Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap) Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar
@@entjteknolojia.s.5395 iyi de herkes onu Şaman Selenge olarak biliyor. Bilinen adı buysa ne yapabiliriz? O kendisinin bir Şaman olmadığını, bakşı olduğunu söylüyor. Olur olmaz herşeye deli olmamanızı öneririz. Sağlığınız bizim için değerli!
😌🌿🤍❤️, çok mantıklı, herkese yol gösterici gönderilmişse, türklerin ki kim, hiç böyle düşünmemiştim,yıllardır Kur'an'ı anlayarak okumaya çalıştığım halde, hep hazırlara odaklandım!!!! teşekkürler.
Tarih-u Mülük ve Müslüman kitabının yazarı Nahle Kalafat da, “Oğuz Han; adı geçen bu büyük Hakan İbrahim Halil asrında yaşamıştır” demektedir… (Oğuz Han ve Hz. İbrahim (aleyhisselam) aynı çağda yaşamışlardır. M. Ö 1880 ) Oğuz Han’la Hz. İbrahim (aleyhisselam) Şam’da görüşmüşler ve sonra ikisi birlikte hacca gitmişlerdir. Daha sonra ise; Oğuz Han, Hz. İbrahim’in eşi Sara’dan doğma oğlu Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş birçok erkek çocukları olmuş ve onlara “ İshak Oğulları” denilmiştir. ” (yani ishakoğulları selçuklu/osmanlı ve Türkiye Türkleri oluyor. Bizim Oğuz Türkleri dediğimiz Türk boyu) ********* İshak Oğullarından maksat Oğuz Han ve onun soyundan gelenlerin ta kendisidir. Bilindiği gibi, Oğuz Han, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş ve onun Hz. İshak’ın kızının soyundan gelen çocuklarına Hz.Peygamber birçok hadislerinde “Beni İshak; İshak Oğulları “ adını vermiş ve onları bu isimle zikretmiştir ki bu şüphesiz Hz.Peygamber’in Türkler hakkında ve İstanbul’un fethi ile ilgili en güzel iltifat ve en büyük mucizelerinden beridir. Nitekim A.C. Paşa, Süleyman Şah’ın kırkıncı göbekten soyunun İshak Peygamber’in oğlu Ays’a ulaştığını söylediği gibi, Müneccim Başı’na göre ise, Ertuğrul- ’un nesebi, Ays b İshak b. İbrahim’e ulaşmaktadır. *********** Hz.Peygamber (aleyhisselatu vesselam); İstanbul’un fethinin, o devirlerin kullanılan gelen silahlar ve harp aletleri (mancınık vb.) nin dışında, Müslümanların toplu halde söyledikleri güçlü, heybetli “Tekbir seslerini” andıran ve çok büyük bir ses ve gürültü çıkaran (bir aletle Toplarla) fethedileceğini beyan etmiş ve bunu duyanları hayret içinde bırakmıştır. Bu tekbir sesini andıran büyük seslerle, (Toplar) önce şehrin bir duvarının düşeceğini ve yine diğer heybetli bir sesle şehrin başka bir duvarının düşeceğini, ancak Haliç’e bakan duvarın sağlam kalacağını bildirmiş ve bu büyük fethi bütün yönleri ile gözler önüne sermşti **************************** Mondoros Mütakeresi ile Osmanlı devleti fiili olarak sona ermiştir (1918). İstanbul da işgal edilmiştir. İstanbul'un 2.fethi bu işgalden kurtularak gerçekleşti. ********************************** Roma'nın fethine gelince; Hz.Peygamber’in (aleyhisselatu vesselam) Roma’nın fethi ile ilgili hadislerinin mefhum ve muhtevalarından anlaşıldığına göre: Roma’nın fethi silâhla askerle değil daha ziyade manevi tebliğ ve irşad yolu ile olacaktır. --------------------------------------------------------------------------------------------- APA 7. Sürüm (Kitapçı, Z., & editör : Hakan Kitapçı. (2015). Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler 2: Vol. Sekizinci basım. Yedi Kubbe Yayınları.
Zırvalamissıniz Tarihlerine bak TÜRKLER 4-5bin yıl evvel Daha SEMA DİNLERİ yok iken Peygambersiz CENNETİ CEHENNEMI keşfetmiş GökTengrinin simgesi *DOLUNAY* dır Sema dinleri *TÜRKLERDEN ÇALA ÇALA KENDİLERINR HİKAYE UYDURMUŞLAR VE BUNU """"SIYASİ OLARAK KULLANMIŞ HALKI MANÜPÜLE ETMEKTE KULLANMIŞLAR""""* Bizim yönetimimize karşı gelen Yaratıcıya karsıdır ve ÖlümüHaketmistir sistemi SemaviDinlerin temeli IslamMasallarindaki Mucizeler Kaya yarıldı Deve çıktı Yunusun karninda bilmemkac yıl yaşadı Kütük ağlıyordu Hurma ağaçları peygambere selam veriyordu Peki GERÇEK BİR MUÇIZEMİ İSTIYORSUN Ekinoks denilen (Gece ve Gündüzün Eşit olduğu günler) Biz TürkMilletinin DİN BAYRAMIMIZ Şenlikler Dualar Adaklar Danslar Şarkılar Kutlamalar 5-6 bin yıl önce *Hangi aletle Türkler ölçtü ve Gece ile gündüzün EŞİT olduğu zaman BAYRAM yapalım kararı verdi* Işte bu GERÇEKTEN DİN MUCIZESİDİR *TANRININ VARLIĞININ ISPATIDIR* Zira İslamiYoutibe kanallarina bakarsaniz *Doğa ana Tabiat ana ile İslamı ıspata kalkışırlar (Elma ile aarmut aynı topraktan çikar tadı farklı demekko ALLAH yapiyor) Haýır Hayır Hayır TENGRİ YAPIYOR 😂😂 DOĞA ANAMIZ YAPIYOR TABIAT ANAMIZ YAPIYOR KÖKTENGRİMIZ YAPIYOR (Allah dediğin TÜRKLERDEN DİN ÇALARAK araplara uydurulmuş PUTPEREST gelenekleridir)* Tengri biz menen
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap) Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar
Zü’l-Karneyn Hz. İbrahim ve Oğuz Han Görüldüğü gibi bunlar Hz. Peygamber’in Zü’l-Karneyn’le ilgili temel beyanları- dır. Hz. Peygamber bu Rabbani beyanları ile bu mübarek Kur’ân âyetlerini bir manada tefsir etmiş ve Onun yüce şahsiyetini nerede ise elle tutulur bir şekilde çok daha müşahhas bir hale getirmiştir. Bununla beraber konunun bizim için çok daha önemli bir yönü daha vardır. O da; gerek Kur’ân-ı Kerim, gerekse Hz. Peygamber’in birçok hadislerinde zikri geçen bu Yüce Tanrı Kulu ve ilâhi komutanın gerçekte Oğuz Han’ın ta kendisi olduğu- dur. Buna sebep de, bu Tanrı Kulunun, Hz. İbrahim ile olan manevi bağlarıdır ki, bu üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Zîra temel İslâmi kaynakların bu konulardaki rivâyetlerinden de öğrendiğimize göre; Zü’l-Karneyn’le, Hz. İbrahim çoğu hâlde aynı asır, birçok kereler aynı coğrafi iklim ve mekânlarda yaşadıkları gibi ayrıca, bir birleri ile birçok defalar görüştükleri ve onun Hz. İbrahim’in telkini ile Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim çok değeri tarihçilerimizden biri olan el-Ezrakî’nin bu konu ile ilgili bir rivâyetinde şöyle demiştir; “Zü’l-Karneyn: Allah’ın dostu Hz. İbrahim’in eliyle Müslüman oldu. Onunla birlikte hacca gitti ve Kâ’be’yi tavaf etti. Bu tavaf sırasında oğlu Hz. İsmail aley- hi’s-selam da onlarla beraberdi. ” Mamafih, Zü’l-Karneyn’in Hz. İbrahim’le olan bu güzel ilişkileri hakkında bizim başka bilgilerimizde vardır. Nitekim Ubeyd b. Umeyr’den bir rivâyetten öğrendiğimize göre o, şöyle demiştir; “Zü’l-Karneyn, hacca yaya olarak gitmiştir. Ne var ki o sıra- larda hac için Mekke’de bulunan Hz. İbrahim, bunu duyunca derhal onu karşıla- maya çıkmış; onu kucaklamış ve ona hayırlı dualar etmiş ve Zü’l-Karneyn de bu vesile ile onun elini öpmüştür.” O kadar ki, Hz. İbrahim’in bu duası sebebiyle Cenâb-ı Hak, bulutları Zü’l-Karneyn’in emrine vermiş ve nereye giderse ordularını oraya taşımış- tır.” Temel İslâmi kaynakların bu beyanlarından da anlaşıldığı gibi, Zü’l-Karneyn’in; Hz. İbrahim zamanında yaşamış (M.Ö. XVIII. asır) ve Onun telkini ile Hanifliği kabul etmiştir. Bir hac mevsiminde ve yaya olarak geldiği Kâ’be’nin gölgesinde, Hz. İbrahim’le buluşup kucaklaştıkları gibi ayrıca Hz. İbrahim, bir îmân hâkimiyetine giden yolda, onun için Cenâb-ı Hakk’a birçok dualar etmiş ve böylece birçok ilâhi sırlara mazhar olmuştur. Bu veriler şüphesiz Zü’l-Karneyn’in tarihi şahsiyetinin yeniden keşfi, onun gerçek adı ve milli kimliğinin tespitin de bizlerin; önünü açacak ve bizlere yeni bir güç ve kuvvet vere- cektir. Bu arada şunu ifade edelim ki, Kur’ân-ı Kerim’in Zü’l-Karneyn’le ilgili âyetlerinin ifade ettiği yüksek hakikatler, onların verdiği işaret ve beşaretler: Ayrıca daha sonraki asırlarda buna bağlı olarak cereyan eden baş döndürücü olay- lar, O’nun Batı ve Doğu seferleri bir çağlayan gibi akıp giden zaman nehri içinde değer- lendirildiği, ak saçlı, aksakallı, nur yüzlü Türk Tarihi Dedesi ve onun şahsı manevisine Zü’l-Karneyn kimdir? Diye sorulduğunda o; bütün heybeti ile ayağa kalkmakta, şehadet parmağı ile Doğu Tûran Yurdunu göstermekte ve gök gürlemesini andıran ve ufukları zorlayan bir sesle bizlere seslenmekte ve şöyle demektedir; Zü’l-Karneyn; gelmiş geçmiş en büyük Dünya Fatihlerinden biridir. Asıl Adı Oğuz Han dır. Türk Milletine mensup ve kendisine “KUT” verilmiş bir kimsedir. Tûran Yurdunda ve Asya’nın “Büyük Ruhu” olarak ayağa kalmıştır. Hz. İbrahim zamanında (XVIII. asır) yaşamıştır. Onun telkin ve irşadı ile, Haniflik dinini ka- bul etmiş ve onu Tûran Yurdu merkez olmak üzere Büyük Okyanustan Nil Nehri sahille- rine kadar yayılan koca bir îmân hâkimiyeti hâline getirmiştir. Buna sebepte Fahr-i Kâinat efendimizdir. Zîra Hz. Peygamberin cedd-i âlâsı olan Hz. İbrahim ve onun dinini desteklemek üzere Oğuz Hanı gönderen O, Zât-ı Kibriya, Hz. Peygamber ve Onun dinini desteklemek üzere bu defa onun soyundan gelen Türk milleti ve step kahramanlarını gönderecek ve böylece onlarda Hz. Peygamberin dinini, Orta Doğu esas olmak üzere üç kıtada, Çin Seddi’nden ta Viyana önlerine kadar yayılan bu geniş coğrafyada bir îmân hâkimiyeti hâline getireceklerdir. Temel İslâmi Kaynaklar Bu Hususlardaki Görüşleri Gerçekte İslâm öncesi Türk Tarihi’nin bu görüşlerini temel İslâmi kaynaklarda doğrulamakta ve bizlere büyük ölçüce hak