıyle, O´nun mutlak hakikatliğini ''varlık-yokluk'' çerçevesine indirgemek ve sınırlamak doğru değildir.Zira, mutlak terimi sınırsızlığı ifade eder.Fakat bir şeye var ya da yok demek, o şeye belli bir sınır çizmek demektir. 6-Yani, ''Allah vardır'' dediğinizde de, ''Allah yoktur'' dediğinizde de, ''Allah hem vardır, hem yoktur'' dediğinizde de, Allah´ı mutlaklıktan çıkarıp, O´na sınır çizmiş olursunuz. 7-Halbuki, mahlukat için ''var'' ya da ''yok'' ya da ''hem var, hem yok'' denebilir, ama Yaradan için denmez.Zira, vardan yoğu, yoktan varı yani hem varlığı hem yokluğu yaratan sadece O´dur. 8-Dolayısıyle, varlık ve yokluk nitelikleri izafidir ve yaratılmanın konusudurlar.O halde, Yaradan sadece yaratmanın ve mutlaklığın konusu olabilir, ki bu nedenle O´na MUTLAK HAKİKAT denir, ama mutlak varlık ya da mutlak yokluk ya da mutlak hem varlık hem yokluk den(e)mez. 9-Zira, var olmak belli bir yerde ve zamanda(=boyutta) olmak; yok olmak ta belli bir yerde ve zamanda(=boyutta) olmamak, demektir.Yani, var olmak ta, yok olmak ta, uzay-zaman(=boyut) şartına bağlıdır, zira iki terim de izafilik ve sınırlılık bildirir. 10-Fakat, mutlaklığı hiçbir şarta bağlayamaz ve indirgeyemezsiniz.Dolayısıyle, mutlak hakikat terimi izafi hakikat terimini(=varlık-yokluk ikilemini) sonsuzca aşan, ve bu nedenle varlık-yokluk çifti ile sınırlanamaz bir hakikattir(=belirsiz, sınırsız, tanımsız ve müteal somluktur). 11-Şüphesiz, en doğrusunu Rabbimiz bilir, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ÖZELLİKLE BATINİLİKTE ELEŞTİRİLEN ''BEN'' VE ''BENCİLLİK'' ÜZERİNE, KISACA -2 15-Bu durumda, BEN ve BENCİLLİK mefhumlarını anlamak üzere, HAYIR mefhumunu irdelememiz gerekiyor, ki böylelikle, İblis´in neden ''BEN ONDAN HAYIRLIYIM'' gerekçesinin mahiyetine biraz daha vakıf olabilelim. 16-Bu noktada, bence, mealen ''ALLAH İNSANI ZULUMATTAN NURA, İBLİS İSE NURDAN ZULUMATA ÇIKARIR'' ayetini temel almak durumundayız. 17-Zira, bu ayet, temel olarak, Rabbimizin HAYIR´ının ilkesel ifadesidir, yani, esasta, HAYIR mefhumunun NUR ile, daha doğrusu NURA ÇIKARMAK ile ilintili olduğunu anlıyoruz. 18-O halde, İblisin ''BEN ONDAN DAHA HAYIRLIYIM'' sözü ''BEN ONDAN DAHA NURLUYUM' anlamına gelir. 19-O zaman, NUR nedir, NURA ÇIKARMAK nedir? Yani, salt HAYIR mefhumu, beraberinde yeni mefhumları davet ediyor zorunlu biçimde. 20-NUR mefhumu da, mefhumlar bağlamında, zincirleme olarak AYDINLIK´ı; aydınlık RUH´u; ruh ŞUUR´u; şuur VİCDAN´ı; vicdan da HAK-BATIL´ı davet eder öncelikle. 21-Hak-Batıl ise HAK-BATIL AYRIMINI; hak-batıl ayrımı ADALET-ZULÜM mefhumlarını davet eder.Salt HAYIR mefhumunu hakkı ile anlayabilmek için, bileşen daha bir çok mefhumu anlamamız gerekiyor. 22-Ve son tahlilde, hayır´ın(=nur´un) ADALET ile ilgili, karşıtı şer´rin de (=zulumatın da) ZULÜM ile ilgili olduğu sonucuna varırız. 23-Şimdi çok hassas bir noktaya geldik : Hakikaten, İBLİS, fıtraten daha HAYIRLI mı idi? Yani fıtri olarak daha NURLU mu idi? 24-Rabbim yanıltmıyorsa, naçizane bana göre, İblis şeytanlaşmadan önce, fıtri açıdan daha HAYIRLI(=nurlu) idi.Fakat, HAYIRLI OLMAK başka bir şey HAYIRDA BULUNMAK başka birşeydir. 25-Yani, HAYIRDA BULUNMAK, üstte(=nurda) olanın, daha aşağıda olanın nurlanmasına yardımcı olmak üzere, eğilmeyi(=tevazuyu=kendi nurluluk rahatından vazgeçip fedakarlıkta ve rahmette bulunmayı) gerektirir. 26-Dolayısıyle, İblis, kendi hayırlı(=nurlu=rahat=keyifli) pozisyonundan fedakarlık edip HAYIRDA BULUNMAYI(=iyilik etmeyi=Adem´e eğilmeyi/secde etmeyi) KİBR´ine yediremedi. 27-Yani, sorun DAHA HAYIRLI olup olmamakta değil, fakat HAYIRDA BULUNUP BULUNMAMAKLA ilgili idi.Zira, iyilik(=hayırda bulunmak) tevazuyu(=eğilmeyi=secde etmeyi=nurlu rahatından vazgeçmeyi) gerektirir. 28-Dolayısıyle, HAYIRDA BULUNMANIN önündeki en büyük engel bizatihi BEN değil, fakat o Ben´in kendi rahatından vazgeçerek hayırda bulunmasını ketleyen KİBİR´dir. 29-Bu nedenle, fıtri açıdan, bir insan ya da bir cin çok HAYIRLI(=nurlu) olabilir, ama bu o insanın ya da cinin HAYIRDA BULUNACAĞI(=iyilikte bulunacağı=iyilik etmek üzre eğileceği/secde edeceği) anlamına gelmez. 30-HAYIRLILIK(=nurluluk) dereceleri fıtridir, ama HAYIRDA BULUNMAK(=nurlandırmak=iyilik etmek=eğilip fedakarlıkta bulunmak) RAHMET, VİCDAN VE GÖNÜL işidir, diye bir sonuç çıkarıyorum naçizane. 31-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! KAMER/54-1/AYETİNİN DABBE´CE İŞARİ YORUMU, KISACA : A-AYET: Saat (=kıyamet vakti) yaklaştı ve ay yarıldı(54/1). B-İŞARİ YORUM : 1-Naçizane bana göre, bu ayeti öncelikle genel anlamda tahlil edip, daha sonra sevgili Peygamberimizce böyle bir mucizenin delil anlamında müşriklere gösterilip gösterilmediği konusunu ayrıca değerlendirmek gerekir. 2-Bir kere, ayetten apaçık belli ki, Rabbimiz kıyamet süreci kapsamındaki bir AY YARILMASI´ndan söz etmektedir, ki bu nedenle, bu ayet öncelikle GENEL anlamda irdelenmelidir. 3-O halde, bu ayeti sağduyuya uygun bir biçimde tahlil edebilmek için, yaratılışa ilişkin, bize ışık tutacak, fener niteliğinde bir İLAHİ İLKE´yi bulmak gerek. 4-Zira, KIYAMET OLGUSU´nu(=kainatın yıkılışını) anlamak için, kainatın geleceğine değil fakat geçmişine, yani başlangıcına doğru bakmak gerekir bence.Çünkü, yaratılışın oluşma şekli, aynı zamanda, yaratılışın geriye işletilmesi(=iade edilmesi) olgusuna dair de önemli ipuçlarını sunar bize. 5-Peki, yaratılış süreci, genel manada nasıl baş göstermişitir ve ayrıca ilgili ayette de nasıl anılmıştır?Bilimsel araştırmalar bağlamında, kainatın big-bang ile minicik bir noktadan açıldığı anlaşılmış vaziyette. 6-Ayrıca, ilgili ayette, Rabbimiz mealen ne diyor? : ''YERLER VE GÖKLER BİTİŞİKTİ, SONRA BİZ ONLARI AYIRDIK''. 7-Tüm bu verilerden(=datalardan) şöyle bir genel sonuç çıkar : Kainat mikrodan makroya(=zerreden kürreye=parçalılıktan bütünlüğe) doğru bir yaratılış süreci izlemektedir. 8-İşte, bana göre, yaratılış sürecinin nasılını gösteren bu ZERREDEN KÜRREYE İNŞA ilahi ilkesi, Kamer-1´in tahlil edilmesine ve anlaşılmasına büyük ölçüde ışık tutar kanımca. 9-Çünkü, bütünsel ve çok büyük bir kainatın minicik bir nokta içinde olabilmesi, esasen, ancak ve ancak, o kainatın mümkün olan en küçük zerrelere(=boyutlara) bölünmesi(=parçalanması=inşikak ettirilmesi) ile mümkündür, zira ve mesela, elinizdeki bir metre küp hacimli bir taşı çok küçük parçacıklara bölerseniz, artık o taş miktarı, bir metre küp hacme değil, fakat ve mesela on santimetre küp hacme sahip olur. 10-Dolayısıyle, çok büyük bir kainatın, big-bang öncesi algı dışı çok mini bir boyuta sığması da, mümkün olan en mini parçacıklara bölünmüş olmasını gerektirir. 11-Bu nedenle, naçizane bana göre, kainatın big-bang öncesindeki TEKİLLİK durumu, aslında kainatın en parçalanmış(=zerrelere bölünmüş ve dürülmüş=kompakte edilmiş=bütünselliği dağılmış=tümparçalılık) halidir.O halde, BIG-BANG ile başlayan yerler ve göklerin ayrışması süreci, aslında, paramparça olan kainatın, giderek, parçalarının birleşmesi yani makro´ya(=kürre´ye=kül´e) doğru BÜTÜNlenmesi sürecidir. 13-İşte, eğer biz, yaratılışa dair MİKRODAN MAKROYA(=zerreden kürreye=parçadan bütüne=cüzden küle) doğru olan ilahi ilkeyi anlamış ve keşfetmişsek, buradan, aynı zamanda, yaratılış sistematiğinin tersi olan KIYAMET SÜRECİ´nin de nasıl olacağı cevabını işareten anlamış ve keşfetmiş oluruz : MAKRODAN MİKROYA PARÇALANIŞ(=kürreden zerreye bölünüş=külden cüzze bölünüş=bütünden parçaya gerileyiş=başlangıçtaki tekilliğe/tüm parçalılığa iade ediliş=tümdevriliş). 14-Bu noktada, şu gerçek billurlaşır : Bütünden parçaya parçalanış(=devriliş), sonradan önceye doğru bir parçalanışı(=inşikak´ı) gerektirir.Yani, sonra oluşan şey önce ikiye bölünür; sonra bölünen iki parça ayrıca parçalara bölünür ve bu böylelikle devam eder(=kıyamet/big-crunch kuyruğu). 15-O halde, kıyamet süreci başladığında(=başlangıca geri iade sistemi başlatıldığında), bütünden tekilliğe(=en küçük zerrelere bölünmeye) doğru bir süreç işlicek, demektir.Dolayısıyle, kıyamet sürecinde, big-bang´ten itibaren objelerin oluşma sırasına göre, sonra oluşanlar önce parçalanıcak demektir. 16-Yani ve mesela, dünya önce, ay sonra oluşmuşsa, süreç geri işlerken, sonra olan(=ay), daha önce oluşmuş olana(=dünya´ya) göre, sıralama açısından, parçalanışa daha evvel uğrucak demektir uzay-zaman bağlamında.Zira, artık, zamanın oku tersine dönmüştür kıyamette. 17-Gelelim, sevgili Peygamberimiz´in ayın yarılışını, beyyine olarak, müşriklere gösterip göstermediği meselesine : Doğrusu, bana göre, göstermiş te olabilir, olmayabilir de. 18-Ancak, eğer sevgili Peygamberimiz, kıyametteki ayın yarılışını müşriklere göstermişse, bu, ayın o anda yarıldığı anlamında değildir? Peki nedir? 19-Esasen, kainat, aynı anda, hem big-bang sürecini ve hem de big-crunch sürecini birlikte taşır potansiyel olarak.Dolayısıyle, zaten, big-bang´in içinde, gelekteki big-crunch ta mevcuttur boyutsal(=matematiksel) olarak. 20-Dolayısıyle, eğer sevgili Peygamberimiz müşriklere ayın kıyametteki yarılışını göstermişse : O görülen ay yarılması gerçektir fakat o anda olan değildir, yani, Yüce Allah, kainatın geleceğinde perdeli olarak mevcut olan big-crunch sahnelerinin perdelerini o an kaldırmıştır ve müşrikler de o kıyamet sahnesindeki ayın yarılışını perdesiz olarak görmüşlerdir o an. 21-Dolayısıyle, kıyamet sürecindeki ayın yarılışı, o zamanda, bir an için, perdesiz olarak seyredilmiştir, bana göre.Yani, o yarılış gerçektir, ama o, perde arkasındaki ve gelekteki ayın kıyamet anındaki yarılışıdır fakat o andaki yarılışı değildir, Allahu alem.Zira, Rabbimiz ayın yarılış anını gelecekteki kıyamet süreci ile ilişkilendiriyor ayette.Bu nedenle, sevgili Peygamberimiz´in ayın yarılışını gösterip göstermemesinden ziyade, bunun nasıl olabileceğine ilişkin ilahi ilke, yani Rabbimiz´in o işlemi uzay-zaman perdeliliği üzerinden gerçekleştirmesi çok daha gerçektir ve önemlidir. 22-Şüphesiz herşeyin en doğrusunu Rabbimiz bilir, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! A-1 : İYİLİK VE KÖTÜLÜK´ÜN GENEL VE AHLAKİ ANLAMLARI : Doğrusu, İYİ-KÖTÜ konusu yorumlanması çok zor olan bir konu ve hala bu hususa ilişkin yoruma kalkışmakta tereddüt içindeyim, zira hala bu hususta sağlıklı ve doygun bir yorum yapabilecek donanımda olmadığımı düşünüyorum.Fakat, düşündüm-taşındım ve ''en azından bazı söyleyebileceğim şeyleri şimdilik giriş niteliğinde belirtmeliyim'' diye bir karara vardım.Aslında bu derin hususa, en son girmeyi tasarlıyordum.Ama, genel bir giriş yapmakta, sanırım, bir sakınca yoktur ve umarım, Yüce alim/bilgin olan Rabbim´in kısmi yardım ve desteğiyle, genel girişim anlamlı ve sağduyuya uygun bilimsel bir giriş olur.Tabi, iyi-kötü kavramları bağlama(=kontekse) göre farklı anlamlar içermekte, fakat, özellikle ahlaki bağlamda, iyi ve kötü´nün ne olduğunu anlamaya çalışmak, ilahi yaratım ve iman açılarından büyüm önem arzetmektedir.Esasında, ahlaki iyi-kötü´nün ne olduğunu anlamadan çok önce genel YARADILIŞ(=FITRAT) hususunu çok iyi anlamak ve betimlemek gerekir, ve fıtrat(=varoluşun oluşsal tarzı ve niteliği) kavramı üzerinden, ahlaki iyi-kötü´yü tahlil etmek en yerinde olur, zira OLUŞ´UN FITRATI(=olma tarzı ve yasası) anlaşılmadan, Tanrı´nın ahlaki iyi-kötüden neyi kastettiği asla gereği gibi anlaşılamaz, çok kanımca.O halde, kolları sıvayalım ve önce genel EVREN´İN FITRATI(=oluş´un tarzı ve niteliği) hususunu masaya yatıralım, derim. Az sonra :))
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! D-Dolayısıyle, ''hakikati keşifte'' MUTLAKLIK ve İZAFİLİK terimleri sonsuzca önemli ve değerlidir : ''TANRI MUTLAK VE TEK´TİR; evren(=mahlukat=yaratılanlar) izafi ve çiftir(=bütünseldir=çift kutupludur)''.İşte hakikat bu kadar yalın, bu kadar temiz, bu kadar latif, bu kadar kibar ve bu kadar anlaşılırdır.Fakat, nedense, bu yalın hakikati ne filozoflar, ne bilim adamları, ne mistikler ve ne de yorumcu dindarlar tespit ve itiraf ediyorlar.Tabi, benim yaptığım genellemeyi ''çoğu filozoflar, çoğu bilim adamları, çoğu mistikler ve çoğu yorumcu dindarlar'' şeklinde anlayınız, külliyen herkesi kastetmiyorum haşa, bu haksızlık olur.Sonuç itibarıyle, MUTLAKLIK yaratılmamışlık, teklik, parçalanmaz-bütünlenmezlik, sonsuzluk, tamlık(=kemaliyet) ve kendiliğindenliği ifade eder; İZAFİLİK ise, yaratılmışlık, çiftlik(=çift kutupluluk=polarite), parçalanır-bütünlenirlik(=big-bang+big-crunch), sonluluk, eksiklik ve kendiliğinden olamayışlığı ifade eder velhasılı kelam. E-Doğrusu KUANTUM hususunda, hala ayrıntılı bilgi sahibi değilim fakat kuantumun genel anlamı, benim için şimdilik yeter : BELİRSİZLİK İLKESİ=ÇOK KÜÇÜKLÜKLER/PARÇACIKLAR İLKESİ : Dolayısıyle, bilinen evrendeki bilinen fizik yasaları kuantum düzeyinde geçersiz hale geliyor.O zaman, kuantum gerçeği bize neyi ifade ediyor Tanrı´nın yaratışı gerçeği bağlamında? Yani kuantum gerçeği Tanrı´nın yaratıcılığını doğruluyor mu, yadsıyor mu? : Bu, kuantumu nasıl anladığınıza ve yorumladığınıza bağlı.Bana göre, kuantum gerçeği Tanrı´nın yaratıcılığını doğruluyor.Neden? : İşte hakikati tespit açısından, tam bu noktada yine mutlaklık-izafilik terimleri devreye giriyor ve imdada yetişiyor.Nasıl? : Çünkü mutlak Tanrı kendiliğinden ve sonsuzca BELİRLİLİK´tir(=kesinliktir=nedensizliktir=değişmez gerçekliktir) mutlak gerçeklik bağlamında, yani O´nun dışında hiçbir yaratılmış BELİRLİ(=mutlak=kesin=nedensellik-dışı=kendiliğinden gerçeklik=kendiliğinden değişmezlik) olamaz, dolayısıyle, yaratılan tüm mahlukat BELİRSİZLİK(=olasılık=mümkünlük) üzre olmalıdır.Bu nedenle, tüm yaratılışın temelinde BELİRSİZLİK İLKESİ(=kuantum ilkesi=mutlak ve tek olamayış ilkesi) olmak zorundadır, ki yaratılan evren temelde BELİRLİ olsa idi, o zaman sonsuz ve tek olurdu.Halbuki sonsuzluk ve teklik(=mutlak belirlilik=mutlak kesinlik) sadece mutlak olan Tanrı´ya izafe edilebilir.Yani O´nun yaratılmamışlığı, mutlaklığı, tekliği, sonsuzluğu, tamlığı ve kendiliğindenliği mutlak olarak BELİRLİ´dir(=kesindir=değişmez gerçekliktir=belirsiz olasılık yasalarına tabi olmayıştır).Fakat evrenin yaratılmışlığı, izafiliği, çift kutuplu oluşu, sonluluğu, eksikliği ve kendiliğinden olamayışı ise külliyen BELİRSİZ´dir(= külliyen belirsiz olasılık/mümkünlük yasaları üzredir).Tabi, bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın : Tanrı´nın belirli olması, O´nun tanımlanabilir olması demek değildir, zira sonsuz bir belirlilik aynı anda sonsuzca tanımlanamazlık demektir.Keza, evrenin belirsiz(=kuantatik=kuantsal) olması demek, evrenin tanımlanamaz olması demek değildir, zira belirsizlik demek temelde salt olasılık yasalarına dayalı(=izafi) oluş demektir, dolayısıyle belirsizlik belli açılardan tanımlanabilirlik demektir de aynı anda.Son tahlilde demek istiyorum ki, mutlak Tanrı BELİRLİLİK´tir(=sonsuz kesinliktir=olasılık yasalarına sonsuzca tabi olmayıştır=varlığı kendiliğinden kesinliktir=sonsuz tanımlanamazlıktır); evren ise BELİRSİZLİK´tir(=sürekli kesin olamayıştır=sürekli olasılık yasaları üzreliktir=kendiliğinden olamayıştır=sürekli tanımlanabilirliktir) naçizane bence.Bir de ''KUANTUM DOLAŞIKLIĞI'' konusunu yani herşeyin herşeyle bağlantılı olması konusunu herşeyin dürülü bir noktadan bağlantılı olarak geliyor olması şeklinde anlamak, bence, daha doğru olur ve mealen : ''BİLGİNLER BİLMİYORLAR MI Kİ, BİR ZAMANLAR YERLER VE GÖKLER(=HERŞEY) BİTİŞİKTİ, SONRA BİZ ONLARI AYIRDIK=Bilginler bilmiyorlar mı ki, bir zamanlar herşey bir noktada dürülü/dolanık/daraltılmış/kompanse/yapışık/ idi, sonra Biz onları ayırdık(=genişlettik)''.Teşekkürler, sevgiler, saygılar ve sağlıcakla inşallah :) The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet 🐧🐬👋
Ya Huuu Sen gerçektenmi bu kadar Güzelsin Yoksa ben büyülendimde Seni olağan üstü Bir Güzel olarak görüyorum Kafam karma karışık Hani böyle Bir güzellik mümkünmüdür Bir İnsan bu kadar Güzel olabilirmi Yoksa cennetten kaçmış Huri dediklerinden biri senmisin Çok büyük olasılık Başka türlü mantıklı Bir açıklaması olamaz Bu güzellikle çoktan çatlamış olmalıydın Neden olacak nazardan Boncuksuz gezme cennet gözlüm
Yazmayayım dedim ama ah be ablacım Kapak atman için Önce Şeriati tam yaşaman ve Resûlullâh'ın sünnetine Tam uyman Lâzım şart Bunu ah bi bilebilseniz ah be mübarek Daha fıtratına uygun davranıyorsunz Gelgelelim Cennet Şeriat ister Takva ister Verâ ister Yüce ELLÂH Hidayet versin ve O halde yaşatsın ve Canınızı iman ile allsın âmîn
Bismillah, Subhan Allah ve Allhu-l Aziym ! YÜCE YARADAN´INIMIZIN ''HALİM, LATİF ve RAUF'' İSİM-SIFATLARINA VE HOCALARIMIN DA HOŞGÖRÜSÜNE SIĞINARAK, ŞİMDİLİK, RABBİMİZ´İN İSİM-SIFATLARININ OLASI ANLAMLARINA İLİŞKİN OLARAK, BENDE OLUŞAN, İŞARİ ALGILAMALAR-1 :(Not: Tabi, bu, isim-sıfatlar´a bir giriş ve hocalarımın videolarının da yardımı ile, giderek, O´nun isim-sıfatlarına ilişkin olarak, elden geldiğince, en sağlıklı anlamalara ve algılamalara erişmek ümidiyle, inşallah ! ) ALLAH´IN 99 İSMİ=ESMAU´L HUSNA : ALLAH: Mutlak Kendilik/Zat(=kendiliğindenlik=kıyambinefsihilik=sebepsizlik ve sonuçsuzluk=sebepleri ve sonuçları yaratan=sebeplilik ve sonuçluluk yasalılığını yaratan) 1-ER RAHMAN: Rahmetedici (şartsız rahimleyen/korunaklıyan) 2-ER RAHİM: Rahmetedici (şartlı rahimleyen/korunaklıyan) 3-EL MELİK: Hükümran (hükmetme yetkisini kimseyle paylaşmayan) 4-EL KUDDÛS: Arı (fani olmayan=fena lekesi ile lekelenmeyen/eksilmeyen/kararmayan=fenalığın nesnesi ve konusu olmayan=bekaa arılığını yitirmeyen) 5-ES SELAM: Esenlikli (esenlik, güvenlik, huzur ve barış yanlısı ve destekçisi) 6-EL MÜ’MİN: Güvenilir (güvenmeyi ve güvenilmeyi seven ve önemseyen) 7-EL MÜHEYMİN: Gözetici (mahlukatın, her yöndeki eksikliklerini ve eksilişlerini takip eden ve gereğini yapan) 8-EL AZÎZ: Yenilmez (muhteşem savaşçı=yenilgiyi asla kabul etmeyen=yenilgiyi, Allahlığına asla yakıştırmayan ve yakıştırtmayan) 9-EL CEBBÂR: Zorlayan (evrimler/nicelikler yoluyla devrimler/nitelikler yaratarak, çeşitliliği ve tekamülü sağlayan=nicelikten niteliğe dönüşümü zorlayan=nicel birikimlerle nitel dönüşümleri sağlayan, mecbur kılan=mesela, 99. dereceye kadar ısıtılan suyu/nicel evrimi, 100.derecede buhara dönüştüren/nitel devrime zorlayan, mecbur kılan, gibi) 10-EL MÜTEKEBBİR: Kibriyalı (kendiliğinden erişilmez büyük=büyüklük taslama hak´kının sadece Kendisi´ne ait olduğunu vurgulayan=birinin bir başkasının başına mütekebbirlik/ilahlık taslamasına razı olmayıp, Kendi ilahlık ve büyüklük taslama şeklindeki Allahlık hak´kını kimseye yar etmeyen) 11-ELHÂLIK: Halkedici (halkasallaştırıcı=periyotlandırıcı=periyodik evrelendirici=sarmallandırıcı=tekamülen, tekrar ettirici, tekmil ettirici) 12-EL BÂRİ’: Düzenleyici (benzerlikleri ve farklılıkları, örneksiz ayırtedici, sınıflandırıcı=aynılık ve farklılık ikiliğini/tek olamama özelliğini mahlukata hasreden=benzer biricikleri/özgünlükleri/farklılıkları yaratarak, tek biricikliğe/benzersiz biricikliğe izin vermeyen ) 13-EL MUSAVVİR: Şekillendirici (kılıklandırıcı=kimliklendirici=boyutlandırıcı=sınırlandırıcı=formlandırıcı=bileştirerek farklı kalıplara sokucu=alamet-i farikalığı sağlayıcı) 14-EL ĞAFFÂR: Mağfiretli (çok bağış yapmayı seven=mahlukatı, zevalden koruyucu, hertür bağışıklık sistemleriyle donatan=tüm bağışıklık-sistemi çeşitlerini yaratan=bağışlamasını(=hakedilmeyen nimeti vermesini), azabının(=hak edilen cezayı vermesinin) çok önünde tutan) 15-EL KAHHÂR: Kahredici (ezici çoğunluğun zorbalıklarına karşı,ya da çok zorba/ezici birine karşı, Tek başına, kesin ve keskin, ezici Tek olabilen/haklı ve zulmetmeyen karşıt zorlayıcı olabilen=Kendi hükümlerini, zulmedenlere, ezerek ve zorlayarak, kabul ettirmesini, eksiksiz bir biçimde iyi bilen) 16-EL VEHHÂB: Bahşişkar (maddi ve manevi, çeşit çeşit bahşişler vererek, insanları sevindirmeyi ve iyiliğe teşvik etmeyi pek seven=herkesin, er ya da geç arayacağı, bahşişlerle yüklü, muhteşem yararlı alış-verişçi) 17-ER REZZÂK: Rızıklandırıcı (rızkını yüklenebilenlerin de, yüklenemeyenlerin de, ihtiyacı olan şeyleri, çeşitli biçimlerde yaratan, depolayan ve dahi geçimliklerini ayarlayan ve dağıtan tek otoriter ve diğergam erzakçı=beslenme zincirinin halkalarını/periyodik oluşumlarını, eksiksiz bir tarzda ayarlayan) 18-EL FETTÂH: Açan (ruhsal, bedensel, sosyal, doğasal ve ontolojik tüm tıkanıklıkları/blokajları gideren ve düzenli akışı yeniden sağlayan=hidayete giden yollardaki, tüm tıkanıklıkları/çalı-çırpıyı gideren) 19-EL ALÎM: Mutlakbilici (aracısız bilici=aynasız bilici=yansımasız bilici=alet ve edavatsız bilici=doğrudan bilici=uzam-süresiz bilici=mahluk akıl´ın/düşünme akümülatörünün aracılığından, mutlak biçimde azade, bir bilici=toplayan, çıkaran, çarpan ve bölen, yani tekleyen bir akıl sistematiğine, asla muhtaç olmadan bilen=kendiliğinden, araç´sız, sonsuzca ve tam bilen)
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! Ara değini -70 : SUFİ´DEN BİR ALINTI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ : A-ALINTI : ''Allah´ın sırrı sensin, kalbine yolculuk et- Şemsi Tebrizi'' B-DABBE´CE AÇIMLAMA : 1-Allah´ın sırrı, sadece insan değil, iman ve küfürden sorumlu cin´dir de, imtihan dışı olan melek´tir de, dahası ve hepsinden ötesi, Allah´ın gerçek sırrı, genel olarak, O´nun YARATMA GÜCÜ VE KAPASİTESİDİR. 2-Dolayısıyle, insan, yaratılan herşey üzerinden, Allah´ın yaratıcı olduğu hakikatine ve sırrına erer, ancak Allah´ın nasıl yarattığı sır´rına, sonsuzca eremez.Yani,yaratılanlar üzerinden Allah´ın yaratıcı olduğu hakikat ve sırrına ermek başka birşeydir, Allah´ın nasıl yarattığı sırrına ermek bambaşka birşeydir. 3-Birincisi imkan dahilindedir, ikincisi imkan dışıdır.Sap ile samanı karıştırmamak gerekir. 4-Ancak, şurası bir gerçek ki, Allah´ın imani ve ruhani açıdan muhatap alması bağlamında, insan birincil değerdedir.Ve bu yüzden, ALLAH İNSANA ŞAH DAMARINDAN(=kalbinden) DAHA YAKINDIR.Bu kısma itiraz eden hiçbir imanlı yok. 5-Fakat, Allah´ın insana şah damarından(=kalbinden) daha yakın olması, insanın Allah´ın kendisini nasıl yarattığı sırrına ermesini sağlayan ya da sağlayacak bir durum da değildir, haşa.Ancak, insan, kendisini yaratan ve dolayısıyle, yarattığı insanı insandan çok daha iyi bilen Allah´ın, kendi iç yolculuğu(=akleden kalp yolculuğu) vasıtasıyle, Yaradanı olduğu hakikat ve sırrına erer, daha hikmetli bir biçimde. 6-Bu başka birşey, fakat, Şemsi Tebrizi´nin kastettiği bambaşka birşey.Yani, Şemsi Tebrizi, kalp terimi üzerinden, daha doğrusu, Kur´an´da mealen ''ALLAH İNSANA ŞAH DAMARINDAN/KALP ATIMLARINDAN DAHA YAKINDIR ayetinin batıl tevili üzerinden, Allah´ın yaratıcılığını inkar önermesini öne sürüyor. 7-Yani, asıl sır, Allah´ın insana şah damarından daha yakın olması değil, fakat, insan gibi bir şaheseri yaratma gücü ve kapasitesidir, ki, bu sırra, sonsuzca eremez insan.Fakat, insan, kendi iç yolculuğu vasıtasıyle, kendisinin bir yaratılış şaheseri olduğunu ve bu şaheseri yaratanın da Allah olduğu hakikati ve sırrına erer. 8-Asıl sır´rın ikinci kısmı da, iman ve küfr´e ilişkin olan kısmıdır.Yani, insanın bir şaheser olarak yaratılması, insanın imanlı olmasını garantilemez ve hatta, aynı iblis gibi, küfr(=şirk ve Allah´ın yaratıcılığını direkt ya da dolaylı inkar=inkar ettirme) üzre, çok değersiz bir halde yaşamasına da hiçbir engel yoktur. 9-Dolayısıyle, ASLİ SIR´rın birinci kısmı Allah´ın yaratma gücü ve kapasitesidir(=ki, bu sır´ra asla erilemez), ikinci kısmı da, iman ve küfr´ün ayırtedilmesidir(=iman ve küfr´ü tam olarak Allah ayırteder, ancak, insana da, ilkesel bağlamda, kısmen ayırt etme ilmini bağışlar). 10-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! NAÇİZANE, ŞİMDİYE KADAR OKUDUĞUM AYETLERE BİNAEN, GENEL MANADA, ŞU HUSUSLARA DİKKAT EDİLMESİ GEREKTİĞİ KANAATİNE VARDIM : 1-Yalnış anlaşılmasın, ben, esas itibarıyle EZOTERİZM´e(=batınilik´e) karşı değilim.Benim karşı olduğum nokta, Allah´ın anlamı açık olan ayetlerinin EZOTERİZM(=batınilik) adı altında inkar edilmesine ve istismar edilmesine karşıyım. 2-Ki, Yüce Rabbimiz, ilgili ayetlerinde, mealen ''O, ZAHİRİ DE BİLİR BATINI DA BİLİR'' demektedir.Ayrıca, Yüce Allah, mealen, ''KİMSE O´NUN İLMİNDEN, İZİN VERDİĞİ KADARINDAN FAZLASINI KAVRAYAMAZ'' da demektedir. 3-Dolayısıyle, herbir insan, farkında olarak yahut olmadan, sonuçta, O´nun zahiri ve batıni ilminden bir şeyler kavrar.Yani, biz, O´ndan ilim dilerken, tabii bir biçimde, O´nun zahiri ve batıni ilminden dilemiş oluruz. 4-Ve Yüce Allah, ilkesel manada, zahir ilmine ve batın ilmine ilişkin olarak muhkem ve müteşabih ayetlerini Kur´an´da bildirmiştir.Bu nedenle, sadece müteşabih ayetleri değil, fakat muhkem ayetleri de doğru kavrayabilmek, ancak bir emek, bir tefekkür ve O´nun ilmi kavrayış bahşetmesi ile ilintilidir. 5-Yani, esasen, doğru anlamak ya da kavramak bağlamında, sadece müteşabih ayetler değil, fakat muhkem ayetler de zordur.İnsanlar sanıyor ki, sadece müteşabih ayetler zordur, fakat muhkem ayetler kolaydır. 6-Muhkem ayetler ile müteşabih ayetler arasındaki en önemli fark, muhkem ayetlerin manaca çok daha açık-seçik, anlaşılır ve sabit olmasıdır.Fakat manaca bu açık-seçikliğe rağmen, insanın o muhkem ayetleri bile Allah´ın kastettiğinden çok farklı ve yalnış anlama olasılığını ortadan kaldırmaz. 7-Bu nedenle, Yüce Allah, mealen, ''O´NUN İLMİNDEN ANCAK O´NUN DİLEDİĞİ KADARINI KAVRAYABİLİRSİNİZ'' şeklinde bir genelleme yapmaktadır.Yani, bu genellleme, hem muhkem ayetleri hem de müteşabih ayetleri birlikte kapsar. 8-Fakat tüm bunlara rağmen, müteşabih ayetler, daha kapalı oldukları ve türlü manalara daha açık olma doğalarından ötürü, istismara ve kelime oyunlarına çok daha müsaittirler.Yani, sanılmasın ki, İblis, insanları sadece müteşabih ayetler üzerinden yanıltır, fakat muhkem ayetler üzerinden de yanıltır, yanıltmaya çalışır. 9-Ancak, doğaldır ki, İblis için, insanı yanıltma açısından, müteşabih ayetler çok daha elverişli ve manevra alanı yüksek bir alandır.Dolayısıyle, İblis, daha ziyade, müteşabih ayetler üzerinden bazı öznel genellemeler yaparak, o genellemelerle ters düşen muhkem ayetleri hemen hiç anmaz ve gözden kaçırır. 10-Mesela, İblis, mealen, bazı müteşabih ayetlerden hareketle ''HERŞEY İNSANIN İÇİNDEDİR=İNSAN EVRENDEN BÜYÜKTÜR'' der ve dedirtir.Fakat, İblis, muhkem ayet olan, mealen, ''ŞÜPHESİZ YERLERİN VE GÖKLERİN YARATILIŞI İNSANLARIN YARATILIŞINDAN DAHA BÜYÜK BİR İŞTİR=EVREN İNSANDAN BÜYÜKTÜR'' ayetini asla anmaz ve avanesine de andırmaz. 11-Demek ki, esas itibarıyle, zahiri ya da batıni ilim bizatihi kötü değil, fakat, Allah´ın muhkem ayetlerini inkar etmek ve müteşabih ayetlerini istismar etmek´tir kötü olan=yani, kötü(=batıl) olan inkarcı batınilik´tir(=inkarcı ezoterizm=inkarcı sufizm´dir).Dolayısıyle, BATIL BATINİLİK´ten uzaklaşıp, anlamı açık muhkem ayetleri inkar etmeyen ya da onlarla çelişmeyen bir HAK BATINİLİK´e doğru yönelmek ve onay vermektir doğru olan, yoksa zahiri ilmi ya da batıni ilmi doğrudan ve haksız biçimde yok saymak değildir hedef. 12-Tabi, bu arada, şunu da dürüstçe ve açıkça itiraf etmem gerekir : Kendimce yaptığım bu tespitler, asla, saygıdeğer ve emektar din alimlerimizin sahip olduğu gibi bir donanım üzre değildir.Benimkisi, daha çok, bence, anlamı çok açık bazı ayetlerden esinlenerek yapılmış tespitlerdir.Bu nedenle, kasıtlı olmadan belki çok yalnış tespitler yapıyor da olabilirim, ki öyleyse, Rabbim´in mağfiretini ve alimlerimizin de affını dilerim. 13-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! ‘’İNKARDA ISRAR EDEN O KİMSELER GÖRMEZLER Mİ Kİ; GÖKLER VE YER (BAŞLANGIÇTA) BİTİŞİKKEN BİZ ONLARI AYIRDIK VE(HAREKET EDEBİLEN) HER CANLIYI(=DABBE´Yİ) SUDAN VAR ETTİK?BUNA RAĞMEN İNANMIYACAKLAR MI?-Enbiya/30)’’ AYETİNDE GEÇEN ''BİTİŞİKLİK VE AYRIŞMA '' MEFHUMLARININ ÇOK OLASI İŞARİ ANLAMI VE AÇILIMI/1 : Tabi bu arada, şu iki ayeti de hatırlamak gerekir :1-O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.(HUD/7) 2-Allah odur ki yedi göğü ve yerden de onlar(=7 gökler) kadarını(=7 yer´i) yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz. (TALAK/12) AÇIKLAMA(=DABBECE İŞARİ TEFSİR) : 1-Çoğu saygıdeğer alimimiz ya da araştırmacımız, Hud/7´de geçen 6 GÜNDE ifadesini, genellikle 6 AŞAMADA(=6 EVREDE) şeklinde anlıyor ve çeviriyor. 2-Halbuki, Yüce Rabbimiz, Talak/12´de,’’O, 7 GÖĞÜ VE ONLARIN MİSLİNİ(=yani, 7 gök kadar 7 yer´i de) YARATTI’’ diyor.O halde, bu ifadelerde geçen 7 rakamı, bence, AŞAMA(=EVRE=TABAKA) terimiyle daha çok örtüşür.Yani, ‘’O, 7 AŞAMA(=tabaka) GÖĞÜ VE 7 AŞAMA(=tabaka) YER´İ YARATMIŞTIR’’ demek, sağduyuya daha mutabık kalır kanımca. 