Dersler: Modern Felsefeye Giriş

Поделиться
HTML-код
  • Опубликовано: 26 апр 2018
  • Modern Felsefe’ye giriş niteliğindeki bu derste modern felsefe nedir ve modern felsefenin başlangıcı özetlenerek ders başlıyor. Modern felsefenin Tanrı buyrukları yerine insan aklını merkeze koyan dünya anlayışını ve hümanizmi, kilisenin baskılarına rağmen nasıl savunduğunun hikayesini dinliyoruz. Fakat bu süreçte modern dönem filozofları bilinç ve ruh konusunu bilimsel yoldan açıklayacak olanaklara sahip olmadıklarından, ismine “Kartezyen” görüş denen, beden ve ruh ikilemini aşamamışlar, bu ikilemi kabul edip, ikillikçi bir anlayış benimsemişlerdir. Felsefi temelleri Descartes’e dayanan Kartezyen görüş dönemin ilerleyen zamanında bazı filozoflarca bilimsel hipotezler ortaya konularak aşılmaya çalışılmış.
    Ayrıca bu dönemin felsefesinin siyaset felsefesine yansıması da hümanizme dayanan düşüncelerin gelişmesi şeklinde olmuş. Derste hümanizmin ne olduğu, ne anlama geldiği anlatılmakta ve temsilcisi olan düşünürlerin fikirleri işlenmekte.
    .

Комментарии • 7

  • @PANDORAFELSEFE
    @PANDORAFELSEFE  6 лет назад +18

    *MODERN FELSEFE DÖNEMİ HAKKINDAKİ YORUMUMUZ:*
    Kartezyen dünya anlayışı günümüzde bazen felsefeye büyük zarar verdiği ileri sürülerek çok eleştirilir. Özellikle Descartes’tın bedenden ayrı bir ruh olduğu fikrini felsefeye yerleştirdiği ve böylece Tanrı fikrinin kaçınılmaz olarak modern felsefeye girdiği söylenir. Fakat zihin felsefesi açısından konuya bakıldığında, o dönemin şartlarında gelinen noktada, bilinç konusunun irdelenmesinde varılan kaçınılmaz bir sondur. Bilincin ve aklın ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı soruları, o dönemde beynin nöral işleyişi bilinmediğinden, bilimsel olarak yanıtlanabilecek sorular değildi. Dolayısıyla salt akıl yürütülerek nesnel dünyanın varlığı ve işleyişi bir noktaya kadar çözümlenip, din temelli dünya görüşlerinin birçoğunun geçersiz olduğu anlaşılabiliyordu. Ama bilimsel olarak insan nedir soruna tam karşılık gelecek bir cevap verilemiyor ve bu yöndeki nesnel teoriler kanıtlanamıyordu.
    Bilincin ve aklın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığını bilimsel olarak çözümleyemediğinizde, düşünürün ve bilim adamının önünde iki seçenek kalır. Birinci görüş: beden robotik bir makineden ibarettir ve etki tepki mantığı ile determinist bir işleyiş söz konudur. Bu görüşü benimsediğinizde ruh kavramını ret etmiş böylece bir tanrıya ihtiyaç kalmamış olur. Doğa evrim yoluyla biyolojik organizmayı ortaya çıkarıp, geliştirmekte ve her biri biyolojik robotlar olan canlılar otomatik olarak doğanın zembereğini kurduğu birer mekanik oyuncaklar gibi doğa içindeki eylemlerini gerçekleştirmektedirler. İkinci görüş ise akıl ve bilinç bu dünyaya ait olmayan başka bir dünyadan gelen nesnel olmayan bir özelliktir görüşü.
