(46) 23.Söz/2, Sh 104 | 2.Nokta|İman insanı ışıklandıran bir nur olduğu gibi kâinatı dahi aydınlatır

Поделиться
HTML-код
  • Опубликовано: 30 окт 2024
  • İkinci Nokta: Îmân nasıl ki bir nûrdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektûbât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinâtı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mâzî ve müstakbeli zulümâttan kurtarıyor. Şu sırrı bir vâkıada اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَي النُّورِ âyet-i kerîmesinin bir sırrına dâir gördüğüm bir temsîl ile beyân ederiz. Şöyle ki: Bir vâkıa-i hayâliyede gördüm ki, iki yüksek dağ var, birbirine mukābil, üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere, ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da her tarafı karanlık, kesîf bir zulümât istîlâ etmişti. Ben sağ tarafıma baktım, nihâyetsiz bir zulümât içinde bir mezâr-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım, müdhiş zulümât dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım, gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müdhiş zulümâta karşı sönük bir cep fenerim vardı. Onu isti‘mâl ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım, pek müdhiş bir vaz‘iyet bana göründü. Hatta önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müdhiş ejderhalar, aslanlar, canavarlar göründü ki; “Keşke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehşetleri görmese idim” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle dehşetler aldım. “Eyvâh! Şu fener başıma belâdır” dedim.
    SAYFA 105
    Ondan kızdım. O cep fenerimi yere çarptım kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük bir elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümât boşandı. Her taraf o lâmbanın nûru ile doldu. Her şeyin hakîkatini bana gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazamyerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezâr-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle, nûrânî insanların taht-ı riyâsetinde, ibâdet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda fırtınalı dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şâhikalar ise, süslü, sevimli câzibedâr olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrângâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayâl meyâl gördüm. Ve o müdhiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي نُورِ الْا۪يمَانِ diyerek اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَي النُّورِ âyet-i kerîmesini okudum. O vâkıadan ayıldım.
    İşte o iki dağ mebde’-i hayat, âhir-i hayattır; yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise, hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbâldir. O cep feneri ise, hodbîn ve bildiğine i‘timâd eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acîb mahlûkātıdır. İşte enâniyetine i‘timâd eden, zulmet-i gaflete düşen, dalâlet karanlığına mübtelâ olan adam, o vâkıada evvelki hâlime benzer ki, o cep feneri hükmünde, nâkıs ve dalâlet-âlûd ma‘lûmât ile, zaman-ı mâzîyi bir mezâr-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümât içinde görüyor. İstikbâli gayet fırtınalı ve tesâdüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem her birisi bir Hakîm-i Rahîm’in birer me’mûr-u musahharı olan hâdisât ve mevcûdâtı, muzır birer canavar hükmünde bildirir. وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَي الظُّلُمَاتِ hükmüne mazhar eder.
    Eğer hidâyet-i İlâhiye yetişse, îmân kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, Kitabullâh’ı dinlese, o vâkıada ikinci hâlime benzeyecek. O vakit kâinât birden, bir gündüz rengini alır. Nûr-u İlâhî ile dolar. Âlem اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ âyetini okur. O vakit, zaman-ı mâzî bir mezâr-ı ekber değil, belki her bir asrı bir nebînin veya evliyânın taht-ı riyâsetinde vazîfe-i ubûdiyeti îfâ eden ervâh-ı sâfiye cemâatlerinin vazîfe-i hayatlarını bitirmekle, “Allâhü Ekber” diyerek makamât-ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür.
    SAYFA 106
    Sol tarafına bakar ki; dağlar misâl bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, cennetin bağlarında ve saadet saraylarında kurulmuş çok güzel bir ziyâfet-i Rahmâniyeyi o nûr-u îmân ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâûn gibi hâdiseleri birer musahhar me’mur bilir. Bahar fırtınaları ve yağmurları gibi hâdisâtı, sûreten haşîn, ma‘nen çok latîf hikmetlere medâr görüyor. Hatta mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sâir cihetleri sen kıyâs eyle; hakîkati temsîle tatbîk et.

Комментарии • 25