3-O halde, Hud/7´da geçen 6 GÜNDE ifadesini nasıl tefsir etmek gerekir.Dikkat edilirse, Yüce Rabbimiz, ‘’O, 7 GÖK´Ü VE MİSLİ 7 YER´İ, 6 GÜNDE YARATMIŞTIR’’ diyor.Yani, buradaki GÜN terimi, hem gökleri ve hem de yerleri içine alan(=kuşatan) bir mefhuma tekabül ediyor. 4-Öyleyse, hem gökleri ve hem de yerleri kuşatan bu GÜN mefhumu neye delalet(=işaret) ediyor olabilir?Tam bu noktada, bizatihi GÖK VE YER terimlerini anlamaya çalışalım ki, buradan, herikisini kuşatan GÜN mefhumuna, daha sağlıklı bir biçimde yelken açabilelim. 6-İnsan hiçbirşey bilmese bile, kabaca, GÖK´ün ‘’yukarı boyutu,frekansı’’, YER´in ise ‘’aşağı boyutu,frekansı’’ çağrıştırdığını, hemen fark eder. 7-Bu durumda, 6 GÜNDE´ki GÜN mefhumu, hem yukarı boyutları, hem de aşağı boyutları kuşatan bir şey.Acaba, böylesi, YERLER´İ VE GÖKLER´İ kuşatan şey neye delalet ediyor olmalıdır? 8-Öncelikle, şunu anımsamakta çok fayda var : İster gökler olsun, isterse yerler olsun, herbirşeyin olmasının(=herbir oluş´un=herbir şey´leşmenin) bir UZAY-ZAMAN boyutu(=kab´ı=çerçevesi=denklemi) olması gerekir.Yani, ‘’YER´ler de belli bir uzay-boyutunda, GÖK´ler de belli bir uzay-zaman boyutunda’’ olsa gerektir.Yani ne yer´ler ve ne de gök´ler ‘’UZAY-ZAMAN’’-DIŞI olamazlar.Yani, ‘’hem GÖKLER hem de YERLER, aslında, farklı uzay-zaman boyutudurlar’’ demektir. 9-O halde, 6 GÜNDE´ki GÜN terimi , özünde, hem UZAY boyutunu, hem de ZAMAN boyutunu kuşatabilen bir ÜST-BOYUT´a karşılık gelir, ki böylelikle, farklı türdeki uzay-zaman boyutları olan YERLER´i ve GÖKLER´i birlikte kapsayabilsin, kuşatabilsin. 10-Bu datalardan hareketle, esasında, GÜN teriminin de, YER-GÖK uzay-zaman boyutu türlerini kuşatan bir ÜST UZAY-ZAMAN BOYUTU TÜRÜ(=kapsayıcı bir uzay-zaman boyutu türü) olduğu anlaşılır.Ki buradan da, 6 GÜN UZAY-ZAMAN BOYUT TÜRÜNÜN, ‘’7 aşamalı gök’’ ve ‘’7 aşamalı yer’’ uzay-zaman boyutu türlerini içerdiği, kapsadığı, kuşattığı anlaşılır=BOYUTLAR İÇİNDE BOYUTLAR=BOYUT TÜRLERİ İÇİNDE BOYUT TÜRLERİ. 11-O zaman, neden 6 GÜN ve neden 7 GÖK VE 7 YER.Yani,Yüce Rabbimiz, neden GÜN için 6 rakamını ve YERLER VE GÖKLER için ise 7 rakamını kullanıyor?Filozof(=felsefe) taş´ına mı sormak gerekir acaba :) ? Biraz izin verin de, şöyle derinden bir ‘’OFFFFFFFF !’’ çekeyim, zira, Allah´ı anlamaya çalışırken, afakanlar basıyor insanı :) .Allah´ın ilminden sual olunur mu? Evet olunur, ama, O´NU B İLMEK ADINA DEĞİL, FAKAT O´NU VE O´NUN HAK VE HAKİKATLERİNİ ANLAMAK ADINA VE UĞRUNA sual olunur.Hedefimiz, haşa, O´nu bilmek değil, fakat, olabildiğince, O´nu anlamaya çalışmak, ki, böylelikle, BATIL VE ŞİRK´ten uzaklaşıp, HAK VE TEVHİD´e yakinlik kesbedebilelim.Günahlarımız olsa bile, en azından, niyetimiz , hedefimiz ve çabamız iyi ve ilahi olmalı.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! EĞER ALLAH HİÇLİK´İ(=MAHLUKAT´I=BİZATİHİ OLMAYANI) YARATIYORSA, BU BAĞLAMDA, TESADÜF VE OLASILIK MEFHUMLARI NEYE TEKABÜL EDİYOR OLABİLİR? NAÇİZANE ÇOK KISACA: 1-Öncelikle, ne denildiği değil fakat neyin kastedildiği çok daha önemli. 2-Şimdi, çoğunlukla, Rabbimiz´in yaratması(=El Fatırlık´ı), YOKTAN VAR ETME şeklinde anlaşılıyor.Yani, Rabbimizin, orada duran bir yok´tan, burada duran, aslı, örneği olmayan bir var´ı yarattığı düşünülüyor doğal olarak. 3-Evet, ''Allah aslı, örneği olmayanı yaratıyor'' elbette, ve bu, zaten, Rabbimiz´in, Kendi yaratışına ilişkin olarak, Kur´an´da belirttiği temel gerçek.Ama aslı olmayan varlık mı, yoksa, tam aksine, yokluk mu?(=hiçlik mi?) 4-Dolayısıyle, naçizane bana göre, ÖRNEĞİ OLMAMA(=aslı olmama) mefhumunun neye izafe edileceği son derece önemli.Kaldı ki, daha derinlemesine tahlil etmeden önce bile, ÖRNEĞİ OLMAMA´nın , zaten, tanım gereği, ASLI OLMAMAK(=bizatihi bir varlığı olmamak) anlamına geldiği açık.Dolayısıyle, aslı olmama´nın, HİÇ OLMAK yani HİÇLİK olduğu da anlaşılır. 5-O zaman, mantıken ve zorunlu olarak, ''Allah aslı olmayan hiçlik´i(=bizatihi olmayanı=HİÇLİK´İN BİZZAT KENDİSİNİ) yaratıyor/varlaştırıyor'' demektir.Yani, hiçlik´i varlaştırıyor.Bu nedenle de, varlaştırılan hiçlik, aslı olmayan soyut bir varlık olmuş oluyor. 6-Ve böyle baktığımızda, sonuçta, Allah yine yoktan var etmiş oluyor, fakat, Allah var olan bir yoktan var´ı yaratmış olmayıp, tersine, yok olan(=olmayan) yok´u yaratmış(=oldurmuş) oluyor.Yani, Allah aslı olmayan YOKLUK´u yaratmış oluyor.Dolayısıyle bizzat YOKLUK, yaratılan varlık(=mahluk) olmuş oluyor. 7-Zira,varlıktan önce bizatihi bir yokluk´un varlığını varsaymak, yokluk´un aslı olduğunu varsaymak demektir.Halbuki, ASILLILIK(=aslı olma=bizatihilik) mefhumu som´luk(=mutlaklık ve hakikilik) bildirir ve bu nedenle, somluk(=aslilik) niteliği, sadece, Rabbimiz´in Zat´ına münhasır olabilir. 8-Ve somluk SOMUT´tur(=sebepsiz ve sonuçsuz hakikiliktir=yaratılmayanlık´tır).O halde, somluk´un zıttı SOYUTLUK, yani aslı olmamaklık(=hiçlik) demektir. 9-Dolayısıyle, son tahlilde, Allah´ın yaratması demek, Allah´ın OLMAMA´yı(=asıl´sızlığı=hiçlik´i) OLdurması demektir.Yani, Allah OLMAMA´yı(=hiçlik´i) VARlaştırıyor(=olduruyor), demektir.Daha doğrusu, yok´tan var´ı yaratmıyor(=yokluk´tan varlık´ı çıkarmıyor), fakat tam tersine, yok´tan yok´u(=hiç´ten hiç´i) yaratıyor(=namevcut hiç´ten mevcut hiç´i çıkarıyor=namevcut hiç´i, mevcut hiç´e dönüştürüyor=geri hiç´i ileri hiç´e eviriyor/tekamül ettiriyor=hareketsiz hiç´i hareket eden hiç´e çeviriyor), demektir. 10-Zira, bizatihi ve som olan(=mutlak hakiki olan), sadece Allah´ın Zat´ıdır, bu nedenle de, yaratılan, O´nun somluk´u(=mutlak hakikiliği=bizatihi hakikiliği=somut hakikiliği) karşısında, daima soyut(=hiçlik=bizatihi olmayan=sanal/izafi hakiki) olmak zorundadır.İşte bu nedenle, ''mahlukat yaratılan hiçliktir(=izafi hakikattir=yaratılan sanal hakikattir)'' demek zorunda kalırız.Yani, hiçlik´in varlaşması, O´nun hiçlik´i yaratmasına bağlıdır, ve O yarattığı sürece, hiçlik GERÇEKleşendir(=olan mahluktur). 11-O halde, sonuç olarak, Allah´ın Zat´ı , yaratılmayan SOM GERÇEKLİK´tir(=asıl´dır=bizatihi cevher´dir=bizatihi fizik´tir=mutlak´tır=mutlaka´dır=zorunluluk´tur=olasılık değildir=tesadüfilik değildir=yaratılmayan imkan´dır=som ilke´dir), mahlukat ise, yaratılan SOYUT GERÇEKLİK´tir(=aslı olmayandır=araz´dır=som olmayan metafizik´tir=izafi´dir=mutlaka değildir=yaratılan tesadüflük´tür=yaratılan olasılık´tır=yaratılan mümkünlük´tür=olasılık yasası´dır). 12-Bu durumda, tesadüfilik ve olasılık HİÇLİK´in özü´dür(=yasasal doğasıdır).Zira, som olmayan(=yaratılan=hiçlik=mahlukat) birşey, tesadüfi ve olası(=bizatihi olmayan=yasasal) olabilir, fakat, som olan(=yaratılmayan=Allah) tesadüfi ve olası olmaz, fakat ZORUNLU(=bizatihi=ilkesel) olur. 13-O halde, Allah´ın hiçlik´i(=mahlukat´ı) yaratması demek, aynı zamanda, tesadüflük´ü ve olasılık´ı yaratması demektir.Yani, bana göre, KADER , tesadüflük´ün ve olasılık´ın ÖLÇÜlendirilmişliğidir(=tesadüfilik ve olasılık yasalarının ölçülü tarzda işletilmesidir/isabetlendirilmesidir/istikametlendirilmesidir). 14-Yani, yaratılış, hiçlik´in(=tesadüflük ve olasılık´ın) ölçülü biçimde bölünmesidir(=fıtr edilmesidir=yarılmasıdır=bölüştürülmesidir=tesadüflük´ün ve olasılık´ın ölçülü biçimde tesadüfi ve olası kılınmasıdır= tesadüflük ve olasılık´ı düzene koymaktır=tesadüflük ve olasılık yasalarını başı-boş bırakmamaktır=tesadüflük ve olasılık´ın ölçülü biçimde KAZA edilmesidir ya da ettirilmesidir) ki, bu da, tesadüfilik ve olasılık yasalarının tesadüfiliğe terkedilmemesi demektir.Zira, olasılık´ın ve tesadüfiliğin olduğu bir yerde, ancak ÖLÇÜ´den(=kadar´dan, kader´den ve değer´den) söz edebiliriz. 16-İşte bu nedenle de, QUANTUM TEORİSİ, bana göre, son derece önemlidir.Zira, quantum teorisini gereği gibi/hak´kıyle anladıkça, kainatın özünün tesadüfilik ve olasılık üzre olduğunu, dolayısıyle de, kainatın yaratılan ÖLÇÜlendirimiş bir TESADÜFLÜK VE OLASILIK(=aslı olmayan bir hiçlik) olduğunu daha iyi anlamış oluruz, diye düşünmekteyim.Yani, esasta, QUANTUM TEORİSİ, kainat´ın tekliğini(=somluk´unu) değil, tam aksine, kainatın yaratılan bir mümkünlük(=aslı olmayan polar bir hiçlik/soyutluk/sanallık/izafilik) olduğunu gösterir ya da işaret eder.Yani, quantum teorisi, kainatın som(=aslı olan) bir teklik olduğunu değil, fakat tam tersine, aslı olmayan yaratılan bir hiçlik polaritesi olduğunu işaret eder. 16-Zira, tesadüflük ve olasılık yasalarının aslı yoktur, dolayısıyle, yaratılan yasalardır.O halde, bizatihi olamayan tesadüflük ve olasılık yasaları(=hiçlik´in yasaları) yaratılmanın konusudurlar, ki, bu nedenle, ''Allah yarattığı yasaların(=tesadüflük ve olasılık yasalarının) mahkumu değil, ama hakimidir'' denir. 17-Zira, İLKE yasa´ya değil, fakat YASA ilke´ye bağlıdır.Yani SOM(=mutlaklık=zorunluk) soyut´a(=olasılık´a ve izafilik´e) bağlı değil, tersine, SOYUT(=olasılık ve izafilik) som´a bağlıdır(=som olanın soyutlamasına bağlıdır). 18-Bu nedenlerle ve sonuçta, bence, ''MAHLUKAT/KAİNAT SALT HİÇLİK´TİR'' ya da ''MAHLUKAT/KAİNAT SALT VARLIK´TIR'' önermeleri üzerine inşa edilen tüm ezoterik öğretiler BATIL´dır(=küfr´dür), fakat, A- ''MAHLUKAT/KAİNAT YARATILAN HİÇLİKTİR'' B=KAİNAT HİÇLİK´İN YARATILMASIDIR C=KAİNAT HİÇLİĞİN VARLIĞIDIR D=HİÇLİK YARATILAN VARLIK´TIR/MAHLUK´TUR E=VARLIK HİÇLİĞİN VARLAŞTIRILMASIDIR F=MAHLUKAT HİÇLİKTE VARLIKTIR G=OLUŞ, HİÇ-OLMAYIŞ´IN HİÇ-OLUŞ´A EVRİLTİLMESİ´DİR H=MAHLUKAT, YARATILAN GERİ HİÇ´TEN(=yaratılmış kozmik hiçlik tohumundan) TEKAMÜL ETTİRİLEN İLERİ HİÇ´TİR(=gelişen kozmik hiçlik ağacıdır=yaratılan basit hiç´ten tekamül eden karmaşık hiç´tir=yaratılan eksik hiç´in ikmal edilen/tamamlanan hiç´e dönüş-türül-ümüdür ) demek HAK´tır(=iman´dır). 16-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! BU ARADA, ''ALLAH´IN VARLIĞI YA DA YOKLUĞU'' MESELESİNE İLİŞKİN DÜŞÜNCEM : 1-Bu mesele beni bayağı rahatsız etmekte, ve bu nedenle, bu konuyu açıklığa kavuşturmak zorunlu gözüküyor. 2-Zira, ya ''Allah´ın varlığı'', ya ''Allah´ın yokluğu'' ya da ''herikisi birden'' şirke malzeme yapılıyor. 3-Halbuki, naçizane bana göre, Allah´a ne VARLIK ne YOKLUK ve ne de ''hem varlık hem yokluk'' mefhumları izafe edilemez ve edilmemelidir. 4-Zira MUTLAK olanı, izafi kavramlar olan varlık ya da yokluk terimleriyle tanımlamak mümkün değildir. 5-Dolayısıyle, mutlak olana, en üst kavram olarak ancak KENDİLİĞİNDEN HAKİKAT kavramı izafe edilebilir. 6-Zira, varlık ya da yokluk birer zıt OLMA HALİ´dirler, dolayısıyle ikisi de İZAFİ´dirler.Yani, Allah´ın mutlaklığı dışında ve karşısında, ayrıca mutlak bir varlık ya da yokluk olmaz, olamaz, naçizane bana göre. 7-Dolayısıyle, Allah, mutlak bir hakikat olarak, izafi varlık ve yokluk hallerini(=oluşlarını) yaratandır.Bu durumda, Yaratıcı, varlık ve yokluğun konusu(=nesnesi) değildir, olamaz;fakat ve tam aksine, varlık ve yokluk(=zıt haller) O´nun yaratmasının konusu(=nesnesi) olabilirler. 8-Bu nedenlerle, Allah varlık ve yokluğun değil fakat HAKİKAT´in konusudur bence. 9-Yani, Allah bir ''varlık'' ya da ''yokluk'' olarak ya da ezoterizmde olduğu gibi ''hem varlık hem yokluk'' olarak değil fakat bir HAKİKAT olarak gerçektir.Dolyısıyle, Allah´ın hakikatliği mutlaklık şeklinde iken, mahlukatın hakikatliği izafi ve zıt varlık ve yokluk halleri şeklindedir. 10-Sonuç itibarıyle, Allah´ın mutlaklığı dışında ve karşısında ayrıca mutlak bir varlık ya da mutlak bir yokluk olamaz, ki bu da, varlık ve yokluk´un birer yaratılan izafi hal olduklarını, fakat, O´nun ise ne varlık ve ne yokluk olmayan, tersine her ikisini de yaratan, tarif dışı bir HAKİKAT olduğunu gösterir, işaret ve teyit eder. 11-Elbette herşeyin en doğrusu Rabbimiz katındadır, velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dabbet
Euzubillahimineşşeytannirraciym Bismillahirrahmanırrahiym,Subhan Allah,Allahu´l Aziym ! 💘 🌸 🌷 🍁 🐬 🍀 🌿 🙋💖 ☀ 👍 👋 NAMAZ´DAKİ ‘’KIYAM, RÜKU VE SECDE’’´nin İŞARİ-ANLAMLARI ,KIYAMET VE DABBELİK /1 1-Esasen, bana göre, namazdaki KIYAM, RÜKU ve SECDE hareketlerinin işari anlamını, Yüce Rabbimiz´in YARATMA hareketiyle, dolayısıyle YER, GÖK VE YER-GÖK ARASI unsurları(=çerçeveleri) ile ilişkilendirmek gerekir. 2-Çünkü, son tahlilde, ibadi hareketler, Yüce Yaradan´ın ‘’yerleri, gökleri ve aralarını’’ yaratmasının sembolik göstergeleri olmak zorundadır ki böylelikle, namaz hareketleriyle, bilincinde olsak ta olmasak ta, a-YERLER´in b-GÖKLER´in ve c-YERLERLE GÖKLER ARASINDAKİLERİN yaratacısının ve idare edicisinin Yüce Allah olduğu, sembolik manada ifade edilmiş, teyid edilmiş olsun. 3-Zira, tüm yaratılış YER, GÖK ve YER-GÖK ARASI çerçevelerinin içindedir ve hiçbirşey bu çerçevelerin dışında kalamaz.O halde cansızdan canlıya tüm yaratılış formları (=varlıkları=oluş biçimleri), illa ki YERLER, GÖKLER ve YER-GÖK ARASI kaplamları içinde gerçekleşiyor olmalıdır. 4-Dolayısıyle ve esasen, insan; namazdaki kıyam, rüku ve secde hareketlerini yapmakla, ‘’ALLAH´IM, YERLER´İN DE RABBİ SENSİN(=secde), GÖKLER´İN DE RABBİ SENSİN(=kıyam) VE YERLER-GÖKLER ARASININ DA RABBİ SENSİN(=rüku)’’ demiş olur benim bakış açıma göre.Bunun tam açılımı ise=’’ALLAH´IM, OLUŞLARI KIYAM ETTİREN(=yükselten=açan=genişleten=büyüten=ayakları üzerine getiren) DE SENSİN; SECDE ETTİREN(=alçaltan=kapatan=daraltan=küçülten=yüz-üstü/tepe-taklak getiren) DE SENSİN=DÜŞMEZ(=secde etmez) KALKMAZ(=kıyam etmez) BİR ALLAH´TIR’’ 5-O halde, SECDE ,KIYAM ve RÜKU hareketleri, bize, aynı zamanda 2 DOĞU ve 2 BATI/POLARİTE gerçekliklerini de, kendi içinde mahfuz olarak, işaret etmiş olur. 6-Çünkü, eğer yaratılış ‘’teklik’’ biçiminde yani ‘’tekdüze form’’ üzre olsa idi, o zaman da, herşey hareketsiz ve sabit olurdu, yani, ne YÜKSELİŞ(=kıyam=doğuş=doğum=doğu vektörü), ne ALÇALIŞ(=secde=batış=batma=batı vektörü) asla gerçekleşmezdi.Yani, tüm oluşlar sadece DOĞUŞ ya da sadece BATIŞ halinde olurlardı ve bu tekdüze durum ilel-ebed sürerdi(=tekdüzelik=değişmezlik).Buradan da anlaşılır ki, YÜKSELME (=kıyam=doğuş=doğu)ve ALÇALMA(=secde=batış=batı) hallerinin olabilmesi için KARŞITLIK´ın(=herşeyin zıt ikizinin=herşeyin çift´inin=çelişki yasasının=polarite´nin) olması kaçınılmazdır.İşte ,bana göre, RÜKU(=orta nokta=ekinoks) dediğimiz hareket te, KARŞIT ÇİFTLERİN(=2 doğu ve 2 batının=yerler ve göklerle onların benzer karşıtlarının) KESİŞİM, ÇATIŞIM, ÇELİŞİM, BİRBİRLERİNE ÇELME ATIŞIN VE AYRIŞIM DÜZLEMİ´dir. 7-O halde, acaba,YÜKSELİŞ VE ALÇALIŞ durumlarında olagelen nedir genel olarak?İşin ayrıntılarını saygıdeğer alimlerimize bırakmak kaydıyle, esasen, bana göre, OLAGELEN ŞEY, genel manada bellidir.Eğer Rabbimiz, herşeyi ÇİFTLER(=yerler ve göklerle karşıt/anti yerler ve gökler=artı proton ve eksi elektronlarla anti proton ve elektronlar=vb.) halinde yaratmış ise, bu şu demektir : ‘’Yaratılan çiftler, doğal biçimde ve daima, birbirlerini ters yönde çekerek, birbirleriyle BİTİŞME´ye(=KAOS´a=ÇARPIŞMA´ya) meylediyorlar’’.Yani, Yüce Yaradan, eğer, kainatı kendi haline bırakırsa, kainatı oluşturan tüm karşıtlar(=yerler-gökler ve anti yerler-gökler=artı-eksi zerreler ve anti artı-eksi zerreler) birbirbilerine ters-çekim uygulayarak(=tersinerek), birbirleriyle bitişmek(=yapışmak) üzre, birbirlerine girerler(=çarpışırlar=kaosa girerler).Zira, yaratılanlarla Yaradan arasında çok önemli bir fark vardır; Yaradan, karşıtlıklardan azade(=münezzeh) olduğu için, hep ve sonsuzca, kendiliğinden bakidir(=sonsuzca kıyam halindedir=sonsuzca kudretlidir=hiç eksilmezdir ve artmazdır=hep tam´dır), fakat yaratılanlar, karşıtlıklardan mütevellit olduğu için, kendiliğinden kıyam edemezler(=artamazlar) ve hep ve daima, sonsuzca secdeye(=sonsuzca eksilmeye=sonsuzca hiçleşmeye) meylederler.Yani, Kainat, Yaradan´ın EKSİKSİZLİK´ine karşılık HEP EKSİKLİK´tir. 8-Dolayısıyle, karşıtlıklardan oluşan ve daima eksilmeye(hiçleşmeye=kaos´a) meyleden kainat, daima DÜŞMEZ-KALKMAZ ,SABİT VE EKSİKSİZ YARADAN tarafından KIYAM ETTİRİLME´ye(=arttırılmaya=birşeyleştirilmeye=kozmos´a) muhtaçtır(=Yaradan´ın hiçbirşeye muhtaç olmaması(=samed) ve fakat herşeyin(=mahlukatın) O´na muhtaç olması hali ve yasası=ALLAH´IN EKSİKSİZLİK/MÜNEZZEHLİK İSM-İ HAL´İ) 9-Demek ki, YARADAN (=Halık) ile YARATILANLAR(=Mahlukat) arasındaki temel mesele ve fark EKSİKSİZLİK VE BEKAA meselesi ve farkıdır.Yani, sonsuzca eksiksiz ve baki olan sadece Allah iken, mahlukat sonsuzca eksikliğe ve hiçleşmeye meyleden olmak zorundadır.Zira, Yaradan´ın nitelikleri ile mahlukatın nitelikleri sonsuzca çelişik ve karşıttır : Yani, 1-Yaradan SONSUZ ise yaratılan SONLUDUR’; 2-Yaradan ‘’İKİLİK´ten(=karşıtlıklardan=çift oluşlardan=polariteden) SONSUZCA ARI(=münezzeh ) ise, yaratılanlar SONSUZCA İKİLİKLİ´dir(=münezzeh olamayandır=hep, kaosa ve hiçleşmeye/eksilmeye meyleden karşıt çiftler halindedir). 10-Bütün bunlardan, Yaradan´ın neden KARŞITLIKLAR´DAN AZADE(=münezzeh) ve mahlukat´ın ise neden KARŞIT ÇİFTLER halinde oldukları da anlaşılmış olur.Zira, EKSİKSİZLİK, MUTLAKLIK, SONSUZLUK, TEKLİK VE BEKAA nitelikleri ancak ve ancak karşıtlıklar üzeri(=fevkinde ve müteal) olmakla gerçekleşebilen niteliklerdir ki sadece Yüce Yaradan´a hastır.Dolayısıyle de, Yaradan´ın aksine, mahlukat hep EKSİK(=lekeli), GÖRELİ(=mukayyet ve bağımlı), SONLU(=sınırlı=haddi olan), ÇİFT(=antilerden mütevellit ve tekleşemeyen) ve BAKİ OLAMAYAN(=başı/gök´ü ve sonu/yer´i olan=öncesiz ve sonrasız olamayan)DIR.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! BATINİ SUFİLER, ''KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMEK'' İBARESİ VE ÖZELEŞTİRİ: 1-Batıni sufiler, kısaca ve şeklen, ''KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMELİ'' diyorlar.Yani şeklen doğru söylüyorlar fakat öz´ce tam tersini öneriyorlar. 2-Burada, KABUK´u ''beden''(=nefs=içgüdüler), ÖZ´ü de ''ruh''(=mana) olarak anlamak gerekir.Ya da, daha somut bir tabirle, kabuk´u AT, öz´ü de SÜVARİ olarak anlamak yerinde olur.Ya da çok daha dini manada, kabuk´u ZULUMAT, öz´ü de NUR olarak anlamalı. 3-Konuyu açmadan önce kendi adıma şunu itiraf etmeliyim : Ben Dabbe olarak, kabuk´ta mıyım, öz´de miyim? : Doğrusu, kabuk´tayım, şüphesiz. 4-RUH(=öz) bir alandır; NEFS te(=kabuk ta) bir alandır : Yani, ruh manevi bedendir, nefs ise maddi bedendir anladığım kadarı ile. 5-Ve bu manada, benim kabuk´ta oluşum eleştirilebilir, buna bir itirazım yok ve olamaz. 6-Ancak, kabuk´tan öz´e yani atlık´tan süvarilik´e geçiş ALLAH´I YALANLAYARAK olmaz. 7-Dolayısıyle, batıni sufilerin, bana göre, en büyük yanılgısı, Allah´ın ayetlerini yalanlamayı KABUK´tan ÖZ´e geçiş olarak anlamaları ve önermeleridir.Sorun tam bu noktada düğümlü. 8-Yani, batıni sufiler KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMEK doğru ibaresi üzerinden, ayetler yalanlanarak, ÖZ´DEN KABUK´A GEÇİŞ´i önermektediler tam tersine. 9-Ben, Dabbe olarak kabukta olabilirim, fakat, elimden geldiğince, hem kendi günah ve hatalarımı itiraf etmeye ve hem de Allah´ın ayetlerini yalanlamamaya gayret ediyorum. 10-Dolayısıyle, ben, en fazla, kabukta kilitlenmiş, ham iman sahibi biriyim, öyle olduğumu düşünüyorum(=sanıyorum) ağırlıklı olarak. 11-Fakat benim kabuk´ta oluşum ile Allah´ı yalanlamamaya çalışışımı aynı kefeye koymamak gerekir.Günahlarım cezaya matuftur; Allah´ı yalanlamama´ya çalışışım iman´a ve az da olsa ödüle matuftur. 12-Yani, ben zaten kabukta hapis haldeyim, dolayısıyle, batıni sufilerin, beni ayrıca Allah´ı yalanlamaya(=inkar´a=şirk´e) davet etmelerinin hiçbir anlamı ve iyi bir yanı yok. 13-Zira, kabuk´ta da olsam, Allah´ı yalanlamamaya çalışışım , hesap günü, Rabbimiz´in rahmetine ve affına rastgelme olasılığını sürdürür; fakat Allah´ı kasten yalanlama yoluna gitmek, rahmet ve af olasılığını da tamamen ve kesin biçimde yok eder. 14-Dolayısıyle, KABUK´TAN ÖZ´E ya da NEFS´TEN RUH´A DAVET ya da MADDE´DEN MANA´YA DAVET´in ilk ve özlü şartı Allah´ı kasten yalanlama şirk´inden mümkün olduğunca uzak durmaktır. 15-Daha bu asgari müşterekte bile buluşulamıyor batıni sufilerle, ne yazık ki.Gerisini Rabbibimiz bilir ve umarım beni rahmetine ve affına eriştirir, diye niyazda bulunuyorum. ........................................................................................................................................ A-(Doğrusu) Ben nefsimi(=içgüdülerime olası meylimi/zaafımı) temize çıkaramam.Çünkü gerçekten nefis(=içgüdüler), var gücüyle(=ısrarla) kötülüğü(=sınırtanımazlığı) emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (12/53) B-De ki: 'Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.' (ZÜMER/53) C-Doğrusu Allah, Kendisine(=ZAT´ına ve KELAM´ına) ortak koşulmasını asla affetmez.Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (NİSA/48) ........................................................................ 1-Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.(26/104) 2(Ey Muhammed!) biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.(21/107) 3-İşte bu, Allah'ın doğru yoludur. Kullarından dilediğini o doğru yola iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları bütün amelleri boşa giderdi. (6/88) ...................................................................................... The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! DABBE´YE GÖRE HZ. İSA KIYAMETTEN ÖNCE DÖNECEK Mİ, DÖNMEYECEK Mİ? ÇOK KISACA VE ŞİMDİLİK : 1-Doğrusu, Hz. İsa´nın döneceğine ve dönmeyeceğine ilişkin olarak öne sürülen ayetlerin tümü, bana göre, çok ilginç biçimde, hem döneceğine ve hem de dönmeyeceğine tevil edilebilir gibi gözüküyor. 2-Fakat Dabbe olarak, bu konuya açıklık getirmek bakımından, özellikle ve öncelikle ALİ İMRAN/3-55/ ayeti dikkatimi celbediyor.Nasıl ve neden? 3-ALİ İMRAN-55´de, Rabbimiz ne diyor? : a- Sana(=İsa´ya) uyanları kıyamete dek küfredenlerin üstünde tutacağım b-Sonra, dönüşünüz Bana´dır, ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hükmedeceğim. 4-İşte bu iki ilahi söylem, Hz. İsa´nın dönmeyeceğini adeta kesin biçimde deklare ediyor gibi.Zira : a-Rabbimiz, İsa´yı işin içine karıştırmaksızın, kıyamete dek, ona uyanları küfredenlerin üstünde tutacağını açık-seçik bildiriyor.Yani, kıyametin kopuş anına kadar, sahnede Hz. İsa yok fakat ona uyanlar ve küfredenler var. b- Ve Rabbimiz, ''sonra, yani kıyametten sonra, dönüşünüz Bana´dır ve kıyamet sonrası, aranızdaki ihtilaflara dair hükümde bulunacağım'' demektedir.Buradan da, açıkça, hesap gününe ya da hesap anına kadar, İsa´yı izleyenlerle küfredenler hala var olacağı için, varsayıldığı ve inanıldığı üzre Hz. İsa´nın kıyametten önce gelip kendisine uyanlarla küfredenleri ayırt etmesi ya da ehli kitabı müslüman kılması imkansız.Çünkü, ayette, bu hesap işinin kıyametten sonra yapılacağı ve bunu yapacak olanın da Allah olduğu kesin bir biçimde belirtiliyor. 5-Eğer ayetten yalnış bir sonuç çıkarıyorsam, alimlerimiz ya da bu konuda yetkin araştırmacılar beni uyarsın lütfen. The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! Ara-değini -2 : ''EVREN Mİ İNSANIN İÇİNDE'' YOKSA ''İNSAN MI EVRENİN İÇİNDE'' MESELESİNİ BİR KEZ DAHA AYDINLIĞA KAVUŞTURMAK : 1-Bu ve benzeri hususları tekraren irdelemek iman ve vicdan borcudur, zira, bu gibi derinlikli ve müteşabih meseleler, anlamı açık bazı ayetlere rağmen, ezoterik din öğretileri tarafından çok istismar ediliyor ve insanlar Rabbimiz´in ''ASLA AFFETMEM'' dediği şirk´e sürükleniyor, maalesef. 2-Özellikle, zirve şirkin temsilcisi SUFİZM öğretisinde, ''HERŞEY/EVREN İNSANIN İÇİNDEDİR'' şeklindeki batıl inanç ,Kur´an´ın öz malı gibi sunuluyor ve satılıyor. 3-Fakat, şu bir gerçek ki, insan fıtraten, dolaylı biçimde tüm evrenle bağlantılı.Ancak, sadece insan değil, en küçük bir zerre bile tüm evrenle bağlantılı. 4-Yani, genel manada, BÜTÜN(=evren=kül) PARÇA(=zerre=cüz) ile kopmaz bir bağ ve bütünlük içinde.Bu manada, ''bütün parçayı taşır ve parça da bütünü yansıtır'' denklemi ilahi bir hakikattir. 5-Dolayısıyle, parçasal düzeyde ve düzlemde, yaratılış açısından, insan evrenin diğer parçalarına göre daha karmaşık, kompleks ve üstündür, amenna.Yani, insanın fıtri açıdan üstünlüğü, parçasal açıdan bir üstünlüktür. 6-Bu nedenle, insan, evreni(=bütünü) oluşturan elemanlar(=parçalar) birbirleriyle mukayese edildiğinde, bir üstünlük arzeder, fakat, bu insanın(=parça´nın) tüm evreni(=bütünü) kuşatması anlamına çekilemez.Ki, çekilemeyeceğini, Rabbimiz de, ilgili ayette, mealen ''şüphesiz yerlerin ve göklerin(=evrenin=bütünün) yaratılışı insanların yaratılışından daha büyük bir iştir, fakat çoğu insan bunu bilmiyor'' diyerek, açık-seçik şekilde belirtiyor. 7-Bu açık ayet ve sağduyu ortada iken, ezoterik öğretilerin, ''herşey insanın içindedir'' söylemi, ancak ve ancak, Allah´ın açık ayetini görmezlikten gelmeyi ve dolayısıyle inkar ve iman etmemeyi bildirir. 8-İnsanın, fıtraten, ilahi tümel yaratılışın kelebek etkisi kanunuyle bağlantılı olması başka birşey, ''herşeyin insanın içinde olması'' söylemi bambaşka birşeydir.Birincisinde, insanın, fıtri olarak ilahi kelebek etkisi yasası uyarınca evrenin tümüyle bağlantılı olduğu parçasal durum ve hakikat belirtilmiş olur.Fakat ''herşey insanın içindedir'' söylemi ''insan tüm evreni kuşatır'' anlamına tekabül eder, ki tamamıyle Allah´ın ilgili ayetine ters düşer ve insanı göz göre göre inkara ve imansızlığa sevkeder. 9-Daha açık bir deyişle, birinci önerme ''evren insanı kuşatır=bütün parçayı kuşatır=evren insandan büyüktür'', ikinci önerme ise ''insan evreni kuşatır=parça bütünü kuşatır=insan evrenden büyüktür'' anlamına tekabül eder. 10-Dolayısıyle, az biraz dikkat edildiğinde, Yüce Allah Kur´an´da ne diyorsa, ezoterik dinsel öğretiler ''batın'' kelimesini istismar ederek, Allah´ın bildirdiklerinin tam tersini söylüyorlar.Ki bu açıkça, yalancılık, inkar, imansızlık ve İblis´e hizmet anlamına gelir, maalesef. 11-Ve Allah´ın anlamı açık ayetleri hak´larının teslim edilmesini(=istismar edilmemeyi) bekler, seve seve ya da... 12-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! Ara-değini : BİR ALINTI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ : Bir Aşk Şehididir Hallacı Mansur Ilahi aşkın coşkun sarhoşluğu ile Enel Hakk demiştir Tanrı Eri Ağaçta konuşanın Hakk olduğuna inananlar.. Insanda konuşanın Hakk olduğuna inanmadılar, iman etmediler.. Hallacı Mansur has bir kul ve Hakk eriydi vesselam. Himmeti üzerimize olsun Sufizm ve İnsan .............................................................................................. AÇILIM : 1-Ben, yukarıdaki sözü söyleyenlerin, şirk koşarak ta olsa, en azından, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına inandıklarını sanıyordum.Fakat ne yazık ki, yukarıdaki riya üzre olan bu söylem ve tespitten sonra, bunda da çok yanıldığımı iyice algılamış bulunuyorum. 2-Zira, yukarıdaki tevil, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına iman edenin ağzına asla yakışmıcak bir tevil ve tespit.Neden? 3-Zira, eğer, Hallac-ı Mansur´un ''ENEL HAK'' sözü, Allah´a iman etmek ve O´nun eri olmak bakımından kamil bir söz olsa idi, böylesine imanın ve Allah´ın eri olmanın sembolü olan bir sözü, Hallac´tan çok önce Peygamberler, yahut, en azından, son Peygamberimiz Hz. Muhammed söylerdi. 4-Öyle bir söz olacak ki, Allah´a iman etmenin ve O´nun eri olmanın(=kamil iman sahibi olmanın) sembolü ve dışavurumu olacak, ama, Allah, öyle bir sözü söylemeyi Peygamberlere nasip etmicek(=Kendi has erlerini es geçicek), fakat Hallac-ı Mansur´a nasip edicek. 5-İman ve vicdan sahibi dürüst bir insan, imanın asgari gereği olarak, Allah´tan korkar, korkmalıdır. 6-Başka bir söze gerek var mı arif olana? 7-Yani, sonuç itibarıyle, Peygamber(ler)in, şirk kaygısı ve sebebi ile, kaçındığı ve ağızlarından asla çıkmayan korkunç bir sözü, hala, Allah´ı ve Peygamberleri es geçip, ihya edenler, bu tutumlarıyle, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına iman etmediklerini(=müşrik bile olamadıklarını fakat düpedüz münkir/imansız olduklarını) ve İblis´e er olduklarını gösteriyorlar maalesef. 8-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Çok şeyler yazmışın hakan kardeşim.Ama İslam da vehim denilen bir olay vardır.Sende de vehim sezdim.Çok şey biliyor olabilirsin ki sanmıyorum vehmin karanlık odalarında dolaşıyorsun.Arapçan yok sanırım.Ayrıca Nebi Rasul Hakk Mevla Rab ALLAH Sema Semavat Arz bunlar nedir? Daha sıkı bir fehme uğraş.Bir de dua yazacağım sana, benden değil ha."Allahümme ahricni min zulümatil vehmi ve ekrimni bi nuril fehmi" duayı oku sonra yorumlamaya uğraş tevilden de uzak dur.