    Descartes’ta ilk başta birinci görüş gibi düşünmüş, hatta Fransa sarayının bahçesinde gördüğü suyla çalışan otomatlardan çok etkilenip, bedenin aynı bir otomat gibi çalışan bir makine olduğu fikrini geliştirmiştir. Fakat bu görüşte şöyle bir problem vardı; hayat rastlantısaldır ve organizmanın her eyleminden sonra karşılaştığı seçenekler, sonsuz sayıda olasılılıklar doğuracak şekilde ardı ardına dizilir. Her bir seçeneği diğer seçenekler içinden mukayese etmeden, otomatik olarak seçiyor olmak canlı organizmanın hayatta kalma içgüdüsüne aykırı bir durum. Doğru seçeneği seçmek için bir akıl yürütme ve değerlendirme işlemi gerekiyor. Hepimiz deneyimlerimizden farkındayız ki genellikle neyi seçeceğimizi biliriz, bilerek hareket ederiz. Günlük yaşamda bir şeye ilk önce karar verip, sonra eyleme geçeriz. Ani refleksif hareketler dışında genellikle eylemden önce düşünme ve karar verme süreci gelir. Bu süreç bilgi temellidir yani bilme, kendinin frakında olma gibi bilinçlilik hallerine sahibizdir. Descartes’ta böyle düşünmüş ve “Düşünüyorum öyleyse varım” diye bilenen ünlü önemesini ortaya koymuştur. Descartes insanın salt bir otomat olamayacağına, bu otomatın içinde ayrıca düşünmeyi gerçekleştiren ve düşündüğünün de farkında olan bir benlik bilinci olduğuna hükmetmiş, bununda ancak ruh olabileceğine kanaat getirmiş. Ve tabi ruhun nereden geldiğini ve ne olduğunu nesnel dünya koşullarıyla açıklayamadığından, bu ruhu Tanrıya bağlamış.
    Bedenin, içinde yaşadığımız dünyaya ait nesnel bir varlık olarak bir otomat olduğu, ama bu otomatın içinde, bu otomatı yöneten bir makinist olarak ta, bu dünyaya ait olmayan bir varlık olan ruh olduğu görüşüne “Kartezyen” görüş veya “düalist” görüş denir. Kelime anlamıyla basitçe, ikircikli görüşte denilebilir. Yani insanın bir beden olarak bir hayvan gibi içgüdüsel olarak hareket eden bir otomat olduğu ama aynı zamanda da bu iç güdüleri yönlendiren birde ruhu olduğu görüşüdür. İnsanın bir ruhu olduğundan hem Tanrısal bir varlık olduğu hem de biyolojik bedeni ile materyalist dünyaya ait bir varlık olduğu görüşü; aynı anda, paralel olarak iki varlık alanında var olan düalist bir varoluş demektir. Bu varoluş anlayışına çift standartlı bir felsefi bakış olduğundan “Kartezyen” görüş denir. Descartes maddi olmayan ruhun nasıl oluyor da maddi olan bedenle etkileşime geçip, bedenin çeşitli eylemlerde bulunmasını sağladığı konusuna açıklama getirmek için çok çaba sarf etmiş ama başarılı olamamıştı.
    Günümüzden geriye bakıp Descartes’da Kartezyen görüş olarak çifte standartlı bir felsefi bakış açısı ortaya çıkardı eleştirisi yaparken, Descartes’ın felsefesinin bilimsel olgulara dayalı bir akıl yürütme ile yola çıktığını ve ortaçağ felsefesinden farklı olarak, bedenin ruhla alakası olmayan, özerk bir yapı şeklinde, bir makine olduğu fikrini ortaya atarak, çok radikal bir ayrım getirdiğini hatırlatmakta fayda var. Ortaçağ düşüncesinde beden ile ruh arasında bu belirgin ayrım yoktu. Ortaçağda insan bütünsel olarak bir varlık şeklinde düşünülüyordu. Bu yüzden akıl nedir, bilinç nedir gibi soruları irdelemek imkansızdı. Akıl nedir, bilinç nedir gibi soruları irdelemeye kalkınca, o dönemde, felsefi düşünce olarak Descartes’ın izlediği yolu izlemekten başka bir seçeneğiniz olamazdı. O dönemin şartlarından ötürü, hem kilisenin baskısı hem de bilimsel olarak insanın sinir sistemi ve beynin nöral yapısı bilinmediğinden, bilinci ve aklı çözümlemeye çalışırken, geldiğiniz noktada en azından elinizdeki ilerlemeyi kaybetmemek için mecburen konuyu Tanrıya bağlamaktan başka çareniz kalmayabilir.