vermektedir. Nitekim bundan önceki sayfalarda çok daha ayrıntılı bir şekilde de ifade edildiği gibi, başta el-Ezraki olmak üzere, daha birçok selef uleması Zü’l-Karneyn’in Hz. İbrahim’in nübüvvet yıllarında yaşadığı, onun- la çağdaş olduklarını söyledikleri gibi, ayrıca Hz. İbrahim’le Zü’l-Karneyn arasındaki ilâhi dostluk ve muhabbetleri ile ilgili verdikleri bilgiler ise bizleri bir hayli duygulandır- maktadır. Diğer taraftan bir çağlayan gibi akıp giden zaman nehri içinde Hz. İbrahim devri ve onun devrine yön veren büyük olaylar ve bu olayların kahramanları incelendiğinde karşımıza bütün haşmet, azâmet ve ululuğu ile Oğuz Han ve onun şahsında Türk Milleti çıkmaktadır. Zîra Oğuz Han da; Zü’l-Karneyn olayında gördüğümüz gibi, Hz. İbra- him’le tanışmış onun dini Hanifliği bütün varlığı ile kabul etmiş, daha sonra onunla be- raber hacca gitmiştir. Diğer taraftan, İslâm Âlimlerinin, Zü’l-Karneyn olarak sürdükleri birçok şöhretli kimselerin Hz. İbrahim’le en ufak bir ilişkileri olmamıştır. Bununla beraber, bu yöndeki ilâhi gelişmeler pek tabiî olarak bununla da sınırlı kalmamıştır. Hz. İbrahim; Oğuz Hanın kızı Kan Tura hatunla evlendiği gibi, ayrıca Oğuz Han’da, onun Sara adındaki eşinden doğma Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş ve böyle dini dostlukları yanı sıra, sıhriyet bağları ile, onların bu dostlukları çok daha güçlü ve kuvvetli bir hale gelmiştir. Asıl bundan sonradır ki Oğuz Han; “Batı” ve “Doğu” cihe- tinde birçok büyük seferlere çıkmış ve Hz. İbrahim’in dini olan “Hanifliği”, Büyük Okyanustan Nil nehri sahillerine yayılan bu geniş coğrafyada çok büyük bir cihan hâkimi- yeti hâline getirmiştir. Bu bakımdan Hz. İbrahim devrinin bütün bu baş döndürücü olayları: Kur’ân-ı Kerim’in Zü’l-Karneyn’le ilgili dile getirdiği büyük olaylarla karşılaştırıldığı ve tarih objek- tifinde değerlendirildiğinde; Zü’l-Karneyn karşımıza bütün azâmetiyle bir Oğuz Han olarak çıktığı gibi; Oğuz Han da karşımıza bütün haşmeti ile tam bir Zü’l-Karneyn ola- rak çıkmaktadır. Oğuz Han, hayatı ile bire bir, Zü’l-Karneyn’in hayatını yaşatmış ve kendi asrının bu sırrına mazhar en büyük Zü’l-Karneyn’i olmuştur. Temel İslâmi kaynaklar da bizim bir vesile ile özetlemeye çalıştığımız bu gelişmeleri doğrulamakta ve bizim bu görüşmele- rimizi büyük ölçüde desteklemektedir Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’le çağdaş olduğu ve onunla, birçok defalar karşı karşıya geldiği hususu milli kaynaklarımızda da dile getirilmiştir. Nitekim Hasan el- Beyati’nin “Câm-Cem Ayin” adındaki eserinde yer olan beyanlarından öğrendiğimize göre; “Türk Hükümdarları arasındaki ilk îmân eden kişi; Hz. İbrahim Aleyhi’s- selâmdan Âhir zaman Peygamberinin vasıflarını işiterek en evvel “La ilâhe illallah ve Muhammedûn Rasûlüllah” diyen ve kavmini Allahu Teâlâ’ya davet eden Oğuz kavmi- nin atası Oğuz Handır.” Bununla beraber, çok değerli Osmanlı tarihçisi, M. Neşri de buna benzer beyan- larda bulunmuş ve aynen şöyle demiştir; “Bütün bu hadisler Hz. İbrahim Halilullah zamanında oldu. Zaten o; Hz; İbrahim’e îmân getirmişti.” Mamafih, milli kay- naklarımızda Oğuz Han’la Hz. İbrahim arasındaki bu görüşmelerin Oğuz Han’ın Şam seferi sırasında gerçekleştiği ve daha sonra ikisinin birlikte hacca gittikleri bildirilmektedir.Görüldüğü gibi, milli kaynaklarımız bütünüyle el-Ezraki’yi doğruladığı onu görüş- lerini çık daha iyi anlaşılır bir hâle getirdiği gibi, arıca ak saçlı, aksakallı Türk ve İslâm Ta- rihinin; Kur’ân’da Zü’l-Karneyn olarak anılan kişinin Oğuz Han olduğu yolundaki şaha- detini kabul etmektedir. Nitekim A. Neşri de buna benzer bir görüş ileri sürmekte ve aynen şöyle demektedir; “Türkler şöyle sanırlardı ki Hak Teâlâ’nın, Kelam-ı Kadi- minde zikrettiği İskender-i Zü’l-Karneyn belki budur; yani Oğuz Handır.” Yine Osmanlı döneminde yazılmış tarih kitaplarından bir diğeri olan Rüstem Pa- şa’nın; Tevârih-i Âl-i Osman adındaki meşhur yazma bir eserinde de aynı görüşleri ileri sürmüş ve şöyle demiştir: “Etrak (Türkler) şöyle zikrederlerdi; Hak süphânehu ve teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’inde “Biz Zü’l-Karneyn’e dedik ki; deyu zikrettiği meğer bu Oğuz Handır.” Fakat bizim bu konuda asıl görüşlerine yer vermek istediğimiz bir büyük Türk Âlim ve müfessiri daha vardır. O da Vânî Mehmed Efendi’dir. (öl. 1684) İşte bu değerli Türk Tefsir Âliminin el-Kehf sûresinin Zü’l-Karneyn’le ilgili âyetlerinin tefsiri de böyledir. Vânî M. Efendi, bu âyetleri tefsir ederken Zü’l-Karneyn’in şahsında Oğuz Han’ı gör- müş ve aynen şöyle demiştir: “Türkler Kur’ân-ı Kerim’de bahsi geçen Oğuz Han olduğunuzu söylerler ki, bu hususta tereddüdü mucip bir şey yoktur.
Kur’ân’a Göre Oğuz Hanın Doğu Seferi ve Yeni Türk Kavimleri Mamafih; Zü’l-Karneyn’in bu Doğu cihetindeki seferlerinin hâkimiyet sınırları da, Batı seferinde olduğu gibi, karaların bittiği yerlere çoktan ulaşmış bulunuyordu. Peki O, şimdi ne yapacaktı? Şüphesiz geri dönecek değildi. Bu defa Cenâb-ı Hak ona yeni bir Kızıl Elma hedefi daha göstermiştir. Daha sonraki gelişmeler, Zü’l-Karneyn’in Doğu cihetine yaptığı bu büyük seferinin bu yeni Kızıl Elma hedefi olduğunu göstermiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak bu yöndeki ilâhi beyan ve hikmetlerini açıklamaya devam etmiş ve şöyle buyurmuştur Sonra Zü’l-Karneyn başka bir sebebe uydu. Yani yeni bir durum daha ortaya çıktı ve o bu defa güneye yöneldi Nihâyet iki dağın arasında bir yere vardı.” Burada karşımıza bir soru çıkmaktadır. Bu iki dağ neresidir? Değerli İslâm alim ve müfessirleri bu hususta neler söylemişlerdir? Zü’l-Karneyn’in bu doğu seferi sırasında karşına çıkan iki dağ meselesi hala bizimde karşımıza aşılması zor iki dağ gibi dikilip durmaktadır. Vahyi ilahinin bu ifadelerinden, bu iki dağın yerinin neresi olduğunu şimdilik tespit etmemiz mümkün değildir ve asıl meselede bundan kaynaklanmaktadır. Bu dağların teoride her ne kadar, Türkistan’ın doğusunda ve onun doğu sınırları civarında ve Türklerle meskûn bölgelerin bittiği yerlerde olması gerekmekte ise de, asırlardır yapılan hummalı araştırmalara rağmen bu yüksek ve Kur’ân sırrına mazhar yüce dağların yeri halâ bulunamamıştır. Bu dağlar bulunduğu zaman Kur’ân-ı Kerim’in bu gün ilim ve ufuk ötesi birçok sırları da çözülmüş olacaktır. Bununla beraber vahy-i ilahinin bu yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre; “İşte Zü’l-Karneyn buralara gelince bu dağların önünde öyle bir kavim buldu ki onlar söz laf dinlemeyen kendilerine güvenen oldukça gururlu ve medeni bir kavim idi.” Ne var ki, yukarda olduğu gibi burada da karşımıza bu kavim meselesi çıkmaktadır. Peki bu kavimler kimlerdir? İslâm Âlimleri ve bu arada Türk Müfessirleri; bu kavimlerin etnik kimlikleri hakkında fazla bir şey söylemedikleri gibi, ayrıca onlar bu kavimlerin; dillerinin garip, ifadelerinin kısa, sözlerini ifâde etmekten aciz, lisan bilmeyen, zihinleri basit ve anlayışları kıt bir kavim olduklarını kaydetmişler, ve böylece bu kavimlere de çok büyük bir haksızlık etmişlerdir. Zîra bu âyetin siyak, sibak ilişkileri, müfessirlerimizin bu görüşlerinde pek de haklı olmadıklarını ortaya koymaktadır. Zîra onlar; demir ve kömürü sosyal hayatlarında, çok büyük bir medeniyet unsuru olarak kullandıkları gibi, ayrıca Türklere has demircilik sanatını da çok iyi biliyorlardı. Bu takdir de onların katıksız bir Türk kavmi olmaları gerekmektedir. Onlar, Türkçe konuşuyorlardı. Ne var ki, aynı dili konuşmalarına rağmen Zü’l-Karneyn’le konuşurken şive zorluğu çekiyorlardı. Bu da gösteriyor ki, bu âyetin özünde de Oğuz Han ve Türkistan’ın geniş doğu sınırlarındaki Türk kavimleri bulunmaktadır. Bizim bu mantıkî izahlarımız bir yana, zaten Harzemli büyük Türk Müfessiri Allâme Zemahşeri,en ufak bir tereddüt göstermeden onların bir Türk kavmi olduklarını söylemiş ve bizleri de çok büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır. Diğer taraftan onların çok büyük demir, kömür, bakır ve kurşun yatakları vardı. Yine onların iyi niyetli ve insanlığın hayrına çok güzel şeyler düşünen ve bu hususta şer odaklarına karşı ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır bir kavim oldukları anlaşılmaktadır. Üstelik onlar; Zü’l-Karneyn’le demiri bir inşaat malzemesi olarak kullanmak sûretiyle muazzam bir Sed yapma ve onun teknik imkânlarını konuşabilecek çapta medeni seviyeler çok üstün insanlardı ve Sed yapma teklifi de onlardan geliyordu. Mamafih, Hamdi Yazır Hoca da, muhtemelen ez-Zemahşeri’ nin bu görüşünü esas almış ve “ekser müfessirlerin görüşüne dayanarak onların Türk olduklarını” söylemiştir ki bu bize göre çok, çarpıcı ve üzerinde durulması gereken bir tespit olmalıdır. Zîra demircilik, bu Türklerin tarihin derinliklerinden kopup gelen bir ata mesleği idi. Şâyet Zü’l-Karneyn; Ye’cüc ve Me’cüce karşı aşılması güç bir Sed yapacaksa, bu Seddi ancak onların bu husustaki üstün hünerleri, iş âletleri, insan gücü hülasa her türlü yardım ve destekleri ile yapabilirdi. Bu bakımdan bu kavmi; çok basit