Bismillah ! HAK VE HAKİKAT ADINA BATINİLERE(=Sufi´lere) NE SÖYLENSE KÂR ETMİYOR MAALESEF : 1-Bir kere, Allah´a teslim olmanın tam açılımı HAK´ka teslim olmak, BATIL´ı reddetmek demektir, yoksa, herşeyi HOŞGÖRMEK demek değildir. 2-Ki bu nedenle, Rabbimiz´in bir de EL MUNTAKİYM şeklinde bir esması vardır.O halde, bu ilahi isimden hareketle, insan bir yana, bizzat Rabbimiz´in bazı şeylere KİN beslediğini anlıyoruz.Peki, Rabbimiz neye karşı kin besliyor olabilir? : İşte, hak´kın üzerini örtüp batıl´ı öne çıkarmaya ve çıkaranlara Allah kin besliyor demektir, HAK´lı olarak. 3-Bu nedenle LA MEVCUDA İL ALLAH kasıtlı sözü ya da inancı BATIL´A(=küfr´e) girer, zira, mesele hak´kı söyleyip söylememekle ilgilidir.Yani ''La Mevcuda İl Allah'' kasıtlı sözü, tam tersine, İMAN´ı reddedip KÜFR´ü yerine ikame etmek(=diriltmek) demektir.Neden? : Çünkü İMAN´ın olmazsa olmaz temel şartı Allah´ın yaratma hak ve hakikatına iman ve teslimiyettir.Bu nedenle, Yaradan´ın yaratılmamış mutlaklığı ile yaratılanın yaratılmış izafiliğini mukayese edip, Rabbimiz´in yaratma hakikatini yok saymak küfr ve şirk anlamına karşılık gelir. 4-ALLAH´I SORGULAMAK ile ALLAH´I YARGILAMA´yı birbirine karıştırmamak gerekir ve tam aksine, imanın şartı olarak, Allah´ı(=O´nun kelamını)sorgulamalı fakat yargılamaktan kaçınmalıdır.Sorgulamak daha iyi anlamak(=imanı yenilemek, düzeltmek ve olgunlaştırmak) içindir, yargılamak ise Allah´ın yerine geçmek içindir(=kendini ilahlaştırmaktır).Ve Allah´ı(=O´nun kelamını) sorgulamayan(=iman etmeyen), zorunlu olarak, Allah´ı yargılar(=küfreder). 5-HOŞGÖRMEK ile TAHAMMÜL ETMEYİ birbirine karıştırmamak gerekir, zira HOŞGÖRMEK Allah´ın sevmediği batıl´ı da kabullenmek demektir, fakat TAHAMMÜL ETMEK fedakarlık göstermek ve mümkün olduğunca kırmadan gelişmek ve geliştirmek demektir, hak ve batılı ayırtede ede ve dile getire getire. 6-HÜSN-Ü ZAN ile HÜSN-Ü YARGI´yı da birbirine karıştırıp, birilerini HAZRET olarak tanımlamaktan kaçınmak gerekir.Bir insan, sıradan bir insanın ya da bir alimin BÜYÜK(=hazret) olduğuna hüsn-ü zan edebilir, ancak hüsn-ü yargı edemez.Zira, hüsn-ü zan görece değişmeye ve haddini bilmeye açıktır, ancak hüsn-ü yargı değişmeye ve haddini bilmeye kapalıdır.Dolayısıyle, bir insan, haddini bilmek şartı ile, ''ben o kişinin hazret olduğuna inanıyorum''' hüsn-ü zannında bulunabilir, ancak ''o kişi hazrettir=o kesin hazrettir'' hüsn-ü yargısında ve tanımlamasında bulunamaz ve bulunmamalıdır, zira, Allah yerine birine kesin bir dille HAZRET unvanı vermek, Allah´ın hükümranlık hak´kını çiğneyip O´nun yetkisini kendine mal etme saygısızlığını getirir.Kimin ne olduğu, hesap günü belli olacak, lütfen haddi(=hak´kı) aşmayalım. 7-Ayrıca, hazretlik, ilimden çok önce, TAKVA(=haddini bilme duygusu) ile ilgili bir niteliktir, yani, çok ilimli biri çok takvasız ya da çok ilimsiz biri çok takvalı olabilir. 8-Ayrıca ALLAH´IN TEKLİK´i ile insanların ya da varlıkların BİRLİK´ini birbirine katmamak gerekir.Allah´ın tekliği mutlak, ezeli, ebedi ve paylaşımsızdır fakat varlıkların ve insanların birliği izafi, başlangıçlı, sonlu ve paylaşımlıdır. 9-SEVGİ hak´kı sevmek içindir, NEFRET batıl´dan nefret etmek içindir.Hiç hak ile batıl; iman ile küfr; tevhid ile şirk, temiz ile pis bir olur mu? 10-Dolayısıyle hak´kı örten, had-sınır tanımayan her söz ve söylem de nefs ile(=heva vü heves ile=kibir ile) konuşmak demektir, ayrıca öfkeli ve kızgın olmaya gerek yok, zira, ilahi sınırları(=hak ve hakikat sınırlarını) tanımamak zaten fazlasıyle öfkeli ve kızgın oluşun dolaylı dışa-vurumudur, güleryüz gösterilse bile, Allah´tan konuşuluyor olsa bile. 11-Bu kadarı yetmez mi, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak? The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet 🐬🐧👋
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! YÜCE ALLAH İLK NEYİ YARATMIŞ OLABİLİR? NAÇİZANE VE KISACA -1 : 1-Tabi bu soruya hiçbir islam alimi ve bilim adamı tatmin edici belirginlikte bir yanıt veremiyor ve farklı referans noktalarından hareketle farklı teviller ve yorumlar yapılıyor.Sanırım bu farklı ya da benzer tevillerin kaynağında da Kur´an ayetlerinden ziyade bazı hadisler yatmaktadır. 2-Bu hadisler arasında özellikle ve öncelikle, mealen, sahihliği kesin olmayan ''BEN GİZLİ BİR HAZİNE İDİM, BİLİNMEK İSTEDİM VE MAHLUKATI YARATTIM'' hadisi baz alınıyor.Özellikle tasavvufçular, tasavvufçular arasında da özellikle sufiler(=batıni mutasavvıflar) bu hadisi hayati derecede önemsiyorlar ve bu hadisten hareketle de ilk yaratılan şeyin NUR-U MUHAMMED(=kamil akıl=soyut kamil insan=soyut kamil insan olma taslağı) olduğunu varsayıyorlar. 3-Tabi, naçizane bana göre, Rabbimiz´in ilk neyi yarattığını farkedebilmemize yardımcı olması açısından, ayetler ve hadisler bir yana, MUTLAKLIK ve İZAFİLİK kavramları en temel kriter kavramlardır.Ki bu iki kavram o denli önemlidir ki, Kur´an ayetlerinin de, hadislerin de Rabbimiz´in muradına ve kastına uygun biçimde anlaşılmasında olmazsa olmaz anahtar işlevini görürler. 4-Dolayısıyle, bir insan, Kur´an´dan ve hadislerden hiç haberi olmasa da, eğer Yaradan´ın mutlak ve yaratılanın izafi olduğu anlayışına(=hakikatine) ermişse ve bu hakikati kabul etmişse, bu durumda, Rabbimiz´in ilk neyi yaratmış olabileceğini de doğruya yakın bir biçimde tahminliyebilir.Şöyle ki : 5-Şimdi, MUTLAKLIK mefhumu, hiç tartışmaya yer bırakmaksızın beş temel anlamı(=niteliği) bildirir bize : a-KENDİLİĞİNDENLİK(=kendilik=yaratılmamışlık=sebepsizlik ve sonuçsuzluk) b-SONSUZLUK(=baş´sızlık ve ayak´sızlık=ezelilik ve ebedilik) c-TEKLİK(=bölünmezlik=parçalanmazlık ve bütünlenmezlik=kürre-zerre dışılık=bütün-cüz dışılık) d-TAMLIK(=kemalat=artmazlık ve eksilmezlik=eksiksizlik=evrilmezlik ve devrilmezlik=zerreden kürreye evrilmezlik ve kürreden zerreye devrilmezlik=ilerlemezlik ve gerilemezlik=sabitlik=acziyetten azadelik) ve e-ÇELİŞMEZLİK(=karşıtlıksızlık=karşıtlıklardan münezzehlik=Kendi´nde karşıtların cem edilemezliği=müteal´lik). Dolayısıyle, İZAFİLİK mefhumu da, bunların tam tersini bildirir : a-KENDİLİĞİNDEN OLAMAYIŞLIK(=yaratılmışlık=yaratılmaya muhtaçlık=sebeplilik ve sonuçluluk) b-SONLULUK(=baş´lılık ve ayak´lılık=ezeli ve ebedi olamayışlık) c-ÇİFT´LİK(=bölünürlük=çokluk şeklinde karşıtlara/karşıt çiftlere bölünüş) d-EKSİKLİK(=kemalata erememe=artarlık ve eksilirlik =evrilirlik ve devrilirlik=zerreden kürreye evrilirlik/tekamül ve kürreden zerreye devrilirlik=ilerleyenlik ve gerileyenlik) e-ÇELİŞİRLİK(=karşıtlara bölünürlük=karşıtların bütünlüğü=karşıtların birliği=karşıtların cem´i=tekleşememe) 6-Tabi, Rabbimiz´in ilk neyi yaratmış olabileceği hususunu doğruya yakın bir şekilde tahmin edebilmek için, bu kavramlardan sadece ÇELİŞKİ kavramı yeterlidir.Neden? :Çünkü Rabbimiz´in tüm nitelikleri O´nun Kendi Zat´ında sonsuzca ÇELİŞMEZ olduğunu bildirir nihayet. 7-Bunu nasıl anlıyoruz? : Rabbimiz´in kendiliğindenliğinden(=sebepsizlik ve sonuçsuzluğundan= kıyam bi-nefsiliğinden) anlıyoruz.Zira kendiliğinden olan, kendiliğinden(=sebepsizce ve sonuçsuzca) kendi kendisini sonsuzca ve teklik biçiminde tasdik eder.Yani, kendiliğinden Kendi olan, aynı anda BEN KENDİ´MİM(=kendini tasdik) ve BEN KARŞIT KENDİ´MİM(=kendini inkar) ikilemini(=çelişkisini) taşımaz. 8-Kendiliğinden bir Kendi, kendisiyle hiç karşıtlaşmaksızın(=karşıt iki Kendi´ye bölünmeksizin), kendi kendisini bir TEK KENDİLİK olarak sonsuzca tasdik eder. 9-Demek ki MUTLAK olan ile İZAFİ olanı birbirinden sonsuzca ayırt eden en temel şey(=nitelik=kıstas), mutlak olanın teklik şeklindeki sonsuz ÇELİŞMEZLİK´i, buna mukabil, izafi olanın da teklik olamayan mütemadiyen ÇELİŞİRLİK´idir.Yani, mutlak Yaradan Kendi Kendisiyle sonsuzca ÇELİŞMEZ(=aynı anda, kendi kendisini tasdik-inkar ikilemine düşmez), fakat, izafi olan ise(=yaratılan ise) kendi varlığıyle sonsuzca tasdik-inkar ikilemine düşer(=kendisile sonsuzca çelişir). 10-Dolayısıyle, Allah ilk olarak herneyi yaratmış olursa olsun, o yarattığı şey, mutlaka ve mutlaka kendini TASDİK-İNKAR ikilemini ve çelişkisini taşır, aksi halde, Allah´a ne Yaradan diyebiliriz, ve ne de Halık-mahluk ayrımını yapabiliriz, yani Halık ile mahluk aynı şey olur.Dolayısıyle HAKİKAT açısından, kelami/felsefi/anlambilimsel düzlemde korkunç ve sonsuz bir ŞİRK PARADOKSU´na (açmazına=çelişkisine=kelami bunalıma=kelami şizofreniye=akıl çıkmazına=hakikat şizofrenisine=semantik tutarsızlığa) düşeriz. 11-Zira, kendi kendisini aynı anda tasdik ve inkar ikileminden(=çelişkisinden), ancak ve ancak MUTLAK olan AZADE olabilir, yani kendiliğinden(=yaratılmamış) olan azade olabilir.Fakat kendiliğinden olmayan(=yaratılmış) olan aynı anda kendisini tasdik ve inkar çelişkisinden(=çift kutupluluğundan) azade olamaz. 12-O halde mahlukatı Yaradan´dan ayırt eden en temel fark, mahlukatın KENDİ KENDİSİYLE ÇELİŞME(=çatışma) İKİLİĞİDİR(=karşıt çift´lerin kaynağı=karşıt doğu ve batı çiftlerinin kaynağı=kutupsallık).Yani, mahlukat, tekil, tikel ve tümel olmak üzre her düzlemde kendi kendisini aynı anda hem tasdik eder hem inkar eder ontolojik olarak.Peki, bunun tam açılımı nedir? 13-Buradan anlaşılır ki, bunun tam açılımı, yaratılan ilk şeyin KARŞITLIK İLKESİ(=zıtlık yasası) olduğu gerçeğidir.Yani, Tek olan Allah´ın(=karşıtlardan, çift oluştan, dolayısıyle kendisiyle çelişmek´ten/şizofreniden/yarılmaktan/parçalanmaktan azade olan Allah´ın) ilk yarattığı şeyin doğrudan ÇELİŞME YASASI olması kaçınılmazdır, ki böylelikle Yaradan´ın mutlaklığı(=çelişmezliği) ve yaratılanın da izafiliği(=çelişirliği) daha işin(=yaratılışın) başında belli olmuş olsun. 14-O halde, Rabbimiz´in yarattığı ilk şey doğrudan ne DOLULUK ve ne de BOŞLUK; yahut ne RUH ve ne de NEFS; yahut ne NUR ve ne de ZULUMAT ; yahut ne HAYAT ve ne de ÖLÜM ; yahut buna benzer hiçbir ikilik(=karşıtlık=çiftoluş=bölünüş) olamaz.Zira, olaya, sebep sonuç ilişkisi açısından baktığımızda, tüm zıt oluşların temelinde ZITLIK İLKESİ(=yani yaratılmış bir kendisiyle çelişme ikilemi=kutupsallık) yatar. 15-Dolayısıyle, doluoluş-boşoluş; ruholuş-nefs oluş; nuroluş-zulumatoluş; hayatoluş-ölümoluş vb. tüm zıt OLMAK´lar(=zıt oluş biçimleri), bizzat en berideki zıtlık yasasının ikiliğinden(=çift karekterliliğinden) doğarlar(=İKİ DOĞU VE İKİ BATI HAKİKATİ).Yani ZITLIK İLKESİ, zaten, kendi kendini aynı anda hem tasdik ve hem de inkar etme kargaşası ve yetmezliğidir(=yasasal karşıtlık şizofrenisi=kendiyle çelişme paradoksu=kendine yetemezlik=varoluşsal/ontolojik bunalım=KAOS).
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym! ''HİÇ´TEN HİÇ ÇIKAR=ex nihilo nihil fit'' SÖZÜ BENCE DOĞRU BİR SÖZDÜR, ANCAK: 1-Bu doğru söz, yalnış bir yorumla, ya ateizmi tasdik için, ya da ezoterik islami(=dini) hiççiliği(=batıl tasavvufu) tasdik için kullanılmaktadır ne yazık ki. 2-Halbuki, bu noktada, OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ ayrımını yapmak iman ve vicdan gereğidir. 3-Yaradan dışında hiçbirşey mutlak değildir, dolayısıyle ve son tahlilde, olmakta olan herşey, Yaradan´ın mutlaklığına nispetle koskoca OLAN BİR HİÇ´tir. 4-Ancak OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ ayrımı, iman ve küfür bağlamında, son derece önemli ve gerekli bir tespit ve ayrımdır. 5-Zira OLMAYAN HİÇ Yaratıcı´nın henüz yaratmadığı durum iken, OLAN HİÇ Yaratıcı´nın yarattığı durumdur. 6-Dolayısıyle, OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ, yaratılış hakikati bağlamında, son derece farklıdırlar. 7-Yani, Yüce Yaradan´ın yaratması, OLMAYAN HİÇ´i OLAN HİÇ´e çevirmesinde tecelli eder ve gerçekleşir, ki bu nedenle, Yaradan, mealen ''BİZ HERŞEYİ HAK İLE YARATTIK'' der. 8-Evet, sonuçta yani Yaradan´ın mutlaklığı ve sonsuzluğu bağlamında, mahlukat bir hiç´tir ama OLAN BİR HİÇ´tir(=yaratılan bir hiç´tir).Dolayısıyle, OLMAYAN HİÇ(=yaratılmamış hiç) ile OLAN HİÇ´i(=yaratılmış hiç´i) aynılaştırmak, ancak iman etmemekle ve batıl(=inkarcı) din inançları ile ilgili olabilir. 9-Zira OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ´i aynılaştırmak Yaradan´ın yaratmaması ile yaratmasını aynılaştırmak demektir, ki prensipal olarak KÜFR´e taalluk eder. 10-O halde, OLAN HİÇ, OLMAYAN HİÇ´ten gelir ama kendi kendine gelemez, yani, bir Yaradan´ın o olmayan hiç´i olan hiç´e çevirmesi ŞART´tır. 11-İşte bu nedenle, var olan mahlukata HİÇ değil fakat OLAN HİÇ denmelidir, aksi takdirde Yaradan´ın yaratıcılığı(=hakikat) inkar edilmiş olur, ki bu da küfr ve şirke girer kesinlikle. 12-Dolayısıyle olmayan hiç PASİF HİÇ´tir(=yaratılmamış hiç´tir=varlaşmamış hiç´tir), olan hiç ise AKTİF HİÇ´tir(=yaratılmış hiç´tir=varlaştırılmış hiç´tir). 13-Ve genel anlamda, OLAN HİÇ, OLMAYAN HİÇ´TEN gelir, yani HİÇTEN HİÇ çıkar.Fakat birinci hiç yaratılmamış pasif hiçtir, ikinci hiç birinci hiç´in karşıtı yaratılmış aktif hiç´tir. 14-O halde OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ´i eşitlemek, Yaradan´ın yaratmaması ile yaratmasını eşitlemek demektir, ki kesin biçimde küfür ve şirktir.Zira tüm oluş biçimleri(=varlaşan hiç biçimleri), ancak ve ancak Yaradan´ın OL emri ile gerçekleş(ebil)mektedir. 15-O zaman HİÇ´TEN HİÇ ÇIKAR sözü doğrudur ancak hakkı ile yorumlanmak(=iman ve vicdan) şartı ile doğrudur, yoksa ateizme ya da batıl dini ezoterizme alet edilmek üzre ve şartı ile değil. 16-Sonuç olarak, Allah´ın yaratması demek, HİÇLİK´i yaratması demektir, yani HİÇLİĞİ OLDURMASI demektir.O halde OLMAYAN HİÇ(=yaratılmamış hiç) başka bir şeydir, OLAN HİÇ(=yaratılmış/oldurulan hiç) bambaşka bir şeydir. 17-Ve olan hiç´i olmayan hiç olarak anlamak ve göstermek küfür ve şirkin, olan hiç´i yaratılan hiç olarak anlamak ve göstermek iman ve tevhidin konusudur, naçizane bence. 18-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak. The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! RUH´UN DOĞASINA İLİŞKİN KISA BİR İLAVE : 1-Yüce Allah ilgili ayette mealen ''O´NA(=İNSANA) RUHUMDAN ÜFLEDİM'' diyor. 2-Şimdi, bu noktada, RUH´u genel olarak melekesel yetileri, daha doğrusu melekesel kuvveleri içeren POTANSİYEL BİR KUVVELER TOPLAMI olarak anlamak gerekir. 3-Ancak, bu RUH üfürülen(=Allah´ın Kendi ilminde izafi olarak/örneksiz/asılsız yaratıp üfürdüğü) potansiyel bir kuvve olduğu için, Yaradan´ın mutlak Zat´ının bir cüzzü değil, fakat üfürmesi aracılığıyle ESEN bir kuvvedir, ki bu da, ruh´un O´nun bir ESER´i(=yaratısı)olduğunu gösterir. 4-Bu demektir ki, RUH esasen NEFS´in baskısına ve güdümüne karşı potansiyel enerjiyi ya da kuvveleri taşıyan bir ARAÇ´tır.Yani, RUH bir araç-enerji(=belki de ''burak'' denilen şey) olduğu için AMAÇ olamaz. 5-Zira, asıl amaç Allah ile kurbiyyet(=yakınlık=dostluk) kurmaktır, ki bu da, ancak RUH´un aracılığı(=araçlık´ı) üzerinden olabilir.Dolayısıyle RUH Yaradan ile rabıta kurmanın ARACI´dır ama AMACI değildir. 6-O halde, RUH hernekadar üfürülen mahluk bir kuvve(=mahluk bir araç) olsa da, Yaradan ile kurbiyyet kurmada en önemli araç olduğu için, çok(=en) değerli araçtır da.Yani ve nihayet, RUH Allah ile rabıta aracımızdır(=burak´ımızdır). 7-Bu nedenle, RUH´un Allah ile rabıta kurmamızda bir araç olması, asla, ne aracın Allah´ın Zat´ının(=mutlaklık´ının) bir parçası olduğunu gösterir ve ne de Allah ile rabıta kurmada önemsiz olduğunu gösterir.Yani, ruh çok önemlidir, fakat ne mutlaktır, ne sonsuzdur ve ne de AMAÇ´tır(=ilah değildir=ruh´un da ilahı Allah´tır). 8-Fakat Allah ile rabıta kurmamızda en önemli mahluk(=üfürülmüş=estirilmiş=eser) araçtır.Asıl amaç, Allah ile, O´nun razı olduğu sınırlar(=emirleri ve yasakları) çerçevesinde KURBİYYET(=yakınlık=dostluk) kurmaktır. Dolayısıyle, Allah ile kurbiyyet kurmada, RUH´sal tekamül son derece önemli hale gelir.Zira, AMAC´a ulaşmada, ARAC´ın geliştirilmesi şarttır.İşte, bu nedenle, ARAÇ(=ruh), çok önemlidir.Zira, araç yetkinleştirildikçe, AMAÇ(=Allah ile kurbiyyet kurma) imkanı ve imanı da artar.Fakat, eğer, mutlak ve sonsuz olmayan ARAÇ(=ruh) NEFS´in ağına takılı kalırsa, amac´a ilerleme imkanı daralır, ki, bu da, ARAC´ın(=ruh´un=kurbiyyet burak´ının) yetkinleştirilmemesinden(=tekamül ettirilmemesinden=daha teknolojik/yetkin donanım evrelerine ilerletilmemesinden) ötürü olur. 9-Dolayısıyle, ruh´un önünde engel olarak duran en önemli kuvve NEFS´tir(=diyelim ki yedi ölümcül günahların tümüdür) ve nefs son derece güçlü bir engeldir.O halde, RUH Allah ile rabıta kurmada nefs karşısında kullanılabilecek potansiyel araç-kuvvedir.Bu nedenle, nihai olarak, RUH bir amaç değil, fakat Allah ile kurbiyyet kurmamızda bize buraklık vazifesi görebilecek en önemli mahluk ARAÇ´tır. 10-Zira, Allah ile kurbiyyet kurmak, O´nun Zat´ına dahil olmak(=mutlaklık´ına=Zat´ına cüz/ortak olmak) değil, fakat, izafi ölçeklerde(=mahlukluk sınırları içinde) Allah´ın rıza´sına görece kavuşma halleridir.Yani, Allah´ın Zat´ına dahil olmak(=O´nun Zat´ı ile birleşmek=Zat´ının ortağı olmak) ile Allah´ın(=Zat´ın) rızasına kavuşmayı, birbirine kaynaştırmaktan(=bütün-cüz ortaklığına sokmaktan), eşleştirmekten ve eşitlemekten kesinlikle içtinab etmek gerekir. 11-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
nasıl bir netlik yada bir ifade şekli istiyorsun.. resmen hoca aptala anlatır gibi anlatmış.. yani aptal biri dinlese anlar demek istiyorum.. sen neyi anlamadın. hangş cevap net değil.. yada nasıl bir netlik seni tatmin eder...
@@ahmetuyank9081 aklınca laf çakmışsın(aptala anlatır gibi anlatmış)diyerek.senin gibi embesillere cevap vermem ama istisna olsun.bak ben üstü kapalı laf çakmam direk söylerim.embesil ahmet iyi oku anla.ben birşey anlamadım yazmadım.hocayı dinlememe gerek yok açar bakarım kitabımı.hocanın avukatlığı sanamı kaldı embesil ahmet.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym ! RAHMAN-17´DE GEÇEN ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI'' İFADESİNİN PARANTEZ İÇİ İKİ İLGİNÇ YORUMU: A-O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.(=DÜZ MEAL) B-O, iki doğunun ve iki batının (insanlara göre doğu ve batının ve de cinlere göre doğu ve batının) Rabbidir.(=YORUMLU MEAL-İskender Ali Mihr)) C-İki doğuş yerinin (dünya ve ölüm ötesi yaşam boyutu) Rabbidir ve iki batış yerinin (dünya ve kabir âlemi) Rabbidir.(=YORUMLU MEAL- Ahmed Hulusi) ............................................................................................. DABBE´CE AÇILIM, KISACA : 1-Genel olarak doğu kelimesi ''DOĞMAK'' ve batı kelimesi de ''BATMAK'' manalarını çağrıştırır daha ziyade, bence. 2-Bu durumda, doğmak fiili ''artı-lanma'' ve batmak fiili de ''eksi-lenme'' mefhumlarını çağırır. 3-O halde yaratılan herbirşeyin(=herbir zıt´tın) doğması ve batması olmalıdır.Yani ve örneğin, IŞIK ve KARANLIK zıtlığını ele alalım : ışık´ın(derecesinin) artması ve eksilmesi olduğu gibi, karanlık´ın(derecesinin) artması ve eksilmesi de vardır ve böyle anlamak, sağduyuya ve basirete çok daha denk düşer, bence. 4-Dolayısıyle, bu genel doğma-batma derecelenmesi tüm zıt-çiftler için geçerli olsa gerektir.Örneğin hayat-ölüm çifti için, hayat´ın derecesi arttıkça(=canlılık derecesi doğdukça=yüseldikçe), ölümün derecesi eksilir(=cansızlık derecesi batar=alçalır), keza tersi de doğru olur bu durumda. 5-O halde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilahi ifadesinin, İskender Mihr hocamızın dediği gibi, İNSANLARIN DOĞUSU VE BATISI VE CİNLERİN DOĞUSU VE BATISI şeklinde anlamak yerine, genel olarak(=ontolojik olarak) AKIL-İÇGÜDÜ(=ruh-nefs) zıtlığı olarak anlamak, bence, daha uygun düşer.Zira, gerek insanların ve gerekse cinlerin ortak paydası, ikisinin de AKIL-NEFS(=şuur-şehvet) polaritesini taşıyor olmalarıdır.Dolayısıyle, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ifadesinin iç anlamı, farklı kategorik varlıklarda değil, fakat, genel olarak, herbir varlığın kapsamındaki akıl-içgüdü zıtlığında aranmalıdır.Ve AKIL VE İÇGÜDÜ farklı ve zıt iki temel eğilim oldukları için, doğuş ve batış vektörleri de zıt olmalıdır.Yani, akıl´ın doğma ve batma derecelerine mukabil olarak, zıt yönlü içgüdü´nün doğma ve batma dereceleri olmalıdır, bence. 6-Ahmed Hulusi hocamızın yorumuna gelince : bana göre, bu yorum da geçersizdir.Zira, adı üstünde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ifadesi, birbirine zıt iki doğu ve zıt iki batı(=zıt iki doğma ve zıt iki batma) mefhumlarını davet eder doğal biçimde.Dolayısıyle, iki doğu ve iki batı ifadesi, HAYAT-ÖLÜM zıtlığınıın geneline teşmil edilir, edilmelidir.Yani, hayat´ın doğma ve batma dereceleri ve ölüm´ün doğma ve batma dereceleri şeklinde anlaşılmalıdır.Zira, Yüce Allah herşeyi çiftler(=zıt ikizler) halinde yarattığını beyan ediyor, ki, bu da, herbir zıt´tın doğma ve batma vektörlerinin farklı ve zıt olmasını haber verir ve gerektirir.Dolayısıyle, hayat(=canlılık) varlığının artılanması(=canlılık derecesinin artması=doğması), zıt´tı olan ölüm´ün eksilenmesini(=cansızlık derecesinin azalmasını=batmasını) gerektirir.Tersi de geçerlidir. 7-Dolayısıyle, son tahlilde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI prensibi, BU DÜNYA VE AHİRET DÜNYASI zıt çifti için de geçerli olmalıdır.Yani, bu dünyanın doğusu ve batısı ile ahiret dünyasının doğusu ve batısı da ters vektörlü olsa gerektir, ki, bu nedenle DECCAL´e izafe edilen SU-ATEŞ zıtlığı bu dünyanın doğusu ve batısına tekabül eder.Yani, DECCAL bu dünyanın su´yunu(=doğusunu) ve ateş´ini(=batısını) gösterir.Fakat bu dünyanın su´yu(=doğusu=cenneti) ahiret dünyasının ateş´ine(=batı´sına=cehennemine), ve ateş´i de(=batı´sı da=cehennem´i de) ahiret dünyasının su´yuna(=doğu´suna=cennet´ine) tekabül eder.Zira, Rabbimiz´in bir ayetinde, mealen, ''O GÜN YERLERİN VE GÖKLERİN DURUMU DEĞİŞİR'' demesi, benim algıladığım kadarı ile, işte bu dünyanın, daha doğrusu bu evrenin doğusu ve batısı ile ahiretteki evrenin(=dolayısıyle ahiretteki dünyanın) doğusu ve batısı´nın zıtlığına(=zıt koordinatlılığına) bir işaret ve göndermedir(=zarf´tır).Ancak elbette, herşeyin en doğrusunu, sadece Yüce Rabbimiz bilir. 8-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak. Dab.
Alametler diye bir sey yok bos yere sozde hoca bozuntulari ile bulandirmayin konuyu. Allah senaryo yazmis oynatiyor ise oyuncularin sucu ne diye sorarlar adama sonra
Kimsede sormuyor ali imran 81 den once hz isa icin ummet olarak gelecek diyor sonra 81.ayeti okuyor size elci resul gelince ona tabbi olacaksaniz diyor? Halbuki allahin onceki peygamberlere dedigi birbirinizi destekliceksiniz dedigi lafi gelip hz peygamaberden sonrasinda sozde gelecek kisiyle acikliyor! Hz isanin acikca oldugu ali imran 55 teki olum kelimesine ne anlamlar yukluyor zuhruf 61 deki leilmun kelimesine leelemun diyor allah sanki onun dedigi gibi diyemiyordu da lafi kendine uydurup rivayeti kurtarmak icin ila alamet yapacak! Hz peygamberin son peygamber olmasina karsi dglim ama ondan sonra hz isa inecek ummet ama diyecek!hz isa icin goge yukseltildi diyor halbuki kuranda hz isa icin gok kelimesi yok!nebiler kitap almaz diyecek ama onun kendi elinden okudugu ali imran 81 in hemen basi nebilere kitap ve hikmet verildiginde diye kendisi ceviriyor! Ustelik hicbir referans gostermiyor.bunlar rivayeti kurtarmak icin kuranin feda edilmesinden baska birsey degildir..BIZ YEMEYIZ HOCAM...YINEYE AFIYET OLSUN. ne diyim.kotulemek icin demiyorum iyi yonleride olabilir hocanin en azindan piyasadaki cogundan iyidir ama iste napacaksin...iyi aksamlar
yazık kafana cidden yazık.. sadece yük olarak taşıyorsun... hocanın tek bir dediğini reddededecek delil yok elinde.. olmadığı içinde.. masal dersin hayal dersin... bide kalmiş mehmeť okuyanı dinleyin diyor... şefaat yok diyen Mehmet okuyan haşa hz meryem çift cinsiyetli diyen Mehmet okuyan.. yaw arkadaş sizin canınız ekşili istiyor herhalde.. eğer mehmede inanıyorsan. sen ona oda sana mübarek olan.. ama konu bu değil.. bu mehmet elinden geldiği kadar ayetleri çarpıtıyor. âyette olmayan manaları. kendi ifadesiyle güzelce süsleyip önünüze sürüyor..ve şunuda diyor bu ifade kuran ifadesidir.. zaten zurnanın zırt dedği yerde bu. adam benim ifadem dese kimse inanmaz ama kuran bunu ifade ediyor dedği zaman.. senin gibi ilimden haberi olmayan bilgisiz insanlar.. şu ifadeyi kullanıyor.. yaw adam ayet okuyor.. halbuki bu ayetin mansı değil mehmet okuyanın ifadesi olduğunu bilmiyorsunuz ... işte tamda burda tuzağa düşüyorsunuz kör ve sağır bir şekilde. körü körüne tabi oluyorsunuz.....
Bu konuda sorularına cevap arayanların seyretmesi gereken bir proğram olmuş. Açık ve net, hadis ve ayetlerle anlatmış hoca efendi. Allah razı olsun.
Yayınlanalı uzun süre olmuş, yeni izledim. Vallahi o kadar faydalı bir program olmuş ki... Ebubekir Sifil Hocamızın derya gibi ilmine bir kez daha şahit olduk.
Çok istifade ettim bu programdan. ALLAH, Ebubekir Sifil Hocamızdan, Cansu Hanım' dan ve bu programın yapımında emeği geçen kardeşlerimizden razı olsun.
Haber Türk' e teşekkür ederim...
muhteşem bir alimdir ebubekir siffil hoca .allah yardımcısı olsun ilminden de bizede nasip olur inşAllah..
sevgili hocamızı Allah için çok seviyorum günlerce haftalarca aylarca konuşsa bıkmadan usanmadan dinlerim Allahın izni ile
Lütfen böyle ilim deryası insanları daha fazla görmek istiyoruz ekranlarda hele de böyle bir zamanda duyurulur kanal programcılarına lütfeennn nacizane bir fikir:((
Cansu canan .hocanın ilmine hayran kaldı.
Maşaallah, Cansu Canan Abla da boş biri değil; çoğu kişiden daha iyi ilmi, malumatı var...
Ayrıca çok saygılı ve edepli; ALLAH' tan bahsederken, "ALLAH u Teala"; Peygamberimiz' den bahsederken, "Efendimiz, Aleyhissalatu vesselam" tabirlerini kullanıyor. ALLAH razı olsun...
EBUBEKİR SİFİL dinlemeye doyamadığım bir derya MAŞAALLAH BAREKALLAH
MasaAllah büyük hayranlikla izeledim. Allah ibret almak nasib etsin.
Kasas Suresi 7.ayet;Mûsâ'nın annesine, "Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil'e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız" diye ilham ettik. Musa Aleyhisselamin annesi peygamber olmadigina gore,demek ki Allah (cc) diger kullarina da gaybi bildirir.
selam kardeş. incelik şurda. Allahu teala gaybı bildirdiğini Kurandan öğreniyoruz. Ama bu zamana kadar da, bu zamanda da gaybdan bilgi aldığını idda edenlere nasıl inalınır?
hyperzeko1981 gaybi bilgi aldığını söyleyen kişi,kahin veya müneccim,fal bakan gibi kişiler olursa itibar edilmez.Bu sınıfın dışında kalanlara ise bu bilgiyi nereden aldıkları sorulur tabi.Eğer bunu söyleyen kimse takva ehli olan bizim bildiğimiz hüsnü zan olarak salihlerden olduğuna inandığımız biri,zamanımızda evliya olarak tarif ediyoruz,söylediği şey gerçekleşmişse keramet kapsamında değerlendirilir.Zaten bu durumda veli bir zat, ben veliyim bakın bana gaybi haberler Allah tarafından bildiriliyor falan demez.Bunu biri diyorsa zaten o adam cahil birisi olsa gerektir bunun başka bir izahı yok.
Allah ilminize bereket versin hocam
Hocam mukemmel acıklamıssınız Allah razı olsun...
Çok güzel konuşmuş Hocam. İnşaallah mevzuuyu anlaşılmıştır.
allah razi olsun hocam
Güzel program olmuş..ebu bekir sifil sağlam .ehli sünnet alimidir
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''HERŞEY TESADÜFİDİR FAKAT TESADÜFLER TESADÜFİ DEĞİLDİR'' ANLAYIŞIMLA ASIL KASTETTİĞİM ŞEY :
1-Tabi, genel manada, Allah´a iman eden birinden beklenen söz ''hiçbirşey tesadüfi değildir'' sözüdür.
2-Elbette, en soyut manada bu böyledir, ancak bu olguya Yaradan´ın mutlaklığı açısından baktığımızda bakış açımızda bir değişiklik olur.
3-Zira, salt ''hiçbirşey tesadüfi değildir'' dersek, ''herşeyin varlığı kendiliğinden, zorunlu ve mutlaktır'' demiş te oluruz, bence.
4-Dolayısıyle, sözümüzü, bazı nüanslarla doğru bir şekle sokmamız imani bir borç haline gelir.
5-Yani, hak ve hakikat açısından, tesadüfi olmayan(=kendiliğinden olan) sadece Allah´tır.Bu nedenle, Allah´ın Allahlığı kendiliğinden, zorunlu ve mutlaktır.
6-Fakat yaratıkların varlığı, daha doğru bir deyişle, yaratıkların oluşu kendiliğinden, zorunlu ve mutlak değildir, aksine yaratılanlardır.
7-Ki, hak ve hakikat açısından, kendiliğinden, zorunlu ve mutlak olmayan bir şey, ancak yaratılan bir mümkünlük, izafilik ve tesadüfiliktir.
8-Yani, ontolojik manada, yaratıkların oluşu MÜMKÜNAT çerçevesi içinde kalır, yani olmayan bir şeyin kendi oluşuna denk getirilmesi(=tesadüf ettirilmesi)gerekir, ki o tesadüfiliği de sadece Allah mümkün kılabilir.
9-Bu demektir ki, ontolojik(=oluşsal) manada, Allah mümkünlüğü(=rastlantıyı=tesadüfiliği)yaratıyor esasen.Zira, mutlak olan birşeyin yaratılması(=mümkün kılınması=tesadüf ettirilmesi) diye birşey olmaz.
10-Ve eğer olmayan şeyler yaratılıyorsa(=olmaları mümkün kılınıyorsa), o olan şeyler, birer ontolojik TESADÜFLER YIĞINI´dır(=mutlak olmayan, oluşsal denk/rast gelişlerdir).O halde, varoluşsal açıdan, herşey mümkün kılınan RASTLANTILAR/TESADÜFLER´dir.
11-Fakat yaratıkların oluşsal tesadüfilikleri(=mümkünlükleri) kendiliğinden gerçekleşemez, zira, kendiliğindenlik sadece Allah´ a mahsustur, zorunludur ve yaratılmaya muhtaç olmayandır.O halde, tesadüfler(=oluşsal mümkünlükler) bir Yaratıcı tarafından yaratılmalıdırlar.
12-Zaten, bu nedenle, Rabbimiz, mahlukata her an müdahildir, zira müdahil olmasa, mahlukat(=mümkünlük=rastlantı=tesadüfilik) gerçekleşemez(di).
13-O halde, herşey(=mahluk halleri), oluşsal manada, birer rastlantıdır ama bir Yaratıcı tarafından yaratılan(=mümkün kılınan) rastlantılardır ve rastgele inşallah ! :)
14-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak !
Dabbet
Allah razı olsun...
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
DOLAYISIYLE ''ALLAH´IN İNSANI ZULUMAT´TAN NUR´A ÇIKARMASI'' EYLEMİNİ ''İNSANI HAYVANSILIKTAN İNSANİLİĞE İLERLETMESİ'' OLARAK ANLAMAK ÇOK YERİNDE OLUR KANIMCA :
1-Yani, ''insanın nurlanması ya da nurlandırılması'' ibaresi ''insanın melekleşmesi ya da ölümsüzleşmesi'' anlamına asla gelmez.
2-Nitekim, böyle bir yalanı, Adem ve Havva´nın ayaklarını kaydırmak üzre, bizzat İBLİS uydurmuştur Kur´an´a göre.Yani, İblis, mealen, onlara ''SİZ İKİ MELEK OLURSUNUZ YA DA ÖLÜMSÜZ OLURSUNUZ DİYE, ALLAH SİZE O AĞACI YASAK ETTİ'' demiştir=İLK YALAN VE YALANCI=İBLİS
3-Halbuki, ''Allah´ın insanı nurlandırması'' demek, ''insanı sürüngenlikten insaniliğe ilerletmesi'' yani ''insanı daha kamil insan boyutlarına geliştirmesi/kılavuzlaması'' demektir.
4-Daha açık bir deyişle, ''insanı nefsin güdülerinin güdümünden(=zulumat´tan) kurtarıp ruhun güdümüne(=nur´a) doğru ilerletmesi/aydınlatması'' yani ''insanı daha vicdanlı ve dürüst(=ruh´lu/nur´lu) boyutlara taşıması'' demektir.
5-Dolayısıyle, Rabbim yanıltmıyorsa eğer, İMAN´ın asıl anlamı, insanın sürüngen,akılsız ve güvensiz boyutlardan daha ayakları üzre, akıllı ve güvenli boyutlara tekamül etme sürecidir.Zira, insan, sürüngen güdülerin tutsaklığından(=vahşilik, hayvansılık ve akılsızlıktan) ne kadar kurtulursa o kadar İNSAN(=medeni=insani=akıllı=vicdanlı) olur, ki bu nitelikler de, İMAN´ın olmazsa olmaz şartlarıdır.
6-O halde, ''iman etmeden önce insan olmak gerekir'' sözü çok genel manada doğrudur, ancak, tekamül süreci açısından baktığımızda, İNSANLAŞMAK(=insanileşmek) aslında, tam da, İMAN-LILAŞMAK anlamına tekabül eder bence.
7-Zira, insan, hayvansılıktan insaniliğe ilerledikçe(=tekamül ettikçe=nur´landıkça), esasta, vicdanı, aklı, insanlığı, bilinci, adalet duygusu, başkalarına güvenme arzusu, başkalarınca güvenilme arzusu, dürüstlüğü vb. hasletleri de gelişmiş olur, ki İMAN dediğimiz şey de, aslında bu hasletlerin tekamül etmesinden başka ne olabilir ki?
8-Dolayısıyle, İNSANİLEŞME(=ruh´lanma/nur´lanma) ile İMANLILAŞMA(=imanen olgunlaşma/artma/gelişme/tekamül etme) deyimlerini birbirinden soyutlamak yalnış olur kanımca, yani, İMANLILAŞMAK demek İNSANİLEŞMEK(=zulumattan nur´a yükseliş) demektir.O halde, dini terimler bağlamında, NUR´LANMA terimini İNSANİLEŞME(=insanlaşma) olarak tanımlamak gerektiği düşüncesindeyim.Ve ''insanileşme=insanlığı artma'' terimi de İMAN SAHİBİ OLMA(=güvenen ve güvenilir olma=güvenmesi ve güvenilirliği artma) deyimine denk düşer son tahlilde.
9-Bu nedenle, insanın kafir halini SÜRÜNGEN(=reptilian=aklı ve vicdanı kıt=imanı kıt), mümin halini de KUŞ(=kıyam etmiş=tekamül etmiş=ayakları üzre dinelmiş=aklı ve vicdanı artmış=imanı artmış) olarak terimlendirmekte hiçbir beis yoktur bence.
10-Son olarak, TEKAMÜL(=nur´lanma) olgusunu sembolik olarak UÇMAK olarak; uçma´yı da, tekamül sürecinin herbir basamağı olarak anlamak gerekir, yoksa, kuş gibi uçmak anlamında değil.Çünkü, zaten, alt bir tekamül seviyesinden üst bir tekamül seviyesine geçiş, bir yükseliş(=kıyam ediş) olduğu için, gelişim çizgisi açısından, alt´tan üst´te(=geri´den ileri´ye) doğru bir UÇUŞ(=yükseliş) hareketidir.
11-Dolayısıyle, son söz olarak, tekamül basamakları açısından, İNSAN NE KADAR GERİLERSE/ZULUMATLANIRSA O KADAR SÜRÜNGENLEŞİR VE KAFİRLEŞİR, NE KADAR İLERLERSE/NURLANIRSA O KADAR İNSANLAŞIR VE MÜMİN OLUR diyebiliriz rahatlıkla.
12-Vehasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''O, İKİ DOĞU´NUN DA RABBİ´DİR, İKİ BATI´NIN DA RABBİ´DİR-Rahman/17'' AYETİ IŞIĞINDA ''O, SİZİ TEK BİR NEFİSTEN(=nefsin vahidetin´den) YARATTI(=halk etti) VE KENDİSİYLE DURULUP YATIŞMASI İÇİN ONDAN(=nefsin vahidetin´den) EŞİNİ(=zevc´ini) VAR ETTİ-Araf/189'' AYETİNİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK -1 :
1-Tabi, bu noktada, ben, birebir vardığım bir sonuca değil, fakat, sonuca giden yolda, bazı noktalara dikkat çekmek isterim ve istiyorum.