    İlkçağ felsefesinde de ruh-beden ayrımı yoktu ve bu yüzden ruhun bedenin eylemleri sonucu ortaya çıkan sürecin kendi olduğu gibi algılanıyordu. Yani direk canlılıkla aynı anlama geliyordu. Fakat diğer taraftan da mantık ile duygu arasındaki farkın çok iyi farkındaydı filozoflar. Akıl mantıkla özleştirilmişti ve insanın doğal bir yeteneği gibi görülüyordu. Fakat bu yeteneğin nerden geldiği, nasıl ortaya çıktığı ve de bedenle birlikte nasıl bir yapılanma içinde olduğu henüz o zamanlar çok araştırılabilecek bir konu değildi. Fakat Ortaçağda, kilise felsefeyi ele geçirip, mantığında Tanrısal bir yetenek olduğu şeklinde felsefeyi tamamen dinin içinde eritme çabasına girmişti. Gerçi bazı din kökenli felsefeciler bedenden ayrı olarak akıl, mantık, bilinç gibi farklı olgular olduğunun frakındaydılar ama hem kilise yüzündene çok aykırı sesler çıkamazdı hem de yeterli çözümleme yapacak bilgi birikime yoktu. Descartes en azından akıl, bilinç ve beden diye kendi başına özerk yapıların ayrımını ortaya koymuş oldu. Ve böylelikle aklı merkeze alan aydınlanma çağı başlayabildi. Bunu yapmanın o tarihteki tek yolu ruh ve beden ayrımını belirgin hale getirmekti.
    Diğer türlü eğer insanı ruhu olmayan salt deterministlik olarak işleyen bir otomat gibi düşünürseniz, akıl yürütmeyi ve bilinci açıklamakta zorluk çekersiniz. Aklı, duygulanım boyutunu görmeden, salt bir hesap makinesi gibi düşünme eğilimine girersiniz ki bu da başka sorunlara yol açabilir. Nitekim Descartes’ta tepki duyan bazı filozoflar bu yola girmiş ve ortaya pozitivist görüş çıkmıştır. Pozitivizm ise sonu Hitler Almanya’sında olduğu gibi faşizm fikrini legalleştiren siyasi sonuçlar doğurabilir. Ya da Stalin Rusya’sında, milyonlarca entelektüelin ve aydının katledildiği toplam kamplarının ortaya çıkması gibi sonuçları olabilir.
    Modern dönem felsefesinde çözülemeyen beden-ruh ikilemi çağdaş felsefeye devrolmuş ve bugün hale tartışmalar devam etmektedir. Buradaki kritik konu aslında ruhu nasıl tanımladığınızla ilgilidir. İlkçağ felsefesinde örneğin; “ruh” bedenin işleyiş süreci olarak, bir süreç şeklinde tanımlanıyordu. Ayrı bir varlık olarak değil. Bu nedenle çağdaş felsefede yeninden bu görüşe benzer yaklaşımlar, bu sefer bilinç, akıl, duygu ve algı gibi kavramlarda işin içine katılarak yeniden ortaya atılmaya başlamıştır. Konu artık tamamen “ruh” kavramını nasıl algıladığınızla ilgilidir. Bu yeni bakış açısında özellikle Husserl’in fenomonolojik yöntemi büyük katkı sağlamıştır.
    Öteki türlü ruhu ret eden pozitivist yaklaşımlar sadece Hitler Almanya’sında değil her dönem ortaya çıkabilecek bir tehlikedir. Çünkü pozitivist görüşlerde neticede bir tür dine evrilmeye mahkumdur. Hitler Almanya’sını düşündüğünüzde Nazizm’in bir din olmadığını iddia edebilir misiniz? Pozitivizm irdelendiğinde, temelinde bilicin, aklın, duygunun ne olduğunun, nasıl ortaya çıktığına ve mekanizmasına net bir açıklama getirmeden körü körüne deneyselciliğe inanmaya bize teşvik ettiğini görürsünüz. Ya da felsefi söylemle söylersek; zihin felsefesini bir çözüme bağlamadan salt epistemoloji yolu ile ontolojik yasalar belirlemek bizi ruhsuz yöneticiler tarafından yönetilen devlet anlayışına götürür. Epistemolojik bir ontoloji kuramının yolu zihin felsefesinden geçiyor. “İnsan nedir?” sorusunun doğru cevabı; bilinç nedir, akıl nedir ve nasıl ortaya çıkıyor sorusuna doğru cevap vermekle mümkün.