geri kalmış yokluk ve sefalet içinde kıvranıp duran bir kavim olarak görmek çok hatalı olur. Bu ancak şive farklı dolayısıyla ortaya çıkmış ve çok kısa bir süre devam etmiş bir zorluk olmalıdır. Nitekim bundan sonraki âyet-i kerimelerin yüksek beyanlarından da anlaşıldığı gibi; bu kavmin önde gelenleri, Zü’lKarneyn-i Cihan Oğuz Han’la aralarında ne bir tercüman ve ne de bir aracı olmadan gümbür, gümbür kendi dilleri ile yani Türkçe konuşmuşlardır. Bundan da öte onlar Zü’l-Karneyn’den malzemeleri kendilerinden olmak üzere Ye’cüc ve Me’cüc denilen bir kavmin önüne aşılması çok zor bir Sed inşa etmesi için çok sıkı bir iş birliğine girişmişler ve bunda muvaffakta olmuşlardır. Bütün bunlar, onların Allah’ın rızasına mazhar ve hoşnutluğunu kazanmış bir kavim olduklarını göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerim Ye’cüc Me’cüc Zü’l-Karneyn Seddi ve Türkler Mamafih, Kur’ân-ı Kerim’in yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre bu kavmin önde gelen beyleri, topluca Zü’l-Karneyn’in huzuruna çıkmışlar ve şöyle demişlerdir; ذا اَ Ey Zü’l-Karneyn! Şüphesiz bu Ye’cüc ve Me’cüc kavmi var ya, işte onlar, yıkıcı ve bozguncu insanlardır. Yeryüzünü büyük ölçüde bozgunculuk ve fesada vereceklerdir. Onların önü hele bir açılacak olursa, onlar bütünüyle yeryüzünü tahrip edecekler, insanlar çok zor onlar ve sıkıntılı günler yaşatacaklardır.” Bu karşılıklı konuşmalar, onların, diğer taraftan Zü’l-Karneyn’le bilakis çok iyi anlaştıklarını ve müfessirlerimizin yukarda ki ulu orta beyanlarının aksine, onunla konuşurken hiçbir zorluk çekmediklerini gösterdiği gibi, ayrıca bizim de bu hususta ne kadar, haklı olduğumuzu ortaya koymaktadır. Bu konuşmalar, aynı zamanda onların çok temiz, dürüst, aklı başında ve insanlığın hayrına çok iyi şeyler düşünen kalpleri çok temiz, mümin ve muvahhid bir kavim olduğunu göstermektedir. Bütün bu güzel vasıflar onların gerçekte Türk olduklarının bir başka delil ve işareti olarak kabul edilmelidir. Bu bakımdan onlar sözlerine devam etmişler ve şöyle demişlerdir; Biz sana mâli yönden destek sağlasak da, onlarla bizim aramıza aşılması zor bir Sed, bir sur yapsanız, ne dersiniz? Her ne kadar Müfessirlerimiz bunu vergi olarak tefsir etmişlerse de, bu verginin çok ötesinde mali ve bedeni bir destek yani, araç-gereç, malzeme yönünden bir destek olmalıdır. Çünkü onların çok zengin demir, bakır, kurşun ve kömür yatakları vardı. Zaten onlar, demircilik sanatında çok ileri bir kavimdi. Bu da onların varlıklı ve zengin bir kavim olduklarını göstermektedir. Ne ilginçtir ki, Zü’l-Karneyn bu kavmin önde gelenlerine, O, Yüce Rabbine olan îmânı ve Zü’l-Karneyniyet sırrı ve makamının gereği çok asil bir durum sergilemiş ve şöyle demiştir bana Rabbiminَ verdiği güç ve kuvvet şüphesiz, sizin bana vereceğiniz mâli imkândan daha hayırlıdır. Bu bakımdan ona hacet yok. Ancak bana maddi anlamda yardım ediniz. Bana bu iş için on binlerce işçi binlerce amele, usta bulunuz. Bu Seddin inşası için gerekli olan âlet, edevat, demir, bakır, kurşun v.s., gibi inşaat malzemelerini dağlar gibi yığınız! Tâ ki ben de sizinle onların yani Ye’cüc ve Me’cücün önüne, çok ilerde ve iki büyük dağın yamaçları, arasında çok sağlam ve aşılması çok zor bir Sed, çok yüksek bir sur duvarı yapayım.” Bundan önceki birçok âyetler gibi el-Kehf sûresinin bu âyetlerinin asıl muhatabı da şüphesiz Oğuz Han oluğu gibi ayrıca doğu Türkistan’ın sınır boylarına yerleşmiş medeni Türk kavimleridir. Bütün bunlar, Zü’l-Karneyn’in doğu cihetine yaptığı bu ikinci büyük seferden asıl maksat ne olduğunu da bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. O da, hayırlılarla şerliler, iyilerle kötüler arasında aşılması çok zor bir Sed inşa etmek ve iyileri kötülerin şerrinden korumaktı. Vahy-i ilahide zikri geçen iyiler, Türk kavimleri olduğuna göre bu Sed; her türlü şer odaklarının önüne yapılacak ve onları, Cenâb-ı Hakk’ın çok büyük bir lutfu olarak kıyâmete kadar bu şer odaklarına karşı koruyacaktı. Bu da Türk Milletinin, Allah katında ne kadar mübarek bir yeri olduğunu göstermektedir. Bu bir va’d-i ilâhi idi. Ne ilginçtir ki, daha sonraki asırlarda cereyan eden baş döndürücü dini ve siyasi olaylar, büyük deprem ve çalkantılar bu va’d-i süphaniyi doğrulamış ve Türk Milli varlığı bunca musibet ve belalara rağmen bu günlere kadar gelmiş ve bu böyle kıyâmete kadar da devam edip gidecektir. Zaten bu baş döndürücü gelişmeleri başka türlü izah etmemiz, mümkün değildir. Diğer taraftan yine bu âyetler; Zü’l-Karneyn yani Oğuz Han’ın karşılaştığı bu yeni Türk kavminin, bu teknik harikası büyük Sed’di yapabilecek güçte ve çok üstün bir teknik donanım ve medeniyete sahip çok büyük bir kavim olduklarını göstermektedir. Böylece binlerce usta, on binlerce işçi, bir o kadar âlet ve edevatla bu muazzam Sed’din Türk ustaları, Türk işçileri ve Türk Kağanı Oğuz Han-ı Zü’l-Karneyn tarafından yapılması da başlamış oluyordu. Öyle ya, Mısır Firavunlarının Nil kıyılarında ve yontulmuş blok taşlardan (her birinin ağırlığı 25 ton) muhteşem piramitler yapmalarından asırlarca önce, kudretli Türk Kağanı Oğuz Han ve onun emrinde çalışan Türk usta ve mühendisleri ile Türkistan’ın en uç sınır bölgesinde bir Yüce Mevlâ namına ve insanlığın hayrına Mısır piramitlerinden çok daha muhteşem bir teknikle ve demir, bloklardan oluşan çok muhteşem bir Sed yapacaklardı
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Sed Nasıl İnşa Edilmiştir? Ne ilginçtir ki, bu gün bile, bütün insanlık, bütün teknik ve ekonomik imkânlarını bir araya getirse ve bundan çok daha büyük bir tehlike karşısında kalsalar dahi, böylesine büyük, böylesine muazzam bir Sed yapmaları ve insanlığı muhtemel bir felaketten korumaları mümkün değildir. Mamafih bütün bu alt yapı hazırlıkları tamamlandıktan sonra Sed’din inşasına başlanmıştı. Sed, iki büyük dağ arasında ve binlerce km. uzunlukta bir mesafede ve iki dağı birleştirecek bir seviye ve yükseklikte yapılacak ve böylece bu Seddi kimsenin değil geçmesi, onda en ufak bir delik açması bile mümkün olmayacaktı. Her ne kadar bu Sed’din yapımının ne kadar sürdüğü hakkında Kur’ân-ı Kerim’de fazla bir sarahat yoksa da, bunun onlarca sene devam ettiği de zannedilmemelidir. Zîra Kur’ân-ı Kerim’in bu husustaki beyanlarından anlaşıldığına göre; Sed’din temelleri iki dağın arası bir geçit yerinde atılacak ve sanki bir duvar şeklinde olacaktı. Bunun için daha önceden hazırlanmış ve tonlarca ağırlığındaki demir bloklar getiriliyor, onlar bir kat kömür ve bir kat demir olmak üzere, bu gün bilmediğimiz bir teknikle üst üste yığılıyor ve böylece bu muazzam Sed’deki yerini almış oluyordu. Biz, zihnen Sed’din işte bu sıralarda ne kadar muhteşem ve heybetli bir manzara arz ettiğini gâyet güzel tahmin edebiliyoruz. Bütün bunlar, öyle tahmin ediyoruz ki Cenâb-ı Hakk’ın, Kudüs’te ve büyük mabedin inşası sırasında Hz. Süleyman gibi, Zü’l-Karneyn’e verdiği gizli ilim, güç ve kuvvet sayesinde mümkün oluyordu. Sed’din surları iki büyük dağ arasında bu şekilde inşa ve belli bir seviyeye geldikten sonra Zü’l-Karneyn, her biri belki onlarca deriden yapılmış büyük körüklerin kurulmasını emretti. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, bundan sonraki gelişmelerden bizleri haberdar etmiş ve şöyle buyurmuştur; Artık Sed’din yapımı bu şekilde ve iki dağın yamaçları arasında belli bir yüksekliğe ulaşınca, Oğuz Han-ı Zü’l-Karneyn körükleri başında emir bekleyenlere hitap etmiş ve şöyle demiştir: demir ki Tâ! körükleyiniz Artık blokları eriyip kor gibi bir ateş parçası oluncaya kadar yakınız!” Şimdi binlerce devasa körük, on binlerce usta ve işçi, bu işi yapıyor ve dev bir canavar gibi bu demir kütlelerine nefes üfürüyorlardı. Bu inananlarla, inanmayan ve insanlara her türlü kötülüğü yapmaya kilitlenmiş, bozgunculukta sınır tanımayan bir kavmin önünde yapılmış bir îmân Sed’di idi. Artık bu körükler sayesinde demir blokları eriyip bir kor yığını hâline gelince Zü’l Karneyn-i Cihan Oğuz Han çevresindekilere şöyle demiştir: Şimdi siz bana erimiş bakır eriyiği getiriniz! Ben de bu eriyiği onun üstüne boşaltayım