2-Yani, bu ayetlere bakarak, ben, İKİ DOĞU VE İKİ BATI temel datası yardımıyle, KARŞITLIK´ın ve ERİLLİK-DİŞİLLİK´in ne olabileceği yönünde, bazı farkındalıklarımı, elden geldiğince, dile getirmeye çalışacağım.
3-Zira, Rabbimiz´in İKİ DOĞU VE İKİ BATI söylemi, varoluşun tüm veçhelerini kuşatan genel bir ilkeye mütealliktir.Dolayısıyle, en kuşatıcı genel ilke atlanarak, erillik ve dişillik´in, ana resmin hangi parçasına(=karesine) denk geldiğini açımlayabilmenin imkansız olduğunu düşünüyorum.
4-O halde, ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI NEDİR?''´den yola koyulmak gerekir.Zira, erillik ve dişillik, dolayısıyle, canlıların erkek ve dişi olarak belirmesinin de kaynağında(=en beride) bu İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilkesi olsa gerektir.
5-Bu nedenle, kimi alimler, belki de, doğu´lardan birinin ERİLLİK´e(=eril/aktif kudrete/enerjiye), diğerinin de DİŞİLLİK´e(=dişil/pasif kudrete/enerjiye) tekabül ettiğini düşünebilirler.
6-Tam bu meyanda, ruh-nefs, nur-zulumat, hayat-ölüm, vb. zıtlıklarını unutmamak ve hatırlamak gerekir.Dolayısıyle, naçizane ben, ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI'' ilahi ilkesini, temelde, uzlaşmaz zıtlıklara tekabül eden bir data olarak anlıyorum.
7-Bu nedenle de, ZITLIK mefhumu açısından, ÇİFT´LERİN YARATILMASI(=çift´erin doğdurulması) bağlamında, ''iki doğu ve iki batı'' ´nın UZLAŞMAZ KARŞITLAR´ı bildirdiğini düşünmekteyim.Zira, iki doğu´dan söz edebilmek, ancak, uzlaşmaz iki zıt´tın varlığı durumunda mümkün olabilir.Dolayısıyle, zıtlardan birinin varlığı(=doğuşu) diğerinin yokluğunu(=batışını) zorunlu kılar.
8-Fakat, ERİLLİK ve DİŞİLLİK ise uzlaşmaz zıt´lar değildir, zira, birinin varlığı diğerinin yokluğunu değil, tam tersine, birinin varlığı diğerinin de varlığını gerektirir.Yani, erillik varsa, zorunlu olarak dişillik te olmalıdır.
9-Dolayısıyle, uzlaşmaz karşıtlar(=mesela, nur ve zulumat) birbirlerini dışlarlar(=inkar ederler=bölünürler), fakat uzlaşan zıtlar(=mesela, erkek ve dişi) ise, birbirlerini tamam´larlar(=tasdik ederler=bütünlerler).
10-O halde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilkesi bağlamında, erillik´ten ve dişillik´ten önce UZLAŞMAZ KARŞITLAR(=uzlaşmaz zıtlar) var olmalıdır.İşte bu nedenle, erillik ve dişillik´i, bu ''iki doğu ve iki bat''ı genel resminin(=yaratılış´ın) neresine(=hangi karesine) koyabiliriz, ya da, koymalıyız? Bütün mesele bu, bence?
11-Zira, tüm uzlaşmaz karşıtların kaynağında olduğu gibi, nihayet, erillik ve dişillik gibi uzlaşan zıtların kaynağında da bu İKİ DOĞU VE İKİ BATI yatmaktadır.Yani, herşey, bu ''iki doğu ve iki batı'' prensibine bağlı.
12-O halde, acaba, herbir uzlaşmaz zıt´tan(=çift´ten) birini, örneğin nur-zulumat zıtlığında, nur´u eril kudret ve zulumat´ı da dişil kudret, ya da, ruh-nefs zıtlığında, ruh´u eril kudret, nefs´i de dişil kudret olarak mı addetmek gerekir? Yani, zaten, uzlaşmaz karşıt çift´erden herbiri bir UC(=kutup) olduğu için, acaba, aynı anda, bu iki kutuptan biri erilliği ve diğeri de dişilliği mi temsil ediyor?
13-Ya da, bizzat KARŞITLIK PRENSİBİ´nin(=kutupluluk´unun) ''kendini tasdik'' kısmı erilliği, ''kendini inkar'' kısmı da dişilliği mi temsil ediyor? Yani, bu şekilde, sorular daha da uzatılabilir.
14-Ama, bence, böyle düşünmek ve sonuç çıkarmak sağduyu ile örtüşmez, zira, erillik ve dişillik uzlaşmaz değil, aksine, uzlaşan zıt´lardır.Halbuki, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilahi prensibi, doğrudan, nur-zulumat, ruh-nefs, hayat-ölüm, tin-ten, akıl-içgüdü gibi uzlaşmaz zıt´ların doğuşu(=doğdurulmaları=yaratılmaları) ile ilişkilidir.
15-O halde, yaratılış daha en başta, erillik ve dişillik prensibine dayalı olamaz.Dolayısıyle, erillik ve dişillik´i, yaratılış´ın daha alt düzlemlerinde bir yerde aramak ve yaratılış resminin içinde bulunduğu kare´yi tespit etmek gerekir.
16-O halde, şimdi, tekrar, Rabbimiz´in, erilliğin ve dişilliğin kaynağına ilişkin olarak, ARAF-189´da belirttiği, NEFSİN VAHİDETİN mefhumuna dönmek zorundayız.Yani, Yüce Rabbimiz, son tahlilde, erilliğin ve dişilliğin çıkış(=orijin) noktası olarak NEFS´i(=nefsin vahidetin´i) işaret ediyor.
17-Demek ki, erillik ve dişilliği, NEFS mefhumu sınırları içinde tahlil etmek durumundayız.Dolayısıyle ve sonuç olarak, NEFS´in uzlaşmaz karşıtı olan RUH mefhumu erillik ve dişillik´ten azade bir kudret, yani, RUH´un(=ruhsallık´ın) bizatihi erilliği ya da dişilliği olamaz.Ayetin bağlamına göre, bu çıkarım kesindir, bana göre.
18-O zaman, erilliği ve dişilliği doğru bir biçimde anlayabilmemiz için, NEFS mefhumunu doğru bir biçimde anlamamız gerekir.O halde, Rabbimiz NEFS(=nefsin vahidetin) ile neyi kastediyor olabilir?
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''NEFS TERBİYESİ'' VE ''ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMAK'' DEYİMLERİNİN YALNIŞLIĞI VE BU DEYİMLERİN İBLİS UYDURMASI OLDUĞU HAKİKATİ, NAÇİZANE BENCE VE KISACA :
1-Yüce Allah, mealen ''NEFS ISRARLA KÖTÜLÜĞÜ EMREDER'' demektedir.Bir başka ayetinde de, mealen ''BUNA İNANMAYAN VE NEFSİNİN ARZUSUNA UYAN KİMSELER SENİ ONDAN ALIKOYMASIN, SONRA HELAK OLURSUN-Taha/16'' demektedir.
2-Yani, NEFS fıtri olarak sabittir ve varolma biçimi sürekli kötülüğü(=aşırılığı=hayvaniliği) emretme şeklindedir.Ve Rabbimiz, ayette, dikkat edilirse, ''NEFSİNİ TERBİYE EDEN'' demiyor fakat ''NEFSİNE UYAN'' diyor.
3-O zaman, nefs ayrı , nefs´e uyan ayrı demektir.Bu durumda nefs´e uyan kimdir? İşte, nefs´e uyan insanın RUH´udur.Zira uyulan ile uyan aynı olamaz.
4-Dolayısıyle, hem ayetler gereği ve hem de sağduyu gereği, insanın nefs´e uyup kötüleşen(=kirlenen) kısmı da, iyileşen(=arınan) kısmı da RUHSAL YANI´dır.Yani, nefs´in ısrarlı(=değişmez) baskıları karşısında, RUH nefs´e(=nefs´in aşırı taleplerine) uyup kirlenir ve böylece de ruh nefsanileşir(=nefs´in güdümünde hayvanileşir).
5-Bu nedenle, nefs(=insanın hayvani yanı) bizatihi değişmez ve sabittir; dolayısıyle, nefsin eğitimi, insanileştirilmesi ve arındırılması diye bir şey olmaz; fakat, nefs´in taleplerine boyun eğip kirlenen(=hayvanileşen) RUH´un eğitimi, insanileştirilmesi ve arındırılması diye birşey olur.
6-Dolayısıyle, kötülükte(=hayvanlıkta) ısrarlı ve sürekli olan nefs karşısında, dinsel eğitim RUH´UN EĞİTİLMESİ şeklinde olur, olmalıdır.Yani ve mesela, insanın CİNSEL İÇGÜDÜSÜ(=nefs´in/hayvanlık´ın bir şubesi) daimidir ve değişmez.Ve cinsel içgüdü, doğal biçimde sınırsızca(=ahlaki kurallardan yoksun biçimde), hem nicelikçe ve hem de nitelikçe aşırılığı emreder ve bu nefsani emr sabittir.O halde, bu noktada, nefs´in bu eğilimine uyan ve uyacak olan ya da kendini frenliyen ve frenliyecek olan insanın RUH tarafıdır.
7-Bu nedenle insanın NEFS´i(=bilinç-altı) eğitim dışıdır ve fakat insanın RUH´u(=üst-bilinç) eğitime dönüktür.O zaman, ''nefsin terbiyesi'' yalnış bir deyimdir ve doğrusu ''nefsin baskısı karşısında ruh´un terbiyesi(=ruh´un nefs´e uyma zayıflığının giderilmesi)'' deyimi olabilir.
8-Dolayısıyle fıtraten değişmez(=ısrarlı=esnek olmayan) bir nefs´i değiştirmeye ve eğitmeye kalkışmak hem ayetlerle ve hem de sağduyu ile örtüşmez(=çelişir).Zira, insanın eğitilebilir tarafı(=esnek tarafı) ruh tarafıdır.
9-O halde, NEFS EĞİTİMİ ya da NEFS´İN TERBİYESİ yerine nefs´e karşı(=nefs karşısında) RUH EĞİTİMİ ya da RUH´UN TERBİYESİ deyimlerini kullanmalıdır.Zira nefs ile(=nefs´ten dolayı=nefs üzerinden) kirlenen RUH´tur, dolayısıyle nefs´ten arınacak olan da RUH´tur.Yani, ruh nefs´e uyduğu sürece, Allah yerine nefs´e teslim olmuş olur, ya da, nefs´e teslimiyeti Allah´a teslimiyetinden önde gider.Yani, insanın Allah´a teslim olan ya da olmayan tarafı nefs değil fakat ruh tarafıdır.Dolayısıyle, insanın melekileşen(=arınan) tarafı da, şeytanileşen(=pislenen) tarafı da RUH tarafıdır.
10-O halde İNSANIN ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMASI demek, insanın nefsini eğitmesi ya da nefsini ruh´a dönüştürmesi demek olmayıp, aksine, nefse uyarak kirlenen(=hayvanileşen=şeytanileşen=zayıflayan) ruh´unu nefs´ten(=nefsin aşırı isteklerinden) arıtarak temizlemesi(=melekileştirmesi=melekelendirmesi=melekesel tekamüle tabi tutması) demektir.
12-Dolayısıyle, naçizane bence, NEFS´İN TERBİYESİ ve nefsin terbiyesi bağlamında ŞEYTANINI MÜSLÜMAN YAPMAK deyimleri İBLİS tarafından uydurulmuş deyimlerdir.Fakat, tam tersine, nefse uymakla kirlenen ve şeytanileşen RUH´UN TERBİYESİ VE RUH´UN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI diye birşey olabilir ancak.Zira, nefs fıtri olarak kötülüğü emretmekte sabittir ve değişmezdir(=fıtri bir ilkedir, yasadır), dolayısıyle, nefsin eğitilmesi ve müslümanlaştırılması(=nefs´in kendi fıtratının dışına çıkarılması) diye de birşey olmaz, olamaz.
13-Tabi, işin en doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir nihayet.
14-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
ZARİYAT-49 AYETİNE DAİR YENİDEN KISA BİR BAKIŞ :
1-AYET/51-49/ : Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.
2-Kimi meallerde ÇİFT , kimilerinde de İKİ ÇİFT tabiri geçiyor.Herhalde, ZEVCEYN kelimesi çoğul olsa gerek ki, kimi meallerde İKİ ÇİFT deniyor.
3-Eğer ZEVCEYN kelimesi çoğul ise, o zaman, karşılığı normalde ÇİFTLER olur ki, bu da İKİ ÇİFT ifadesi ile örtüşür.
4-Aslında, ''herşeyi çift yarattık'' ifadesi ile ''herşeyi iki çift yarattık'' ifadesi aynı sonuç manayı verir son tahlilde.Fakat, İKİ ÇİFT ifadesi , anlamı belirtme açısından, daha etkili gözüküyor bana.
5-Yani ve mesela, ortada bir çift var(=proton-elektron, vb.) ve herbir çiftín de çifti var=İKİ ÇİFT=proton-eletron çifti ve anti proton-elektron çifti gibi.Rabbim yanıltmıyorsa, bu ayeti ben böyle anlıyorum.
6-Zira, Allah, mealen ''her(bir)şeyi çiftler(=zevceyn) olarak yarattık''' diyor.Yani HERŞEYi kelimesi, HER BİR ŞEYİ anlamına gelir.
7-Dolayısıyle, tek tek her bir şeyin çifti olmalıdır.Yani ve mesela, bir proton varsa bunun bir çifti, ve bir elektron varsa bunun da bir çifti olmalıdır.
8-Denebilir ki, zaten PROTON ve ELEKTRON bir çifttir.Evet ama çift kelimesi, esasen birşeyin aynı adlı benzerini(=ikizini) haber verir.Dolayısıyle, proton ve elektron bir çifttir ama İKİZ ÇİFT değildir.
9-Bu nedenle, tek tek, her(bir)şeyin bir benzeri(=ikiz benzeri) olmalıdır.Ayetin işaret ettiği şey de bu, bana göre.Ancak, bu noktada, dikkat edilmesi gereken şey şudur : mesela, bir protonun benzer ikizi, yine aynı yapıda ikinci bir proton olamaz, zira, o zaman ÇİFT olamaz , çünkü, aynı yapıda protondan sayısız tane var.
10-O halde, ayette, Rabbimiz, ''herbirşeyin çifti'' ifadesi ile, herbirşeyin karşıt(=zıt) yapıdaki benzer çiftini(=zıt ikizini) kastediyor, demektir.Yani, bir proton varsa, bunun karşıt çifti olan bir anti-proton da olmalıdır.
11-Dolayısıyle, bu elektron için de geçerlidir, yani bir anti-elektron da olmalıdır.O halde, mealen, ''herşeyi çiftler olarak yarattık'' ifadesi ''herbirşeyi zıt ikizi ile yarattık'' anlamına gelir ki, bu da, son tahlilde, her çifti(=proton-elektron çiftini) zıt çiftiyle (=anti proton-elektron ikiz çiftiyle=iki çift olarak) yarattık anlamına gelir.
12-Ve bu nedenle, bu ayetteki ÇİFT mefhumunu salt EREK-DİŞİ çiftine indirgemek ve sınırlamak çok hatalı olur bence.Zira, Yüce Rabbimiz, bu ayette ''HERŞEYİ ÇİFT YARATTIK'' demektedir, ki HERŞEY kelimesi, cinsiyet te dahil herşeyi kapsar , yani, ruhu da, nefsi de, cismi de, canlıyı da, cansızı da, hayatı d, ölümü de, vb. de kapsar.
13-Kaldı ki, Rabbimizin ayrıca , mealen ''O, İKİ DOĞUNUN DA, İKİ BATININ DA RABBİDİR'' ayeti de, bu düşünceyi teyit eden ve destekleyen bir ayettir.Yani, eğer iki doğu ve iki batı çiftleri(=İKİ ÇİFT) varsa, o zaman ve mesela, iki proton ve iki elektron çiftleri(=zıt ikizleri) de olmalıdır doğal olarak.
14-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''HUD-7'' AYETİNE İLİŞKİN İŞARİ YORUM DEĞİŞİKLİĞİ, KISACA :
A-Ayetin Arapça okunuşu :Ve huvellezi halakas semavati vel arda fi sitteti eyyamin ve kane arşuhu alel mai li yebluvekum eyyukum ahsenu amela, ve le in kulte innekum meb'usune min ba'dil mevti le yekulennellezine keferu in haza illa sihrun mubin.
B-Ayetin Türkçe meali : O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde yaratandır. Böyle iken "Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz" desen, inkarcılar "Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür" derler.
......................................................................................................................
DABBE´CE AÇILIM :
1-Yüce Allah,mealen, '' yerleri ve gökleri 6 günde yarattı ve arşı su üzerinde idi'' ibaresini kullanıyor.
2-Şimdi soru şu : Acaba, önce arş su üzerinde idi ve sonra yerler ve gökler mi yaratıldı, ya da, yerler ve gökler yaratıldığı sırada, arş(=üst) ve su(=alt) da yaratılmış mı oldu?
3-Bunun yanıtını bulmak için GÖK ve YER´in neyi sembolize etttiklerini doğru tespit emek gerekir.Benim algımca, gök terimi ÇIKIŞ´ı(=üst´ü), yer terimi de İNİŞ´i(=alt´ı) işaret eder.
4-O halde, yerler ve göklerin SEVİYElerinin yaratılması, önce yalın biçimde YUKARI ve AŞAĞI iki varlık alanının(=kudretinin) yaratılmış olmasını gerektirir.
5-Bu nedenle, önce, YUKARI VARLIK´´ ı temsilen ARŞ ve AŞAĞI VARLIK´ı temsilen de SU yaratılmış idi ve ne arş ve ne de su, henüz, yer ve gök seviyeleri şeklinde düzenlenmemişti(=yayılmamışlardı).
6-Yani, bu ayetten, ben, Allahu alem kaydı ile, genel olarak, ARŞ´ın göklerin özünü, SU´yun da yerlerin özünü karşıladığı kanısına vardım.Yani, arş göklerin ilk-tümel-potansiyel öz hali, su da yerlerin ilk-tümel-potansiyel öz hali.
7-Zira, su akan birşey ve akmak fiili yukarı doğru değil fakat aşağı doğrudur.Dolayısıyle, arş yükselen(=yukarı uçan=kuşsal=ruhsal) kudreti, su da alçalan(=aşağı akan=sürüngen=nefsi) kudreti bildirir, ki buradan da, arş´ın yükselen/uçan MANA KUDRETİ(=ruhsal enerji=ruh-beden=nur), su´yun da alçalan/akan MADDE KUDRETİ(=madde-beden=zulumat) olduğu anlaşılır.
8-Yani, ilk önce, SAF MANA KUDRETİ ve SAF MADDE KUDRETİ yaratılmıştı ve yükselen kudret(=arş) daima alçalan kudrete(=su´ya) bitişik ve üzerinde seyrediyordu.Fakat, henüz ne ARŞ 7 alt arş´a(=7 gök´e) ve ne de SU 7 alt su´ya(=7 yer´e) bölünmemişti=BÖLÜNMEZ OLAN SADECE ALLAH´TIR
9-Ve ARŞ ve SU, ilkin, 7 gök ve 7 yer seviyelerinin bitişik potaniyel bir bütünlüğü şeklinde idi, yani, potansiyel olarak, arş´ın içinde 7 gök ve su´yun içinde de 7 yer dürülü halde idi.
10-Dolayısıyle ve esasen, ARŞ´IN SU ÜZERİNDE OLMASI demek ''7 dürülü göğün 7 dürülü yer´in üzerinde olması'' demekti.Yani, Rabbimiz, arş´tan 7 seviye göğü çıkarıyor ve su´dan da 7 seviye yer´i çıkarıyor, demektir.Yani, Allah, potansiyel arş´tan 7 mana seviyesini ve potansiyel su´dan da 7 madde seviyesini yaratıyor, demektir.
11-Yani, sonuçta, 7 gök ARŞ´ın açılan basamaklarından; 7 yer de, SU´yun açılan basamaklarından başka şey olmasa gerektirler.Dolayısıyle, mealen ''YERLER VE GÖKLER BİTİŞİKTİ(=üst ve alt bitişikti/kat´lanmış idiler)'' ifadesi, ''ARŞ SU ÜZERiNDE İDİ(=mana ve madde bitişikti=göklerin kaynağı üst/yükselen arş ile yerler´in kaynağı alt/akan su bitişikti'' ifadesini de bildirmiş olur.
12-Daha netçesi, ''ARŞ SU ÜZERİNDE İDİ=göklerin özü ve kaynağı arş ile yerlerin özü ve kaynağı su bitişikti'' olur.Dolayısıyle, 7 gökler ve 7 yerler de, o iki öz´den çıkarılan/açılan/ayrıştırılan biçimlerdir=DİNAMİK BİTİŞİK KARŞIT ÖZLERİN KİNETİK AYRIŞIK KARŞIT BİÇİMLERE DÖNÜŞÜMÜ/BÖLÜNMESİ.
13-Ve artık(=bu saatten itibaren), Dabbe olarak, ARŞ´ı 7 göğün bitişik(=tümleşik=birlik) hali olarak, SU´yu da, 7 yer´in bitişik(=tümleşik=birlik) hali olarak anlıyorum, zira, aşağı akan su´yun aşağı doğru 7 seviyeye bölünmesi, aynı zamanda, ''arş su üzerinde idi'' ibaresine uygun olarak, arş´ın da, yer´lerin(=su´yun) her alçalan basamağına hem bitişik ve hem de üstünde olarak 7 alt gök(=arş) basamağına bölünmesini da gerekli kılar.
14-Yani, ALT´ın(=su´yun=yerler´in) herbir alt seviyesi ÜST´ün de(=arş´ın da=gökler´in de) herbir alt seviyesine eşlik etmelidir; yani alt ve üst, her seviyede hep bir arada olmak zorundadır.Zira, üst(=arş=gökler) olmadan alt(=su=yer´ler); alt olmadan da üst olamaz.
15-Ve nihayet, ''herşey ÇİFT yaratıldı'' ilahi prensibi mucibince, herbir yer ve gök katı çift olarak(=karşıtı ile=karşıt çiftlere bölünmüş olarak) yaratıldıkları için ÇIKIŞ VE İNİŞ´ten(=gök ve yer´den=hayat ve ölüm´den=doğu ve batı´dan) ikişer çift olmalıdır, ki bu da, döngüsel olarak(=çark-ı felek kapsamında), birinci dirilişimizden(=1.doğu´dan) sonra ikinci dirilişimizin de(=2.doğu´nun da) olacağını bildirir, işaret eder ve teyit eder.
16-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
VARLIK VE YOKLUK MESELESİNE YENİDEN BİR BAKIŞ :
1-Ve şimdi, ben, FATIR kelimesinin manasal tecellisine muhtacım, ne güzel ki ! Sözlüğe baktım ve fatır kelimesinin temelde ''yarmak, açmak ve çözmek'' anlamlarıyle ilişkili olduğunu gördüm.
2-O halde, Rabbimizin FATIR ismini nasıl anlamalı? Acaba FATIR kelimesini ''yokluk çekirdeğini yaran'' olarak mı anlamalı?
3-O zaman, Rabbimiz, herşeyi yaratmadan önce YOKLUK neredeydi ki? Denebilir ki, adı üstünde, HİÇBİR YERDE DEĞİLDİ, daha doğrusu yaratılanlar hiçbir yerde değildi, yani yaratıklar yoklukta idiler.
4-Dolayısıyle yaratıkların yaratılmadan önce bulundukları hiçliğe YOKLUK ÇEKİRDEĞİ, elbette denebilir, denmelidir de.
5-Fakat, yine de, sorun burada bitmiyor, şöyle ki : Peki, yaratıklar yaratıldıktan sonra ve şimdi neredeler? Yani, yaratıklar yokluğun dışındalar mı şimdi?
6-Aslında, hepsinden öte, ''YOKLUK mutlak bir şey midir?'' sorusunu sorsak daha yerinde olur gibi.Ben, Rabbimizin dışında hiçbirşeyin mutlak olmadığına ve olamayacağına inananlardanım.
7-O halde, yaratıkların varlığı tümüyle izafi olmalıdır.Bu durumda, eğer yaratıkların varlığı izafi ise, yokluğu da izafi olmalıdır.Zira, eğer, ''yaratıkların yokluğu mutlaktır'' dersek, yokluğun mutlaklığını Rabbimizin mutlaklığına ikinci bir mutlaklık olarak eşitlemiş oluruz, diye sanmaktayım.
8-İşte bu nedenle, yaratıkların ne varlığı ve ne de yokluğu mutlak olamaz, fakat izafi olabilir, diye bir sonuç çıkarıyorum kendimce.
9-O halde, yaratıkların bizatihi varlığı olamayacağı gibi bizatihi yokluğu da olamaz, zira bizatihilik(=kendiliğindenlik) niteliği sadece Rabbimize has olmalıdır.
10-Buna göre, varlık ve yokluk terimleri, somut bir manaya karşılık gelemezler.Yani, esasta, Rabbim yanıltmıyorsa, VARLIK ve YOKLUK mefhumları gerçek değildir, fakat OLMAK diye bir mefhum gerçek olabilir.
11-Nitekim Rabbimiz de, bildiğim kadarı ile , mealen, bir şeye ''var ol'' demiyor, fakat sadece ''ol'' diyor.Zira ve bence, ''var olmak'' başka birşey , ''olmak'' başka birşey.
12-Yani, sonuçta, yaratıklar ''var'' ya da ''yok'' olmuyorlar fakat izafi biçimde ve aynı anda hem var oluyorlar hem yok oluyorlar.
13-İşte bu nedenledir ki, Rabbim yanıltmıyorsa eğer, Rabbimiz, varlığı yokluktan yaratmıyor, fakat, Rabbimiz herşeyi hem varlık hem yokluk biçiminde olduruyor, yani, tabiri caizse, Rabbimiz, aynı anda hem varlığı hem yokluğu yaratıyor.
14-Yani, yaratıkların ne yokluğunun varlığına; ve ne de yokluğunun varlığına bir önceliği yok, olamaz, olmamalıdır da.Zira, yaratıkların yokluğunun ya da varlığının diğerine önceliğinin olması demek, yokluğu ya da varlığı mutlak kılar, ki bu da, Rabbimizin mutlaklığına aykırı düşer, kanımca.
15-O halde, sanıyorum ki, ''FATIR'' kelimesi, sadece yokluğu yaran değil fakat varlığı da yaran anlamındadır.Yani, Allah varlığı ve yokluğu, yararak, aynı anda OLDURAN anlamına gelir son tahlilde.
16-Daha doğrusu, naçizane ben, fatır kelimesinin ''yaran'' anlamını BÖLEN anlamında anlıyorum, zira BÖLÜNMEZ olan, dolayısıyle TEK olan sadece Allah´tır.
17-Bu nedenle, fatır kelimesini salt ''yoktan vareden'' ya da salt ''vardan yok eden'' olarak anlarsak, bence, yanılırız.Fakat fatır kelimesini, esasen, varlık ve yokluk çiftini aynı anda yaratan, yani olduran olarak anlamak, daha yerinde olurmuş gibime geliyor, naçizane.
18-Dabbe olarak içime sinen yorumum budur, ancak şüphesiz ki, herşeyin en doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir, ona ne şüphe!
19-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
NAÇİZANE, YENİ BİR FARKINDALIK : ACABA, ARAF-16´DA, İBLİS, ÇOĞUNLUKLA SANDIĞIMIZ GİBİ, RABBİMİZİ Mİ SUÇLUYOR, YOKSA, BU AYET BAŞKA BİR ANLAMA MI BAKIYOR ?
A-AYET : "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." -7/16
B-AÇIKLAMA :
1- Bugün, bu ayette, İblis´in, bu sözü ile Rabbimizi suçlamadığı kanaatine vardım…
2-Yani, İblis, Allah´a hitaben, ‘’BENİ AZDIRMANA KARŞILIK’’ sözünü, esasen, Rabbimizi suçlama anlamında değil, fakat, O´NA KARŞI KIZGINLIK´INI BELİRTME anlamında söylüyor…
3-Zira, İblis , tam da, Allah´ın huzurunda, O´na haksızlık isnat edecek kadar ilimsiz olamaz…
4-Bu sahnede gerçekleşen olgu, İLİM ile değil fakat KİBİR ile ilgili bir durumdur bence, yani, İblis, öncelikle, Adem´e secde etmeyi kibrine yediremiyor…
5-Şimdi, bu noktaya, biraz daha yakinen bakarsak, aslında, KİBİR dediğimiz şey, özü itibarıyle, bir tür ALLAHLIK TASLAMA duygusudur….
6-KİBİR açısından baktığımızda, ALLAHLIK TASLAMA(=KİBİRLENME) HAKKI sadece Rabbimizin´dir.Yani, neyin ne olduğuna ve olacağına hüküm verme hakkı Allah´ındır…
7-İşte, İblis, Adem´e secde etmeyi kibrine yediremediği için, asi davranmıştır, yani, kendi kibrini, Allah´ın kibrine eş koşmaya kalkmıştır…
8-Esasen, Rabbim yanıltmıyorsa, iblis te, o an için bilemese de, Allah´ın derin bir hikmete binaen, meleklerin ve cinlerin Adem´e secde emrini verdiğinin farkında idi…
9-Ancak, kibir denilen şey, öyle bir illettir ki, siz Allah´ın ya da herhangi bir insanın haklı olduğunu ya da olabileceğini bilseniz bile, sizi , bile bile isyana götürür, götürebilir…
10-Bu manada düşünüldüğünde, esasen, sadece iblis´in değil, fakat, her bir insanın, en büyük handikabı kibir´dir en derinde, ki, zaten, bu nedenle, örneğin en birikimli alimler bile, birbirlerini rahatlıkla tekfir edebiliyorlar…
11-Dolayısıyle, Rabbim yanıltmıyorsa, İblis, o sahnede, o sözü, Rabbimiz´e SEN HAKSIZSIN anlamında değil, fakat, naçizane, şu anlamda söylüyor : ‘’Sen haklı da olsan, ben, fıtri manada, ben´den daha alt seviye yaradılışlı bir insana boyun eğemem’’, ki, bu, esasen, İblis´in kendi içindeki kibre ve egoya(=Allahlık taslama bencilliğine) mağlup olduğunun resmidir, ve resmin içinde, sadece İblis değil, az ya da çok, her birimiz varız…Halbuki, salt Allahlık taslama egosu(=Kibriya) açısından irdelersek konuyu, KİBİR sadece O´nun hak´kıdır…
12-Dolayısıyle, bu iblis-Adem kıssası sahnesinden hareketle, tüm kötülüklerin en ardında ve en tehlikeli olanı KİBİR´dir(=iblisleşmedir=sır´cılaşmadır) bence.İşte, İblis, bile bile, Allah ile Kibir(=Allahlık taslama), yarışına kalkışınca ve ısrar edince, Yüce Rabbimiz, Kibriyasının hak´kı gereği, onu Rahmetinden sürgün etmiştir.İşte, tam bu halde iken, İblis, Rabbimize SEN HAKSIZSIN anlamında değil, fakat , MADEM Kİ, BENİM KİBRİMİ, İSYANIMI VE TERBİYESİZLİĞİMİ ,RAHMETİNDEN SÜRGÜN EDEREK, BENİ, MECBURİ OLARAK, KENDİ NEFSİM VE KÖTÜLÜKLERİMİN AZGINLIKLARIYLE BAŞBAŞA BIRAKMAK İLE CEZALANDIRDIN…’’ diyor.Yani, İblis, özellikle birçok riyakar mutasavvıfın ‘’ASLINDA, İBLİS ALLAH´A DÜŞMAN DEĞİL’’ yalanının aksine, İblis, tam da, Allah´ın cezalandırmasına karşılık, O´na duyduğu öfke ve kızgınlığın devamı olarak, o öfke ve kızgınlığını insanın üzerine yoğunlaştırıyor ve boşaltıyor.Zira, iblis, Allah´a ne kadar öfkelense de, Allah´tan intikam almaya gücü yetemeyeceği için, bu intikam duygusunu, tamamıyle insana yönlendiriyor ve insan üzerinden gerçekleştiriyor, yani insana tam bir düşman kesiliyor, bence…
13-Ve, RİYA VE YALANCILIK, bu kibre bağlı olarak uç veriyor.İşte, İblis´in, esasen, insana düşmanlığının kaynağında, Allah´a olan öfkesi ve düşmanlığı yatıyor ve esasen, iblis, insandan ziyade, insan üzerinden, Allah´tan intikam almaya bakıyor.Yani, İblis, insanların, çoğunlukla, Allah´ın Allahlık´ına değil, fakat, kendisinin Allahlık taslama kibrine teslim olacaklarını göstermeye çalışıyor ve büyük oranda da başarılı oluyor…
14-İblis, bu KİBİR ve İNTİKAM uğruna, kıyamete dek nemalanmak üzre, iyice riyakarlaşıyor, yalancılaşıyor, sinsileşiyor, sırlara karışıyor, batınileşiyor ve sufileşiyor…İşin esası bu ,Rabbim yanıltmıyorsa….
..............................................................................................
Doğrusu Allah, Kendisine(=Zat´ına ve Kelam´ına) ortak koşulmasını asla affetmez.Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (NİSA/48)
......................................................................................
1-Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. (İSRA/13)
2-Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve bereket indiren O'dur ve O, müminlere çok merhametlidir. (33/43)
3“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırı hareketlerimizi mağfiret eyle.”
/Hz. Muhammed/
...............................................................................................
(Kıyametin kopacağına dair) o sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca, yer´den bir dabbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.(27/82)
ŞÜPHESİZ HERŞEYİN DOĞRUSUNU RABBİMİZ BİLİR... !
a-EL HAKEM: Hükmeden, hak´kı yerine getiren
b-EL ADL: Çok adaletli
c-EL GÂFÛR: Affı ve mağfireti pek çok
d-EL HAKÎM: Bütün emirleri ve bütün işleri hikmetli
1-SUBHAN ALLAH...2-ALLAH-U EKBER...3-AZİYM ALLAH... 4-ALİYM ALLAH...5-KAVİ ALLAH...6-GÜZEL ALLAH... 7-GAFUR ALLAH...8-ZÜ´L CELAL´İ VE´L İKRAM... 9-RAHMAN VE RAHİYM ALLAH... 10-LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH... 11-ESTAĞFİRULLAH... 12-ELHAMDULİLLAH...
from Dab.
EK :
ruclips.net/video/W1rUbWDJO4s/видео.html -RABBİNİ TANI
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
''YARADAN´IN EVVEL VE AHİR OLUŞU'' İLE ''MAHLUKATIN BAŞI VE SONU''´NU KARIŞTIRMAKTAN İMTİNA ETMEK GEREKİR :
1-Herşeyden önce, mealen şu ayeti hatırlayarak hakikat yolculuğuna yelken açmak gerekir : O, BİRŞEYİN OLMASINI DİLEDİĞİNDE, O ŞEYE ''OL'' DER VE O ŞEY DE OLUR(=OLMAYA HEMEN BAŞLAR).
2-Bu ayetten anlaşılır ki, aslında, Yaradan OLDURANdır, mahlukat ise OLANdır.Yine anlaşılır ki, aslında, mahlukatın(=kainatın) tamamı sadece bir OLUŞ yani FİİLdir.
3-Fakat Yaradan bir OLUŞ değildir, zira, OLUŞ(=fiil) bir BAŞLANGIC´ı ve bir SON´u gerekli kılar.Dolayısıyle, Yaradan oluş dışı bir ezelilik ve ebediliktir(=sonsuz sabitlik), yani SONSUZ ZAT´tır.
4-O halde, mahlukatın OLUŞ´u sonsuz yani başı ve sonu olmayan bir OLUŞ değildir.Fakat ''OL'' emrini veren KUDRET başı ve sonu olmayandır.
5-Bu nedenle, Yaradan´ın birşeye ''OL'' emrini vermesi demek, o şeyin belli bir noktadan başlayıp belli bir noktada son bulmasını emretmesi demektir.Dolayısıyle, yaratılan herşeyin hem tekil(=bireysel=zerresel), hem tikel(=kısmi=cüzzi) ve hem de tümel(=bütünsel=külli) düzeyde bir başlangıcı ve bir sonu zorunludur.
6-O halde, ezelilik ve ebedilik Yaradan´ın TEKLİK´ine, başlangıçlılık ve sonluluk ta mahlukatın BÜTÜNLÜK´üne tekabül eder.Yani, Yaradan bütünlenmez(=Kendisi´ne parça olunamaz) ve bölünmez(=Kendisi´nden bir parça olunamaz) bir TEKLİK iken, mahlukat bütün-parça denklemi üzre olan bir BÜTÜNLÜKtür.
7-Bu nedenle, başı ve sonu olan bir BÜTÜNLÜK üzre olan mahlukat, başı ve sonu olmayan TEK´e, yani O´nun başı ve sonu olan ''OL'' emrine bağlıdır.Ve BÜTÜN´ün(=mahluk´un) TEK´e(=Halık´a) bağlı olması demek, BÜTÜN ile TEK´in aynı olması demek değildir, haşa.
8-Zira, BÜTÜN(=mahlukat) O´nun ezeli-ebedi ve tek olan Zat´ının bir parçası ya da uzantısı(=devamı) değil, fakat O´nun, OL emrinin(=yaratmasının), başı ve sonu belirlenmiş(=kader´lenmiş=ölçümlenmiş=hesaplanmış) bir yaratısıdır(=eseridir=izafi ilm-i hayalidir).
9-Dolayısıyle, ister bilimsel manada, ister dini manada ve isterse ezoterik manada, KAİNAT(=MAHLUKAT) SONSUZ BİR OLUŞTUR demek hem bilimsel manada, hem dini manada ve hem de ezoterik manada en büyük yanılgıdır.
10-Zira, böyle bir söylem, Yaradan´ın başı-sonu olmayan, oluşdışı OLDURAN´lığı ile, mahlukatın başı-sonu olan, oluşsal OLMA´sını bir saymak demektir.Yani, hak ve hakikat bağlamında, OLDURAN sonsuzdur, OLAN sonludur.Dolayısıyle, OLDURAN ile OLAN´ın bir sayılması, SONSUZ OLAN ile SONLU OLAN´ın; HALIK ile MAHLUK´un; TEK ile BÜTÜN´ün bir sayılması demektir, haşa.
11-Zaten Yaradan´ın birşeye OL demesi, peşinen o şeye bir başlangıç ve bir son tayin etmesi demektir.Dolayısıyle, mahlukatın sürekli bir halden diğer hallere dönüşümünü SONSUZLUK olarak değil, fakat mahlukatın bir başlama noktasından bir son noktaya doğru TEKAMÜL FAZLARI(=evreleri=basamakları) olarak anlamak gerekir.
12-Yani, adı üstünde, bir TEKAMÜL´den(=tekamül sürecinden=tekamüli bir oluş sürecinden) söz edebilmek için bir başlama ve bir sonlanma noktası zorunludur.Dolayısıyle, tümel(=külli) manada, kainatın tekamül süreci en mikrodan başlatılmış ve en makroda son bulucaktır.Bu tekamül sürecine SONSUZLUK değil fakat BAŞLAYIP SON BULMA denir.
13-Dolayısıyle, Yaradan başlayan ve sonlanan değildir fakat EVVEL VE AHİR´dir, yani, kainatın(=mahlukatın) başlangıcından öncedir ve kainatın(=mahlukatın) son bulmasından da sonra olandır(=mahlukatın sonluluk ve ölümlülük şeklindeki tüm eksikliklerinden münezzehtir).
14-Yani, çoğu kimse, Yaradan´ın EVVEL olmasını kainatın BAŞLANGICI(=başlama noktası) ve AHİR olmasını da kainatın SON´u(=bitiş noktası) olarak anlıyor, haşa ki haşa.Yüce Rabbimiz, hangi ayetinde, O HERŞEYİN(=MAHLUKATIN) BAŞI VE SONUDUR diyor? Tam aksine, yalın biçimde O EVVELDİR, AHİRDİR demektedir.
15-Yani, Rabbimiz, Kendi evvellik´ini ve ahirlik´ini mahlukatla değil, doğrudan ve yalın bir şekilde Kendi mutlak Zat´ı ile ilintilendiriyor, yani Kendi evvel ve ahir oluşunu ZATLIK bağlamında kullanıyor.
16-Bu nedenle, ister bilimsel manada, ister dini manada ve isterse ezoterik(=batıni) manada KAİNAT SONSUZ BİR OLUŞTUR şeklindeki batıl ve şirk söyleminden beri durmak gerekir, diyorum naçizane.
17-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
YÜCE ALLAH´IN ''İNSANA RUH ÜFLEMESİ’’ MESELESİNİN OLASI İŞARİ ANLAMI/1 :
AYETLER :
A-Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan bir insan yaratacağım.(HİCR/28)
B-"Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (HİCR/29)
C-Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İSRA/85)
İŞARİ AÇIMLAMA :
1-Hicr/28´de, Rabbimiz, insanı yaratmaya, onun bedenini yaratmaktan başladığını, açık olarak belirtiyor.
2-Hammadde olarak ta, kuru ve şekillenebilir bir ÇAMUR´dan dem vuruyor.
3-Buradaki KURU ÇAMUR ifadesini nasıl anlamak gerekir? Ben, ''kuru'' kelimesinden pişmişliği anlıyorum.Fakat, pişmiş´likten ne anlamak gerek ? Mesela, günlük dilde, bir insan için de, ‘’Ahmet, artık, kendi mesleğinde, iyice pişti'' deyince, OLGUNLAŞTI demek isteriz.
4-Ve, olgunluk mefhumu bize, dolaylı olarak, TECRÜBE ZENGİNLİK´ini bildirir.
5-O halde, HİCR/28´deki, KURU ÇAMUR ifadesinden, esasen, insanın yaratılışı için gerekli, uygun ve yeterli elenmentlerce ZENGİNLEŞMİŞ/ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ ÇAMUR anlamı çıkar.Yani, gerekli organik moleküler çökelekleri içeren bir çamur katmanı.
6-Peki çamurun ŞEKİLLENEBİLİR olması ne demek acaba? Yani, bu ayette, ‘’şekillenebilirlik’’ ile, Rabbimiz, esas itibarıyle, çamurun esnekliğini mi kastediyor? Pek sanmıyorum, fakat, bence, ŞEKİLLENEBİLİR ÇAMUR ifadesi ile, Rabbimiz, pek muhtemelen, bir canlının temel taşı olan ve diğer gerekli atomlarla olası çok sayıda BİLEŞİK FORM´ları(=şekilleri) oluşturmaya uygun yapıda KARBON atomunca ve diğer malzemelerce zengin bir ÇAMUR´u kastediyor.Zira, a-canlılığın oluşumunda KARBON temel elementtir b-ve, sadece, KARBON atomu, sayısız çeşitlilikte(=şekillerde=formlarda) organik moleküllerin oluşturulmasına imkan tanıyor.
7-HİCR/29´da, Rabbimiz, O´NA/İNSAN´A BİÇİM VERDİĞİMDE, diyor.Yani, ‘’onun organlaşma sürecini tamam ettiğimde’’ diyor.Peki, organlaşma süreci(=organizmaya dönüşüm süreci), acaba, cansızlık süreci mi? Hiç zannetmiyorum, zira, canlılık taa organik molekül olma aşamasıyle birlikte başlayan birşeydir, kanımca.Aksi halde ''organik moleküller'' aşamasından, sırasıyle ve kabaca, HÜCRE´leşme, DOKU´laşma, ORGAN´laşma ve VÜCUT´laşma aşamalarına geçilemezdi.
8-Demek ki, insan, bedeninin tamamlanması anına kadar CANLI.
9-O halde, ''CAN(=canlılık=nefs) mefhumu, üfürülen RUH´tan ayrı bir işlevsellik'', demektir.Çünkü, ayetlerden, Rabbimiz´in, şekillenme(=vücutlaşma) süreci tamamlanan CANLI BİR BEDEN´e(=organizma´ya), ‘’ruh’’ üflediği anlaşılıyor, benim algımca.
10-O zaman, peşinen, CAN(=canlılık=nefs=tensellik=madde´ye dönük işlevsellik) ile RUH(=soluk=öz=tinsellik=mana´ya dönük işlevsellik) mefhumlarını, ontolojik-işlevsellik semantiği bakımından ayırt etmek gerekir.
11-O halde, ontolojik manada, CAN(=bedensellik=tensellik) mı önce, yoksa RUH(=zihinsellik=tinsellik) mu önce gelir?
12-Ayetlerden, tinsellik´in önce geldiği anlaşılıyor, zira, Rabimiz, ‘’insanın bedenini(=organlaşma/canlılık sürecini tamam ettikten sonra, ona ‘’ruh´umdan üfleyeceğim’’ diyor.Yani, hali hazırda, boyutsal olarak ‘’ruh’’ denilen varlık olsun ki, bedenin yapılışı tamamlanınca, o potansiyel ruh kudretinden bir ruh , insanın bedenine üfürülsün(=kinetize edilsin=bağ kurma hareketi gerçekleştirilsin=aslında, Rabbimiz, potansiyel olarak var olan bir ruh´a et-kemik/beden giydiriyor).
13-Şimdi, bu noktada, öncelikle, bu RUH´un, Allah´ın Kendi ruh´u mu olduğu, yoksa, Allah´ın yarattığı ve malik olduğu bir ruh mu olduğunu anlamaya çalışmak gerekir.Zira, Allah ‘’RUH´UMDAN’’ dediğinde, bu iki manaya da gelir bence: a-Bizzat Kendi ruh´umdan b- yaratmış olduğum ve maliki olduğum ruh´umdan(=mülkiyeti bana ait ruh´tan=iyelik´i elimde olan ruh´tan=mülküne sahib olduğum ruh´tan).
14-Açıkçası ve öncelikle, ben, Dabbe olarak, mutlak olan Yüce Rabbimiz´in, insan da dahil hiçbir mahluka, minik te olsa, Kendi sıfatlarından bir cüz verdiğine, vereceğine, kesinlikle ihtimal veremiyor ve dolayısıyle, böyle birşeye inanamıyorum, inanmam da.Yani, Allah, Zat´ı ve sıfatları ile bir bütündür, tekliktir, mutlaktır ve tamdır.Dolayısıyle, bu ''ruh'' bile olsa, Halık ile mahluk arasındaki hertür rabıtada, bütün-cüz rabıtasını asla kabul etmem, o zaman, Allah´ın mutlaklığı(=dolayısıyle, yaratıcılığı) ve mahlukun izafiliği(=yaratılmışlığı) hususlarında, kendimle(=Allah´a imanımla), külliyen çelişkiye düşerim.Bu nedenle, başta sufiler ve ifrada kaçan mutasavvıflar olmak üzre, bu hususta, kimse, Dabbe´ye ısrarda bulunmasn, vallahi, hak ve hakikat adına, ahiri ‘’DABBE İSYANI’’ çıkarırım(=kıyameti koparırım=kıyamet çığlığı atarım!) :) :) .Dolayısıyle, bu gibi müteşabih ayetlerin sırrını, daha doğrusu, işari anlamını başka tefsirlerde(=manalarda) ararım.
15-O zaman, RUH ÜFLEME meselesini, az çok aydınlığa kavuşturmak babında, RUH mefhumuna dair, en azından, genel ama doğru(=hak) tespitler yapmaya çalışalım, Rabbimiz´in izin verdiği ölçülerde.
16-Öncelikle, Rabbimiz, İSRA/85´te RUH konusunda, insana az bir ilim verildiğini ve bu nedenle, kimsenin, bu ‘’ruh’’ mefhumuna, akıl-sır erdiremeyeceğini, peşinen, beyan ediyor.Amenna ve saddakna, subhan Allah, Elhamdulillah !
17-Yani, bu şu demektir :görece en ilerdeki sahih bir alim bile, hala, RUH hususunda, az bir ilim sahibidir, sahibi olacaktır.
18-O halde, hedef, az ilim´den hareketle, genel ama doğru(=hak) manada, bir yerlere(=hakikate´e) ulaşmaya çalışmak gerekir, ki, Rabbimiz de, az ilim tabiriyle, buna imkan tanıdığını da, belirtiyor.
19-Şimdi, konumuz, direkt olarak, RUH ve ÜFLEME mefhumları.Ben, Dabbe olarak, genel manada, yukarıda, CAN(=ten) ile RUH(=tin) ayrımını yaptım.Bu benim algım ve kimse katılmak zorunda değil.
20-Ayetlerden ve sağduyudan esinlenerek böyle bir genel ayrımı yaptım, çünkü, sonuç itibarıyle, en soyut manada, MANA ALEMİ ve MADDE ALEMİ temel ayrımına kaniyim.
21-O halde, tüm varoluşun, işlevsellik bakımından, bir mana´ya, bir de madde´ye dönük iki tarafı olmalıdır, zorunlu olarak.
22-İşte bu nedenledir ki, ben, insanın madde´ye dönük tarafına CAN(=tensellik), mana´ya dönük tarafına da RUH(=tinsellik) diyorum.
23-Yani, biz, hernekadar, RUH´un mahiyetini bilmesek te, onun MANASAL AKT´LAR(=zihinsel melekeler=akli şualar=melekesel nur´lar) ile ilgili bir şey olduğunu, kabaca anlıyabiliriz, kanaatindeyim.Aslında, RUH´un mahiyetini anlayamayışımızın temel nedeni, bizatihi MANA´nın ne olduğunu anlayamayışımızla ilintilidir bence.
23-Fakat, herşeye rağmen, en azından kendi adıma, ben, RUH´un, ‘’hertür melekeler, yetiler, duyumsama aktları, zihni işlevler vb.’’ ile ilgili bir mefhum olduğundan şüphe duymuyorum.
24-Ve, esasen, ben, tüm varoluşu(=oluş´ları=yaratılışı) ,doğru(=hak) biçimde anlamaya giden yolun, en temel iki kavram üzerinden olabileceğine, çok inanıyorum: ÖZNE(=fail=yönelen=etkileyen=aktif) ve NESNE(=tümleç=yönelinen=etkilenen=pasif) mefhumları.
25-İşte, iş, bu noktada, tam karmaşık(=kompleks) hale geliyor.Zira, mana-madde terimlerini anlayabilmek, esasta, daha berideki özne-nesne terimlerini anlamaktan geçer.
26-Belki de ve muhtemelen, RUH özne´yi, CAN da nesne´yi temsil ediyorlardır işareten.Dolayısıyle, özne ve nesne mefhumlarının aslını anlamak, imkansızlık düzeyinde olduğu için, RUH ve CAN mefhumlarını da, tam anlamıyle anlıyamıyoruz.
27-Özne(=yönelen=aktif) ve nesne(=yönelinen=pasif) en temel mefhumlarını başka bir zamana bırakarak, ben, dediğim gibi, RUH mefhumunu, hertür MELEKELER ve YETİLER(=arş´i, akli, manasal fonksiyonlar) ile ilişkilendiriyorum.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
NESİMİ´NİN ''GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ, GAH İNERİM YERYÜZÜNE SEYREDER ALEM BENİ'' GİBİ ŞİRK SÖZLERİ, ''HAK SÖZ'' YANİ ''YARADAN´IN SÖZÜ'' GİBİ SUNULMAMALI...NEDEN?...KISACA:
1-Zira, tüm yerleri ve gökleri kuşatan ve onlara hükmeden sadece Allah´tır.Dolayısıyle bu manada, Allah´ın ikinci bir ortağı ya da dengi yoktur.
2-Makro alemin(=kainatın) mikro bir numunesi olan insanın yükselmesi ve alçalması makro alemin yükseklik ve alçaklığına bağlı olarak gerçekleşir, ancak bu gerçekleşiş insanın kendi mikro yerleri ve gökleri düzlemindedir, yani makro alemin kuşatması içindedir, yoksa mikro´nun makro´yu kuşatması şeklinde değildir, haşa.
3-Yani, mikro alem(=insan) makro alem(=kainat) tarafından, makro alem de(=kainat ta) Allah tarafından kuşatılır.
4-Dolayısıyle, Nesimi´nin yukarıdaki sözü, makro düzeyde değil, fakat mikro düzeyde olan ve olabilecek bir durumdur.
5-Ancak ezoterik tasavvufçular(=sufiler=şirk ehli) bu sözü, maalesef, makro manada anlıyorlar ve söylüyorlar.Dolayısıyle, ''GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ'' sözünü, ''YARADAN´IN TÜM KAİNATI KUŞATMASI'' gibi ve şeklinde anlamak ve anlatmak, kesin biçimde şirk, küfür ve batıldır.
6-Zira, insanın göğe çıkması ya da yükselmesi ''Yaradan´ın tüm yerleri ve gökleri/alemleri kuşatması ve yüksekliği'' gibi anlaşılacaksa, o zaman Yaradan´a ve O´na imana ne gerek var?
7-Dahası, ''YARADAN´IN TÜM YERLERİ VE GÖKLERİ KUŞATMASI'' bile ''YARADAN YERLER VE GÖKLER KADAR BÜYÜKTÜR'' şeklinde anlaşılırsa da, yine şirk, küfür ve batıl olur.
7-Zira, yaratılan o koskoca(=makro) kainat bile, Yaradan´ın sonsuz ve mutlak büyüklüğü karşısında, hala, bir zerre(=hiç) gibidir.
8-Dolayısıyle, tüm yerler ve göklerin büyüklüğü de, SONSUZ VE MUTLAK BÜYÜKLÜK olarak anlaşılmaz, anlaşılmamalıdır.Ki bu böyle anlaşılırsa, insanın alemi kuşatması şöyle dursun, Yaradan´ın tüm yerleri ve gökleri kuşatmasını Yaradan´ın Kendi büyüklüğü şeklinde anlamak bile şirk, küfür ve batıl kapsamında kalır.
8-Bu nedenle, insanın büyüklüğünü yerler ve göklerin büyüklüğü(=heplik) şeklinde anlamak ne kadar yalnış, şirk ve küfür ise, insanın küçüklüğünü en küçük zerre(=hiçlik) şeklinde anlamak ta o kadar yalnış, şirk ve küfürdür.Zira ''YA HEP, YA HİÇ'' anlayışı İblis´in öğretisi ve söylemidir.
9-Dolayısıyle, insanın göğe çıkışını, insanın yerleri ve gökleri kuşatması şeklinde anlamak KİBİR, insanın yere inişini en küçük zerre şeklinde anlamak ise ZİLLET´tir.Ve zillet KİBİR´in tersten görünen ve ters duran halidir.
10-Ve Allah insana ne KİBİR´i(=büyüklük taslamayı=ben O´yum, O ben´dir´i=herşeyim´i) ve ne de ZİLLET´i(=aşağılık olmayı=melamiliği=hiçim´i) emreder(=önerir), fakat TEVAZU´yu(=haddini ve kendini bilmeyi) emreder(=önerir).
11-Bu nedenle, Nesimi´nin GAH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ALEMİ(=yerleri ve gökleri kuşatırım=herşey´im) sözü KİBİR´dir ve GAH İNERİM YERYÜZÜNE SEYREDER ALEM BENİ(=ben hiç´im) sözü de ZİLLET´tir.Yani, Allah´ın emri TEVAZU´nun, iki karşıt kutup şeklinde, tümden reddedilmesidir.
12-Ama yine boşuna dil döktüğümü biliyorum.Zira, Rabbimiz´in mealen dediği gibi ''ONLARI(=İNKARCILARI=HAK´KI İNKAR EDENLERİ) UYARSAN DA BİRDİR, UYARMASAN DA BİRDİR''.
13-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
ALLAH´I SEVMENİN BİR ÖLÇÜSÜ VAR MIDIR YA DA OLMALI MIDIR ?
NAÇİZANE VE KISACA :
1-Elbette vardır ve olmalıdır.Nitekim, Bakara-165´te, Allah, genel olarak, bir insanın kendisini veya bir başka insanı ya da bir güc´ü, O´na denk ya da O´ndan daha çok sevmemizin yalnışlığına vurgu yapıyor.Ve, Allah SEVGİ mukayesesi yaparken, müminlerin Allah´ a olan sevgisinin en çok olduğunu, olması gerektiğini belirtmiş oluyor, fakat, Allah mümine Kendisi´ni SONSUZCA sevmesini salık ta vermiyor.
2-Öyle olsa idi, Allah, ya ''SADECE BEN´İ SEVİN DERDİ'' ya da ''BEN´İ SONSUZCA SEVİN DERDİ''.Ama, en azından benim ayetten anladığıma göre, ikisini de demiyor.
3-Ve dememesinin de TAKVA´ya denk düştüğünü sanıyorum.Zira, Allah´ı sonsuzca sevmeye kalkışmak demek, insanın O´na olan sevgisini mutlaklaştırması demektir.Yani, daha açık bir deyişle, böylesi ölçüsüz bir sevgi anlayışı, Allah´ın, insanın O´na olan sevgisini, Allah´ın Kendisini sonsuzca ve mutlak sevişine eşitlemesini istemektir.
4-Ki bu nihai olarak şu anlama gelir : ALLAH´IM, BEN SENİ, SENİN KENDİNİ SEVİŞİNE DENK BİR ŞİDDETTE SEVİYORUM, DOLAYISIYLE, BENİM SANA OLAN SEVGİMİN SONSUZLUĞU İLE SENİN KENDİNİ SEVİŞİNİN SONSUZLUĞU EŞİTTİR VE BENİM SANA OLAN SEVGİMİ MUTLAKLAŞTIR(=sonsuzlaştır ve ilahlaştır).
5-İşte olaya bu açıdan baktığımızda, insanın Allah´ı sevişinin de bir ölçüsü vardır ve olmalıdır.Zira, bunun aksi olan bir durum, insanın O´na olan sevgisini, O´dan ilahlaştırmasını ve mutlaklaştırmasını dilemek, dolayısıyle ve esasen, insanın kendi sevgisini, yani kendisini ilahlaştırması demek olur.Yani, dolaylı biçimde ve sonuçta, insan Allah´ı değil, yine, O´na olan ölçüsüz sevgisi üzerinden, en çok kendisini sevmiş oluyor ve olur.
6-Dolayısıyle, naçizane bana göre, Allah´ı en çok sevmek (=vefa ve hak=Sonsuz´u en çok sevmek) başka, Allah´ı sonsuzca sevmeye kalkışmak(=Sonsuz´u sonsuzca sevmek=İnsanın Allah´a olan sevgisini mutlaklaştırması=Allah´ı paldır küldür ve had´lere riayet etmeksizin sevmek=Allah sevgisi üzerinden kendini ilahlaştırmak) sonsuzca bambaşka birşeydir.Halbuki, TAKVA kelimesi, Allah sevgisi de dahil, her hususta ÖLÇÜLÜ OLMA´yı bildirir, hatırlatır ve salık verir nihayet.Zira, Allah sevgisi de dahil, her ne ki ÖLÇÜSÜZCE´dir, bu aynı zamanda, esasen, insanın o şey üzerinden kendisini ilahlaştırması demektir.Bu nedenle, insan, Allah´ın ilahlığı üzerinden de kendisini ilahlaştırabilir, aynı, kendisini ya da başkalarını Allah ile aldatması gibi.
7-Yani, insanın kendisini ilahlaştırması sadece MASİVA sevgisi üzerinden olmaz, fakat Allah SEVGİSİ üzerinden de olur.Zannediliyor ki, insanın kendisini ilahlaştırması sadece masiva sevgisi üzerinden olur.Halbuki bunun tam tersi ile de(=salt ''Allah sevgisi'' aşırılığı üzerinden de) olur, aynı ezoterik sufizm öğretisinde olduğu gibi.
8-Nitekim ve bu nedenle, Rabbimiz, mealen ''BENİM İNDİMDE EN ÜSTÜN OLANLAR TAKVA ÜZRE OLANLARDIR'' diyor, ama, ''BENİ SONSUZCA SEVENLERDİR'' demiyor.Yani, bu ayet ile, Allah, apaçık, TAKVA´yı(=ölçülülüğü), dolayısıyle, takva üzre olanları(=ölçülü olanları) en sevdiğini belirtmiş oluyor.
9-O zaman, bu, ''Allah takvaya dayalı bir sevgi ile seviyor, dolayısıyle ve zorunlu olarak, takvaya dayalı olarak seven, takvaya dayalı olarak ta sevilmeyi istiyor/umuyor'' demektir.Bu ayetin sonuç hükmü budur.Zira, mutlak bir Allah´ın Kendisini sevişi de mutlaktır(=sonsuz´dur=eşsizdir=benzersizdir=ortaksız´dır), dolayısıyle, mutlak olanın Kendisini mutlak sevişini, yarattığı bir insanın O´nu izafi(=sonlu) sevişine FEDA etmesi diye birşey olmaz, böyle birşey beklenemez ve beklenmemelidir.Ama, izafi ölçüler içinde, Rabbimiz´in bizi sevişi, bizim O´nu sevişimizin kıyaslanamayacak(=ebedi) derecede üstündedir.
10-Evet, ben de dahil, genelde çoğumuz, Allah´a olan sevgimizi listenin başına alamıyoruz, ve O´na olan vefa(=kulluk ve dostluk) borcumuzu ödeyemiyoruz.Fakat, bu böyle diye, sufilerin dediği anlamda bir ALLAH AŞKI´nın doğru olduğu anlamı çıkmaz.
11-Zira, sufizmdeki ALLAH AŞKI deyimi ÖLÇÜSÜZLÜĞE(=takvaya aykırı bir aşırılığa) tekabül ediyor.Zira, dediğim gibi, sufizmin önerdiği anlamda Allah´ı sonsuzca ve mutlak olarak sevmek diye bir şey yoktur.Yani, sufizm, ALLAH AŞKI deyimi üzerinden, KENDİNİ İLAHLAŞTIRMA takvasızlığını ve imansızlığını öneriyor.
12-Dolayısıyle, sufizm, daha da kötü(=daha da umutsuz) birşeye davet ediyor, zira, sufizmdeki ALLAH AŞKI, insana ''yağmurdan(=nefs´ten) kaç, doluya (=kendini ilahlaştırmaya=şirk´e=O´nun lanetine) yakalan'' anlamını taşıyor.Yani bir kötü durumdan sonsuzca kötü(=umutsuz) bir duruma davet ediyor : Sıtmayı(=günahlılığı=vesveseyi=kaygıyı=zaaflılığı) gösterip, ölümü(=şirk´i=kendini ilahlaştırmayı=''Allah aşkı'' ölçüsüzlüğü üzerinden kendini ilahlaştırma aşk ve lezzetini=O´nun lanetini kazanmayı=ahireti tam kaybetmeyi) teklif ediyor.
13-Yani, Allah, bizlere mağfireti ile yaklaşsın, herkesi derdine göre ıslah etsin ve hayırlısını bağışlasın inşallah.
14-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
‘’HUD-7'' AYETİ IŞIĞINDA, YARATILIŞ KAVRAMINI, İŞARETEN AÇIMLAMA DENEMESİ-1 :
AYET :O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur.Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.’’
İŞARİ AÇIMLAMA :
1-Bu ayete dayanarak, kesin olarak yapacağımız ilk tespit : YERLER ve GÖKLER YARATILMADAN ÖNCE ‘’ARŞ VE SU’’ VARDI, YANİ, YERLER VE GÖKLERDEN ÖNCE ARŞ VE SU YARATILMIŞLARDI.
2-O halde, ARŞ, SU VE YARATMA kavramlarını, anlamlı biçimde, nasıl ilişkilendirebiliriz? Daha doğrusu, ARŞ, SU, GÖK, YER ve YARATMA kavramlarını(=beş´lisini), anlamlı bir biçimde, nasıl irtibatlandırabiliriz?
3-İşte, tam bu noktada, zorunlu bir biçimde, önümüze yep-yeni bir kavram doğuyor: KARŞITLIK(=KUTUPSALLIK=ZIT KUTUPLULUK=POLARİTE=ÇİFTOLUŞ=ÇELİŞME).Zira, anlaşılıyor ki, yukarıdaki 5 kavramı açıklayabilmek için, onlardan çok önce KARŞITLIK kavramını açıklamak mecburiyetindeyiz, ki, bağlı olarak, diğer kavramlar yerli yerine oturabilsin.Yani, KARŞITLIK(=ÇİFTOLUŞ) kavramını anlayamadığımız sürece, diğer 5 kavramı, gereği gibi(=hak´kı ile) takdir edemeyiz(=mealen, ONLAR, ALLAH´I HAK´KI İLE TAKDİR EDEMEDİLER durumu olur).
4-O halde, neden KARŞITLIK vardır? Çünkü, Yaradan TAM´dır ve yaratılanlar ise EKSİK olmalıdır, yani, ÇELİŞKİSİZLİK(=dolayısıyle, BENZERSİZLİK), salt Allah´a mahsus bir nitelik olarak kalır, kalmak zorundadır.Dolayısıyle, yaratılanlar, ancak ÇİFT´ler(=kutupsallıklar=zıt ikizler) biçiminde OLABİLİR´ler.
5-Tabi, tam bu noktada, sanırım, karşıtları(=ikiz çiftleri), uzlaşan ve uzlaşmaz karşıtlar, şeklinde ayırtetmek gerekir.Yani, mesela, İYİ ve KÖTÜ uzlaşmaz(=birinin doğumu, diğerinin/karşıtının ölümünü gerektiren=birbirini dıştalayan=2 DOĞU, 2 BATI ayeti gereğince) zıt çiftlerdendir, fakat ve mesela, erkek ve dişi, uzlaşır(=birinin doğumu, diğerinin de doğumunu gerektiren=birbirini tamamlıyan) zıt çiftlerdendir, algılayabildiğim kadarı ile.
6-Ve, Yaradan, eğer, TAM ise, bu, O´nun uzlaşmaz karşıt çift oluşlar´dan da(=iyilik ve kötülük´ten de), uzlaşır çift oluşlar´dan da(=erkek ve dişi olmak´tan da) arı, azade, münezzeh, müteal olduğu anlamına gelir, zorunlu olarak.Çünkü, mutlak ve tam olan bir Yaradan´ın Kendi Kendisi ile ilişkisi, bölünmeyi gerektiren, iyilik ve kötülük , erkeklik ve dişilik ikilemlerini(=çelişiklik´lerini), zorunlu olarak dıştalar, aksi halde, Yaradan, iyi-kötü, yahut, erkek-dişi gibi karşıt cüzlere parçalanabilen ve dolayısıyle de, mutlaklık ve tamlık niteliklerini yitiren bir EKSİKLİK olurdu.
7-Demek ki, tüm uzlaşmaz zıt çiftler de(=iyilik ve kötülük te), uzlaşır zıt çiftler de(=erkeklik ve dişilik te), ancak ve ancak, yaratılan şeyler, yani, yaratılan mahluk nitelikler olmak zorundadırlar.Zira, polarite(=kutupsallık=çift oluş) niteliği tamamen EKSİKLİK niteliğinin, zorunlu dışa-vurumudur, yani, çift oluşlar, TAM(=ALLAH) olamayışın, zorunlu tezahürleridir ve öyle olmak zorundadırlar, aksi halde, Rabbimizin TAMLIK niteliği de, mahlukatın EKSİKLİK niteliği de, havada kalırlar.
8-O halde, Rabbimizin, İYİLİK´i emretmesini ve TAKVA´lı oluşunu nasıl anlamak gerekir?Tam bu noktada, Rabbimizin ADALET isim-sıfatı devreye girer, çok kanımca.Çünkü, Yaradan, Kendi TAMLIK´ı ile, mahlukatın EKSİKLİK´ini(=çelişiklik´ini) net biçimde bilir, ve Yüce Adaleti(=zulmetmeme isim-sıfatı) gereği, mahlukatın bu çift(=polaritel ve paradoksal) zorunlu fıtratından dolayı, mahlukat´tan, eksiksizlik beklemez, çünkü, o zaman, Yaradan, bizzat Kendisi ile çelişmiş olur.Yani, aynı anda, hem Yaradan, hem mahlukat TAM(=ÇELİŞME´SİZ=KUTUP´SUZ) olamaz.
9-Dolayısıyle, Rabbimiz, bu gerçeklik´ten hareketle, eksik mahlukata, hem RAHMET eder(=acır), hem de ADALET eder(=zulmetmez=mahlukat´tan eksiksizlik beklemez ve dolayısıyle de, zulmedenleri de dıştalar).Yani, Rabbimizin , salt TAMLIK isim sıfatı, ve mahlukat´ın EKSİKLİK niteliği, O´nun tüm diğer isim-sıfatlarını da, anlamlı biçimde, tetikler, yönlendirir.Zira, ancak TAM VE İHTİYAÇ´SIZ OLAN(=SAMED OLAN), eksik ve muhtaç olan mahlukata, hak´kı ile, RAHMET edebilir, ADALET edebilir ve TAKVA ile muamele edebilir.
10-Şimdi, bu genel tespitlerden sonra, ‘’karşıtlık/polarite’’ temel kavramı eşliğinde,ARŞ, SU, GÖK, YER ve YARATMA kavramlarını, anlamlı biçimde ilişkilendirme çabasına gelelim: DUA :’’Ey eksiksiz, yüceler yücesi, kaadir-i mutlak, güzel Allah´ım ! Sen, katından bir ışık(=fener) tutmadıkça(=mana-ışınım-şua ipi uzatmadıkça), benim, hele hele gariban bir Dabbe olarak benim, ARŞ-SU-GÖK-YER-YARATMA kavramlarını, anlakalır ve anlamlı biçimde ilişkilendirmeye, asla, ne gücüm yeter, ne de ilmim ! Ey Zül Celal-i Ve-l İkram, Sen, Yüce Kat´ından, bir lütufta bulunamaz mısın, benim, eksik bir duygu ile söyleyebileceğim LA İLAHE İL ALLAH kalben tasdik-formülü eşliğinde ve doğrultusunda? Subhan Allah, Aliym Allah, Elhamdulillah ‘’ Amin…
Tum kafası karışık gençlerin bu programı izlemesi lazım .kafalardaki sorulara hoca net cevap veriyor
cok guzel anlatim hz isa peygamberimizin gelecegini bildigi icin duasinda ummetinden olmak istedigi icin semaya kaldirildigi dogrumu acaba
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
ÖZELLİKLE BATINİLİKTE ELEŞTİRİLEN ''BEN'' VE ''BENCİLLİK'' ÜZERİNE, KISACA -1
1-Doğrusu, bu soru, yanıtlanması en zor sorulardan biridir, zira BEN mefhumu oldukça izafidir ve bu nedenle doğru anlaşılması pek zordur.
2-Esasen ve belki de, hem BEN mehumunu ve hem de BENCİLLİK mefhumunu yeterince doğru anlayabilmek için, İBLİS-ADEM kıssasına yoğunlaşmak çok yerinde ve yararlı olabilir.
3-Zira, Rabbimizin FÜCUR dediği şey ilk olarak İBLİS´te tecelli etti.Acaba nasıl ve neden tecelli etti?
4-Yani, İBLİS´i Adem´e secde etmekten alıkoyan temel neden BEN mefhumu muydu, yoksa, İBLİS´in kendi BEN´ine yüklediği extra bir anlam mıydı?Yani, esasta, sorun BEN miydi,yoksa BEN´in ötesinde KİBİR miydi?
5-İBLİS-ADEM kıssasında, İblis´in gerekçesi neydi? : ''BEN ONDAN HAYIRLIYIM''.
6-Şimdi, bu tümcede, İblis´in, secde etmemek için öne sürdüğü ve vurguladığı gerekçe BEN´i mi, yoksa ben´inin daha HAYIRLI olduğu savı mı?
7-Bu noktada, dürüst olmalıyız : İblis´in asli gerekçesi ve vurgusu, öncelikli olarak BEN´i değil, fakat ben´inin daha HAYIRLI oluşu.Yani, İblis ''Benim BEN´im Adem´in BEN´inden daha HAYIRLI'' diyor, yoksa, doğrudan ve öncelikli olarak BEN tartışmasına girmiyor fakat DAHA HAYIRLILIK tartışmasına giriyor.
8-Demek ki, bu kıssada, İblis´in isyanı, temelde ve öncelikli olarak, HAYIRLILIK mefhumuna dayanıyor, fakat BEN mefhumuna değil, yani tartışma BEN´e değil, fakat hangi ben´in daha HAYIRLI olduğuna matuf.
9-Zira, İBLİS, Adem´in(=toprak-ben´in) hayırsız olduğunu söylemiyor, fakat kendi
ben´inin(=ateş-ben´in) DAHA hayırlı olduğunu savlıyor.
10-Şimdi, bu ayetler ve sözler ortáda iken, İBLİS-ADEM kıssasını, doğrudan BEN mefhumuna dayandırmak hem yalnıştır ve hem de haksızlıktır.Zira, İblis, kendi gerekçesini BEN üzerinden değil, fakat kendi ben´inin(=ateş-ben´in) Adem´in ben´inden(=toprak-ben´den) daha HAYIRLI olduğu üzerinden sunuyor.
11-O zaman, temel sorun BEN ile değil fakat HAYIRLILIK ile ilgilidir, ayetler mucibince.
12-O halde, BENCİLLİK doğrudan BEN ile ilgili değil, fakat HAYIRLILIK ile, yani, BEN´in hayır açısından kendisine yüklediği aşırı anlam(=KİBİR) ile ilgilidir.
13-Yani, İBLİS, doğrudan, ateşten yaratılmış ne kendi BEN´ini, ve ne de Adem´in topraktan yaratılmış BEN´ini inkar ediyor, fakat kendi ben´inin DAHA HAYIRLI(=üstün) olduğu savına(=kibrine) giriyor.
14-Devamı sonra, inşallah !
Dabbet
Resmen aydınlandım
20 yaşım 💙🎶🌼
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''VAHDET-İ VÜCUT FELSEFESİ''´NİN ''VARLIĞIN BİRLİĞİ'' YA DA ''HERŞEY BİR´DİR'' TEZİNİN İMAN AÇISINDAN BÜYÜK ZARARLARI(=TAHRİBATLARI VE TAHRİFATLARI), NAÇİZANE KISACA :
1-''HERŞEY BİR´DİR/TEK´TİR'' önermesi insanı iman´dan tamamıyle uzaklaştıran bir önermedir, zira bu önerme, en başta ''Halık-mahluk'' farkını ortadan kaldıran batıl bir inançtır.
2- Ki temel inanış böyle olunca, zincirleme olarak, hak-batıl, iman-küfür, alt-üst, iç-dış, zahir-batın, tek-bütün, yer-gök, nur-zulumat, ruh-nefs, iyilik-kötülük, melek-şeytan, cennet-cehennem, mümin-kafir, dürüst-sahtekar, sağ-sol, emir-yasak, rahmet-aşk ve benzeri tüm zıtlıklar arasındaki fark ta ortadan kaldırılmak durumunda kalınır.O zaman, ''Allah´ın insanı zulumattan nura çıkarması''' ile ''iblis´in insanı nurdan zulumata çıkarması'' aynı şey mi?
3-Bu hususu netleştirmek adına, çok basit bir örnek üzerinden gidelim : Mesela elimizde bir ceket olsun.Bu ceketin içi içebükey´dir, dışı ise dışbükeydir.Şimdi bu ceketi ters çevirelim.Bu durumda, bu cekette, artık, içebükey dışabükey; dışbükey de içebükeydir.
4-Ve bu iki ceketi yanyana koyalım.İki ceket, aynı pirinç-beyaz taş örneğinde olduğu gibi, şeklen aynıdır.Fakat, bu iki ceket, mana ve muhteva olarak aynı mıdır? Asla değildir ve taban tabana zıttır, zira, birindeki içebükey diğerinde dışabükey; dışabükey de içebükey´dir.
5-O zaman, içebükey ve dışabükeyleri zıt olan bu iki cekete, nasıl olur da, aynı diyebiliriz; nasıl olur da, bu iki ceket BİR´dir, diyebiliriz? Bu, manaca ve ilmen, çok büyük bir hak´sızlık olur.İşte bu örnekte olduğu gibi, iman ve küfür arasında da, hem geometrik(=biçim) olarak, hem mana(=öz) olarak, böylesi derin bir karşıtlık vardır, ŞEKLEN BENZEŞSELER BİLE.Bu nedenle de, iman´ın yeri ve göğü(=hayat ve ölümü=cennet ve cehennemi) ile, küfr´ün yeri ve göğü(=hayat ve ölümü=cennet ve cehennemi) aynı(=bir) olamaz.
6-Dolayısıyle, daha mahlukat düzleminde bile, zıtlıklar aynı(=bir) değilken, nasıl olur da, Halık´ın tekliği(=zıtlıklar-öteliği=bölünmezliği) ile mahlukatın bütünlüğü(=zıtlar birliği/bütünlüğü=bölünürlüğü) haşa aynı(=bir=tek) olabilir?
7-Bu nedenlerle, Yaradan´ın TEKLİK´i zıtlıklardan ve bölünürlükten sonsuzca mütealdir ve ama´dadır(=gayrı´dır).Yani, Yüce Zat, zıtlıkların Kendisi´nde(=zat´ında=zat´ının somluk´unda) toplandığı(=cem olduğu=bir olduğu=tekleştiği) bir ACZİYET(=polarite=bölünürlük=hiçlik=asıl´sızlık) değildir, aksine, müteal ve ama´da olarak(=som bir teklik/aslilik olarak), tüm zıtlıkları(=zıt çift´leri) ilmiyle kuşatan(=ilminde tasavvur edebilen), yaratan ve cem edendir(=birleştirendir=bütünleştirendir=tekleştiren değildir, haşa).
8-Dolayısıyle, ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalıdır.Yani, ''HERŞEY BİRDİR'' ya da ''VARLIĞIN BİRLİĞİ'' önermeleri Yaradan´a ÖVGÜ(=O´nu hamd-ü sena etme=O´nun tekliğine iman etme) değil, tam aksine, Yaradan´a SÖVGÜ´dür(=yermedir=O´nu hamd-ü sena etmemektir=O´nun tekliğine küfr etmektir).
9-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
SUFİZM ÖĞRETİSİNİN ''GERÇEKLİK'' ANLAYIŞINDAKİ SAKATLIK :
1-Sufi´den alıntı bir tümce : ''Gerçeğe erişmek, varlıktaki tekliğin ve karşılıklı ilişkinin farkına varmak, benliğini aşmak ve kendisini mutlak gerçeklik içinde tanımlamaktır''.
2-Şimdi, Yüce Yaradan, mealen, ''BİZ HERŞEYİ HAK(=gerçek) OLARAK YARATTIK demektedir.Bu nedenle, yaratılan herşeyin birer GERÇEKLİK olduğu bir gerçek.
3-Yukarıdaki sufi tümcesi, tam anlamıyle, gerçeğe aykırı, dolayısıyle iman´a karşıt bir hükmü bildirmektedir.Zira, ''yaratılan varlığın gerçekliği'' ile ''teklik ve mutlaklık'' niteliklerini, haksız biçimde, biraraya getiriyor(=yani, yaratılan gerçeklik ile teklik ve mutlaklığı özdeş kılıyor)..
4-Fakat ve aksine, ''yaratılan gerçeklik'' ile ''teklik ve mutlaklık'' asla biraraya gelemez ve örtüşemez.Çünkü, eğer varlıklar(=mahlukat) tek ve mutlak bir gerçeğin kendisi olsalardı, ayrıca, ''OL'' emrine bağlı olarak yaratılmaları hem gereksiz, hem de imkansız olurdu.
5-Ayrıca, yaratılan gerçeklik(=mahlukat) tekliğin ve mutlaklığın tecellileri olsalardı, o zaman, ezeli ve ebedi olurlardı, ki, bu durumda da, Yaradan´ın, ayrıca, ''OL'' emrini vermesi hem gereksiz, hem de imkansız olurdu.
6-Dolayısıyle, yaratılan gerçekliğe teklik ve mutlaklık izafe etmek, Yaradan ile yaratılanı aynılaştırmak ve Yaradan´ın ''OL'' emri ile GERÇEK-leştirdiği YARATMA GERÇEĞİ´ni inkar etmek demektir.Zira, yaratılan gerçeklik(=mahlukat) tekliğin ve mutlaklığın tecellileri olsalardı, ayrıca, Yaradan´ın ''OL'' emrini vermesi, hem çok saçma olurdu, hem de, yaratılan gerçeklik(=mahlukat), Yaradan gibi ezeli ve ebedi olacağından, Yaradan ile yaratılan birlikte ezeli ve ebedi olmuş olurlardı, haşa.
7-Dolayısıyle, Yaradan ile yaratılanı aynı pota içinde VARLIĞIN TEKLİĞİ şeklinde açıklamak, hem mutlak gerçeğe(=Yaratıcı´ya), hem de izafi gerçeğe(=yaratılan´a) zulmetmektir, kesinlikle.Yani, insanları imansızlığa ve zulme davettir VARLIĞIN TEKLİĞİ ezoterik açılımı.
8-Ayrıca, yukarıdaki tümcede, mealen, ''BENLİĞİ AŞMAK VE KENDİNİ MUTLAK GERÇEKLİK İÇİNDE TANIMLAMAK GEREKİR'' denmektedir. Yani, el insaf, bu nasıl bir BENLİĞİ AŞMAK ki, kendi benliğini mutlaklık ile bağlantılı(=birleşik ve özdeş) kılıyorsun.
9-Dolayısıyle, Yaradan ile yaratılanı birleştiren VARLIĞIN TEKLİĞİ ifadesi tamamen iman dışı bir söz ve yargıdır, yani hem batıldır, hem de şirktir.Zira, gerçeklik bağlamında, Yaradan´ın tekliği(ve mutlaklığı=mutlak gerçekliği), OL emri ile yaratılanların ise bütünlüğü(=izafi birliği=izafi gerçekliği) geçerlidir.
10-Bu nedenle, Yaradan´ın tekliği ve mutlaklığı hakikati ile, yaratılanların bütünlüğü ve izafiliği hakikatini BİR´LEŞTİRMEK tam anlamı ile HAKİKATE ZULÜM ETMEK´tir.
11-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
''ŞEY'', ''VARLIK'', ''YOKLUK'' VE ''OLUŞ'' MEFHUMLARININ İŞARİ/KELAMİ ANLAMLARI ÜZERİNE, KISACA :
1-Yüce Allah, mealen, ''O BİR ŞEYİN OLMASINI DİLEDİĞİ VAKİT, O ŞEY´E OL DER VE O ŞEY DE OLUR'' demektedir.