Sed’din Yapımında Emeği Geçen Türk Usta ve İşçileri Demirler bloklar halinde birbirinin üzerine konulmuş, körüklerle ateş iyice harlanarak eritilmiş ve nerede ise ateşten bir duvar hâline gelmiş ve Sed’din kaba inşaatı bu şekilde tamamlanmıştı. Şimdi bu demirlerin birbirleri ile kaynaştırılması için onların arasına bakır eriyiğinin (bir bulamaç gibi), bu ateşten inadına yüksek duvarın üstüne çok büyük bir maharetle dökülmesi gerekiyordu. Bu demek oluyor ki, Zü’l-Karneyn; bir taraftan Sed’din demirlerini kor hâline getirmek için devasa körük ve körükçüleri iş başı ederken diğer taraftan, tonlarca bakırı yine devasa kazanlarda eritmek için o kazanların başındaki yüzlerce binlerce işçi ve mühendisleri de seferber etmiştir. O devasa kazanlarda eritilen bakır eriyikleri de yine, Zü’l-Karneyn’in Allah’ın kendine verdiği çok özel bilgi, güç, kuvvet ayrıca on binlerce Türk ustası, Türk işçisi ve Türk mühendislerinin gayreti ile, bu kor hâline gelmiş demir blokların üzerine büyük bir maharetle dökülmüş ve böylece; bir Kur’ân ve Zü’l-Karneyn mucizesi olan Sed’din inşası da tamamlanmış oluyordu. Bu o çağlarda kimsenin bilmediği bir teknik, medeniyet ve sanat harikası idi. Bundan böyle, değil Ye’cüc ve Me’cüc, hiçbir güç ve kuvvetin ne üstünden veya ne de bir gedik açarak her hangi bir yerinden geçmesi mümkün değildi. Nitekim bu keyfiyeti Kur’ân-ı Kerim çok güçlü bir vahiy üslubu ile ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur Artık bundan böyle ne Ye’cüc ne Me’cüc ve ne de bir başka güç kuvvet bu seddi aşabilir ve seddin üzere herhangi bir gedik açabilirlerdi.” Evet Oğuz Han veya Zü’l-Karneyn-i Cihan; binlerce usta on binlerce ameleyi seferber etmiş, gece gündüz demeden karıncalar gibi çalışan bu insanlar yani Türk işçisi, Türk ustası ve Türk dehası sâyesinde çok muhteşem bir sanat eseri ve çok büyük bir Sed ortaya çıkmıştı. Böylece O; Türk kavmine vermiş olduğu sözü de yerine getirmiş oluyordu. Bu yukarda da ifade edildiği gibi, Hz. Süleyman’ın Kudüs’teki muhteşem mabedin inşasından sonra Cenâb-ı Hakk’ın özel lütfu ve inâyeti ile yapılmış ikinci bina idi ve kıyâmete kadar böylesine muhteşem Üçüncü bina olmayacaktı. Ne ilginçtir ki Zü’lKarneyniyet sırrına mazhar bu büyük insan, Sâhibü’z-Zaman, bu işteki başarısının sırrını kendinde aramamış ve bunu Cenâb-ı Hakk’ın kendisine olan sonsuz bir lütfu ve inâyeti olarak görmüş ve aynen şöyle demiştir: Rabbimin Yüce, bu İşte bana olan sonsuz bir merhamet ve lütfunun eseridir. Yani ne sizin hüneriniz ve ne de benim irade ve tasarrufumla yapılmıştır. Ancak bu varlık âleminde, her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu sed’din de bir süresi ve Cenâb-ı Hak tarafından takdir edilmiş bir vakt-i merhunu vardı. Bu bakımdan Rabbimin ve’d-i ilâhisi geldiğinde onu da yerle bir eder. Artık ondan ne bir eser ve ne de bir iz kalır. Şüphesiz benim Rabbimin bu vadi haktır ve bu süreç tamamlandığı ve asıl kıyâmet sürecine girildiğinde onu da mutlaka yerle bir edecektir.” Görüldüğü gibi bunlar Cenâb-ı Hakk’ın, Zü’l-Karneyn vasıtası ile bütün insanlığa kıyâmete kadar geçerli olmak üzere vermek istediği son mesajlardır. Bu muhteşem Sed artık tamamlanmıştı. Bundan böyle hiçbir beşeri güç ve kuvvetin bu Seddi aşması, ondan bir gedik açması, kendilerini bütün insanlığın fesat ve bozgunculuğuna adayan bir kavmin bu delikten geçmesi mümkün değildi. Fakat bu böyle sonsuza dek, devem edip gitmeyecekti. Vakt-i merhunu geldiğinde Cenâb-ı Hak bu muhteşem surları yerle bir edecek, insanların kendi elleri ile işledikleri suç, büyük günah, ahlaksızlıklar, sonsuz zülüm ve Allah’a îmân etmeyi çoktan unutmuş olmaları sebebiyle bu hilkat garibesi pislikler kavminin önünü açacak ve onları daha bu dünyada bütün insanlığın başına bela edecek ve onların üzerine sağanak, sağanak bela ve musibet yağmurları yağacak, belki de hiç kimsenin adını, sanını bilmediği yüzlerce binlerce hastalık çıkacaktı Asıl bundan sonra, kıyâmet dediğimiz o, büyük olay kopacak ve insanoğlu kendi neslini, kendi eliyle yiyip bitirecektir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın insanlık adına, kader kalemleri tarafından yazılmış olan büyük senaryonun bitiş sahnelerini oluşturmaktadır. Vahy-i İlahinin bu yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre bunlar bir, bir gerçekleşecek ve insanlık kendi kara noktasını kendi eliyle koyacak ve işleyeceği teknik suçlarla kendi sonunu kendisi getirecekti.
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Demir’in Bütün İnsanlık İçin Önemi Mamafih burada üzerinde önemle durulması gereken bir husus daha vardır. O da, demir cevheri ve bu cevherin o bölgede, böylesine muazzam bir seddin inşasında ne kadar önemli bir malzeme olduğudur. Zîra Zü’l-Karneyn-i Cihan Oğuz Han; kendisinden Ye’cüc ve Me’cüc denen ve her türlü kötülük, ahlaksızlıkların öncüsü olan bir kavmin dünyaya yayılmaların önlemek için bir Sed yapılmasını isteyenlerden, her şeyden önce; bunun için gerekli olan demir cevherini sormuştur. Bu da demirin, böylesine büyük bir Sed yapmada ne kadar önemli bir yapı malzemesi olduğu ve bunun o bölgede fazlasıyla bulunduğunu bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Gerçekte demir, insanoğlu tarafından ilk keşfedildiği çağlardan bugünlere kadar toplum ve bireysel hayatın devamında her şeyden fazla ihtiyaç duyduğu bir madendir ve onun toplum hayatında sayılamayacak kadar, birçok önemli faydaları vardır. Bu demir için bu günde böyledir ve öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in bir sûresinin adı Demir sûresi olduğu gibi, ayrıca Cenâb-ı Hak bu sûresinin 25. âyetinde demirin saymakla bitmez bu özelliklerinden bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur Ant olsun ki, biz demiri yeti kat göklerin gerisinden bir ilâhi lütuf ve merhamet gereği yer yüzüne indirdik ve insanların menfaatine sunduk. Zîra demirde belli bir sertlik, güç, kuvvet ve sağlamlık olduğu gibi ayrıca insanlar için sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Hele, hele bu demir ve çelik asrında onun faydaları daha da çoğalmıştır. İşte bütün bunlar demir cevherine; Allah’ın dinine ve Peygamberine, onları görmeden inanarak yardım edenler, onun dininin aziz olması için çalışanları, elde kılınç cihad edenleri belirlemek için verilmiştir. Onlar demiri bu maksat için kullanacaklar, ondan delici ve kesici aletler yapacaklar ve böylece çok büyük zaferler kazanmış olacaklarıdır. اŞüphesiz Allah çok kuvvetli ve herkesten üstündür.” İşte Zü’l-Karneyn-i cihan Oğuz Han’ın yaptığı o muhteşem Sed, demirin bu ilâhi sırrını bütün heybeti ile ortaya koymakta ve gözler önüne sermektedir. Zîra, o Seddin inşası sırasında bu âyetin sırrı, bir ilâhi güç olarak bir kere daha tecelli etmiş ve sanki gökten büyük, büyük bloklar hâlinde bu demirler inmiş ve Seddin inşasında ki yerini almıştır. Oğuz Han, insanlığın yarınlarına giden yolda ve bir büyük medeniyet kurmada, çok önemli bir yeri olan demir, bakır ve kurşun gibi temel maddeler ve onlardan; bugünkü demir-çelik medeniyetine âdeta meydan okuyan bir teknikle ve hem de insanlığın en karanlık çağlarında öylesine muhteşem bir Sed yapmıştır ki, insanlık demir çelik medeniyetinin en zirvelerde olduğu ve bir altın devrini yaşadığı XXI. asırda bile hâlâ bunun sırrını çözebilmiş değildir. İnsanoğlu; bu demir çelik medeniyeti ve buna bağlı geliştirdiği ileri teknoloji ile yüz, belki de iki yüz katlı yer altı ve yer üstü binalar yaptığı, Firavunlara meydan okuyan fildişi kuleler inşa ettiği hâlde, Oğuz Han ve Zü’l-Karneyn-i Cihanın, insanlığın en ilkel devirleri ve bugünkü teknik imkânlardan tamamen mahrum yaşadığı bir tarih süreci içinde demir, bakır karışımı ve dağlar kadar yüksek bu muhteşem Seddin nasıl ve hangi teknik alet ve araçla yapıldığının sırrını öyle tahmin ediyoruz ki kıyâmete kadar da çözemeyecektir. Bu Sed’din yapımında sâdece Ye’cüc ve Me’cücün kendilerine zarar vermesinden çekinen Türk kavmi değil onlarla beraber Oğuz Han’ın dünyalara sığmayan ordusu, onun maiyyet komutanları bu arada onun öncü komutanı Hızır Aleyhi’s-selam da canla başla çalışmış ve bu Sed, beklenenden çok daha önce tamamlanmıştır. Bununla beraber birçok sırlar gibi bu muazzam yapının; yukarda da ifade edildiği gibi, ne zaman, nerede ve onu yapıldığı iki dağ arasında ki vadi, hâlâ ne Kur’ân Müfessirleri ne de bu işle ilgilenen ilim adamları tarafından çözülebilmiş değildir. Ne var ki, bizim bütün bu açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi, Zü’l-Karneyn’in; Oğuz Han’ın ta kendisi olduğu ve bu büyük Cihan Fatih’inin, Hz. İbrahim devrinde yaşadığı ve Hz. İbrahim’in ise M.Ö. XVIII. asırda ortaya çıktığı göz önüne getirilirse, bu büyük Sed’din, Rasûl-ü Erkemden yaklaşık 23 asır önce, Türkistan’ın geniş doğu sınırları Büyük Okyanus’a yakın bölgelerdeki iki muhteşem dağ arası ve bir geçit mevkiinde inşa edilmiş olması gerekmektedir.
Gök tengri inancının islamiyet ile benzeşmesinin nedeni aynı kaynaktan geldiği içindir.Benim Adım Jülide Değil, Jilayla adlı kitabı okuyun. Kitap life,kitap yurdu,idefix den ulaşmak mümkün.
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap) Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar
Bizi izlediğiniz, kanalımıza abone olduğunuz, KATIL özelliği üzerinden üye olduğunuz için teşekkürlerimizle...
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap)
Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar
@@entjteknolojia.s.5395 iyi de herkes onu Şaman Selenge olarak biliyor. Bilinen adı buysa ne yapabiliriz? O kendisinin bir Şaman olmadığını, bakşı olduğunu söylüyor. Olur olmaz herşeye deli olmamanızı öneririz. Sağlığınız bizim için değerli!
@@entjteknolojia.s.5395 eyvallah...
😌🌿🤍❤️, çok mantıklı, herkese yol gösterici gönderilmişse, türklerin ki kim, hiç böyle düşünmemiştim,yıllardır Kur'an'ı anlayarak okumaya çalıştığım halde, hep hazırlara odaklandım!!!! teşekkürler.