2-Yani, Rabbimiz, YARATILIŞ´a ilişkin olarak, ŞEY ve OLMAK temel kavramlarını öne sürüyor.O halde, VARLIK ve YOKLUK terimlerinin tek başlarına bir gerçekliği olamaz, demektir.
3-Dolayısıyle, YARATILIŞ GERÇEĞİ açısından, bizim için iki temel kavram geçerli olsa gerektir : ŞEY ve OLMAK.
3-Yani, BİR ŞEY´İN OLMASI ifadesi varlaşma ve yoklaşma´nın herikisini de kapsar.Bu nedenle, BİR ŞEY OLUYOR demek, ''bir şey varlaşıyor ya da bir şey yoklaşıyor'' demektir, anladığım kadarı ile.
4-Mesela, bu bağlamda, ''ruh varlaşıyor ya da yoklaşıyor'', yahut ''nefs varlaşıyor ya da yoklaşıyor'', yahut ''madde varlaşıyor ya da yoklaşıyor'' deriz.O zaman, varlaşmak ta bir OLUŞ´tur, yoklaşmak ta bir OLUŞ´tur.
5-Bu nedenle, IŞIK(=adı ışık olan şey) varlaşırken(=varoluş olurken), KARANLIK(=adı karanlık olan şey) yoklaşır(=yokoluş olur), ya da tersini, söylemek durumunda kalırız.O zaman, ışık-şey ve karanlık-şey´den ayrı ve bağımsız olarak, bir varlık-şey ve bir yokluk-şey´den söz edemeyiz.
6-Zira, bu noktada, varlaşan ya da yoklaşan şey´ler, ışık ve karanlık şeyleri´dir.Yani, burada, varlık ve yokluk birer şey değil, fakat, ışık ve karanlık birer ŞEY´dir.Dolayısıyle, YARATILIŞ zıt ve aslı olmayan bu iki şey´in OLDURULMASI´dır(=gerçeğe dönüştürülmesidir).
7-O halde, VARLIK ve YOKLUK terimleri bizatihi şey´ler olmayıp, ancak, IŞIK-ŞEY ve KARANLIK-ŞEY´in(=iki zıt şey´in) oldurulmalarının(=varlaştırılmalarının ve yoklaştırılmalarının) tanımlanmasıdırlar.
8-Yani, önce, aslı olmayan iki zıt şey(=ışık-şey ve karanlık-şey) yaratılır(=oldurulur), sonra da, bu iki zıt şey, birbirlerine nispetle varlaştırılırlar(=domine edilirler) ya da yokaştırılırlar(=pasifize edilirler)=IŞIK´IN VAR OLMA DERECESİ(=varlaşma derecesi=debisi=şiddeti) ARTTIKÇA, KARANLIK´IN YOK OLMA DERECESİ(=yoklaşma derecesi=debisi=şiddeti) ARTAR.
9-Dolayısıyle, bu noktada, ŞEY´leşen şeyler(=olan şeyler) ışık ve karanlık şey´leridir, ama varlık ve yokluk şey´leri değildir.Yani, biz, OLUŞ bağlamında, varlık ve yokluk´un varlığından ve yokluğundan değil, fakat, ışık ve karanlığın varlığından ve yokluğundan söz edebiliriz.
10-Ve yaratılan şey´lerin aslı(=mutlak hakikiliği) olmadığı için de, biz, IŞIK´ın ve KARANLIK´ın(=iki zıt oluş´un) varlaştırılmasından ve yoklaştırılmasından söz edebiliriz.Yani, ışık ve karanlık, aslı olmadıkları için, birlikte OLMAYAN HİÇ´tirler.
11-Ve ışık ve karanlık yaratıldıklarında da, birlikte OLAN HİÇ´e dönüşürler.Dolayısıyle, ZITLARIN BİRLİĞİ/BÜTÜNLÜĞÜ bağlamında, zıt´lardan hiçbirine varlık ya da yokluk diyemeyiz.Zira, herikisi de, temelde hiç´tirler(=hem varlık´tırlar, hem yokluk´turlar=yaratılan hiçlik´tirler).
12-Yani, POLAR HİÇLİK´in ışık kutbunun varlık derecesi(=dominans derecesi) arttıkça karanlık kutbunun yokluk derecesi(=pasiflik derecesi) artar, ya da tersi.Fakat, ne ışık karanlığı sıfırlayabilir, ve ne de karanlık ışığı sıfırlayabilir.
13-Dolayısıyle, genel manada, zıtlardan herbiri HİÇLİK DAİRESİ(=aslı olmama dairesi) içinde kaldığı için, zıt şeylerin(=örneğin ışık ve karanlığın=iki hiç´in) varlaştırılmasından(=aktive edilmesinden=domine edilmesinden) ve yoklaştırılmasından(=pasifize edilmesinden=resesif edilmesinden) söz edebiliriz ancak.
14-Zira, varlaştırılan ve yoklaştırılan ŞEY´ler zıt şeyler´dir.Yani, aslı hiç olan iki zıt hiç´ten(=ışık ve karanlık´tan) biri domine edilirken diğeri pasifize edilir.
15-O halde, Rabbimiz´in OL emri, tüm zıt iki şeyleri(=ışık ve karanlığı; ruh ve nefsi; mana ve madde´yi; vb.) birlikte kapsar.Yani, oldurulan ŞEY´ler aslı olmayan(=hiç olan) zıt hiçlik´tirler.Ama hernekadar zıt şeyler birer hiç olsalar da, sonuçta, OLUŞ olarak(=mana ve muhteva olarak), taban tabana zıt´tırlar(=zıt hiçlik´tirler).
16-Dolayısıyle, IŞIK=KARANLIK, yahut RUH=NEFS, yahut MANA=MADDE, yahut HAK=BATIL, yahut HAYR=ŞER, yahut İYİLİK=KÖTÜLÜK, yahut İMAN=KÜFR, yahut FİRAVUN=MUSA, yahut İÇ=DIŞ, yahut ALT=ÜST, yahut ARŞ=ARZ, yahut GÖK=YER, yahut HAYAT=ÖLÜM, yahut MELEK=ŞEYTAN, yahut NUR=ZULUMAT, yahut vb. diyemeyiz.
17-Zira, zıt oluş´ların HİÇLİK dairesinde olmaları(=gerçekleşmeleri), onları birbirlerine zıt şeyler olmaktan çıkarmaz ve eşitlemez.
18-Nihayet, OL emri birbirine zıt tüm çift´leri(=zıt oluşları=zıt hiçlikleri=zıt şey´leri=ışık ve karanlığı, vb.´i) kapsar; ŞEY terimi zıtlıkların tüm biçimlerini(=ışıkşeyoluş-karanlıkşeyoluş´u; ruhşeyoluş-nefsşeyoluş´u; manaşeyoluş-maddeşeyoluş´u, vb.´i) kapsar; VARLIK VE YOKLUK terimleri de aslı olmayan(=yaratılan) tüm zıt olma biçimlerinin(=ışık ve karanlığın, vb.´in) dominans derecelerini kapsar, diye düşünmekteyim naçizane.
19-Yani, YARATMAK hem aslı olmayan(=hiç olan) zıt şeyleri(=örneğin ışık ve karanlığı) oldurmak(=gerçeğe dönüştürmek) ve hem de zıt şeylerin dominans derecelerini(=varlık ve yokluk derecelerini) oldurmak´tır(=gerçek´leştirmektir) :
=YARATMAK SADECE YOK´TAN VARLAŞTIRMAK DEĞİLDİR, AMA HEM VARLAŞTIRMAK VE HEM DE YOKLAŞTIRMAK´TIR.
=YARATMAK, ZIT ŞEYLERİN VARLIK VE YOKLUK DERECELERİNİ(=hiçlik´in tekamül derecelerini) İÇ-İÇE KILMAK´TIR.
=YARATMAK, HEM YOK´TAN VAR ETMEK VE HEM DE VAR´DAN YOKETMEK´TİR.
=YARATMAK, VARLIĞI YOKLUKTA, YOKLUĞU DA VARLIK´TA DERECELENDİRMEK´TİR(=kılmak´tır).
=YARATMAK, HİÇLİK´İ ZIT HİÇ ŞEY´LERE(=zıt çift şey´lere) YARMAKTIR, BÖLMEKTİR.
=ZORUNLU VE ONTOLOJİK, İLAHİ ''BÖL VE YÖNET'' PRENSİBİ :))).
19-TEK(=ahad=bölünmez=halık) BÜTÜN´Ü(=vahdet´i=bölünür´ü=mahluk´u) böler(=cüz´lere parçalar ve cüz´ler arasında bütünlüğü/vahdeti sağlar), ama BÜTÜN(=vahdet=mahluk) TEK´i(=ahad´ı=halık´ı) bölemez(=cüz´lere bölemez ve Kendisi´ne cüz olamaz).
20-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
İYİ NİYET VE MECAZ BİR TARAFA, KELAMİ(=FELSEFİ) MANADA, ALLAH´IN VARLIĞININ DELİLLERİ OLMAZ, FAKAT O´NUN MUTLAK BİR HAKİKAT OLUŞUNUN İŞARİ DELİLLERİ OLUR, NAÇİZANE :
1-Zira ''var olmak'' başka bir şey, ''hakikat olmak'' başka bir şeydir.Yani varoluş hakikate değil, tam tersine, hakikat varoluşa bir ölçüt, bir dayanak, bir temel olabilir.
2-Yani, Yaradan´ın hakiki olması O´nun var(lık) olmasını gerektirmez, fakat mahlukatın var olabilmesi O´nun yaratıcı bir hakikat oluşunu mutlaka gerektirir.
3-Yani, HAKİKAT=VARLIK diyemiyeceğimiz gibi, HAKİKAT=YOKLUK ta diyemeyiz kelamen ve delilen.Zira, O´nun hakikatliği mutlaktır, ki ''mutlak hakikat'' deyimi, ''varlık-yokluk'' ikilemini aşan(=müteal) bir anlamı ifade eder.
4-Bu demektir ki, ''O, VAR OLMADAN VE YOK OLMADAN, SALT MUTLAK BİR AŞKIN HAKİKAT´TİR''.Zira, bir şeyin varlığı ya da yokluğu o şeyi mutlak hakikat kılmaz.Nitekim, Rabbimizin yarattığı mahlukat izafeten hakikattir, ama mutlak hakikat değildir.
5-Dolayısıyle, O´nun mutlak hakikatliğini ''varlık-yokluk'' çerçevesine indirgemek ve sınırlamak doğru değildir.Zira, mutlak terimi sınırsızlığı ifade eder.Fakat bir şeye var ya da yok demek, o şeye belli bir sınır çizmek demektir.
6-Yani, ''Allah vardır'' dediğinizde de, ''Allah yoktur'' dediğinizde de, ''Allah hem vardır, hem yoktur'' dediğinizde de, Allah´ı mutlaklıktan çıkarıp, O´na sınır çizmiş olursunuz.
7-Halbuki, mahlukat için ''var'' ya da ''yok'' ya da ''hem var, hem yok'' denebilir, ama Yaradan için denmez.Zira, vardan yoğu, yoktan varı yani hem varlığı hem yokluğu yaratan sadece O´dur.
8-Dolayısıyle, varlık ve yokluk nitelikleri izafidir ve yaratılmanın konusudurlar.O halde, Yaradan sadece yaratmanın ve mutlaklığın konusu olabilir, ki bu nedenle O´na MUTLAK HAKİKAT denir, ama mutlak varlık ya da mutlak yokluk ya da mutlak hem varlık hem yokluk den(e)mez.
9-Zira, var olmak belli bir yerde ve zamanda(=boyutta) olmak; yok olmak ta belli bir yerde ve zamanda(=boyutta) olmamak, demektir.Yani, var olmak ta, yok olmak ta, uzay-zaman(=boyut) şartına bağlıdır, zira iki terim de izafilik ve sınırlılık bildirir.
10-Fakat, mutlaklığı hiçbir şarta bağlayamaz ve indirgeyemezsiniz.Dolayısıyle, mutlak hakikat terimi izafi hakikat terimini(=varlık-yokluk ikilemini) sonsuzca aşan, ve bu nedenle varlık-yokluk çifti ile sınırlanamaz bir hakikattir(=belirsiz, sınırsız, tanımsız ve müteal somluktur).
11-Şüphesiz, en doğrusunu Rabbimiz bilir, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
ÖZELLİKLE BATINİLİKTE ELEŞTİRİLEN ''BEN'' VE ''BENCİLLİK'' ÜZERİNE, KISACA -2
15-Bu durumda, BEN ve BENCİLLİK mefhumlarını anlamak üzere, HAYIR mefhumunu irdelememiz gerekiyor, ki böylelikle, İblis´in neden ''BEN ONDAN HAYIRLIYIM'' gerekçesinin mahiyetine biraz daha vakıf olabilelim.
16-Bu noktada, bence, mealen ''ALLAH İNSANI ZULUMATTAN NURA, İBLİS İSE NURDAN ZULUMATA ÇIKARIR'' ayetini temel almak durumundayız.
17-Zira, bu ayet, temel olarak, Rabbimizin HAYIR´ının ilkesel ifadesidir, yani, esasta, HAYIR mefhumunun NUR ile, daha doğrusu NURA ÇIKARMAK ile ilintili olduğunu anlıyoruz.
18-O halde, İblisin ''BEN ONDAN DAHA HAYIRLIYIM'' sözü ''BEN ONDAN DAHA NURLUYUM' anlamına gelir.
19-O zaman, NUR nedir, NURA ÇIKARMAK nedir? Yani, salt HAYIR mefhumu, beraberinde yeni mefhumları davet ediyor zorunlu biçimde.
20-NUR mefhumu da, mefhumlar bağlamında, zincirleme olarak AYDINLIK´ı; aydınlık RUH´u; ruh ŞUUR´u; şuur VİCDAN´ı; vicdan da HAK-BATIL´ı davet eder öncelikle.
21-Hak-Batıl ise HAK-BATIL AYRIMINI; hak-batıl ayrımı ADALET-ZULÜM mefhumlarını davet eder.Salt HAYIR mefhumunu hakkı ile anlayabilmek için, bileşen daha bir çok
mefhumu anlamamız gerekiyor.
22-Ve son tahlilde, hayır´ın(=nur´un) ADALET ile ilgili, karşıtı şer´rin de (=zulumatın da) ZULÜM ile ilgili olduğu sonucuna varırız.
23-Şimdi çok hassas bir noktaya geldik : Hakikaten, İBLİS, fıtraten daha HAYIRLI mı idi? Yani fıtri olarak daha NURLU mu idi?
24-Rabbim yanıltmıyorsa, naçizane bana göre, İblis şeytanlaşmadan önce, fıtri açıdan daha HAYIRLI(=nurlu) idi.Fakat, HAYIRLI OLMAK başka bir şey HAYIRDA BULUNMAK başka birşeydir.
25-Yani, HAYIRDA BULUNMAK, üstte(=nurda) olanın, daha aşağıda olanın nurlanmasına yardımcı olmak üzere, eğilmeyi(=tevazuyu=kendi nurluluk rahatından vazgeçip fedakarlıkta ve rahmette bulunmayı) gerektirir.
26-Dolayısıyle, İblis, kendi hayırlı(=nurlu=rahat=keyifli) pozisyonundan fedakarlık edip HAYIRDA BULUNMAYI(=iyilik etmeyi=Adem´e eğilmeyi/secde etmeyi) KİBR´ine yediremedi.
27-Yani, sorun DAHA HAYIRLI olup olmamakta değil, fakat HAYIRDA BULUNUP BULUNMAMAKLA ilgili idi.Zira, iyilik(=hayırda bulunmak) tevazuyu(=eğilmeyi=secde etmeyi=nurlu rahatından vazgeçmeyi) gerektirir.
28-Dolayısıyle, HAYIRDA BULUNMANIN önündeki en büyük engel bizatihi BEN değil,
fakat o Ben´in kendi rahatından vazgeçerek hayırda bulunmasını ketleyen KİBİR´dir.
29-Bu nedenle, fıtri açıdan, bir insan ya da bir cin çok HAYIRLI(=nurlu) olabilir, ama bu o insanın ya da cinin HAYIRDA BULUNACAĞI(=iyilikte bulunacağı=iyilik etmek üzre eğileceği/secde edeceği) anlamına gelmez.
30-HAYIRLILIK(=nurluluk) dereceleri fıtridir, ama HAYIRDA BULUNMAK(=nurlandırmak=iyilik etmek=eğilip fedakarlıkta bulunmak) RAHMET, VİCDAN VE GÖNÜL işidir, diye bir sonuç çıkarıyorum naçizane.
31-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
KAMER/54-1/AYETİNİN DABBE´CE İŞARİ YORUMU, KISACA :
A-AYET: Saat (=kıyamet vakti) yaklaştı ve ay yarıldı(54/1).
B-İŞARİ YORUM :
1-Naçizane bana göre, bu ayeti öncelikle genel anlamda tahlil edip, daha sonra sevgili Peygamberimizce böyle bir mucizenin delil anlamında müşriklere gösterilip gösterilmediği konusunu ayrıca değerlendirmek gerekir.
2-Bir kere, ayetten apaçık belli ki, Rabbimiz kıyamet süreci kapsamındaki bir AY YARILMASI´ndan söz etmektedir, ki bu nedenle, bu ayet öncelikle GENEL anlamda irdelenmelidir.
3-O halde, bu ayeti sağduyuya uygun bir biçimde tahlil edebilmek için, yaratılışa ilişkin, bize ışık tutacak, fener niteliğinde bir İLAHİ İLKE´yi bulmak gerek.
4-Zira, KIYAMET OLGUSU´nu(=kainatın yıkılışını) anlamak için, kainatın geleceğine değil fakat geçmişine, yani başlangıcına doğru bakmak gerekir bence.Çünkü, yaratılışın oluşma şekli, aynı zamanda, yaratılışın geriye işletilmesi(=iade edilmesi) olgusuna dair de önemli ipuçlarını sunar bize.
5-Peki, yaratılış süreci, genel manada nasıl baş göstermişitir ve ayrıca ilgili ayette de nasıl anılmıştır?Bilimsel araştırmalar bağlamında, kainatın big-bang ile minicik bir noktadan açıldığı anlaşılmış vaziyette.
6-Ayrıca, ilgili ayette, Rabbimiz mealen ne diyor? : ''YERLER VE GÖKLER BİTİŞİKTİ, SONRA BİZ ONLARI AYIRDIK''.
7-Tüm bu verilerden(=datalardan) şöyle bir genel sonuç çıkar : Kainat mikrodan makroya(=zerreden kürreye=parçalılıktan bütünlüğe) doğru bir yaratılış süreci izlemektedir.
8-İşte, bana göre, yaratılış sürecinin nasılını gösteren bu ZERREDEN KÜRREYE İNŞA ilahi ilkesi, Kamer-1´in tahlil edilmesine ve anlaşılmasına büyük ölçüde ışık tutar kanımca.
9-Çünkü, bütünsel ve çok büyük bir kainatın minicik bir nokta içinde olabilmesi, esasen, ancak ve ancak, o kainatın mümkün olan en küçük zerrelere(=boyutlara) bölünmesi(=parçalanması=inşikak ettirilmesi) ile mümkündür, zira ve mesela, elinizdeki bir metre küp hacimli bir taşı çok küçük parçacıklara bölerseniz, artık o taş miktarı, bir metre küp hacme değil, fakat ve mesela on santimetre küp hacme sahip olur.
10-Dolayısıyle, çok büyük bir kainatın, big-bang öncesi algı dışı çok mini bir boyuta sığması da, mümkün olan en mini parçacıklara bölünmüş olmasını gerektirir.
11-Bu nedenle, naçizane bana göre, kainatın big-bang öncesindeki TEKİLLİK durumu, aslında kainatın en parçalanmış(=zerrelere bölünmüş ve dürülmüş=kompakte edilmiş=bütünselliği dağılmış=tümparçalılık) halidir.O halde, BIG-BANG ile başlayan yerler ve göklerin ayrışması süreci, aslında, paramparça olan kainatın, giderek, parçalarının birleşmesi yani makro´ya(=kürre´ye=kül´e) doğru BÜTÜNlenmesi sürecidir.
13-İşte, eğer biz, yaratılışa dair MİKRODAN MAKROYA(=zerreden kürreye=parçadan bütüne=cüzden küle) doğru olan ilahi ilkeyi anlamış ve keşfetmişsek, buradan, aynı zamanda, yaratılış sistematiğinin tersi olan KIYAMET SÜRECİ´nin de nasıl olacağı cevabını işareten anlamış ve keşfetmiş oluruz : MAKRODAN MİKROYA PARÇALANIŞ(=kürreden zerreye bölünüş=külden cüzze bölünüş=bütünden parçaya gerileyiş=başlangıçtaki tekilliğe/tüm parçalılığa iade ediliş=tümdevriliş).
14-Bu noktada, şu gerçek billurlaşır : Bütünden parçaya parçalanış(=devriliş), sonradan önceye doğru bir parçalanışı(=inşikak´ı) gerektirir.Yani, sonra oluşan şey önce ikiye bölünür; sonra bölünen iki parça ayrıca parçalara bölünür ve bu böylelikle devam eder(=kıyamet/big-crunch kuyruğu).
15-O halde, kıyamet süreci başladığında(=başlangıca geri iade sistemi başlatıldığında), bütünden tekilliğe(=en küçük zerrelere bölünmeye) doğru bir süreç işlicek, demektir.Dolayısıyle, kıyamet sürecinde, big-bang´ten itibaren objelerin oluşma sırasına göre, sonra oluşanlar önce parçalanıcak demektir.
16-Yani ve mesela, dünya önce, ay sonra oluşmuşsa, süreç geri işlerken, sonra olan(=ay), daha önce oluşmuş olana(=dünya´ya) göre, sıralama açısından, parçalanışa daha evvel uğrucak demektir uzay-zaman
bağlamında.Zira, artık, zamanın oku tersine dönmüştür kıyamette.
17-Gelelim, sevgili Peygamberimiz´in ayın yarılışını, beyyine olarak, müşriklere gösterip göstermediği meselesine : Doğrusu, bana göre, göstermiş te olabilir, olmayabilir de.
18-Ancak, eğer sevgili Peygamberimiz, kıyametteki ayın yarılışını müşriklere göstermişse, bu, ayın o anda yarıldığı anlamında değildir? Peki nedir?
19-Esasen, kainat, aynı anda, hem big-bang sürecini ve hem de big-crunch sürecini birlikte taşır potansiyel olarak.Dolayısıyle, zaten, big-bang´in içinde, gelekteki big-crunch ta mevcuttur boyutsal(=matematiksel) olarak.
20-Dolayısıyle, eğer sevgili Peygamberimiz müşriklere ayın kıyametteki yarılışını göstermişse : O görülen ay yarılması gerçektir fakat o anda olan değildir, yani, Yüce Allah, kainatın geleceğinde perdeli olarak mevcut olan big-crunch sahnelerinin perdelerini o an kaldırmıştır ve müşrikler de o kıyamet sahnesindeki ayın yarılışını perdesiz olarak görmüşlerdir o an.
21-Dolayısıyle, kıyamet sürecindeki ayın yarılışı, o zamanda, bir an için, perdesiz olarak seyredilmiştir, bana göre.Yani, o yarılış gerçektir, ama o, perde arkasındaki ve gelekteki ayın kıyamet anındaki yarılışıdır fakat o andaki yarılışı değildir, Allahu alem.Zira, Rabbimiz ayın yarılış anını gelecekteki kıyamet süreci ile ilişkilendiriyor ayette.Bu nedenle, sevgili Peygamberimiz´in ayın yarılışını gösterip göstermemesinden ziyade, bunun nasıl olabileceğine ilişkin ilahi ilke, yani Rabbimiz´in o işlemi uzay-zaman perdeliliği üzerinden gerçekleştirmesi çok daha gerçektir ve önemlidir.
22-Şüphesiz herşeyin en doğrusunu Rabbimiz bilir, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
A-1 : İYİLİK VE KÖTÜLÜK´ÜN GENEL VE AHLAKİ ANLAMLARI : Doğrusu, İYİ-KÖTÜ konusu yorumlanması çok zor olan bir konu ve hala bu hususa ilişkin yoruma kalkışmakta tereddüt içindeyim, zira hala bu hususta sağlıklı ve doygun bir yorum yapabilecek donanımda olmadığımı düşünüyorum.Fakat, düşündüm-taşındım ve ''en azından bazı söyleyebileceğim şeyleri şimdilik giriş niteliğinde belirtmeliyim'' diye bir karara vardım.Aslında bu derin hususa, en son girmeyi tasarlıyordum.Ama, genel bir giriş yapmakta, sanırım, bir sakınca yoktur ve umarım, Yüce alim/bilgin olan Rabbim´in kısmi yardım ve desteğiyle, genel girişim anlamlı ve sağduyuya uygun bilimsel bir giriş olur.Tabi, iyi-kötü kavramları bağlama(=kontekse) göre farklı anlamlar içermekte, fakat, özellikle ahlaki bağlamda, iyi ve kötü´nün ne olduğunu anlamaya çalışmak, ilahi yaratım ve iman açılarından büyüm önem arzetmektedir.Esasında, ahlaki iyi-kötü´nün ne olduğunu anlamadan çok önce genel YARADILIŞ(=FITRAT) hususunu çok iyi anlamak ve betimlemek gerekir, ve fıtrat(=varoluşun oluşsal tarzı ve niteliği) kavramı üzerinden, ahlaki iyi-kötü´yü tahlil etmek en yerinde olur, zira OLUŞ´UN FITRATI(=olma tarzı ve yasası) anlaşılmadan, Tanrı´nın ahlaki iyi-kötüden neyi kastettiği asla gereği gibi anlaşılamaz, çok kanımca.O halde, kolları sıvayalım ve önce genel EVREN´İN FITRATI(=oluş´un tarzı ve niteliği) hususunu masaya yatıralım, derim. Az sonra :))
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
D-Dolayısıyle, ''hakikati keşifte'' MUTLAKLIK ve İZAFİLİK terimleri sonsuzca önemli ve değerlidir : ''TANRI MUTLAK VE TEK´TİR; evren(=mahlukat=yaratılanlar) izafi ve çiftir(=bütünseldir=çift kutupludur)''.İşte hakikat bu kadar yalın, bu kadar temiz, bu kadar latif, bu kadar kibar ve bu kadar anlaşılırdır.Fakat, nedense, bu yalın hakikati ne filozoflar, ne bilim adamları, ne mistikler ve ne de yorumcu dindarlar tespit ve itiraf ediyorlar.Tabi, benim yaptığım genellemeyi ''çoğu filozoflar, çoğu bilim adamları, çoğu mistikler ve çoğu yorumcu dindarlar'' şeklinde anlayınız, külliyen herkesi kastetmiyorum haşa, bu haksızlık olur.Sonuç itibarıyle, MUTLAKLIK yaratılmamışlık, teklik, parçalanmaz-bütünlenmezlik, sonsuzluk, tamlık(=kemaliyet) ve kendiliğindenliği ifade eder; İZAFİLİK ise, yaratılmışlık, çiftlik(=çift kutupluluk=polarite), parçalanır-bütünlenirlik(=big-bang+big-crunch), sonluluk, eksiklik ve kendiliğinden olamayışlığı ifade eder velhasılı kelam.
E-Doğrusu KUANTUM hususunda, hala ayrıntılı bilgi sahibi değilim fakat kuantumun genel anlamı, benim için şimdilik yeter : BELİRSİZLİK İLKESİ=ÇOK KÜÇÜKLÜKLER/PARÇACIKLAR İLKESİ : Dolayısıyle, bilinen evrendeki bilinen fizik yasaları kuantum düzeyinde geçersiz hale geliyor.O zaman, kuantum gerçeği bize neyi ifade ediyor Tanrı´nın yaratışı gerçeği bağlamında? Yani kuantum gerçeği Tanrı´nın yaratıcılığını doğruluyor mu, yadsıyor mu? : Bu, kuantumu nasıl anladığınıza ve yorumladığınıza bağlı.Bana göre, kuantum gerçeği Tanrı´nın yaratıcılığını doğruluyor.Neden? : İşte hakikati tespit açısından, tam bu noktada yine mutlaklık-izafilik terimleri devreye giriyor ve imdada yetişiyor.Nasıl? : Çünkü mutlak Tanrı kendiliğinden ve sonsuzca BELİRLİLİK´tir(=kesinliktir=nedensizliktir=değişmez gerçekliktir) mutlak gerçeklik bağlamında, yani O´nun dışında hiçbir yaratılmış BELİRLİ(=mutlak=kesin=nedensellik-dışı=kendiliğinden gerçeklik=kendiliğinden değişmezlik) olamaz, dolayısıyle, yaratılan tüm mahlukat BELİRSİZLİK(=olasılık=mümkünlük) üzre olmalıdır.Bu nedenle, tüm yaratılışın temelinde BELİRSİZLİK İLKESİ(=kuantum ilkesi=mutlak ve tek olamayış ilkesi) olmak zorundadır, ki yaratılan evren temelde BELİRLİ olsa idi, o zaman sonsuz ve tek olurdu.Halbuki sonsuzluk ve teklik(=mutlak belirlilik=mutlak kesinlik) sadece mutlak olan Tanrı´ya izafe edilebilir.Yani O´nun yaratılmamışlığı, mutlaklığı, tekliği, sonsuzluğu, tamlığı ve kendiliğindenliği mutlak olarak BELİRLİ´dir(=kesindir=değişmez gerçekliktir=belirsiz olasılık yasalarına tabi olmayıştır).Fakat evrenin yaratılmışlığı, izafiliği, çift kutuplu oluşu, sonluluğu, eksikliği ve kendiliğinden olamayışı ise külliyen BELİRSİZ´dir(= külliyen belirsiz olasılık/mümkünlük yasaları üzredir).Tabi, bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın : Tanrı´nın belirli olması, O´nun tanımlanabilir olması demek değildir, zira sonsuz bir belirlilik aynı anda sonsuzca tanımlanamazlık demektir.Keza, evrenin belirsiz(=kuantatik=kuantsal) olması demek, evrenin tanımlanamaz olması demek değildir, zira belirsizlik demek temelde salt olasılık yasalarına dayalı(=izafi) oluş demektir, dolayısıyle belirsizlik belli açılardan tanımlanabilirlik demektir de aynı anda.Son tahlilde demek istiyorum ki, mutlak Tanrı BELİRLİLİK´tir(=sonsuz kesinliktir=olasılık yasalarına sonsuzca tabi olmayıştır=varlığı kendiliğinden kesinliktir=sonsuz tanımlanamazlıktır); evren ise BELİRSİZLİK´tir(=sürekli kesin olamayıştır=sürekli olasılık yasaları üzreliktir=kendiliğinden olamayıştır=sürekli tanımlanabilirliktir) naçizane bence.Bir de ''KUANTUM DOLAŞIKLIĞI'' konusunu yani herşeyin herşeyle bağlantılı olması konusunu herşeyin dürülü bir noktadan bağlantılı olarak geliyor olması şeklinde anlamak, bence, daha doğru olur ve mealen : ''BİLGİNLER BİLMİYORLAR MI Kİ, BİR ZAMANLAR YERLER VE GÖKLER(=HERŞEY) BİTİŞİKTİ, SONRA BİZ ONLARI AYIRDIK=Bilginler bilmiyorlar mı ki, bir zamanlar herşey bir noktada dürülü/dolanık/daraltılmış/kompanse/yapışık/ idi, sonra Biz onları ayırdık(=genişlettik)''.Teşekkürler, sevgiler, saygılar ve sağlıcakla inşallah :)
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
🐧🐬👋
Ya Huuu
Sen gerçektenmi bu kadar Güzelsin
Yoksa ben büyülendimde
Seni olağan üstü
Bir Güzel olarak görüyorum
Kafam karma karışık
Hani böyle Bir güzellik mümkünmüdür
Bir İnsan bu kadar Güzel olabilirmi
Yoksa cennetten kaçmış
Huri dediklerinden biri senmisin
Çok büyük olasılık
Başka türlü mantıklı Bir açıklaması olamaz
Bu güzellikle çoktan çatlamış olmalıydın
Neden olacak nazardan
Boncuksuz gezme cennet gözlüm
Yazmayayım dedim ama ah be ablacım Kapak atman için Önce Şeriati tam yaşaman ve Resûlullâh'ın sünnetine Tam uyman Lâzım şart Bunu ah bi bilebilseniz ah be mübarek Daha fıtratına uygun davranıyorsunz Gelgelelim Cennet Şeriat ister Takva ister Verâ ister Yüce ELLÂH Hidayet versin ve O halde yaşatsın ve Canınızı iman ile allsın âmîn
Bismillah, Subhan Allah ve Allhu-l Aziym !
YÜCE YARADAN´INIMIZIN ''HALİM, LATİF ve RAUF'' İSİM-SIFATLARINA VE HOCALARIMIN DA HOŞGÖRÜSÜNE SIĞINARAK, ŞİMDİLİK, RABBİMİZ´İN İSİM-SIFATLARININ OLASI ANLAMLARINA İLİŞKİN OLARAK, BENDE OLUŞAN, İŞARİ ALGILAMALAR-1 :(Not: Tabi, bu, isim-sıfatlar´a bir giriş ve hocalarımın videolarının da yardımı ile, giderek, O´nun isim-sıfatlarına ilişkin olarak, elden geldiğince, en sağlıklı anlamalara ve algılamalara erişmek ümidiyle, inşallah ! )
ALLAH´IN 99 İSMİ=ESMAU´L HUSNA : ALLAH: Mutlak Kendilik/Zat(=kendiliğindenlik=kıyambinefsihilik=sebepsizlik ve sonuçsuzluk=sebepleri ve sonuçları yaratan=sebeplilik ve sonuçluluk yasalılığını yaratan)
1-ER RAHMAN: Rahmetedici
(şartsız rahimleyen/korunaklıyan)
2-ER RAHİM: Rahmetedici
(şartlı rahimleyen/korunaklıyan)
3-EL MELİK: Hükümran
(hükmetme yetkisini kimseyle paylaşmayan)
4-EL KUDDÛS: Arı
(fani olmayan=fena lekesi ile lekelenmeyen/eksilmeyen/kararmayan=fenalığın nesnesi ve konusu olmayan=bekaa arılığını yitirmeyen)
5-ES SELAM: Esenlikli
(esenlik, güvenlik, huzur ve barış yanlısı ve destekçisi)
6-EL MÜ’MİN: Güvenilir
(güvenmeyi ve güvenilmeyi seven ve önemseyen)
7-EL MÜHEYMİN: Gözetici
(mahlukatın, her yöndeki eksikliklerini ve eksilişlerini takip eden ve gereğini yapan)
8-EL AZÎZ: Yenilmez
(muhteşem savaşçı=yenilgiyi asla kabul etmeyen=yenilgiyi, Allahlığına asla yakıştırmayan ve yakıştırtmayan)
9-EL CEBBÂR: Zorlayan
(evrimler/nicelikler yoluyla devrimler/nitelikler yaratarak, çeşitliliği ve tekamülü sağlayan=nicelikten niteliğe dönüşümü zorlayan=nicel birikimlerle nitel dönüşümleri sağlayan, mecbur kılan=mesela, 99. dereceye kadar ısıtılan suyu/nicel evrimi, 100.derecede buhara dönüştüren/nitel devrime zorlayan, mecbur kılan, gibi)
10-EL MÜTEKEBBİR: Kibriyalı
(kendiliğinden erişilmez büyük=büyüklük taslama hak´kının sadece Kendisi´ne ait olduğunu vurgulayan=birinin bir başkasının başına mütekebbirlik/ilahlık taslamasına razı olmayıp, Kendi ilahlık ve büyüklük taslama şeklindeki Allahlık hak´kını kimseye yar etmeyen)
11-ELHÂLIK: Halkedici
(halkasallaştırıcı=periyotlandırıcı=periyodik evrelendirici=sarmallandırıcı=tekamülen, tekrar ettirici, tekmil ettirici)
12-EL BÂRİ’: Düzenleyici
(benzerlikleri ve farklılıkları, örneksiz ayırtedici, sınıflandırıcı=aynılık ve farklılık ikiliğini/tek olamama özelliğini mahlukata hasreden=benzer biricikleri/özgünlükleri/farklılıkları yaratarak, tek biricikliğe/benzersiz biricikliğe izin vermeyen )
13-EL MUSAVVİR: Şekillendirici
(kılıklandırıcı=kimliklendirici=boyutlandırıcı=sınırlandırıcı=formlandırıcı=bileştirerek farklı kalıplara sokucu=alamet-i farikalığı sağlayıcı)
14-EL ĞAFFÂR: Mağfiretli
(çok bağış yapmayı seven=mahlukatı, zevalden koruyucu, hertür bağışıklık sistemleriyle donatan=tüm bağışıklık-sistemi çeşitlerini yaratan=bağışlamasını(=hakedilmeyen nimeti vermesini), azabının(=hak edilen cezayı vermesinin) çok önünde tutan)
15-EL KAHHÂR: Kahredici
(ezici çoğunluğun zorbalıklarına karşı,ya da çok zorba/ezici birine karşı, Tek başına, kesin ve keskin, ezici Tek olabilen/haklı ve zulmetmeyen karşıt zorlayıcı olabilen=Kendi hükümlerini, zulmedenlere, ezerek ve zorlayarak, kabul ettirmesini, eksiksiz bir biçimde iyi bilen)
16-EL VEHHÂB: Bahşişkar
(maddi ve manevi, çeşit çeşit bahşişler vererek, insanları sevindirmeyi ve iyiliğe teşvik etmeyi pek seven=herkesin, er ya da geç arayacağı, bahşişlerle yüklü, muhteşem yararlı alış-verişçi)
17-ER REZZÂK: Rızıklandırıcı
(rızkını yüklenebilenlerin de, yüklenemeyenlerin de, ihtiyacı olan şeyleri, çeşitli biçimlerde yaratan, depolayan ve dahi geçimliklerini ayarlayan ve dağıtan tek otoriter ve diğergam erzakçı=beslenme zincirinin halkalarını/periyodik oluşumlarını, eksiksiz bir tarzda ayarlayan)
18-EL FETTÂH: Açan
(ruhsal, bedensel, sosyal, doğasal ve ontolojik tüm tıkanıklıkları/blokajları gideren ve düzenli akışı yeniden sağlayan=hidayete giden yollardaki, tüm tıkanıklıkları/çalı-çırpıyı gideren)
19-EL ALÎM: Mutlakbilici
(aracısız bilici=aynasız bilici=yansımasız bilici=alet ve edavatsız bilici=doğrudan bilici=uzam-süresiz bilici=mahluk akıl´ın/düşünme akümülatörünün aracılığından, mutlak biçimde azade, bir bilici=toplayan, çıkaran, çarpan ve bölen, yani tekleyen bir akıl sistematiğine, asla muhtaç olmadan bilen=kendiliğinden, araç´sız, sonsuzca ve tam bilen)
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
Ara değini -70 :
SUFİ´DEN BİR ALINTI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ :
A-ALINTI : ''Allah´ın sırrı sensin, kalbine yolculuk et- Şemsi Tebrizi''
B-DABBE´CE AÇIMLAMA :
1-Allah´ın sırrı, sadece insan değil, iman ve küfürden sorumlu cin´dir de, imtihan dışı olan melek´tir de, dahası ve hepsinden ötesi, Allah´ın gerçek sırrı, genel olarak, O´nun YARATMA GÜCÜ VE KAPASİTESİDİR.
2-Dolayısıyle, insan, yaratılan herşey üzerinden, Allah´ın yaratıcı olduğu hakikatine ve sırrına erer, ancak Allah´ın nasıl yarattığı sır´rına, sonsuzca eremez.Yani,yaratılanlar üzerinden Allah´ın yaratıcı olduğu hakikat ve sırrına ermek başka birşeydir, Allah´ın nasıl yarattığı sırrına ermek bambaşka birşeydir.
3-Birincisi imkan dahilindedir, ikincisi imkan dışıdır.Sap ile samanı karıştırmamak gerekir.
4-Ancak, şurası bir gerçek ki, Allah´ın imani ve ruhani açıdan muhatap alması bağlamında, insan birincil değerdedir.Ve bu yüzden, ALLAH İNSANA ŞAH DAMARINDAN(=kalbinden) DAHA YAKINDIR.Bu kısma itiraz eden hiçbir imanlı yok.
5-Fakat, Allah´ın insana şah damarından(=kalbinden) daha yakın olması, insanın Allah´ın kendisini nasıl yarattığı sırrına ermesini sağlayan ya da sağlayacak bir durum da değildir, haşa.Ancak, insan, kendisini yaratan ve dolayısıyle, yarattığı insanı insandan çok daha iyi bilen Allah´ın, kendi iç yolculuğu(=akleden kalp yolculuğu) vasıtasıyle, Yaradanı olduğu hakikat ve sırrına erer, daha hikmetli bir biçimde.