Bu ne şimdi selengeye gerek yok bu algıyı her yerde görüyoruz zaten ah siz küreselciler . Türk milleti zekidir 🇹🇷
Küreselciler?
Turkısh Lesson kimdir? Madem Türkçe ders veriyorsunuz neden yorumumu emir cümlesiyle yanıtlıyorsunuz. Türkler kim olduklarını çok iyi biliyorlar .
Boş boş konuş
Tarih-u Mülük ve Müslüman kitabının yazarı Nahle Kalafat da, “Oğuz Han; adı geçen bu büyük Hakan İbrahim Halil asrında yaşamıştır” demektedir… (Oğuz Han ve Hz. İbrahim (aleyhisselam) aynı çağda yaşamışlardır. M. Ö 1880 ) Oğuz Han’la Hz. İbrahim (aleyhisselam) Şam’da görüşmüşler ve sonra ikisi birlikte hacca gitmişlerdir. Daha sonra ise; Oğuz Han, Hz. İbrahim’in eşi Sara’dan doğma oğlu Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş birçok erkek çocukları olmuş ve onlara “ İshak Oğulları” denilmiştir. ” (yani ishakoğulları selçuklu/osmanlı ve Türkiye Türkleri oluyor. Bizim Oğuz Türkleri dediğimiz Türk boyu) ********* İshak Oğullarından maksat Oğuz Han ve onun soyundan gelenlerin ta kendisidir. Bilindiği gibi, Oğuz Han, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş ve onun Hz. İshak’ın kızının soyundan gelen çocuklarına Hz.Peygamber birçok hadislerinde “Beni İshak; İshak Oğulları “ adını vermiş ve onları bu isimle zikretmiştir ki bu şüphesiz Hz.Peygamber’in Türkler hakkında ve İstanbul’un fethi ile ilgili en güzel iltifat ve en büyük mucizelerinden beridir. Nitekim A.C. Paşa, Süleyman Şah’ın kırkıncı göbekten soyunun İshak Peygamber’in oğlu Ays’a ulaştığını söylediği gibi, Müneccim Başı’na göre ise, Ertuğrul- ’un nesebi, Ays b İshak b. İbrahim’e ulaşmaktadır. *********** Hz.Peygamber (aleyhisselatu vesselam); İstanbul’un fethinin, o devirlerin kullanılan gelen silahlar ve harp aletleri (mancınık vb.) nin dışında, Müslümanların toplu halde söyledikleri güçlü, heybetli “Tekbir seslerini” andıran ve çok büyük bir ses ve gürültü çıkaran (bir aletle Toplarla) fethedileceğini beyan etmiş ve bunu duyanları hayret içinde bırakmıştır. Bu tekbir sesini andıran büyük seslerle, (Toplar) önce şehrin bir duvarının düşeceğini ve yine diğer heybetli bir sesle şehrin başka bir duvarının düşeceğini, ancak Haliç’e bakan duvarın sağlam kalacağını bildirmiş ve bu büyük fethi bütün yönleri ile gözler önüne sermşti **************************** Mondoros Mütakeresi ile Osmanlı devleti fiili olarak sona ermiştir (1918). İstanbul da işgal edilmiştir. İstanbul'un 2.fethi bu işgalden kurtularak gerçekleşti. ********************************** Roma'nın fethine gelince; Hz.Peygamber’in (aleyhisselatu vesselam) Roma’nın fethi ile ilgili hadislerinin mefhum ve muhtevalarından anlaşıldığına göre: Roma’nın fethi silâhla askerle değil daha ziyade manevi tebliğ ve irşad yolu ile olacaktır. --------------------------------------------------------------------------------------------- APA 7. Sürüm (Kitapçı, Z., & editör : Hakan Kitapçı. (2015). Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler 2: Vol. Sekizinci basım. Yedi Kubbe Yayınları.
Zırvalamissıniz
Tarihlerine bak
TÜRKLER 4-5bin yıl evvel Daha SEMA DİNLERİ yok iken Peygambersiz CENNETİ CEHENNEMI keşfetmiş
GökTengrinin simgesi *DOLUNAY* dır
Sema dinleri *TÜRKLERDEN ÇALA ÇALA KENDİLERINR HİKAYE UYDURMUŞLAR VE BUNU """"SIYASİ OLARAK KULLANMIŞ HALKI MANÜPÜLE ETMEKTE KULLANMIŞLAR""""*
Bizim yönetimimize karşı gelen Yaratıcıya karsıdır ve ÖlümüHaketmistir sistemi SemaviDinlerin temeli
IslamMasallarindaki Mucizeler
Kaya yarıldı Deve çıktı
Yunusun karninda bilmemkac yıl yaşadı
Kütük ağlıyordu
Hurma ağaçları peygambere selam veriyordu
Peki
GERÇEK BİR MUÇIZEMİ İSTIYORSUN
Ekinoks denilen (Gece ve Gündüzün Eşit olduğu günler) Biz TürkMilletinin DİN BAYRAMIMIZ Şenlikler Dualar Adaklar Danslar Şarkılar Kutlamalar
5-6 bin yıl önce *Hangi aletle Türkler ölçtü ve Gece ile gündüzün EŞİT olduğu zaman BAYRAM yapalım kararı verdi*
Işte bu GERÇEKTEN DİN MUCIZESİDİR *TANRININ VARLIĞININ ISPATIDIR*
Zira İslamiYoutibe kanallarina bakarsaniz *Doğa ana Tabiat ana ile İslamı ıspata kalkışırlar (Elma ile aarmut aynı topraktan çikar tadı farklı demekko ALLAH yapiyor) Haýır Hayır Hayır TENGRİ YAPIYOR 😂😂 DOĞA ANAMIZ YAPIYOR TABIAT ANAMIZ YAPIYOR KÖKTENGRİMIZ YAPIYOR (Allah dediğin TÜRKLERDEN DİN ÇALARAK araplara uydurulmuş PUTPEREST gelenekleridir)*
Tengri biz menen
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap)
Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar
Farklı bir bilgi vereceksiniz sandım biz bunu zaten biliyoruz.
Müslümanlık Göktengri dinine benziyor ama fars mitolojisi olmadığı için popüler değil
Zü’l-Karneyn Hz. İbrahim ve Oğuz Han Görüldüğü gibi bunlar Hz. Peygamber’in Zü’l-Karneyn’le ilgili temel beyanları- dır. Hz. Peygamber bu Rabbani beyanları ile bu mübarek Kur’ân âyetlerini bir manada tefsir etmiş ve Onun yüce şahsiyetini nerede ise elle tutulur bir şekilde çok daha müşahhas bir hale getirmiştir. Bununla beraber konunun bizim için çok daha önemli bir yönü daha vardır. O da; gerek Kur’ân-ı Kerim, gerekse Hz. Peygamber’in birçok hadislerinde zikri geçen bu Yüce Tanrı Kulu ve ilâhi komutanın gerçekte Oğuz Han’ın ta kendisi olduğu- dur. Buna sebep de, bu Tanrı Kulunun, Hz. İbrahim ile olan manevi bağlarıdır ki, bu üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Zîra temel İslâmi kaynakların bu konulardaki rivâyetlerinden de öğrendiğimize göre; Zü’l-Karneyn’le, Hz. İbrahim çoğu hâlde aynı asır, birçok kereler aynı coğrafi iklim ve mekânlarda yaşadıkları gibi ayrıca, bir birleri ile birçok defalar görüştükleri ve onun Hz. İbrahim’in telkini ile Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim çok değeri tarihçilerimizden biri olan el-Ezrakî’nin bu konu ile ilgili bir rivâyetinde şöyle demiştir; “Zü’l-Karneyn: Allah’ın dostu Hz. İbrahim’in eliyle Müslüman oldu. Onunla birlikte hacca gitti ve Kâ’be’yi tavaf etti. Bu tavaf sırasında oğlu Hz. İsmail aley- hi’s-selam da onlarla beraberdi. ” Mamafih, Zü’l-Karneyn’in Hz. İbrahim’le olan bu güzel ilişkileri hakkında bizim başka bilgilerimizde vardır. Nitekim Ubeyd b. Umeyr’den bir rivâyetten öğrendiğimize göre o, şöyle demiştir; “Zü’l-Karneyn, hacca yaya olarak gitmiştir. Ne var ki o sıra- larda hac için Mekke’de bulunan Hz. İbrahim, bunu duyunca derhal onu karşıla- maya çıkmış; onu kucaklamış ve ona hayırlı dualar etmiş ve Zü’l-Karneyn de bu vesile ile onun elini öpmüştür.” O kadar ki, Hz. İbrahim’in bu duası sebebiyle Cenâb-ı Hak, bulutları Zü’l-Karneyn’in emrine vermiş ve nereye giderse ordularını oraya taşımış- tır.” Temel İslâmi kaynakların bu beyanlarından da anlaşıldığı gibi, Zü’l-Karneyn’in; Hz. İbrahim zamanında yaşamış (M.Ö. XVIII. asır) ve Onun telkini ile Hanifliği kabul etmiştir. Bir hac mevsiminde ve yaya olarak geldiği Kâ’be’nin gölgesinde, Hz. İbrahim’le buluşup kucaklaştıkları gibi ayrıca Hz. İbrahim, bir îmân hâkimiyetine giden yolda, onun için Cenâb-ı Hakk’a birçok dualar etmiş ve böylece birçok ilâhi sırlara mazhar olmuştur. Bu veriler şüphesiz Zü’l-Karneyn’in tarihi şahsiyetinin yeniden keşfi, onun gerçek adı ve milli kimliğinin tespitin de bizlerin; önünü açacak ve bizlere yeni bir güç ve kuvvet vere- cektir. Bu arada şunu ifade edelim ki, Kur’ân-ı Kerim’in Zü’l-Karneyn’le ilgili âyetlerinin ifade ettiği yüksek hakikatler, onların verdiği işaret ve beşaretler: Ayrıca daha sonraki asırlarda buna bağlı olarak cereyan eden baş döndürücü olay- lar, O’nun Batı ve Doğu seferleri bir çağlayan gibi akıp giden zaman nehri içinde değer- lendirildiği, ak saçlı, aksakallı, nur yüzlü Türk Tarihi Dedesi ve onun şahsı manevisine Zü’l-Karneyn kimdir? Diye sorulduğunda o; bütün heybeti ile ayağa kalkmakta, şehadet parmağı ile Doğu Tûran Yurdunu göstermekte ve gök gürlemesini andıran ve ufukları zorlayan bir sesle bizlere seslenmekte ve şöyle demektedir; Zü’l-Karneyn; gelmiş geçmiş en büyük Dünya Fatihlerinden biridir. Asıl Adı Oğuz Han dır. Türk Milletine mensup ve kendisine “KUT” verilmiş bir kimsedir. Tûran Yurdunda ve Asya’nın “Büyük Ruhu” olarak ayağa kalmıştır. Hz. İbrahim zamanında (XVIII. asır) yaşamıştır. Onun telkin ve irşadı ile, Haniflik dinini ka- bul etmiş ve onu Tûran Yurdu merkez olmak üzere Büyük Okyanustan Nil Nehri sahille- rine kadar yayılan koca bir îmân hâkimiyeti hâline getirmiştir. Buna sebepte Fahr-i Kâinat efendimizdir. Zîra Hz. Peygamberin cedd-i âlâsı olan Hz. İbrahim ve onun dinini desteklemek üzere Oğuz Hanı gönderen O, Zât-ı Kibriya, Hz. Peygamber ve Onun dinini desteklemek üzere bu defa onun soyundan gelen Türk milleti ve step kahramanlarını gönderecek ve böylece onlarda Hz. Peygamberin dinini, Orta Doğu esas olmak üzere üç kıtada, Çin Seddi’nden ta Viyana önlerine kadar yayılan bu geniş coğrafyada bir îmân hâkimiyeti hâline getireceklerdir. Temel İslâmi Kaynaklar Bu Hususlardaki Görüşleri Gerçekte İslâm öncesi Türk Tarihi’nin bu görüşlerini temel İslâmi kaynaklarda doğrulamakta ve bizlere büyük ölçüce hak vermektedir. Nitekim bundan önceki sayfalarda çok daha ayrıntılı bir şekilde de ifade edildiği gibi, başta el-Ezraki olmak üzere, daha birçok selef uleması Zü’l-Karneyn’in Hz. İbrahim’in nübüvvet yıllarında yaşadığı, onun- la çağdaş olduklarını söyledikleri gibi, ayrıca Hz. İbrahim’le Zü’l-Karneyn arasındaki ilâhi dostluk ve muhabbetleri ile ilgili verdikleri bilgiler ise bizleri bir hayli duygulandır- maktadır. Diğer taraftan bir çağlayan gibi akıp giden zaman nehri içinde Hz. İbrahim devri ve onun devrine yön veren büyük olaylar ve bu olayların kahramanları incelendiğinde karşımıza bütün haşmet, azâmet ve ululuğu ile Oğuz Han ve onun şahsında Türk Milleti çıkmaktadır. Zîra Oğuz Han da; Zü’l-Karneyn olayında gördüğümüz gibi, Hz. İbra- him’le tanışmış onun dini Hanifliği bütün varlığı ile kabul etmiş, daha sonra onunla be- raber hacca gitmiştir. Diğer taraftan, İslâm Âlimlerinin, Zü’l-Karneyn olarak sürdükleri birçok şöhretli kimselerin Hz. İbrahim’le en ufak bir ilişkileri olmamıştır. Bununla beraber, bu yöndeki ilâhi gelişmeler pek tabiî olarak bununla da sınırlı kalmamıştır. Hz. İbrahim; Oğuz Hanın kızı Kan Tura hatunla evlendiği gibi, ayrıca Oğuz Han’da, onun Sara adındaki eşinden doğma Hz. İshak’ın kızı ile evlenmiş ve böyle dini dostlukları yanı sıra, sıhriyet bağları ile, onların bu dostlukları çok daha güçlü ve kuvvetli bir hale gelmiştir. Asıl bundan sonradır ki Oğuz Han; “Batı” ve “Doğu” cihe- tinde birçok büyük seferlere çıkmış ve Hz. İbrahim’in dini olan “Hanifliği”, Büyük Okyanustan Nil nehri sahillerine yayılan bu geniş coğrafyada çok büyük bir cihan hâkimi- yeti hâline getirmiştir. Bu bakımdan Hz. İbrahim devrinin bütün bu baş döndürücü olayları: Kur’ân-ı Kerim’in Zü’l-Karneyn’le ilgili dile getirdiği büyük olaylarla karşılaştırıldığı ve tarih objek- tifinde değerlendirildiğinde; Zü’l-Karneyn karşımıza bütün azâmetiyle bir Oğuz Han olarak çıktığı gibi; Oğuz Han da karşımıza bütün haşmeti ile tam bir Zü’l-Karneyn ola- rak çıkmaktadır. Oğuz Han, hayatı ile bire bir, Zü’l-Karneyn’in hayatını yaşatmış ve kendi asrının bu sırrına mazhar en büyük Zü’l-Karneyn’i olmuştur. Temel İslâmi kaynaklar da bizim bir vesile ile özetlemeye çalıştığımız bu gelişmeleri doğrulamakta ve bizim bu görüşmele- rimizi büyük ölçüde desteklemektedir Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’le çağdaş olduğu ve onunla, birçok defalar karşı karşıya geldiği hususu milli kaynaklarımızda da dile getirilmiştir. Nitekim Hasan el- Beyati’nin “Câm-Cem Ayin” adındaki eserinde yer olan beyanlarından öğrendiğimize göre; “Türk Hükümdarları arasındaki ilk îmân eden kişi; Hz. İbrahim Aleyhi’s- selâmdan Âhir zaman Peygamberinin vasıflarını işiterek en evvel “La ilâhe illallah ve Muhammedûn Rasûlüllah” diyen ve kavmini Allahu Teâlâ’ya davet eden Oğuz kavmi- nin atası Oğuz Handır.” Bununla beraber, çok değerli Osmanlı tarihçisi, M. Neşri de buna benzer beyan- larda bulunmuş ve aynen şöyle demiştir; “Bütün bu hadisler Hz. İbrahim Halilullah zamanında oldu. Zaten o; Hz; İbrahim’e îmân getirmişti.” Mamafih, milli kay- naklarımızda Oğuz Han’la Hz. İbrahim arasındaki bu görüşmelerin Oğuz Han’ın Şam seferi sırasında gerçekleştiği ve daha sonra ikisinin birlikte hacca gittikleri bildirilmektedir.Görüldüğü gibi, milli kaynaklarımız bütünüyle el-Ezraki’yi doğruladığı onu görüş- lerini çık daha iyi anlaşılır bir hâle getirdiği gibi, arıca ak saçlı, aksakallı Türk ve İslâm Ta- rihinin; Kur’ân’da Zü’l-Karneyn olarak anılan kişinin Oğuz Han olduğu yolundaki şaha- detini kabul etmektedir. Nitekim A. Neşri de buna benzer bir görüş ileri sürmekte ve aynen şöyle demektedir; “Türkler şöyle sanırlardı ki Hak Teâlâ’nın, Kelam-ı Kadi- minde zikrettiği İskender-i Zü’l-Karneyn belki budur; yani Oğuz Handır.” Yine Osmanlı döneminde yazılmış tarih kitaplarından bir diğeri olan Rüstem Pa- şa’nın; Tevârih-i Âl-i Osman adındaki meşhur yazma bir eserinde de aynı görüşleri ileri sürmüş ve şöyle demiştir: “Etrak (Türkler) şöyle zikrederlerdi; Hak süphânehu ve teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’inde “Biz Zü’l-Karneyn’e dedik ki; deyu zikrettiği meğer bu Oğuz Handır.” Fakat bizim bu konuda asıl görüşlerine yer vermek istediğimiz bir büyük Türk Âlim ve müfessiri daha vardır. O da Vânî Mehmed Efendi’dir. (öl. 1684) İşte bu değerli Türk Tefsir Âliminin el-Kehf sûresinin Zü’l-Karneyn’le ilgili âyetlerinin tefsiri de böyledir. Vânî M. Efendi, bu âyetleri tefsir ederken Zü’l-Karneyn’in şahsında Oğuz Han’ı gör- müş ve aynen şöyle demiştir: “Türkler Kur’ân-ı Kerim’de bahsi geçen Oğuz Han olduğunuzu söylerler ki, bu hususta tereddüdü mucip bir şey yoktur.
Kur’ân’a Göre Oğuz Hanın Doğu Seferi ve Yeni Türk Kavimleri
Mamafih; Zü’l-Karneyn’in bu Doğu cihetindeki seferlerinin hâkimiyet sınırları da,
Batı seferinde olduğu gibi, karaların bittiği yerlere çoktan ulaşmış bulunuyordu. Peki O,
şimdi ne yapacaktı? Şüphesiz geri dönecek değildi. Bu defa Cenâb-ı Hak ona yeni bir Kızıl
Elma hedefi daha göstermiştir. Daha sonraki gelişmeler, Zü’l-Karneyn’in Doğu cihetine
yaptığı bu büyük seferinin bu yeni Kızıl Elma hedefi olduğunu göstermiştir. Nitekim
Cenâb-ı Hak bu yöndeki ilâhi beyan ve hikmetlerini açıklamaya devam etmiş ve şöyle
buyurmuştur
Sonra Zü’l-Karneyn başka bir sebebe uydu. Yani yeni bir
durum daha ortaya çıktı ve o bu defa güneye yöneldi Nihâyet iki
dağın arasında bir yere vardı.”
Burada karşımıza bir soru çıkmaktadır. Bu iki dağ neresidir? Değerli İslâm alim ve müfessirleri bu hususta neler söylemişlerdir? Zü’l-Karneyn’in bu doğu seferi sırasında karşına çıkan
iki dağ meselesi hala bizimde karşımıza aşılması zor iki dağ gibi dikilip durmaktadır. Vahyi ilahinin bu ifadelerinden, bu iki dağın yerinin neresi olduğunu şimdilik tespit etmemiz
mümkün değildir ve asıl meselede bundan kaynaklanmaktadır.
Bu dağların teoride her ne kadar, Türkistan’ın doğusunda ve onun doğu sınırları
civarında ve Türklerle meskûn bölgelerin bittiği yerlerde olması gerekmekte ise de,
asırlardır yapılan hummalı araştırmalara rağmen bu yüksek ve Kur’ân sırrına mazhar yüce
dağların yeri halâ bulunamamıştır. Bu dağlar bulunduğu zaman Kur’ân-ı Kerim’in bu gün
ilim ve ufuk ötesi birçok sırları da çözülmüş olacaktır. Bununla beraber vahy-i ilahinin bu
yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre; “İşte Zü’l-Karneyn buralara gelince bu dağların önünde öyle bir kavim buldu ki onlar
söz laf
dinlemeyen kendilerine güvenen oldukça gururlu ve medeni bir kavim idi.”
Ne var ki, yukarda olduğu gibi burada da karşımıza bu kavim meselesi çıkmaktadır.
Peki bu kavimler kimlerdir? İslâm Âlimleri ve bu arada Türk Müfessirleri; bu kavimlerin
etnik kimlikleri hakkında fazla bir şey söylemedikleri gibi, ayrıca onlar bu kavimlerin; dillerinin garip, ifadelerinin kısa, sözlerini ifâde etmekten aciz, lisan bilmeyen, zihinleri basit ve anlayışları
kıt bir kavim olduklarını kaydetmişler, ve böylece bu kavimlere de çok büyük bir haksızlık etmişlerdir. Zîra bu âyetin siyak, sibak ilişkileri, müfessirlerimizin bu görüşlerinde pek de haklı olmadıklarını ortaya koymaktadır. Zîra onlar; demir ve kömürü sosyal hayatlarında, çok büyük bir medeniyet unsuru olarak kullandıkları gibi, ayrıca Türklere has demircilik sanatını da çok iyi biliyorlardı. Bu takdir de onların katıksız bir Türk kavmi olmaları gerekmektedir. Onlar, Türkçe konuşuyorlardı. Ne var ki, aynı dili konuşmalarına rağmen
Zü’l-Karneyn’le konuşurken şive zorluğu çekiyorlardı. Bu da gösteriyor ki, bu âyetin
özünde de Oğuz Han ve Türkistan’ın geniş doğu sınırlarındaki Türk kavimleri bulunmaktadır. Bizim bu mantıkî izahlarımız bir yana, zaten Harzemli büyük Türk Müfessiri Allâme Zemahşeri,en ufak bir tereddüt göstermeden onların bir Türk kavmi olduklarını söylemiş ve bizleri de çok büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır.
Diğer taraftan onların çok büyük demir, kömür, bakır ve kurşun yatakları vardı. Yine onların iyi niyetli ve insanlığın hayrına çok güzel şeyler düşünen ve bu hususta şer
odaklarına karşı ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır bir kavim oldukları anlaşılmaktadır. Üstelik onlar; Zü’l-Karneyn’le demiri bir inşaat malzemesi olarak kullanmak sûretiyle
muazzam bir Sed yapma ve onun teknik imkânlarını konuşabilecek çapta medeni seviyeler
çok üstün insanlardı ve Sed yapma teklifi de onlardan geliyordu.