6-Bu başka birşey, fakat, Şemsi Tebrizi´nin kastettiği bambaşka birşey.Yani, Şemsi Tebrizi, kalp terimi üzerinden, daha doğrusu, Kur´an´da mealen ''ALLAH İNSANA ŞAH DAMARINDAN/KALP ATIMLARINDAN DAHA YAKINDIR ayetinin batıl tevili üzerinden, Allah´ın yaratıcılığını inkar önermesini öne sürüyor.
7-Yani, asıl sır, Allah´ın insana şah damarından daha yakın olması değil, fakat, insan gibi bir şaheseri yaratma gücü ve kapasitesidir, ki, bu sırra, sonsuzca eremez insan.Fakat, insan, kendi iç yolculuğu vasıtasıyle, kendisinin bir yaratılış şaheseri olduğunu ve bu şaheseri yaratanın da Allah olduğu hakikati ve sırrına erer.
8-Asıl sır´rın ikinci kısmı da, iman ve küfr´e ilişkin olan kısmıdır.Yani, insanın bir şaheser olarak yaratılması, insanın imanlı olmasını garantilemez ve hatta, aynı iblis gibi, küfr(=şirk ve Allah´ın yaratıcılığını direkt ya da dolaylı inkar=inkar ettirme) üzre, çok değersiz bir halde yaşamasına da hiçbir engel yoktur.
9-Dolayısıyle, ASLİ SIR´rın birinci kısmı Allah´ın yaratma gücü ve kapasitesidir(=ki, bu sır´ra asla erilemez), ikinci kısmı da, iman ve küfr´ün ayırtedilmesidir(=iman ve küfr´ü tam olarak Allah ayırteder, ancak, insana da, ilkesel bağlamda, kısmen ayırt etme ilmini bağışlar).
10-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
NAÇİZANE, ŞİMDİYE KADAR OKUDUĞUM AYETLERE BİNAEN, GENEL MANADA, ŞU HUSUSLARA DİKKAT EDİLMESİ GEREKTİĞİ KANAATİNE VARDIM :
1-Yalnış anlaşılmasın, ben, esas itibarıyle EZOTERİZM´e(=batınilik´e) karşı değilim.Benim karşı olduğum nokta, Allah´ın anlamı açık olan ayetlerinin EZOTERİZM(=batınilik) adı altında inkar edilmesine ve istismar edilmesine karşıyım.
2-Ki, Yüce Rabbimiz, ilgili ayetlerinde, mealen ''O, ZAHİRİ DE BİLİR BATINI DA BİLİR'' demektedir.Ayrıca, Yüce Allah, mealen, ''KİMSE O´NUN İLMİNDEN, İZİN VERDİĞİ KADARINDAN FAZLASINI KAVRAYAMAZ'' da demektedir.
3-Dolayısıyle, herbir insan, farkında olarak yahut olmadan, sonuçta, O´nun zahiri ve batıni ilminden bir şeyler kavrar.Yani, biz, O´ndan ilim dilerken, tabii bir biçimde, O´nun zahiri ve batıni ilminden dilemiş oluruz.
4-Ve Yüce Allah, ilkesel manada, zahir ilmine ve batın ilmine ilişkin olarak muhkem ve müteşabih ayetlerini Kur´an´da bildirmiştir.Bu nedenle, sadece müteşabih ayetleri değil, fakat muhkem ayetleri de doğru kavrayabilmek, ancak bir emek, bir tefekkür ve O´nun ilmi kavrayış bahşetmesi ile ilintilidir.
5-Yani, esasen, doğru anlamak ya da kavramak bağlamında, sadece müteşabih ayetler değil, fakat muhkem ayetler de zordur.İnsanlar sanıyor ki, sadece müteşabih ayetler zordur, fakat muhkem ayetler kolaydır.
6-Muhkem ayetler ile müteşabih ayetler arasındaki en önemli fark, muhkem ayetlerin manaca çok daha açık-seçik, anlaşılır ve sabit olmasıdır.Fakat manaca bu açık-seçikliğe rağmen, insanın o muhkem ayetleri bile Allah´ın kastettiğinden çok farklı ve yalnış anlama olasılığını ortadan kaldırmaz.
7-Bu nedenle, Yüce Allah, mealen, ''O´NUN İLMİNDEN ANCAK O´NUN DİLEDİĞİ KADARINI KAVRAYABİLİRSİNİZ'' şeklinde bir genelleme yapmaktadır.Yani, bu genellleme, hem muhkem ayetleri hem de müteşabih ayetleri birlikte kapsar.
8-Fakat tüm bunlara rağmen, müteşabih ayetler, daha kapalı oldukları ve türlü manalara daha açık olma doğalarından ötürü, istismara ve kelime oyunlarına çok daha müsaittirler.Yani, sanılmasın ki, İblis, insanları sadece müteşabih ayetler üzerinden yanıltır, fakat muhkem ayetler üzerinden de yanıltır, yanıltmaya çalışır.
9-Ancak, doğaldır ki, İblis için, insanı yanıltma açısından, müteşabih ayetler çok daha elverişli ve manevra alanı yüksek bir alandır.Dolayısıyle, İblis, daha ziyade, müteşabih ayetler üzerinden bazı öznel genellemeler yaparak, o genellemelerle ters düşen muhkem ayetleri hemen hiç anmaz ve gözden kaçırır.
10-Mesela, İblis, mealen, bazı müteşabih ayetlerden hareketle ''HERŞEY İNSANIN İÇİNDEDİR=İNSAN EVRENDEN BÜYÜKTÜR'' der ve dedirtir.Fakat, İblis, muhkem ayet olan, mealen, ''ŞÜPHESİZ YERLERİN VE GÖKLERİN YARATILIŞI İNSANLARIN YARATILIŞINDAN DAHA BÜYÜK BİR İŞTİR=EVREN İNSANDAN BÜYÜKTÜR'' ayetini asla anmaz ve avanesine de andırmaz.
11-Demek ki, esas itibarıyle, zahiri ya da batıni ilim bizatihi kötü değil, fakat, Allah´ın muhkem ayetlerini inkar etmek ve müteşabih ayetlerini istismar etmek´tir kötü olan=yani, kötü(=batıl) olan inkarcı batınilik´tir(=inkarcı ezoterizm=inkarcı sufizm´dir).Dolayısıyle, BATIL BATINİLİK´ten uzaklaşıp, anlamı açık muhkem ayetleri inkar etmeyen ya da onlarla çelişmeyen bir HAK BATINİLİK´e doğru yönelmek ve onay vermektir doğru olan, yoksa zahiri ilmi ya da batıni ilmi doğrudan ve haksız biçimde yok saymak değildir hedef.
12-Tabi, bu arada, şunu da dürüstçe ve açıkça itiraf etmem gerekir : Kendimce yaptığım bu tespitler, asla, saygıdeğer ve emektar din alimlerimizin sahip olduğu gibi bir donanım üzre değildir.Benimkisi, daha çok, bence, anlamı çok açık bazı ayetlerden esinlenerek yapılmış tespitlerdir.Bu nedenle, kasıtlı olmadan belki çok yalnış tespitler yapıyor da olabilirim, ki öyleyse, Rabbim´in mağfiretini ve alimlerimizin de affını dilerim.
13-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
‘’İNKARDA ISRAR EDEN O KİMSELER GÖRMEZLER Mİ Kİ; GÖKLER VE YER (BAŞLANGIÇTA) BİTİŞİKKEN BİZ ONLARI AYIRDIK VE(HAREKET EDEBİLEN) HER CANLIYI(=DABBE´Yİ) SUDAN VAR ETTİK?BUNA RAĞMEN İNANMIYACAKLAR MI?-Enbiya/30)’’ AYETİNDE GEÇEN ''BİTİŞİKLİK VE AYRIŞMA '' MEFHUMLARININ ÇOK OLASI İŞARİ ANLAMI VE AÇILIMI/1 :
Tabi bu arada, şu iki ayeti de hatırlamak gerekir :1-O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.(HUD/7) 2-Allah odur ki yedi göğü ve yerden de onlar(=7 gökler) kadarını(=7 yer´i) yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz. (TALAK/12)
AÇIKLAMA(=DABBECE İŞARİ TEFSİR) :
1-Çoğu saygıdeğer alimimiz ya da araştırmacımız, Hud/7´de geçen 6 GÜNDE ifadesini, genellikle 6 AŞAMADA(=6 EVREDE) şeklinde anlıyor ve çeviriyor.
2-Halbuki, Yüce Rabbimiz, Talak/12´de,’’O, 7 GÖĞÜ VE ONLARIN MİSLİNİ(=yani, 7 gök kadar 7 yer´i de) YARATTI’’ diyor.O halde, bu ifadelerde geçen 7 rakamı, bence, AŞAMA(=EVRE=TABAKA) terimiyle daha çok örtüşür.Yani, ‘’O, 7 AŞAMA(=tabaka) GÖĞÜ VE 7 AŞAMA(=tabaka) YER´İ YARATMIŞTIR’’ demek, sağduyuya daha mutabık kalır kanımca.
3-O halde, Hud/7´da geçen 6 GÜNDE ifadesini nasıl tefsir etmek gerekir.Dikkat edilirse, Yüce Rabbimiz, ‘’O, 7 GÖK´Ü VE MİSLİ 7 YER´İ, 6 GÜNDE YARATMIŞTIR’’ diyor.Yani, buradaki GÜN terimi, hem gökleri ve hem de yerleri içine alan(=kuşatan) bir mefhuma tekabül ediyor.
4-Öyleyse, hem gökleri ve hem de yerleri kuşatan bu GÜN mefhumu neye delalet(=işaret) ediyor olabilir?Tam bu noktada, bizatihi GÖK VE YER terimlerini anlamaya çalışalım ki, buradan, herikisini kuşatan GÜN mefhumuna, daha sağlıklı bir biçimde yelken açabilelim.
6-İnsan hiçbirşey bilmese bile, kabaca, GÖK´ün ‘’yukarı boyutu,frekansı’’, YER´in ise ‘’aşağı boyutu,frekansı’’ çağrıştırdığını, hemen fark eder.
7-Bu durumda, 6 GÜNDE´ki GÜN mefhumu, hem yukarı boyutları, hem de aşağı boyutları kuşatan bir şey.Acaba, böylesi, YERLER´İ VE GÖKLER´İ kuşatan şey neye delalet ediyor olmalıdır?
8-Öncelikle, şunu anımsamakta çok fayda var : İster gökler olsun, isterse yerler olsun, herbirşeyin olmasının(=herbir oluş´un=herbir şey´leşmenin) bir UZAY-ZAMAN boyutu(=kab´ı=çerçevesi=denklemi) olması gerekir.Yani, ‘’YER´ler de belli bir uzay-boyutunda, GÖK´ler de belli bir uzay-zaman boyutunda’’ olsa gerektir.Yani ne yer´ler ve ne de gök´ler ‘’UZAY-ZAMAN’’-DIŞI olamazlar.Yani, ‘’hem GÖKLER hem de YERLER, aslında, farklı uzay-zaman boyutudurlar’’ demektir.
9-O halde, 6 GÜNDE´ki GÜN terimi , özünde, hem UZAY boyutunu, hem de ZAMAN boyutunu kuşatabilen bir ÜST-BOYUT´a karşılık gelir, ki böylelikle, farklı türdeki uzay-zaman boyutları olan YERLER´i ve GÖKLER´i birlikte kapsayabilsin, kuşatabilsin.
10-Bu datalardan hareketle, esasında, GÜN teriminin de, YER-GÖK uzay-zaman boyutu türlerini kuşatan bir ÜST UZAY-ZAMAN BOYUTU TÜRÜ(=kapsayıcı bir uzay-zaman boyutu türü) olduğu anlaşılır.Ki buradan da, 6 GÜN UZAY-ZAMAN BOYUT TÜRÜNÜN, ‘’7 aşamalı gök’’ ve ‘’7 aşamalı yer’’ uzay-zaman boyutu türlerini içerdiği, kapsadığı, kuşattığı anlaşılır=BOYUTLAR İÇİNDE BOYUTLAR=BOYUT TÜRLERİ İÇİNDE BOYUT TÜRLERİ.
11-O zaman, neden 6 GÜN ve neden 7 GÖK VE 7 YER.Yani,Yüce Rabbimiz, neden GÜN için 6 rakamını ve YERLER VE GÖKLER için ise 7 rakamını kullanıyor?Filozof(=felsefe) taş´ına mı sormak gerekir acaba :) ? Biraz izin verin de, şöyle derinden bir ‘’OFFFFFFFF !’’ çekeyim, zira, Allah´ı anlamaya çalışırken, afakanlar basıyor insanı :) .Allah´ın ilminden sual olunur mu? Evet olunur, ama, O´NU B İLMEK ADINA DEĞİL, FAKAT O´NU VE O´NUN HAK VE HAKİKATLERİNİ ANLAMAK ADINA VE UĞRUNA sual olunur.Hedefimiz, haşa, O´nu bilmek değil, fakat, olabildiğince, O´nu anlamaya çalışmak, ki, böylelikle, BATIL VE ŞİRK´ten uzaklaşıp, HAK VE TEVHİD´e yakinlik kesbedebilelim.Günahlarımız olsa bile, en azından, niyetimiz , hedefimiz ve çabamız iyi ve ilahi olmalı.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
EĞER ALLAH HİÇLİK´İ(=MAHLUKAT´I=BİZATİHİ OLMAYANI) YARATIYORSA, BU BAĞLAMDA, TESADÜF VE OLASILIK MEFHUMLARI NEYE TEKABÜL EDİYOR OLABİLİR? NAÇİZANE ÇOK KISACA:
1-Öncelikle, ne denildiği değil fakat neyin kastedildiği çok daha önemli.
2-Şimdi, çoğunlukla, Rabbimiz´in yaratması(=El Fatırlık´ı), YOKTAN VAR ETME şeklinde anlaşılıyor.Yani, Rabbimizin, orada duran bir yok´tan, burada duran, aslı, örneği olmayan bir var´ı yarattığı düşünülüyor doğal olarak.
3-Evet, ''Allah aslı, örneği olmayanı yaratıyor'' elbette, ve bu, zaten, Rabbimiz´in, Kendi yaratışına ilişkin olarak, Kur´an´da belirttiği temel gerçek.Ama aslı olmayan varlık mı, yoksa, tam aksine, yokluk mu?(=hiçlik mi?)
4-Dolayısıyle, naçizane bana göre, ÖRNEĞİ OLMAMA(=aslı olmama) mefhumunun neye izafe edileceği son derece önemli.Kaldı ki, daha derinlemesine tahlil etmeden önce bile, ÖRNEĞİ OLMAMA´nın , zaten, tanım gereği, ASLI OLMAMAK(=bizatihi bir varlığı olmamak) anlamına geldiği açık.Dolayısıyle, aslı olmama´nın, HİÇ OLMAK yani HİÇLİK olduğu da anlaşılır.
5-O zaman, mantıken ve zorunlu olarak, ''Allah aslı olmayan hiçlik´i(=bizatihi olmayanı=HİÇLİK´İN BİZZAT KENDİSİNİ) yaratıyor/varlaştırıyor'' demektir.Yani, hiçlik´i varlaştırıyor.Bu nedenle de, varlaştırılan hiçlik, aslı olmayan soyut bir varlık olmuş oluyor.
6-Ve böyle baktığımızda, sonuçta, Allah yine yoktan var etmiş oluyor, fakat, Allah var olan bir yoktan var´ı yaratmış olmayıp, tersine, yok olan(=olmayan) yok´u yaratmış(=oldurmuş) oluyor.Yani, Allah aslı olmayan YOKLUK´u yaratmış oluyor.Dolayısıyle bizzat YOKLUK, yaratılan varlık(=mahluk) olmuş oluyor.
7-Zira,varlıktan önce bizatihi bir yokluk´un varlığını varsaymak, yokluk´un aslı olduğunu varsaymak demektir.Halbuki, ASILLILIK(=aslı olma=bizatihilik) mefhumu som´luk(=mutlaklık ve hakikilik) bildirir ve bu nedenle, somluk(=aslilik) niteliği, sadece, Rabbimiz´in Zat´ına münhasır olabilir.
8-Ve somluk SOMUT´tur(=sebepsiz ve sonuçsuz hakikiliktir=yaratılmayanlık´tır).O halde, somluk´un zıttı SOYUTLUK, yani aslı olmamaklık(=hiçlik) demektir.
9-Dolayısıyle, son tahlilde, Allah´ın yaratması demek, Allah´ın OLMAMA´yı(=asıl´sızlığı=hiçlik´i) OLdurması demektir.Yani, Allah OLMAMA´yı(=hiçlik´i) VARlaştırıyor(=olduruyor), demektir.Daha doğrusu, yok´tan var´ı yaratmıyor(=yokluk´tan varlık´ı çıkarmıyor), fakat tam tersine, yok´tan yok´u(=hiç´ten hiç´i) yaratıyor(=namevcut hiç´ten mevcut hiç´i çıkarıyor=namevcut hiç´i, mevcut hiç´e dönüştürüyor=geri hiç´i ileri hiç´e eviriyor/tekamül ettiriyor=hareketsiz hiç´i hareket eden hiç´e çeviriyor), demektir.
10-Zira, bizatihi ve som olan(=mutlak hakiki olan), sadece Allah´ın Zat´ıdır, bu nedenle de, yaratılan, O´nun somluk´u(=mutlak hakikiliği=bizatihi hakikiliği=somut hakikiliği) karşısında, daima soyut(=hiçlik=bizatihi olmayan=sanal/izafi hakiki) olmak zorundadır.İşte bu nedenle, ''mahlukat yaratılan hiçliktir(=izafi hakikattir=yaratılan sanal hakikattir)'' demek zorunda kalırız.Yani, hiçlik´in varlaşması, O´nun hiçlik´i yaratmasına bağlıdır, ve O yarattığı sürece, hiçlik GERÇEKleşendir(=olan mahluktur).
11-O halde, sonuç olarak, Allah´ın Zat´ı , yaratılmayan SOM GERÇEKLİK´tir(=asıl´dır=bizatihi cevher´dir=bizatihi fizik´tir=mutlak´tır=mutlaka´dır=zorunluluk´tur=olasılık değildir=tesadüfilik değildir=yaratılmayan imkan´dır=som ilke´dir), mahlukat ise, yaratılan SOYUT GERÇEKLİK´tir(=aslı olmayandır=araz´dır=som olmayan metafizik´tir=izafi´dir=mutlaka değildir=yaratılan tesadüflük´tür=yaratılan olasılık´tır=yaratılan mümkünlük´tür=olasılık yasası´dır).
12-Bu durumda, tesadüfilik ve olasılık HİÇLİK´in özü´dür(=yasasal doğasıdır).Zira, som olmayan(=yaratılan=hiçlik=mahlukat) birşey, tesadüfi ve olası(=bizatihi olmayan=yasasal) olabilir, fakat, som olan(=yaratılmayan=Allah) tesadüfi ve olası olmaz, fakat ZORUNLU(=bizatihi=ilkesel) olur.
13-O halde, Allah´ın hiçlik´i(=mahlukat´ı) yaratması demek, aynı zamanda, tesadüflük´ü ve olasılık´ı yaratması demektir.Yani, bana göre, KADER , tesadüflük´ün ve olasılık´ın ÖLÇÜlendirilmişliğidir(=tesadüfilik ve olasılık yasalarının ölçülü tarzda işletilmesidir/isabetlendirilmesidir/istikametlendirilmesidir).
14-Yani, yaratılış, hiçlik´in(=tesadüflük ve olasılık´ın) ölçülü biçimde bölünmesidir(=fıtr edilmesidir=yarılmasıdır=bölüştürülmesidir=tesadüflük´ün ve olasılık´ın ölçülü biçimde tesadüfi ve olası kılınmasıdır= tesadüflük ve olasılık´ı düzene koymaktır=tesadüflük ve olasılık yasalarını başı-boş bırakmamaktır=tesadüflük ve olasılık´ın ölçülü biçimde KAZA edilmesidir ya da ettirilmesidir) ki, bu da, tesadüfilik ve olasılık yasalarının tesadüfiliğe terkedilmemesi demektir.Zira, olasılık´ın ve tesadüfiliğin olduğu bir yerde, ancak ÖLÇÜ´den(=kadar´dan, kader´den ve değer´den) söz edebiliriz.
16-İşte bu nedenle de, QUANTUM TEORİSİ, bana göre, son derece önemlidir.Zira, quantum teorisini gereği gibi/hak´kıyle anladıkça, kainatın özünün tesadüfilik ve olasılık üzre olduğunu, dolayısıyle de, kainatın yaratılan ÖLÇÜlendirimiş bir TESADÜFLÜK VE OLASILIK(=aslı olmayan bir hiçlik) olduğunu daha iyi anlamış oluruz, diye düşünmekteyim.Yani, esasta, QUANTUM TEORİSİ, kainat´ın tekliğini(=somluk´unu) değil, tam aksine, kainatın yaratılan bir mümkünlük(=aslı olmayan polar bir hiçlik/soyutluk/sanallık/izafilik) olduğunu gösterir ya da işaret eder.Yani, quantum teorisi, kainatın som(=aslı olan) bir teklik olduğunu değil, fakat tam tersine, aslı olmayan yaratılan bir hiçlik polaritesi olduğunu işaret eder.
16-Zira, tesadüflük ve olasılık yasalarının aslı yoktur, dolayısıyle, yaratılan yasalardır.O halde, bizatihi olamayan tesadüflük ve olasılık yasaları(=hiçlik´in yasaları) yaratılmanın konusudurlar, ki, bu nedenle, ''Allah yarattığı yasaların(=tesadüflük ve olasılık yasalarının) mahkumu değil, ama hakimidir'' denir.
17-Zira, İLKE yasa´ya değil, fakat YASA ilke´ye bağlıdır.Yani SOM(=mutlaklık=zorunluk) soyut´a(=olasılık´a ve izafilik´e) bağlı değil, tersine, SOYUT(=olasılık ve izafilik) som´a bağlıdır(=som olanın soyutlamasına bağlıdır).
18-Bu nedenlerle ve sonuçta, bence, ''MAHLUKAT/KAİNAT SALT HİÇLİK´TİR'' ya da ''MAHLUKAT/KAİNAT SALT VARLIK´TIR'' önermeleri üzerine inşa edilen tüm ezoterik öğretiler BATIL´dır(=küfr´dür), fakat,
A- ''MAHLUKAT/KAİNAT YARATILAN HİÇLİKTİR''
B=KAİNAT HİÇLİK´İN YARATILMASIDIR
C=KAİNAT HİÇLİĞİN VARLIĞIDIR
D=HİÇLİK YARATILAN VARLIK´TIR/MAHLUK´TUR
E=VARLIK HİÇLİĞİN VARLAŞTIRILMASIDIR
F=MAHLUKAT HİÇLİKTE VARLIKTIR
G=OLUŞ, HİÇ-OLMAYIŞ´IN HİÇ-OLUŞ´A EVRİLTİLMESİ´DİR
H=MAHLUKAT, YARATILAN GERİ HİÇ´TEN(=yaratılmış kozmik hiçlik tohumundan) TEKAMÜL ETTİRİLEN İLERİ HİÇ´TİR(=gelişen kozmik hiçlik ağacıdır=yaratılan basit hiç´ten tekamül eden karmaşık hiç´tir=yaratılan eksik hiç´in ikmal edilen/tamamlanan hiç´e dönüş-türül-ümüdür )
demek HAK´tır(=iman´dır).
16-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
BU ARADA, ''ALLAH´IN VARLIĞI YA DA YOKLUĞU'' MESELESİNE İLİŞKİN DÜŞÜNCEM :
1-Bu mesele beni bayağı rahatsız etmekte, ve bu nedenle, bu konuyu açıklığa kavuşturmak zorunlu gözüküyor.
2-Zira, ya ''Allah´ın varlığı'', ya ''Allah´ın yokluğu'' ya da ''herikisi birden'' şirke malzeme yapılıyor.
3-Halbuki, naçizane bana göre, Allah´a ne VARLIK ne YOKLUK ve ne de ''hem varlık hem yokluk'' mefhumları izafe edilemez ve edilmemelidir.
4-Zira MUTLAK olanı, izafi kavramlar olan varlık ya da yokluk terimleriyle tanımlamak mümkün değildir.
5-Dolayısıyle, mutlak olana, en üst kavram olarak ancak KENDİLİĞİNDEN HAKİKAT kavramı izafe edilebilir.
6-Zira, varlık ya da yokluk birer zıt OLMA HALİ´dirler, dolayısıyle ikisi de İZAFİ´dirler.Yani, Allah´ın mutlaklığı dışında ve karşısında, ayrıca mutlak bir varlık ya da yokluk olmaz, olamaz, naçizane bana göre.
7-Dolayısıyle, Allah, mutlak bir hakikat olarak, izafi varlık ve yokluk hallerini(=oluşlarını) yaratandır.Bu durumda, Yaratıcı, varlık ve yokluğun konusu(=nesnesi) değildir, olamaz;fakat ve tam aksine, varlık ve yokluk(=zıt haller) O´nun yaratmasının konusu(=nesnesi) olabilirler.
8-Bu nedenlerle, Allah varlık ve yokluğun değil fakat HAKİKAT´in konusudur bence.
9-Yani, Allah bir ''varlık'' ya da ''yokluk'' olarak ya da ezoterizmde olduğu gibi ''hem varlık hem yokluk'' olarak değil fakat bir HAKİKAT olarak gerçektir.Dolyısıyle, Allah´ın hakikatliği mutlaklık şeklinde iken, mahlukatın hakikatliği izafi ve zıt varlık ve yokluk halleri şeklindedir.
10-Sonuç itibarıyle, Allah´ın mutlaklığı dışında ve karşısında ayrıca mutlak bir varlık ya da mutlak bir yokluk olamaz, ki bu da, varlık ve yokluk´un birer yaratılan izafi hal olduklarını, fakat, O´nun ise ne varlık ve ne yokluk olmayan, tersine her ikisini de yaratan, tarif dışı bir HAKİKAT olduğunu gösterir, işaret ve teyit eder.
11-Elbette herşeyin en doğrusu Rabbimiz katındadır, velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dabbet
Hakan bey yorumlarınızı dikkatle takip ediyorum. Size ulaşabileceğim bir mail adresi var mıdır. Saygılar
Euzubillahimineşşeytannirraciym Bismillahirrahmanırrahiym,Subhan Allah,Allahu´l Aziym ! 💘 🌸 🌷 🍁 🐬 🍀 🌿 🙋💖 ☀ 👍 👋
NAMAZ´DAKİ ‘’KIYAM, RÜKU VE SECDE’’´nin İŞARİ-ANLAMLARI ,KIYAMET VE DABBELİK /1
1-Esasen, bana göre, namazdaki KIYAM, RÜKU ve SECDE hareketlerinin işari anlamını, Yüce Rabbimiz´in YARATMA hareketiyle, dolayısıyle YER, GÖK VE YER-GÖK ARASI unsurları(=çerçeveleri) ile ilişkilendirmek gerekir.
2-Çünkü, son tahlilde, ibadi hareketler, Yüce Yaradan´ın ‘’yerleri, gökleri ve aralarını’’ yaratmasının sembolik göstergeleri olmak zorundadır ki böylelikle, namaz hareketleriyle, bilincinde olsak ta olmasak ta, a-YERLER´in b-GÖKLER´in ve c-YERLERLE GÖKLER ARASINDAKİLERİN yaratacısının ve idare edicisinin Yüce Allah olduğu, sembolik manada ifade edilmiş, teyid edilmiş olsun.
3-Zira, tüm yaratılış YER, GÖK ve YER-GÖK ARASI çerçevelerinin içindedir ve hiçbirşey bu çerçevelerin dışında kalamaz.O halde cansızdan canlıya tüm yaratılış formları (=varlıkları=oluş biçimleri), illa ki YERLER, GÖKLER ve YER-GÖK ARASI kaplamları içinde gerçekleşiyor olmalıdır.
4-Dolayısıyle ve esasen, insan; namazdaki kıyam, rüku ve secde hareketlerini yapmakla, ‘’ALLAH´IM, YERLER´İN DE RABBİ SENSİN(=secde), GÖKLER´İN DE RABBİ SENSİN(=kıyam) VE YERLER-GÖKLER ARASININ DA RABBİ SENSİN(=rüku)’’ demiş olur benim bakış açıma göre.Bunun tam açılımı ise=’’ALLAH´IM, OLUŞLARI KIYAM ETTİREN(=yükselten=açan=genişleten=büyüten=ayakları üzerine getiren) DE SENSİN; SECDE ETTİREN(=alçaltan=kapatan=daraltan=küçülten=yüz-üstü/tepe-taklak getiren) DE SENSİN=DÜŞMEZ(=secde etmez) KALKMAZ(=kıyam etmez) BİR ALLAH´TIR’’
5-O halde, SECDE ,KIYAM ve RÜKU hareketleri, bize, aynı zamanda 2 DOĞU ve 2 BATI/POLARİTE gerçekliklerini de, kendi içinde mahfuz olarak, işaret etmiş olur.
6-Çünkü, eğer yaratılış ‘’teklik’’ biçiminde yani ‘’tekdüze form’’ üzre olsa idi, o zaman da, herşey hareketsiz ve sabit olurdu, yani, ne YÜKSELİŞ(=kıyam=doğuş=doğum=doğu vektörü), ne ALÇALIŞ(=secde=batış=batma=batı vektörü) asla gerçekleşmezdi.Yani, tüm oluşlar sadece DOĞUŞ ya da sadece BATIŞ halinde olurlardı ve bu tekdüze durum ilel-ebed sürerdi(=tekdüzelik=değişmezlik).Buradan da anlaşılır ki, YÜKSELME (=kıyam=doğuş=doğu)ve ALÇALMA(=secde=batış=batı) hallerinin olabilmesi için KARŞITLIK´ın(=herşeyin zıt ikizinin=herşeyin çift´inin=çelişki yasasının=polarite´nin) olması kaçınılmazdır.İşte ,bana göre, RÜKU(=orta nokta=ekinoks) dediğimiz hareket te, KARŞIT ÇİFTLERİN(=2 doğu ve 2 batının=yerler ve göklerle onların benzer karşıtlarının) KESİŞİM, ÇATIŞIM, ÇELİŞİM, BİRBİRLERİNE ÇELME ATIŞIN VE AYRIŞIM DÜZLEMİ´dir.
7-O halde, acaba,YÜKSELİŞ VE ALÇALIŞ durumlarında olagelen nedir genel olarak?İşin ayrıntılarını saygıdeğer alimlerimize bırakmak kaydıyle, esasen, bana göre, OLAGELEN ŞEY, genel manada bellidir.Eğer Rabbimiz, herşeyi ÇİFTLER(=yerler ve göklerle karşıt/anti yerler ve gökler=artı proton ve eksi elektronlarla anti proton ve elektronlar=vb.) halinde yaratmış ise, bu şu demektir : ‘’Yaratılan çiftler, doğal biçimde ve daima, birbirlerini ters yönde çekerek, birbirleriyle BİTİŞME´ye(=KAOS´a=ÇARPIŞMA´ya) meylediyorlar’’.Yani, Yüce Yaradan, eğer, kainatı kendi haline bırakırsa, kainatı oluşturan tüm karşıtlar(=yerler-gökler ve anti yerler-gökler=artı-eksi zerreler ve anti artı-eksi zerreler) birbirbilerine ters-çekim uygulayarak(=tersinerek), birbirleriyle bitişmek(=yapışmak) üzre, birbirlerine girerler(=çarpışırlar=kaosa girerler).Zira, yaratılanlarla Yaradan arasında çok önemli bir fark vardır; Yaradan, karşıtlıklardan azade(=münezzeh) olduğu için, hep ve sonsuzca, kendiliğinden bakidir(=sonsuzca kıyam halindedir=sonsuzca kudretlidir=hiç eksilmezdir ve artmazdır=hep tam´dır), fakat yaratılanlar, karşıtlıklardan mütevellit olduğu için, kendiliğinden kıyam edemezler(=artamazlar) ve hep ve daima, sonsuzca secdeye(=sonsuzca eksilmeye=sonsuzca hiçleşmeye) meylederler.Yani, Kainat, Yaradan´ın EKSİKSİZLİK´ine karşılık HEP EKSİKLİK´tir.
8-Dolayısıyle, karşıtlıklardan oluşan ve daima eksilmeye(hiçleşmeye=kaos´a) meyleden kainat, daima DÜŞMEZ-KALKMAZ ,SABİT VE EKSİKSİZ YARADAN tarafından KIYAM ETTİRİLME´ye(=arttırılmaya=birşeyleştirilmeye=kozmos´a) muhtaçtır(=Yaradan´ın hiçbirşeye muhtaç olmaması(=samed) ve fakat herşeyin(=mahlukatın) O´na muhtaç olması hali ve yasası=ALLAH´IN EKSİKSİZLİK/MÜNEZZEHLİK İSM-İ HAL´İ)
9-Demek ki, YARADAN (=Halık) ile YARATILANLAR(=Mahlukat) arasındaki temel mesele ve fark EKSİKSİZLİK VE BEKAA meselesi ve farkıdır.Yani, sonsuzca eksiksiz ve baki olan sadece Allah iken, mahlukat sonsuzca eksikliğe ve hiçleşmeye meyleden olmak zorundadır.Zira, Yaradan´ın nitelikleri ile mahlukatın nitelikleri sonsuzca çelişik ve karşıttır : Yani, 1-Yaradan SONSUZ ise yaratılan SONLUDUR’; 2-Yaradan ‘’İKİLİK´ten(=karşıtlıklardan=çift oluşlardan=polariteden) SONSUZCA ARI(=münezzeh ) ise, yaratılanlar SONSUZCA İKİLİKLİ´dir(=münezzeh olamayandır=hep, kaosa ve hiçleşmeye/eksilmeye meyleden karşıt çiftler halindedir).
10-Bütün bunlardan, Yaradan´ın neden KARŞITLIKLAR´DAN AZADE(=münezzeh) ve mahlukat´ın ise neden KARŞIT ÇİFTLER halinde oldukları da anlaşılmış olur.Zira, EKSİKSİZLİK, MUTLAKLIK, SONSUZLUK, TEKLİK VE BEKAA nitelikleri ancak ve ancak karşıtlıklar üzeri(=fevkinde ve müteal) olmakla gerçekleşebilen niteliklerdir ki sadece Yüce Yaradan´a hastır.Dolayısıyle de, Yaradan´ın aksine, mahlukat hep EKSİK(=lekeli), GÖRELİ(=mukayyet ve bağımlı), SONLU(=sınırlı=haddi olan), ÇİFT(=antilerden mütevellit ve tekleşemeyen) ve BAKİ OLAMAYAN(=başı/gök´ü ve sonu/yer´i olan=öncesiz ve sonrasız olamayan)DIR.
4 yil sonra s.a
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
BATINİ SUFİLER, ''KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMEK'' İBARESİ VE ÖZELEŞTİRİ:
1-Batıni sufiler, kısaca ve şeklen, ''KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMELİ'' diyorlar.Yani şeklen doğru söylüyorlar fakat öz´ce tam tersini öneriyorlar.
2-Burada, KABUK´u ''beden''(=nefs=içgüdüler), ÖZ´ü de ''ruh''(=mana) olarak anlamak gerekir.Ya da, daha somut bir tabirle, kabuk´u AT, öz´ü de SÜVARİ olarak anlamak yerinde olur.Ya da çok daha dini manada, kabuk´u ZULUMAT, öz´ü de NUR olarak anlamalı.
3-Konuyu açmadan önce kendi adıma şunu itiraf etmeliyim : Ben Dabbe olarak, kabuk´ta mıyım, öz´de miyim? : Doğrusu, kabuk´tayım, şüphesiz.
4-RUH(=öz) bir alandır; NEFS te(=kabuk ta) bir alandır : Yani, ruh manevi bedendir, nefs ise maddi bedendir anladığım kadarı ile.
5-Ve bu manada, benim kabuk´ta oluşum eleştirilebilir, buna bir itirazım yok ve olamaz.
6-Ancak, kabuk´tan öz´e yani atlık´tan süvarilik´e geçiş ALLAH´I YALANLAYARAK olmaz.
7-Dolayısıyle, batıni sufilerin, bana göre, en büyük yanılgısı, Allah´ın ayetlerini yalanlamayı KABUK´tan ÖZ´e geçiş olarak anlamaları ve önermeleridir.Sorun tam bu noktada düğümlü.
8-Yani, batıni sufiler KABUK´TAN ÖZ´E GEÇMEK doğru ibaresi üzerinden, ayetler yalanlanarak, ÖZ´DEN KABUK´A GEÇİŞ´i önermektediler tam tersine.
9-Ben, Dabbe olarak kabukta olabilirim, fakat, elimden geldiğince, hem kendi günah ve hatalarımı itiraf etmeye ve hem de Allah´ın ayetlerini yalanlamamaya gayret ediyorum.
10-Dolayısıyle, ben, en fazla, kabukta kilitlenmiş, ham iman sahibi biriyim, öyle olduğumu düşünüyorum(=sanıyorum) ağırlıklı olarak.
11-Fakat benim kabuk´ta oluşum ile Allah´ı yalanlamamaya çalışışımı aynı kefeye koymamak gerekir.Günahlarım cezaya matuftur; Allah´ı yalanlamama´ya çalışışım iman´a ve az da olsa ödüle matuftur.
12-Yani, ben zaten kabukta hapis haldeyim, dolayısıyle, batıni sufilerin, beni ayrıca Allah´ı yalanlamaya(=inkar´a=şirk´e) davet etmelerinin hiçbir anlamı ve iyi bir yanı yok.
13-Zira, kabuk´ta da olsam, Allah´ı yalanlamamaya çalışışım , hesap günü, Rabbimiz´in rahmetine ve affına rastgelme olasılığını sürdürür; fakat Allah´ı kasten yalanlama yoluna gitmek, rahmet ve af olasılığını da tamamen ve kesin biçimde yok eder.
14-Dolayısıyle, KABUK´TAN ÖZ´E ya da NEFS´TEN RUH´A DAVET ya da MADDE´DEN MANA´YA DAVET´in ilk ve özlü şartı Allah´ı kasten yalanlama şirk´inden mümkün olduğunca uzak durmaktır.
15-Daha bu asgari müşterekte bile buluşulamıyor batıni sufilerle, ne yazık ki.Gerisini Rabbibimiz bilir ve umarım beni rahmetine ve affına eriştirir, diye niyazda bulunuyorum.
........................................................................................................................................
A-(Doğrusu) Ben nefsimi(=içgüdülerime olası meylimi/zaafımı) temize çıkaramam.Çünkü gerçekten nefis(=içgüdüler), var gücüyle(=ısrarla) kötülüğü(=sınırtanımazlığı) emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."
(12/53)
B-De ki: 'Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.' (ZÜMER/53)
C-Doğrusu Allah, Kendisine(=ZAT´ına ve KELAM´ına) ortak koşulmasını asla affetmez.Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (NİSA/48)
........................................................................
1-Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.(26/104)
2(Ey Muhammed!) biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.(21/107)
3-İşte bu, Allah'ın doğru yoludur. Kullarından dilediğini o doğru yola iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları bütün amelleri boşa giderdi. (6/88)
......................................................................................
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
DABBE´YE GÖRE HZ. İSA KIYAMETTEN ÖNCE DÖNECEK Mİ, DÖNMEYECEK Mİ? ÇOK KISACA VE ŞİMDİLİK :
1-Doğrusu, Hz. İsa´nın döneceğine ve dönmeyeceğine ilişkin olarak öne sürülen ayetlerin tümü, bana göre, çok ilginç biçimde, hem döneceğine ve hem de dönmeyeceğine tevil edilebilir gibi gözüküyor.
2-Fakat Dabbe olarak, bu konuya açıklık getirmek bakımından, özellikle ve öncelikle ALİ İMRAN/3-55/ ayeti dikkatimi celbediyor.Nasıl ve neden?
3-ALİ İMRAN-55´de, Rabbimiz ne diyor? : a- Sana(=İsa´ya) uyanları kıyamete dek küfredenlerin üstünde tutacağım b-Sonra, dönüşünüz Bana´dır, ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hükmedeceğim.
4-İşte bu iki ilahi söylem, Hz. İsa´nın dönmeyeceğini adeta kesin biçimde deklare ediyor gibi.Zira :
a-Rabbimiz, İsa´yı işin içine karıştırmaksızın, kıyamete dek, ona uyanları küfredenlerin üstünde tutacağını açık-seçik bildiriyor.Yani, kıyametin kopuş anına kadar, sahnede Hz. İsa yok fakat ona uyanlar ve küfredenler var.
b- Ve Rabbimiz, ''sonra, yani kıyametten sonra, dönüşünüz Bana´dır ve kıyamet sonrası, aranızdaki ihtilaflara dair hükümde bulunacağım'' demektedir.Buradan da, açıkça, hesap gününe ya da hesap anına kadar, İsa´yı izleyenlerle küfredenler hala var olacağı için, varsayıldığı ve inanıldığı üzre Hz. İsa´nın kıyametten önce gelip kendisine uyanlarla küfredenleri ayırt etmesi ya da ehli kitabı müslüman kılması imkansız.Çünkü, ayette, bu hesap işinin kıyametten sonra yapılacağı ve bunu yapacak olanın da Allah olduğu kesin bir biçimde belirtiliyor.
5-Eğer ayetten yalnış bir sonuç çıkarıyorsam, alimlerimiz ya da bu konuda yetkin araştırmacılar beni uyarsın lütfen.