Mamafih, Hamdi Yazır Hoca da, muhtemelen ez-Zemahşeri’ nin bu görüşünü
esas almış ve “ekser müfessirlerin görüşüne dayanarak onların Türk olduklarını”
söylemiştir ki bu bize göre çok, çarpıcı ve üzerinde durulması gereken bir tespit olmalıdır. Zîra demircilik, bu Türklerin tarihin derinliklerinden kopup gelen bir ata mesleği idi.
Şâyet Zü’l-Karneyn; Ye’cüc ve Me’cüce karşı aşılması güç bir Sed yapacaksa, bu Seddi
ancak onların bu husustaki üstün hünerleri, iş âletleri, insan gücü hülasa her türlü yardım
ve destekleri ile yapabilirdi.
Bu bakımdan bu kavmi; çok basit geri kalmış yokluk ve sefalet içinde kıvranıp duran bir kavim olarak görmek çok hatalı olur. Bu ancak şive farklı dolayısıyla ortaya çıkmış
ve çok kısa bir süre devam etmiş bir zorluk olmalıdır. Nitekim bundan sonraki âyet-i kerimelerin yüksek beyanlarından da anlaşıldığı gibi; bu kavmin önde gelenleri, Zü’lKarneyn-i Cihan Oğuz Han’la aralarında ne bir tercüman ve ne de bir aracı olmadan
gümbür, gümbür kendi dilleri ile yani Türkçe konuşmuşlardır.
Bundan da öte onlar Zü’l-Karneyn’den malzemeleri kendilerinden olmak üzere
Ye’cüc ve Me’cüc denilen bir kavmin önüne aşılması çok zor bir Sed inşa etmesi için
çok sıkı bir iş birliğine girişmişler ve bunda muvaffakta olmuşlardır. Bütün bunlar, onların
Allah’ın rızasına mazhar ve hoşnutluğunu kazanmış bir kavim olduklarını göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerim Ye’cüc Me’cüc Zü’l-Karneyn Seddi ve Türkler
Mamafih, Kur’ân-ı Kerim’in yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre bu kavmin
önde gelen beyleri, topluca Zü’l-Karneyn’in huzuruna çıkmışlar ve şöyle demişlerdir; ذا اَ
Ey Zü’l-Karneyn! Şüphesiz bu Ye’cüc ve Me’cüc
kavmi var ya, işte onlar, yıkıcı ve bozguncu insanlardır. Yeryüzünü büyük ölçüde
bozgunculuk ve fesada vereceklerdir. Onların önü hele bir açılacak olursa, onlar
bütünüyle yeryüzünü tahrip edecekler, insanlar çok zor onlar ve sıkıntılı günler
yaşatacaklardır.”
Bu karşılıklı konuşmalar, onların, diğer taraftan Zü’l-Karneyn’le bilakis çok iyi anlaştıklarını ve müfessirlerimizin yukarda ki ulu orta beyanlarının aksine, onunla konuşurken hiçbir zorluk çekmediklerini gösterdiği gibi, ayrıca bizim de bu hususta ne kadar, haklı
olduğumuzu ortaya koymaktadır. Bu konuşmalar, aynı zamanda onların çok temiz, dürüst,
aklı başında ve insanlığın hayrına çok iyi şeyler düşünen kalpleri çok temiz, mümin ve
muvahhid bir kavim olduğunu göstermektedir.
Bütün bu güzel vasıflar onların gerçekte Türk olduklarının bir başka delil ve işareti
olarak kabul edilmelidir. Bu bakımdan onlar sözlerine devam etmişler ve şöyle demişlerdir;
Biz sana mâli yönden destek sağlasak da,
onlarla bizim aramıza aşılması zor bir Sed, bir sur yapsanız, ne dersiniz?
Her ne kadar Müfessirlerimiz bunu vergi olarak tefsir etmişlerse de, bu verginin
çok ötesinde mali ve bedeni bir destek yani, araç-gereç, malzeme yönünden bir destek
olmalıdır. Çünkü onların çok zengin demir, bakır, kurşun ve kömür yatakları vardı. Zaten
onlar, demircilik sanatında çok ileri bir kavimdi. Bu da onların varlıklı ve zengin bir kavim olduklarını göstermektedir. Ne ilginçtir ki, Zü’l-Karneyn bu kavmin önde gelenlerine, O, Yüce Rabbine olan îmânı ve Zü’l-Karneyniyet sırrı ve makamının gereği çok asil
bir durum sergilemiş ve şöyle demiştir
bana Rabbiminَ
verdiği güç ve kuvvet şüphesiz, sizin bana vereceğiniz mâli imkândan daha hayırlıdır. Bu bakımdan ona hacet yok. Ancak bana maddi anlamda yardım ediniz.
Bana bu iş için on binlerce işçi binlerce amele, usta bulunuz. Bu Seddin inşası
için gerekli olan âlet, edevat, demir, bakır, kurşun v.s., gibi inşaat malzemelerini
dağlar gibi yığınız!
Tâ ki ben de sizinle onların yani Ye’cüc ve
Me’cücün önüne, çok ilerde ve iki büyük dağın yamaçları, arasında çok sağlam ve
aşılması çok zor bir Sed, çok yüksek bir sur duvarı yapayım.”
Bundan önceki birçok âyetler gibi el-Kehf sûresinin bu âyetlerinin asıl muhatabı da
şüphesiz Oğuz Han oluğu gibi ayrıca doğu Türkistan’ın sınır boylarına yerleşmiş medeni Türk kavimleridir. Bütün bunlar, Zü’l-Karneyn’in doğu cihetine yaptığı bu ikinci büyük
seferden asıl maksat ne olduğunu da bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. O da, hayırlılarla şerliler, iyilerle kötüler arasında aşılması çok zor bir Sed inşa etmek ve iyileri kötülerin
şerrinden korumaktı.
Vahy-i ilahide zikri geçen iyiler, Türk kavimleri olduğuna göre bu Sed; her türlü
şer odaklarının önüne yapılacak ve onları, Cenâb-ı Hakk’ın çok büyük bir lutfu olarak
kıyâmete kadar bu şer odaklarına karşı koruyacaktı. Bu da Türk Milletinin, Allah katında
ne kadar mübarek bir yeri olduğunu göstermektedir.
Bu bir va’d-i ilâhi idi. Ne ilginçtir ki, daha sonraki asırlarda cereyan eden baş döndürücü dini ve siyasi olaylar, büyük deprem ve çalkantılar bu va’d-i süphaniyi doğrulamış
ve Türk Milli varlığı bunca musibet ve belalara rağmen bu günlere kadar gelmiş ve bu
böyle kıyâmete kadar da devam edip gidecektir. Zaten bu baş döndürücü gelişmeleri başka
türlü izah etmemiz, mümkün değildir.
Diğer taraftan yine bu âyetler; Zü’l-Karneyn yani Oğuz Han’ın karşılaştığı bu yeni
Türk kavminin, bu teknik harikası büyük Sed’di yapabilecek güçte ve çok üstün bir teknik donanım ve medeniyete sahip çok büyük bir kavim olduklarını göstermektedir. Böylece binlerce usta, on binlerce işçi, bir o kadar âlet ve edevatla bu muazzam Sed’din Türk
ustaları, Türk işçileri ve Türk Kağanı Oğuz Han-ı Zü’l-Karneyn tarafından yapılması da başlamış oluyordu.
Öyle ya, Mısır Firavunlarının Nil kıyılarında ve yontulmuş blok taşlardan (her birinin ağırlığı 25 ton) muhteşem piramitler yapmalarından asırlarca önce, kudretli Türk
Kağanı Oğuz Han ve onun emrinde çalışan Türk usta ve mühendisleri ile Türkistan’ın
en uç sınır bölgesinde bir Yüce Mevlâ namına ve insanlığın hayrına Mısır piramitlerinden
çok daha muhteşem bir teknikle ve demir, bloklardan oluşan çok muhteşem bir Sed yapacaklardı
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Sed Nasıl İnşa Edilmiştir?
Ne ilginçtir ki, bu gün bile, bütün insanlık, bütün teknik ve ekonomik imkânlarını
bir araya getirse ve bundan çok daha büyük bir tehlike karşısında kalsalar dahi, böylesine
büyük, böylesine muazzam bir Sed yapmaları ve insanlığı muhtemel bir felaketten korumaları mümkün değildir. Mamafih bütün bu alt yapı hazırlıkları tamamlandıktan sonra
Sed’din inşasına başlanmıştı.
Sed, iki büyük dağ arasında ve binlerce km. uzunlukta bir mesafede ve iki dağı birleştirecek bir seviye ve yükseklikte yapılacak ve böylece bu Seddi kimsenin değil geçmesi,
onda en ufak bir delik açması bile mümkün olmayacaktı. Her ne kadar bu Sed’din yapımının ne kadar sürdüğü hakkında Kur’ân-ı Kerim’de fazla bir sarahat yoksa da, bunun onlarca sene devam ettiği de zannedilmemelidir.
Zîra Kur’ân-ı Kerim’in bu husustaki beyanlarından anlaşıldığına göre; Sed’din temelleri iki dağın arası bir geçit yerinde atılacak ve sanki bir duvar şeklinde olacaktı. Bunun
için daha önceden hazırlanmış ve tonlarca ağırlığındaki demir bloklar getiriliyor, onlar bir
kat kömür ve bir kat demir olmak üzere, bu gün bilmediğimiz bir teknikle üst üste yığılıyor ve böylece bu muazzam Sed’deki yerini almış oluyordu. Biz, zihnen Sed’din işte bu
sıralarda ne kadar muhteşem ve heybetli bir manzara arz ettiğini gâyet güzel tahmin edebiliyoruz.
Bütün bunlar, öyle tahmin ediyoruz ki Cenâb-ı Hakk’ın, Kudüs’te ve büyük mabedin inşası sırasında Hz. Süleyman gibi, Zü’l-Karneyn’e verdiği gizli ilim, güç ve kuvvet
sayesinde mümkün oluyordu. Sed’din surları iki büyük dağ arasında bu şekilde inşa ve belli
bir seviyeye geldikten sonra Zü’l-Karneyn, her biri belki onlarca deriden yapılmış büyük
körüklerin kurulmasını emretti.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim, bundan sonraki gelişmelerden bizleri haberdar etmiş ve
şöyle buyurmuştur; Artık Sed’din yapımı bu şekilde ve iki dağın yamaçları
arasında belli bir yüksekliğe ulaşınca, Oğuz Han-ı Zü’l-Karneyn körükleri başında emir bekleyenlere hitap etmiş ve şöyle demiştir:
demir ki Tâ! körükleyiniz Artık
blokları eriyip kor gibi bir ateş parçası oluncaya kadar yakınız!”
Şimdi binlerce devasa körük, on binlerce usta ve işçi, bu işi yapıyor ve dev bir canavar gibi bu demir kütlelerine nefes üfürüyorlardı. Bu inananlarla, inanmayan ve insanlara her türlü kötülüğü yapmaya kilitlenmiş, bozgunculukta sınır tanımayan bir kavmin
önünde yapılmış bir îmân Sed’di idi. Artık bu körükler sayesinde demir blokları eriyip bir
kor yığını hâline gelince Zü’l Karneyn-i Cihan Oğuz Han çevresindekilere şöyle demiştir:
Şimdi siz bana erimiş bakır eriyiği getiriniz! Ben de bu eriyiği
onun üstüne boşaltayım
Sed’din Yapımında Emeği Geçen Türk Usta ve İşçileri
Demirler bloklar halinde birbirinin üzerine konulmuş, körüklerle ateş iyice harlanarak eritilmiş ve nerede ise ateşten bir duvar hâline gelmiş ve Sed’din kaba inşaatı bu şekilde tamamlanmıştı. Şimdi bu demirlerin birbirleri ile kaynaştırılması için onların arasına
bakır eriyiğinin (bir bulamaç gibi), bu ateşten inadına yüksek duvarın üstüne çok büyük bir
maharetle dökülmesi gerekiyordu.
Bu demek oluyor ki, Zü’l-Karneyn; bir taraftan Sed’din demirlerini kor hâline getirmek için devasa körük ve körükçüleri iş başı ederken diğer taraftan, tonlarca bakırı yine
devasa kazanlarda eritmek için o kazanların başındaki yüzlerce binlerce işçi ve mühendisleri de seferber etmiştir.
O devasa kazanlarda eritilen bakır eriyikleri de yine, Zü’l-Karneyn’in Allah’ın
kendine verdiği çok özel bilgi, güç, kuvvet ayrıca on binlerce Türk ustası, Türk işçisi ve
Türk mühendislerinin gayreti ile, bu kor hâline gelmiş demir blokların üzerine büyük bir
maharetle dökülmüş ve böylece; bir Kur’ân ve Zü’l-Karneyn mucizesi olan Sed’din inşası
da tamamlanmış oluyordu.
Bu o çağlarda kimsenin bilmediği bir teknik, medeniyet ve sanat harikası idi. Bundan böyle, değil Ye’cüc ve Me’cüc, hiçbir güç ve kuvvetin ne üstünden veya ne de bir
gedik açarak her hangi bir yerinden geçmesi mümkün değildi. Nitekim bu keyfiyeti
Kur’ân-ı Kerim çok güçlü bir vahiy üslubu ile ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur
Artık bundan böyle ne Ye’cüc ne Me’cüc ve ne de bir başka
güç kuvvet bu seddi aşabilir ve seddin üzere herhangi bir gedik açabilirlerdi.”
Evet Oğuz Han veya Zü’l-Karneyn-i Cihan; binlerce usta on binlerce ameleyi seferber etmiş, gece gündüz demeden karıncalar gibi çalışan bu insanlar yani Türk işçisi,
Türk ustası ve Türk dehası sâyesinde çok muhteşem bir sanat eseri ve çok büyük bir
Sed ortaya çıkmıştı. Böylece O; Türk kavmine vermiş olduğu sözü de yerine getirmiş
oluyordu.
Bu yukarda da ifade edildiği gibi, Hz. Süleyman’ın Kudüs’teki muhteşem mabedin inşasından sonra Cenâb-ı Hakk’ın özel lütfu ve inâyeti ile yapılmış ikinci bina idi ve
kıyâmete kadar böylesine muhteşem Üçüncü bina olmayacaktı. Ne ilginçtir ki Zü’lKarneyniyet sırrına mazhar bu büyük insan, Sâhibü’z-Zaman, bu işteki başarısının sırrını kendinde aramamış ve bunu Cenâb-ı Hakk’ın kendisine olan sonsuz bir lütfu ve
inâyeti olarak görmüş ve aynen şöyle demiştir:
Rabbimin Yüce, bu İşte
bana olan sonsuz bir merhamet ve lütfunun eseridir. Yani ne sizin hüneriniz ve ne
de benim irade ve tasarrufumla yapılmıştır. Ancak bu varlık âleminde, her şeyin
bir sonu olduğu gibi, bu sed’din de bir süresi ve Cenâb-ı Hak tarafından takdir
edilmiş bir vakt-i merhunu vardı.
Bu bakımdan Rabbimin ve’d-i
ilâhisi geldiğinde onu da yerle bir eder. Artık ondan ne bir eser ve ne de bir iz kalır. Şüphesiz
benim Rabbimin bu vadi haktır ve bu süreç tamamlandığı ve asıl kıyâmet sürecine girildiğinde onu da mutlaka yerle bir edecektir.”
Görüldüğü gibi bunlar Cenâb-ı Hakk’ın, Zü’l-Karneyn vasıtası ile bütün insanlığa kıyâmete kadar geçerli olmak üzere vermek istediği son mesajlardır. Bu muhteşem Sed
artık tamamlanmıştı. Bundan böyle hiçbir beşeri güç ve kuvvetin bu Seddi aşması, ondan
bir gedik açması, kendilerini bütün insanlığın fesat ve bozgunculuğuna adayan bir kavmin
bu delikten geçmesi mümkün değildi. Fakat bu böyle sonsuza dek, devem edip gitmeyecekti.
Vakt-i merhunu geldiğinde Cenâb-ı Hak bu muhteşem surları yerle bir edecek, insanların kendi elleri ile işledikleri suç, büyük günah, ahlaksızlıklar, sonsuz zülüm ve Allah’a
îmân etmeyi çoktan unutmuş olmaları sebebiyle bu hilkat garibesi pislikler kavminin önünü açacak ve onları daha bu dünyada bütün insanlığın başına bela edecek ve onların üzerine sağanak, sağanak bela ve musibet yağmurları yağacak, belki de hiç kimsenin adını, sanını bilmediği yüzlerce binlerce hastalık çıkacaktı
Asıl bundan sonra, kıyâmet dediğimiz o, büyük olay kopacak ve insanoğlu kendi
neslini, kendi eliyle yiyip bitirecektir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın insanlık adına, kader kalemleri tarafından yazılmış olan büyük senaryonun bitiş sahnelerini oluşturmaktadır.
Vahy-i İlahinin bu yüksek beyanlarından öğrendiğimize göre bunlar bir, bir gerçekleşecek
ve insanlık kendi kara noktasını kendi eliyle koyacak ve işleyeceği teknik suçlarla kendi
sonunu kendisi getirecekti.
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Demir’in Bütün İnsanlık İçin Önemi
Mamafih burada üzerinde önemle durulması gereken bir husus daha vardır. O da,
demir cevheri ve bu cevherin o bölgede, böylesine muazzam bir seddin inşasında ne kadar önemli bir malzeme olduğudur. Zîra Zü’l-Karneyn-i Cihan Oğuz Han; kendisinden
Ye’cüc ve Me’cüc denen ve her türlü kötülük, ahlaksızlıkların öncüsü olan bir kavmin
dünyaya yayılmaların önlemek için bir Sed yapılmasını isteyenlerden, her şeyden önce;
bunun için gerekli olan demir cevherini sormuştur. Bu da demirin, böylesine büyük bir
Sed yapmada ne kadar önemli bir yapı malzemesi olduğu ve bunun o bölgede fazlasıyla
bulunduğunu bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.
Gerçekte demir, insanoğlu tarafından ilk keşfedildiği çağlardan bugünlere kadar
toplum ve bireysel hayatın devamında her şeyden fazla ihtiyaç duyduğu bir madendir ve
onun toplum hayatında sayılamayacak kadar, birçok önemli faydaları vardır. Bu demir için
bu günde böyledir ve öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in bir sûresinin adı Demir sûresi olduğu gibi, ayrıca
Cenâb-ı Hak bu sûresinin 25. âyetinde demirin saymakla bitmez bu özelliklerinden bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur
Ant olsun ki, biz demiri yeti kat göklerin gerisinden bir ilâhi lütuf ve merhamet gereği yer yüzüne indirdik ve insanların menfaatine sunduk. Zîra
demirde belli bir sertlik, güç, kuvvet ve
sağlamlık olduğu gibi ayrıca insanlar için sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Hele, hele bu demir ve çelik asrında onun faydaları daha da çoğalmıştır. İşte
bütün bunlar demir cevherine;
Allah’ın dinine ve Peygamberine,
onları görmeden inanarak yardım edenler, onun dininin aziz olması için çalışanları, elde kılınç cihad edenleri belirlemek için verilmiştir. Onlar demiri bu maksat
için kullanacaklar, ondan delici ve kesici aletler yapacaklar ve böylece çok büyük
zaferler kazanmış olacaklarıdır.
اŞüphesiz Allah çok kuvvetli ve herkesten üstündür.”
İşte Zü’l-Karneyn-i cihan Oğuz Han’ın yaptığı o muhteşem Sed, demirin bu ilâhi
sırrını bütün heybeti ile ortaya koymakta ve gözler önüne sermektedir. Zîra, o Seddin
inşası sırasında bu âyetin sırrı, bir ilâhi güç olarak bir kere daha tecelli etmiş ve sanki gökten büyük, büyük bloklar hâlinde bu demirler inmiş ve Seddin inşasında ki yerini almıştır.
Oğuz Han, insanlığın yarınlarına giden yolda ve bir büyük medeniyet kurmada,
çok önemli bir yeri olan demir, bakır ve kurşun gibi temel maddeler ve onlardan; bugünkü
demir-çelik medeniyetine âdeta meydan okuyan bir teknikle ve hem de insanlığın en karanlık çağlarında öylesine muhteşem bir Sed yapmıştır ki, insanlık demir çelik medeniyetinin en zirvelerde olduğu ve bir altın devrini yaşadığı XXI. asırda bile hâlâ bunun sırrını
çözebilmiş değildir.
İnsanoğlu; bu demir çelik medeniyeti ve buna bağlı geliştirdiği ileri teknoloji ile yüz,
belki de iki yüz katlı yer altı ve yer üstü binalar yaptığı, Firavunlara meydan okuyan fildişi
kuleler inşa ettiği hâlde, Oğuz Han ve Zü’l-Karneyn-i Cihanın, insanlığın en ilkel devirleri ve bugünkü teknik imkânlardan tamamen mahrum yaşadığı bir tarih süreci içinde
demir, bakır karışımı ve dağlar kadar yüksek bu muhteşem Seddin nasıl ve hangi teknik
alet ve araçla yapıldığının sırrını öyle tahmin ediyoruz ki kıyâmete kadar da çözemeyecektir.
Bu Sed’din yapımında sâdece Ye’cüc ve Me’cücün kendilerine zarar vermesinden
çekinen Türk kavmi değil onlarla beraber Oğuz Han’ın dünyalara sığmayan ordusu,
onun maiyyet komutanları bu arada onun öncü komutanı Hızır Aleyhi’s-selam da canla
başla çalışmış ve bu Sed, beklenenden çok daha önce tamamlanmıştır. Bununla beraber
birçok sırlar gibi bu muazzam yapının; yukarda da ifade edildiği gibi, ne zaman, nerede ve
onu yapıldığı iki dağ arasında ki vadi, hâlâ ne Kur’ân Müfessirleri ne de bu işle ilgilenen
ilim adamları tarafından çözülebilmiş değildir.
Ne var ki, bizim bütün bu açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi, Zü’l-Karneyn’in;
Oğuz Han’ın ta kendisi olduğu ve bu büyük Cihan Fatih’inin, Hz. İbrahim devrinde
yaşadığı ve Hz. İbrahim’in ise M.Ö. XVIII. asırda ortaya çıktığı göz önüne getirilirse, bu
büyük Sed’din, Rasûl-ü Erkemden yaklaşık 23 asır önce, Türkistan’ın geniş doğu sınırları
Büyük Okyanus’a yakın bölgelerdeki iki muhteşem dağ arası ve bir geçit mevkiinde inşa
edilmiş olması gerekmektedir.
Videonun sesi çok düşük
Gök tengri inancının islamiyet ile benzeşmesinin nedeni aynı kaynaktan geldiği içindir.Benim Adım Jülide Değil, Jilayla adlı kitabı okuyun. Kitap life,kitap yurdu,idefix den ulaşmak mümkün.
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamber’in hadislerinde Türkler (2 cilt kitap)
Zekeriya Kitapçı Kur'an-ı Kerim ve Vahyi İlahide Türkler (2 Kitap Takım) konuyla ilgili tavsiye kitaplar