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
Ara-değini -2 :
''EVREN Mİ İNSANIN İÇİNDE'' YOKSA ''İNSAN MI EVRENİN İÇİNDE'' MESELESİNİ BİR KEZ DAHA AYDINLIĞA KAVUŞTURMAK :
1-Bu ve benzeri hususları tekraren irdelemek iman ve vicdan borcudur, zira, bu gibi derinlikli ve müteşabih meseleler, anlamı açık bazı ayetlere rağmen, ezoterik din öğretileri tarafından çok istismar ediliyor ve insanlar Rabbimiz´in ''ASLA AFFETMEM'' dediği şirk´e sürükleniyor, maalesef.
2-Özellikle, zirve şirkin temsilcisi SUFİZM öğretisinde, ''HERŞEY/EVREN İNSANIN İÇİNDEDİR'' şeklindeki batıl inanç ,Kur´an´ın öz malı gibi sunuluyor ve satılıyor.
3-Fakat, şu bir gerçek ki, insan fıtraten, dolaylı biçimde tüm evrenle bağlantılı.Ancak, sadece insan değil, en küçük bir zerre bile tüm evrenle bağlantılı.
4-Yani, genel manada, BÜTÜN(=evren=kül) PARÇA(=zerre=cüz) ile kopmaz bir bağ ve bütünlük içinde.Bu manada, ''bütün parçayı taşır ve parça da bütünü yansıtır'' denklemi ilahi bir hakikattir.
5-Dolayısıyle, parçasal düzeyde ve düzlemde, yaratılış açısından, insan evrenin diğer parçalarına göre daha karmaşık, kompleks ve üstündür, amenna.Yani, insanın fıtri açıdan üstünlüğü, parçasal açıdan bir üstünlüktür.
6-Bu nedenle, insan, evreni(=bütünü) oluşturan elemanlar(=parçalar) birbirleriyle mukayese edildiğinde, bir üstünlük arzeder, fakat, bu insanın(=parça´nın) tüm evreni(=bütünü) kuşatması anlamına çekilemez.Ki, çekilemeyeceğini, Rabbimiz de, ilgili ayette, mealen ''şüphesiz yerlerin ve göklerin(=evrenin=bütünün) yaratılışı insanların yaratılışından daha büyük bir iştir, fakat çoğu insan bunu bilmiyor'' diyerek, açık-seçik şekilde belirtiyor.
7-Bu açık ayet ve sağduyu ortada iken, ezoterik öğretilerin, ''herşey insanın içindedir'' söylemi, ancak ve ancak, Allah´ın açık ayetini görmezlikten gelmeyi ve dolayısıyle inkar ve iman etmemeyi bildirir.
8-İnsanın, fıtraten, ilahi tümel yaratılışın kelebek etkisi kanunuyle bağlantılı olması başka birşey, ''herşeyin insanın içinde olması'' söylemi bambaşka birşeydir.Birincisinde, insanın, fıtri olarak ilahi kelebek etkisi yasası uyarınca evrenin tümüyle bağlantılı olduğu parçasal durum ve hakikat belirtilmiş olur.Fakat ''herşey insanın içindedir'' söylemi ''insan tüm evreni kuşatır'' anlamına tekabül eder, ki tamamıyle Allah´ın ilgili ayetine ters düşer ve insanı göz göre göre inkara ve imansızlığa sevkeder.
9-Daha açık bir deyişle, birinci önerme ''evren insanı kuşatır=bütün parçayı kuşatır=evren insandan büyüktür'', ikinci önerme ise ''insan evreni kuşatır=parça bütünü kuşatır=insan evrenden büyüktür'' anlamına tekabül eder.
10-Dolayısıyle, az biraz dikkat edildiğinde, Yüce Allah Kur´an´da ne diyorsa, ezoterik dinsel öğretiler ''batın'' kelimesini istismar ederek, Allah´ın bildirdiklerinin tam tersini söylüyorlar.Ki bu açıkça, yalancılık, inkar, imansızlık ve İblis´e hizmet anlamına gelir, maalesef.
11-Ve Allah´ın anlamı açık ayetleri hak´larının teslim edilmesini(=istismar edilmemeyi) bekler, seve seve ya da...
12-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
Ara-değini :
BİR ALINTI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ :
Bir Aşk Şehididir Hallacı Mansur
Ilahi aşkın coşkun sarhoşluğu ile Enel Hakk demiştir Tanrı Eri
Ağaçta konuşanın Hakk olduğuna inananlar.. Insanda konuşanın Hakk olduğuna inanmadılar, iman etmediler..
Hallacı Mansur has bir kul ve Hakk eriydi vesselam.
Himmeti üzerimize olsun
Sufizm ve İnsan
..............................................................................................
AÇILIM :
1-Ben, yukarıdaki sözü söyleyenlerin, şirk koşarak ta olsa, en azından, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına inandıklarını sanıyordum.Fakat ne yazık ki, yukarıdaki riya üzre olan bu söylem ve tespitten sonra, bunda da çok yanıldığımı iyice algılamış bulunuyorum.
2-Zira, yukarıdaki tevil, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına iman edenin ağzına asla yakışmıcak bir tevil ve tespit.Neden?
3-Zira, eğer, Hallac-ı Mansur´un ''ENEL HAK'' sözü, Allah´a iman etmek ve O´nun eri olmak bakımından kamil bir söz olsa idi, böylesine imanın ve Allah´ın eri olmanın sembolü olan bir sözü, Hallac´tan çok önce Peygamberler, yahut, en azından, son Peygamberimiz Hz. Muhammed söylerdi.
4-Öyle bir söz olacak ki, Allah´a iman etmenin ve O´nun eri olmanın(=kamil iman sahibi olmanın) sembolü ve dışavurumu olacak, ama, Allah, öyle bir sözü söylemeyi Peygamberlere nasip etmicek(=Kendi has erlerini es geçicek), fakat Hallac-ı Mansur´a nasip edicek.
5-İman ve vicdan sahibi dürüst bir insan, imanın asgari gereği olarak, Allah´tan korkar, korkmalıdır.
6-Başka bir söze gerek var mı arif olana?
7-Yani, sonuç itibarıyle, Peygamber(ler)in, şirk kaygısı ve sebebi ile, kaçındığı ve ağızlarından asla çıkmayan korkunç bir sözü, hala, Allah´ı ve Peygamberleri es geçip, ihya edenler, bu tutumlarıyle, Allah´a ve O´nun yaratıcılığına iman etmediklerini(=müşrik bile olamadıklarını fakat düpedüz münkir/imansız olduklarını) ve İblis´e er olduklarını gösteriyorlar maalesef.
8-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Çok şeyler yazmışın hakan kardeşim.Ama İslam da vehim denilen bir olay vardır.Sende de vehim sezdim.Çok şey biliyor olabilirsin ki sanmıyorum vehmin karanlık odalarında dolaşıyorsun.Arapçan yok sanırım.Ayrıca Nebi Rasul Hakk Mevla Rab ALLAH Sema Semavat Arz bunlar nedir? Daha sıkı bir fehme uğraş.Bir de dua yazacağım sana, benden değil ha."Allahümme ahricni min zulümatil vehmi ve ekrimni bi nuril fehmi" duayı oku sonra yorumlamaya uğraş tevilden de uzak dur.
Bismillah !
HAK VE HAKİKAT ADINA BATINİLERE(=Sufi´lere) NE SÖYLENSE KÂR ETMİYOR MAALESEF :
1-Bir kere, Allah´a teslim olmanın tam açılımı HAK´ka teslim olmak, BATIL´ı reddetmek demektir, yoksa, herşeyi HOŞGÖRMEK demek değildir.
2-Ki bu nedenle, Rabbimiz´in bir de EL MUNTAKİYM şeklinde bir esması vardır.O halde, bu ilahi isimden hareketle, insan bir yana, bizzat Rabbimiz´in bazı şeylere KİN beslediğini anlıyoruz.Peki, Rabbimiz neye karşı kin besliyor olabilir? : İşte, hak´kın üzerini örtüp batıl´ı öne çıkarmaya ve çıkaranlara Allah kin besliyor demektir, HAK´lı olarak.
3-Bu nedenle LA MEVCUDA İL ALLAH kasıtlı sözü ya da inancı BATIL´A(=küfr´e) girer, zira, mesele hak´kı söyleyip söylememekle ilgilidir.Yani ''La Mevcuda İl Allah'' kasıtlı sözü, tam tersine, İMAN´ı reddedip KÜFR´ü yerine ikame etmek(=diriltmek) demektir.Neden? : Çünkü İMAN´ın olmazsa olmaz temel şartı Allah´ın yaratma hak ve hakikatına iman ve teslimiyettir.Bu nedenle, Yaradan´ın yaratılmamış mutlaklığı ile yaratılanın yaratılmış izafiliğini mukayese edip, Rabbimiz´in yaratma hakikatini yok saymak küfr ve şirk anlamına karşılık gelir.
4-ALLAH´I SORGULAMAK ile ALLAH´I YARGILAMA´yı birbirine karıştırmamak gerekir ve tam aksine, imanın şartı olarak, Allah´ı(=O´nun kelamını)sorgulamalı fakat yargılamaktan kaçınmalıdır.Sorgulamak daha iyi anlamak(=imanı yenilemek, düzeltmek ve olgunlaştırmak) içindir, yargılamak ise Allah´ın yerine geçmek içindir(=kendini ilahlaştırmaktır).Ve Allah´ı(=O´nun kelamını) sorgulamayan(=iman etmeyen), zorunlu olarak, Allah´ı yargılar(=küfreder).
5-HOŞGÖRMEK ile TAHAMMÜL ETMEYİ birbirine karıştırmamak gerekir, zira HOŞGÖRMEK Allah´ın sevmediği batıl´ı da kabullenmek demektir, fakat TAHAMMÜL ETMEK fedakarlık göstermek ve mümkün olduğunca kırmadan gelişmek ve geliştirmek demektir, hak ve batılı ayırtede ede ve dile getire getire.
6-HÜSN-Ü ZAN ile HÜSN-Ü YARGI´yı da birbirine karıştırıp, birilerini HAZRET olarak tanımlamaktan kaçınmak gerekir.Bir insan, sıradan bir insanın ya da bir alimin BÜYÜK(=hazret) olduğuna hüsn-ü zan edebilir, ancak hüsn-ü yargı edemez.Zira, hüsn-ü zan görece değişmeye ve haddini bilmeye açıktır, ancak hüsn-ü yargı değişmeye ve haddini bilmeye kapalıdır.Dolayısıyle, bir insan, haddini bilmek şartı ile, ''ben o kişinin hazret olduğuna inanıyorum''' hüsn-ü zannında bulunabilir, ancak ''o kişi hazrettir=o kesin hazrettir'' hüsn-ü yargısında ve tanımlamasında bulunamaz ve bulunmamalıdır, zira, Allah yerine birine kesin bir dille HAZRET unvanı vermek, Allah´ın hükümranlık hak´kını çiğneyip O´nun yetkisini kendine mal etme saygısızlığını getirir.Kimin ne olduğu, hesap günü belli olacak, lütfen haddi(=hak´kı) aşmayalım.
7-Ayrıca, hazretlik, ilimden çok önce, TAKVA(=haddini bilme duygusu) ile ilgili bir niteliktir, yani, çok ilimli biri çok takvasız ya da çok ilimsiz biri çok takvalı olabilir.
8-Ayrıca ALLAH´IN TEKLİK´i ile insanların ya da varlıkların BİRLİK´ini birbirine katmamak gerekir.Allah´ın tekliği mutlak, ezeli, ebedi ve paylaşımsızdır fakat varlıkların ve insanların birliği izafi, başlangıçlı, sonlu ve paylaşımlıdır.
9-SEVGİ hak´kı sevmek içindir, NEFRET batıl´dan nefret etmek içindir.Hiç hak ile batıl; iman ile küfr; tevhid ile şirk, temiz ile pis bir olur mu?
10-Dolayısıyle hak´kı örten, had-sınır tanımayan her söz ve söylem de nefs ile(=heva vü heves ile=kibir ile) konuşmak demektir, ayrıca öfkeli ve kızgın olmaya gerek yok, zira, ilahi sınırları(=hak ve hakikat sınırlarını) tanımamak zaten fazlasıyle öfkeli ve kızgın oluşun dolaylı dışa-vurumudur, güleryüz gösterilse bile, Allah´tan konuşuluyor olsa bile.
11-Bu kadarı yetmez mi, velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak?
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
🐬🐧👋
Bu kadar efendi İnsanlar dururken
Bilmem neden daha seviyesiz ademlerle vakit harcarsınız
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
YÜCE ALLAH İLK NEYİ YARATMIŞ OLABİLİR? NAÇİZANE VE KISACA -1 :
1-Tabi bu soruya hiçbir islam alimi ve bilim adamı tatmin edici belirginlikte bir yanıt veremiyor ve farklı referans noktalarından hareketle farklı teviller ve yorumlar yapılıyor.Sanırım bu farklı ya da benzer tevillerin kaynağında da Kur´an ayetlerinden ziyade bazı hadisler yatmaktadır.
2-Bu hadisler arasında özellikle ve öncelikle, mealen, sahihliği kesin olmayan ''BEN GİZLİ BİR HAZİNE İDİM, BİLİNMEK İSTEDİM VE MAHLUKATI YARATTIM'' hadisi baz alınıyor.Özellikle tasavvufçular, tasavvufçular arasında da özellikle sufiler(=batıni mutasavvıflar) bu hadisi hayati derecede önemsiyorlar ve bu hadisten hareketle de ilk yaratılan şeyin NUR-U MUHAMMED(=kamil akıl=soyut kamil insan=soyut kamil insan olma taslağı) olduğunu varsayıyorlar.
3-Tabi, naçizane bana göre, Rabbimiz´in ilk neyi yarattığını farkedebilmemize yardımcı olması açısından, ayetler ve hadisler bir yana, MUTLAKLIK ve İZAFİLİK kavramları en temel kriter kavramlardır.Ki bu iki kavram o denli önemlidir ki, Kur´an ayetlerinin de, hadislerin de Rabbimiz´in muradına ve kastına uygun biçimde anlaşılmasında olmazsa olmaz anahtar işlevini görürler.
4-Dolayısıyle, bir insan, Kur´an´dan ve hadislerden hiç haberi olmasa da, eğer Yaradan´ın mutlak ve yaratılanın izafi olduğu anlayışına(=hakikatine) ermişse ve bu hakikati kabul etmişse, bu durumda, Rabbimiz´in ilk neyi yaratmış olabileceğini de doğruya yakın bir biçimde tahminliyebilir.Şöyle ki :
5-Şimdi, MUTLAKLIK mefhumu, hiç tartışmaya yer bırakmaksızın beş temel anlamı(=niteliği) bildirir bize :
a-KENDİLİĞİNDENLİK(=kendilik=yaratılmamışlık=sebepsizlik ve sonuçsuzluk)
b-SONSUZLUK(=baş´sızlık ve ayak´sızlık=ezelilik ve ebedilik)
c-TEKLİK(=bölünmezlik=parçalanmazlık ve bütünlenmezlik=kürre-zerre dışılık=bütün-cüz dışılık)
d-TAMLIK(=kemalat=artmazlık ve eksilmezlik=eksiksizlik=evrilmezlik ve devrilmezlik=zerreden kürreye evrilmezlik ve kürreden zerreye devrilmezlik=ilerlemezlik ve gerilemezlik=sabitlik=acziyetten azadelik) ve
e-ÇELİŞMEZLİK(=karşıtlıksızlık=karşıtlıklardan münezzehlik=Kendi´nde karşıtların cem edilemezliği=müteal´lik).
Dolayısıyle, İZAFİLİK mefhumu da, bunların tam tersini bildirir :
a-KENDİLİĞİNDEN OLAMAYIŞLIK(=yaratılmışlık=yaratılmaya muhtaçlık=sebeplilik ve sonuçluluk)
b-SONLULUK(=baş´lılık ve ayak´lılık=ezeli ve ebedi olamayışlık)
c-ÇİFT´LİK(=bölünürlük=çokluk şeklinde karşıtlara/karşıt çiftlere bölünüş)
d-EKSİKLİK(=kemalata erememe=artarlık ve eksilirlik =evrilirlik ve devrilirlik=zerreden kürreye evrilirlik/tekamül ve kürreden zerreye devrilirlik=ilerleyenlik ve gerileyenlik)
e-ÇELİŞİRLİK(=karşıtlara bölünürlük=karşıtların bütünlüğü=karşıtların birliği=karşıtların cem´i=tekleşememe)
6-Tabi, Rabbimiz´in ilk neyi yaratmış olabileceği hususunu doğruya yakın bir şekilde tahmin edebilmek için, bu kavramlardan sadece ÇELİŞKİ kavramı yeterlidir.Neden? :Çünkü Rabbimiz´in tüm nitelikleri O´nun Kendi Zat´ında sonsuzca ÇELİŞMEZ olduğunu bildirir nihayet.
7-Bunu nasıl anlıyoruz? : Rabbimiz´in kendiliğindenliğinden(=sebepsizlik ve sonuçsuzluğundan= kıyam bi-nefsiliğinden) anlıyoruz.Zira kendiliğinden olan, kendiliğinden(=sebepsizce ve sonuçsuzca) kendi kendisini sonsuzca ve teklik biçiminde tasdik eder.Yani, kendiliğinden Kendi olan, aynı anda BEN KENDİ´MİM(=kendini tasdik) ve BEN KARŞIT KENDİ´MİM(=kendini inkar) ikilemini(=çelişkisini) taşımaz.
8-Kendiliğinden bir Kendi, kendisiyle hiç karşıtlaşmaksızın(=karşıt iki Kendi´ye bölünmeksizin), kendi kendisini bir TEK KENDİLİK olarak sonsuzca tasdik eder.
9-Demek ki MUTLAK olan ile İZAFİ olanı birbirinden sonsuzca ayırt eden en temel şey(=nitelik=kıstas), mutlak olanın teklik şeklindeki sonsuz ÇELİŞMEZLİK´i, buna mukabil, izafi olanın da teklik olamayan mütemadiyen ÇELİŞİRLİK´idir.Yani, mutlak Yaradan Kendi Kendisiyle sonsuzca ÇELİŞMEZ(=aynı anda, kendi kendisini tasdik-inkar ikilemine düşmez), fakat, izafi olan ise(=yaratılan ise) kendi varlığıyle sonsuzca tasdik-inkar ikilemine düşer(=kendisile sonsuzca çelişir).
10-Dolayısıyle, Allah ilk olarak herneyi yaratmış olursa olsun, o yarattığı şey, mutlaka ve mutlaka kendini TASDİK-İNKAR ikilemini ve çelişkisini taşır, aksi halde, Allah´a ne Yaradan diyebiliriz, ve ne de Halık-mahluk ayrımını yapabiliriz, yani Halık ile mahluk aynı şey olur.Dolayısıyle HAKİKAT açısından, kelami/felsefi/anlambilimsel düzlemde korkunç ve sonsuz bir ŞİRK PARADOKSU´na (açmazına=çelişkisine=kelami bunalıma=kelami şizofreniye=akıl çıkmazına=hakikat şizofrenisine=semantik tutarsızlığa) düşeriz.
11-Zira, kendi kendisini aynı anda tasdik ve inkar ikileminden(=çelişkisinden), ancak ve ancak MUTLAK olan AZADE olabilir, yani kendiliğinden(=yaratılmamış) olan azade olabilir.Fakat kendiliğinden olmayan(=yaratılmış) olan aynı anda kendisini tasdik ve inkar çelişkisinden(=çift kutupluluğundan) azade olamaz.
12-O halde mahlukatı Yaradan´dan ayırt eden en temel fark, mahlukatın KENDİ KENDİSİYLE ÇELİŞME(=çatışma) İKİLİĞİDİR(=karşıt çift´lerin kaynağı=karşıt doğu ve batı çiftlerinin kaynağı=kutupsallık).Yani, mahlukat, tekil, tikel ve tümel olmak üzre her düzlemde kendi kendisini aynı anda hem tasdik eder hem inkar eder ontolojik olarak.Peki, bunun tam açılımı nedir?
13-Buradan anlaşılır ki, bunun tam açılımı, yaratılan ilk şeyin KARŞITLIK İLKESİ(=zıtlık yasası) olduğu gerçeğidir.Yani, Tek olan Allah´ın(=karşıtlardan, çift oluştan, dolayısıyle kendisiyle çelişmek´ten/şizofreniden/yarılmaktan/parçalanmaktan azade olan Allah´ın) ilk yarattığı şeyin doğrudan ÇELİŞME YASASI olması kaçınılmazdır, ki böylelikle Yaradan´ın mutlaklığı(=çelişmezliği) ve yaratılanın da izafiliği(=çelişirliği) daha işin(=yaratılışın) başında belli olmuş olsun.
14-O halde, Rabbimiz´in yarattığı ilk şey doğrudan ne DOLULUK ve ne de BOŞLUK; yahut ne RUH ve ne de NEFS; yahut ne NUR ve ne de ZULUMAT ; yahut ne HAYAT ve ne de ÖLÜM ; yahut buna benzer hiçbir ikilik(=karşıtlık=çiftoluş=bölünüş) olamaz.Zira, olaya, sebep sonuç ilişkisi açısından baktığımızda, tüm zıt oluşların temelinde ZITLIK İLKESİ(=yani yaratılmış bir kendisiyle çelişme ikilemi=kutupsallık) yatar.
15-Dolayısıyle, doluoluş-boşoluş; ruholuş-nefs oluş; nuroluş-zulumatoluş; hayatoluş-ölümoluş vb. tüm zıt OLMAK´lar(=zıt oluş biçimleri), bizzat en berideki zıtlık yasasının ikiliğinden(=çift karekterliliğinden) doğarlar(=İKİ DOĞU VE İKİ BATI HAKİKATİ).Yani ZITLIK İLKESİ, zaten, kendi kendini aynı anda hem tasdik ve hem de inkar etme kargaşası ve yetmezliğidir(=yasasal karşıtlık şizofrenisi=kendiyle çelişme paradoksu=kendine yetemezlik=varoluşsal/ontolojik bunalım=KAOS).
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym!
''HİÇ´TEN HİÇ ÇIKAR=ex nihilo nihil fit'' SÖZÜ BENCE DOĞRU BİR SÖZDÜR, ANCAK:
1-Bu doğru söz, yalnış bir yorumla, ya ateizmi tasdik için, ya da ezoterik islami(=dini) hiççiliği(=batıl tasavvufu) tasdik için kullanılmaktadır ne yazık ki.
2-Halbuki, bu noktada, OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ ayrımını yapmak iman ve vicdan gereğidir.
3-Yaradan dışında hiçbirşey mutlak değildir, dolayısıyle ve son tahlilde, olmakta olan herşey, Yaradan´ın mutlaklığına nispetle koskoca OLAN BİR HİÇ´tir.
4-Ancak OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ ayrımı, iman ve küfür bağlamında, son derece önemli ve gerekli bir tespit ve ayrımdır.
5-Zira OLMAYAN HİÇ Yaratıcı´nın henüz yaratmadığı durum iken, OLAN HİÇ Yaratıcı´nın yarattığı durumdur.
6-Dolayısıyle, OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ, yaratılış hakikati bağlamında, son derece farklıdırlar.
7-Yani, Yüce Yaradan´ın yaratması, OLMAYAN HİÇ´i OLAN HİÇ´e çevirmesinde tecelli eder ve gerçekleşir, ki bu nedenle, Yaradan, mealen ''BİZ HERŞEYİ HAK İLE YARATTIK'' der.
8-Evet, sonuçta yani Yaradan´ın mutlaklığı ve sonsuzluğu bağlamında, mahlukat bir hiç´tir ama OLAN BİR HİÇ´tir(=yaratılan bir hiç´tir).Dolayısıyle, OLMAYAN HİÇ(=yaratılmamış hiç) ile OLAN HİÇ´i(=yaratılmış hiç´i) aynılaştırmak, ancak iman etmemekle ve batıl(=inkarcı) din inançları ile ilgili olabilir.
9-Zira OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ´i aynılaştırmak Yaradan´ın yaratmaması ile yaratmasını aynılaştırmak demektir, ki prensipal olarak KÜFR´e taalluk eder.
10-O halde, OLAN HİÇ, OLMAYAN HİÇ´ten gelir ama kendi kendine gelemez, yani, bir Yaradan´ın o olmayan hiç´i olan hiç´e çevirmesi ŞART´tır.
11-İşte bu nedenle, var olan mahlukata HİÇ değil fakat OLAN HİÇ denmelidir, aksi takdirde Yaradan´ın yaratıcılığı(=hakikat) inkar edilmiş olur, ki bu da küfr ve şirke girer kesinlikle.
12-Dolayısıyle olmayan hiç PASİF HİÇ´tir(=yaratılmamış hiç´tir=varlaşmamış hiç´tir), olan hiç ise AKTİF HİÇ´tir(=yaratılmış hiç´tir=varlaştırılmış hiç´tir).
13-Ve genel anlamda, OLAN HİÇ, OLMAYAN HİÇ´TEN gelir, yani HİÇTEN HİÇ çıkar.Fakat birinci hiç yaratılmamış pasif hiçtir, ikinci hiç birinci hiç´in karşıtı yaratılmış aktif hiç´tir.
14-O halde OLMAYAN HİÇ ile OLAN HİÇ´i eşitlemek, Yaradan´ın yaratmaması ile yaratmasını eşitlemek demektir, ki kesin biçimde küfür ve şirktir.Zira tüm oluş biçimleri(=varlaşan hiç biçimleri), ancak ve ancak Yaradan´ın OL emri ile gerçekleş(ebil)mektedir.
15-O zaman HİÇ´TEN HİÇ ÇIKAR sözü doğrudur ancak hakkı ile yorumlanmak(=iman ve vicdan) şartı ile doğrudur, yoksa ateizme ya da batıl dini ezoterizme alet edilmek üzre ve şartı ile değil.
16-Sonuç olarak, Allah´ın yaratması demek, HİÇLİK´i yaratması demektir, yani HİÇLİĞİ OLDURMASI demektir.O halde OLMAYAN HİÇ(=yaratılmamış hiç) başka bir şeydir, OLAN HİÇ(=yaratılmış/oldurulan hiç) bambaşka bir şeydir.
17-Ve olan hiç´i olmayan hiç olarak anlamak ve göstermek küfür ve şirkin, olan hiç´i yaratılan hiç olarak anlamak ve göstermek iman ve tevhidin konusudur, naçizane bence.
18-Velhasılı kelam, ve´l Kaadir-i Mutlak.
The Beast/Der Keim/La Bête/Dabbet
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
RUH´UN DOĞASINA İLİŞKİN KISA BİR İLAVE :
1-Yüce Allah ilgili ayette mealen ''O´NA(=İNSANA) RUHUMDAN ÜFLEDİM'' diyor.
2-Şimdi, bu noktada, RUH´u genel olarak melekesel yetileri, daha doğrusu melekesel kuvveleri içeren POTANSİYEL BİR KUVVELER TOPLAMI olarak anlamak gerekir.
3-Ancak, bu RUH üfürülen(=Allah´ın Kendi ilminde izafi olarak/örneksiz/asılsız yaratıp üfürdüğü) potansiyel bir kuvve olduğu için, Yaradan´ın mutlak Zat´ının bir cüzzü değil, fakat üfürmesi aracılığıyle ESEN bir kuvvedir, ki bu da, ruh´un O´nun bir ESER´i(=yaratısı)olduğunu gösterir.
4-Bu demektir ki, RUH esasen NEFS´in baskısına ve güdümüne karşı potansiyel enerjiyi ya da kuvveleri taşıyan bir ARAÇ´tır.Yani, RUH bir araç-enerji(=belki de ''burak'' denilen şey) olduğu için AMAÇ olamaz.
5-Zira, asıl amaç Allah ile kurbiyyet(=yakınlık=dostluk) kurmaktır, ki bu da, ancak RUH´un aracılığı(=araçlık´ı) üzerinden olabilir.Dolayısıyle RUH Yaradan ile rabıta kurmanın ARACI´dır ama AMACI değildir.
6-O halde, RUH hernekadar üfürülen mahluk bir kuvve(=mahluk bir araç) olsa da, Yaradan ile kurbiyyet kurmada en önemli araç olduğu için, çok(=en) değerli araçtır da.Yani ve nihayet, RUH Allah ile rabıta aracımızdır(=burak´ımızdır).
7-Bu nedenle, RUH´un Allah ile rabıta kurmamızda bir araç olması, asla, ne aracın Allah´ın Zat´ının(=mutlaklık´ının) bir parçası olduğunu gösterir ve ne de Allah ile rabıta kurmada önemsiz olduğunu gösterir.Yani, ruh çok önemlidir, fakat ne mutlaktır, ne sonsuzdur ve ne de AMAÇ´tır(=ilah değildir=ruh´un da ilahı Allah´tır).
8-Fakat Allah ile rabıta kurmamızda en önemli mahluk(=üfürülmüş=estirilmiş=eser) araçtır.Asıl amaç, Allah ile, O´nun razı olduğu sınırlar(=emirleri ve yasakları) çerçevesinde KURBİYYET(=yakınlık=dostluk) kurmaktır.
Dolayısıyle, Allah ile kurbiyyet kurmada, RUH´sal tekamül son derece önemli hale gelir.Zira, AMAC´a ulaşmada, ARAC´ın geliştirilmesi şarttır.İşte, bu nedenle, ARAÇ(=ruh), çok önemlidir.Zira, araç yetkinleştirildikçe, AMAÇ(=Allah ile kurbiyyet kurma) imkanı ve imanı da artar.Fakat, eğer, mutlak ve sonsuz olmayan ARAÇ(=ruh) NEFS´in ağına takılı kalırsa, amac´a ilerleme imkanı daralır, ki, bu da, ARAC´ın(=ruh´un=kurbiyyet burak´ının) yetkinleştirilmemesinden(=tekamül ettirilmemesinden=daha teknolojik/yetkin donanım evrelerine ilerletilmemesinden) ötürü olur.
9-Dolayısıyle, ruh´un önünde engel olarak duran en önemli kuvve NEFS´tir(=diyelim ki yedi ölümcül günahların tümüdür) ve nefs son derece güçlü bir engeldir.O halde, RUH Allah ile rabıta kurmada nefs karşısında kullanılabilecek potansiyel araç-kuvvedir.Bu nedenle, nihai olarak, RUH bir amaç değil, fakat Allah ile kurbiyyet kurmamızda bize buraklık vazifesi görebilecek en önemli mahluk ARAÇ´tır.
10-Zira, Allah ile kurbiyyet kurmak, O´nun Zat´ına dahil olmak(=mutlaklık´ına=Zat´ına cüz/ortak olmak) değil, fakat, izafi ölçeklerde(=mahlukluk sınırları içinde) Allah´ın rıza´sına görece kavuşma halleridir.Yani, Allah´ın Zat´ına dahil olmak(=O´nun Zat´ı ile birleşmek=Zat´ının ortağı olmak) ile Allah´ın(=Zat´ın) rızasına kavuşmayı, birbirine kaynaştırmaktan(=bütün-cüz ortaklığına sokmaktan), eşleştirmekten ve eşitlemekten kesinlikle içtinab etmek gerekir.
11-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar, de ki: "Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir." İsra Süresi / 85.Ayet
konulara net cevap verememiş hoca
nasıl bir netlik yada bir ifade şekli istiyorsun.. resmen hoca aptala anlatır gibi anlatmış.. yani aptal biri dinlese anlar demek istiyorum.. sen neyi anlamadın. hangş cevap net değil.. yada nasıl bir netlik seni tatmin eder...
@@ahmetuyank9081 aklınca laf çakmışsın(aptala anlatır gibi anlatmış)diyerek.senin gibi embesillere cevap vermem ama istisna olsun.bak ben üstü kapalı laf çakmam direk söylerim.embesil ahmet iyi oku anla.ben birşey anlamadım yazmadım.hocayı dinlememe gerek yok açar bakarım kitabımı.hocanın avukatlığı sanamı kaldı embesil ahmet.
Bismillah, Subhan Allah ve Allahu-l Aziym !
RAHMAN-17´DE GEÇEN ''İKİ DOĞU VE İKİ BATI'' İFADESİNİN PARANTEZ İÇİ İKİ İLGİNÇ YORUMU:
A-O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.(=DÜZ MEAL)
B-O, iki doğunun ve iki batının (insanlara göre doğu ve batının ve de cinlere göre doğu ve batının) Rabbidir.(=YORUMLU MEAL-İskender Ali Mihr))
C-İki doğuş yerinin (dünya ve ölüm ötesi yaşam boyutu) Rabbidir ve iki batış yerinin (dünya ve kabir âlemi) Rabbidir.(=YORUMLU MEAL- Ahmed Hulusi)
.............................................................................................
DABBE´CE AÇILIM, KISACA :
1-Genel olarak doğu kelimesi ''DOĞMAK'' ve batı kelimesi de ''BATMAK'' manalarını çağrıştırır daha ziyade, bence.
2-Bu durumda, doğmak fiili ''artı-lanma'' ve batmak fiili de ''eksi-lenme'' mefhumlarını çağırır.
3-O halde yaratılan herbirşeyin(=herbir zıt´tın) doğması ve batması olmalıdır.Yani ve örneğin, IŞIK ve KARANLIK zıtlığını ele alalım : ışık´ın(derecesinin) artması ve eksilmesi olduğu gibi, karanlık´ın(derecesinin) artması ve eksilmesi de vardır ve böyle anlamak, sağduyuya ve basirete çok daha denk düşer, bence.
4-Dolayısıyle, bu genel doğma-batma derecelenmesi tüm zıt-çiftler için geçerli olsa gerektir.Örneğin hayat-ölüm çifti için, hayat´ın derecesi arttıkça(=canlılık derecesi doğdukça=yüseldikçe), ölümün derecesi eksilir(=cansızlık derecesi batar=alçalır), keza tersi de doğru olur bu durumda.
5-O halde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ilahi ifadesinin, İskender Mihr hocamızın dediği gibi, İNSANLARIN DOĞUSU VE BATISI VE CİNLERİN DOĞUSU VE BATISI şeklinde anlamak yerine, genel olarak(=ontolojik olarak) AKIL-İÇGÜDÜ(=ruh-nefs) zıtlığı olarak anlamak, bence, daha uygun düşer.Zira, gerek insanların ve gerekse cinlerin ortak paydası, ikisinin de AKIL-NEFS(=şuur-şehvet) polaritesini taşıyor olmalarıdır.Dolayısıyle, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ifadesinin iç anlamı, farklı kategorik varlıklarda değil, fakat, genel olarak, herbir varlığın kapsamındaki akıl-içgüdü zıtlığında aranmalıdır.Ve AKIL VE İÇGÜDÜ farklı ve zıt iki temel eğilim oldukları için, doğuş ve batış vektörleri de zıt olmalıdır.Yani, akıl´ın doğma ve batma derecelerine mukabil olarak, zıt yönlü içgüdü´nün doğma ve batma dereceleri olmalıdır, bence.
6-Ahmed Hulusi hocamızın yorumuna gelince : bana göre, bu yorum da geçersizdir.Zira, adı üstünde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI ifadesi, birbirine zıt iki doğu ve zıt iki batı(=zıt iki doğma ve zıt iki batma) mefhumlarını davet eder doğal biçimde.Dolayısıyle, iki doğu ve iki batı ifadesi, HAYAT-ÖLÜM zıtlığınıın geneline teşmil edilir, edilmelidir.Yani, hayat´ın doğma ve batma dereceleri ve ölüm´ün doğma ve batma dereceleri şeklinde anlaşılmalıdır.Zira, Yüce Allah herşeyi çiftler(=zıt ikizler) halinde yarattığını beyan ediyor, ki, bu da, herbir zıt´tın doğma ve batma vektörlerinin farklı ve zıt olmasını haber verir ve gerektirir.Dolayısıyle, hayat(=canlılık) varlığının artılanması(=canlılık derecesinin artması=doğması), zıt´tı olan ölüm´ün eksilenmesini(=cansızlık derecesinin azalmasını=batmasını) gerektirir.Tersi de geçerlidir.
7-Dolayısıyle, son tahlilde, İKİ DOĞU VE İKİ BATI prensibi, BU DÜNYA VE AHİRET DÜNYASI zıt çifti için de geçerli olmalıdır.Yani, bu dünyanın doğusu ve batısı ile ahiret dünyasının doğusu ve batısı da ters vektörlü olsa gerektir, ki, bu nedenle DECCAL´e izafe edilen SU-ATEŞ zıtlığı bu dünyanın doğusu ve batısına tekabül eder.Yani, DECCAL bu dünyanın su´yunu(=doğusunu) ve ateş´ini(=batısını) gösterir.Fakat bu dünyanın su´yu(=doğusu=cenneti) ahiret dünyasının ateş´ine(=batı´sına=cehennemine), ve ateş´i de(=batı´sı da=cehennem´i de) ahiret dünyasının su´yuna(=doğu´suna=cennet´ine) tekabül eder.Zira, Rabbimiz´in bir ayetinde, mealen, ''O GÜN YERLERİN VE GÖKLERİN DURUMU DEĞİŞİR'' demesi, benim algıladığım kadarı ile, işte bu dünyanın, daha doğrusu bu evrenin doğusu ve batısı ile ahiretteki evrenin(=dolayısıyle ahiretteki dünyanın) doğusu ve batısı´nın zıtlığına(=zıt koordinatlılığına) bir işaret ve göndermedir(=zarf´tır).Ancak elbette, herşeyin en doğrusunu, sadece Yüce Rabbimiz bilir.
8-Velhasılı kelam ve´l Kaadir-i Mutlak.
Dab.
Alametler diye bir sey yok bos yere sozde hoca bozuntulari ile bulandirmayin konuyu. Allah senaryo yazmis oynatiyor ise oyuncularin sucu ne diye sorarlar adama sonra
Kimsede sormuyor ali imran 81 den once hz isa icin ummet olarak gelecek diyor sonra 81.ayeti okuyor size elci resul gelince ona tabbi olacaksaniz diyor? Halbuki allahin onceki peygamberlere dedigi birbirinizi destekliceksiniz dedigi lafi gelip hz peygamaberden sonrasinda sozde gelecek kisiyle acikliyor! Hz isanin acikca oldugu ali imran 55 teki olum kelimesine ne anlamlar yukluyor zuhruf 61 deki leilmun kelimesine leelemun diyor allah sanki onun dedigi gibi diyemiyordu da lafi kendine uydurup rivayeti kurtarmak icin ila alamet yapacak! Hz peygamberin son peygamber olmasina karsi dglim ama ondan sonra hz isa inecek ummet ama diyecek!hz isa icin goge yukseltildi diyor halbuki kuranda hz isa icin gok kelimesi yok!nebiler kitap almaz diyecek ama onun kendi elinden okudugu ali imran 81 in hemen basi nebilere kitap ve hikmet verildiginde diye kendisi ceviriyor! Ustelik hicbir referans gostermiyor.bunlar rivayeti kurtarmak icin kuranin feda edilmesinden baska birsey degildir..BIZ YEMEYIZ HOCAM...YINEYE AFIYET OLSUN. ne diyim.kotulemek icin demiyorum iyi yonleride olabilir hocanin en azindan piyasadaki cogundan iyidir ama iste napacaksin...iyi aksamlar
canan sen kripto yahudisin kızım
benim meslem
yahudi meselesi
kim bu yahudiler?
benim meselem senin meselen,,, kim bu yahudiler?
bu kostak karı kim mesela??????
yahudini?
yahudimi?
yahudiler, neden, sürekli analarını siktiriyor?
mesela???????? :))))))))
İnanmayın bu masallara...Kıyametin alâmeti olmaz.Aniden olacak bir olay ",ben geliyorum " demez.
Sen Kurana bile inanmıyorsun.
Burnunla mi dinledin ?
@@nevzatemsiz bu konuda prof.dr.mehmet okuyanın videosunu izlerseniz görursunüz.
@@yusufziya5779 tam adamini bulmussun tencere kapak olmussunuz
yazık kafana cidden yazık.. sadece yük olarak taşıyorsun... hocanın tek bir dediğini reddededecek delil yok elinde.. olmadığı içinde.. masal dersin hayal dersin... bide kalmiş mehmeť okuyanı dinleyin diyor... şefaat yok diyen Mehmet okuyan haşa hz meryem çift cinsiyetli diyen Mehmet okuyan.. yaw arkadaş sizin canınız ekşili istiyor herhalde.. eğer mehmede inanıyorsan. sen ona oda sana mübarek olan.. ama konu bu değil.. bu mehmet elinden geldiği kadar ayetleri çarpıtıyor. âyette olmayan manaları. kendi ifadesiyle güzelce süsleyip önünüze sürüyor..ve şunuda diyor bu ifade kuran ifadesidir.. zaten zurnanın zırt dedği yerde bu. adam benim ifadem dese kimse inanmaz ama kuran bunu ifade ediyor dedği zaman.. senin gibi ilimden haberi olmayan bilgisiz insanlar.. şu ifadeyi kullanıyor.. yaw adam ayet okuyor.. halbuki bu ayetin mansı değil mehmet okuyanın ifadesi olduğunu bilmiyorsunuz ... işte tamda burda tuzağa düşüyorsunuz kör ve sağır bir şekilde. körü körüne tabi oluyorsunuz.....