    (Devamı alttaki yorumda)
    .

    • @PANDORAFELSEFE
      @PANDORAFELSEFE  6 лет назад +6

      2500 yıllık felsefenin yolculuğu sonucunda gelinen noktada, “ruh” kavramında konu kilitlenmiş gibi gözüküyor. Ruh kavramımı yeniden ele almak gerekiyor gibi gözüküyor. Ruh kavramına sahip çıkılmadığında, bu kavrama geçmişte sahip çıkan düşünceler ve inançların bu kavramı nasıl kendi lehlerine yönelik, tek taraflı biçimde kullandığına tarihte birçok kez tanık olduk. Ruh kavramının aslında stratejik olarak Tanrı kavramından daha önemli olduğunun farkına varılamadı. Tanrı kavramı ancak ruhu olan bir varlık için gereklidir. Başta ruh kavramına sahip çıkmayan, Tanrı kavramına itiraz edenlerde sonradan ruh kavramını toptan ret etmek zorunda kaldılar, kalıyorlar. Oysa uykuya dalarken, rüya görürken, sabah uyanırken, düşünce üretirken falan, her gün binlerce kez bedenden ayrı olarak bir bilinç, düşünce ve duygulanım dünyasının varlığını deneyimliyorlar (bunu en iyi deneyimleyenler roman yazarları).
      Bu ruhun illaki nesnel dünya ya ait olmayan, mistik anlamda bir varlık olması gerekmiyor. Maalesef ideolojik körlük her alanı kaplamış vaziyette. Tamamen nesnel dünyaya ait, materyalist bir varlık alanında var olabileceği hiç akıllara gelmiyor. Zamanında Antik Yunanda olduğu gibi, beden ölünce o da yok olan bir ruh anlayışı gibi...
      Aslında Platon belki konuyu çözmüştü ama Aristoteles konuyu bilimsellik adına mecburen rayından çıkarmış gibi gözüküyor. Platon ruh kavramını felsefi açıdan doğru biçimde tanımlamış olabilir. Fakat dini alet ederek politika yapmak isteyen iktidar yanlılarının, Platonu da amaçları doğrultsun da kullanmak istemeleri riskine karşılık, Aristoteles’in de pozitivist yaklaşımlara varacak yolu açmasının nedeni olabilir.
      Materyalist bir ruh kavramı ortaya koymadıkça, epistemolojik bir ontoloji kuramı geliştirmedikçe bu problem çözülmeyecek gibi. Günümüzde bunun da en etkin yolu yapay zeka çalışmalarıyla olacak gibi gözüküyor. Zaten felsefenin, bilime ve teknolojiye uyarlanabilecek epistemolojik bir ontoloji kuramı geliştirmeden, bilimin tek başına yapay zeka çalışmalarını başarılı biçimde realize etmesi mümkün olamaz. Neticede bilinçli bir varlık demek bir ruhu sahip olacak olan varlık demek.
      Burada “ruh” diye kastettiğimiz mistik anlamda bir varlık değil, bedene biyolojik olarak bağımlı ama kendi başına özerk bir duygu dünyası yaratabilecek şekilde bağımsız hareket edebilen, özne olarak muhatap olunabilecek, bedenden ayrı bir bilişsel temelli varoluştan bahsediyoruz. Bu ne bu dünyaya ait olmayan mistik bir ruh anlayışıdır, ne de determinist manada pozitivist bir materyalizmdir. Üçüncü bir seçenekten bahsediyoruz. Materyalist bir metafizikten bahsediyoruz. Ya da Husserl’in fenomenolojisine dayalı “mutlak töz” kavramından temellenen özne anlayışı da denilebilir. Sonradan kurulan ama gerçek bir özne yerine geçen, yapay, geçici bir özneden bahsediyoruz. Geçici olması ölümlü bir ruh olmasıdır. Ve bu yüzden adalet ve eşitlik için öteki dünyayı beklemesi gerekmeden, bu dünyada adaleti ve özgürlüğü doğal olarak talep etme hakkına sahip bir özneden bahsetmiş oluyoruz.
      Belki karmaşıklığından dolayı ancak biyolojik temelli bir yapıda mümkündür ve elektronik ortamda mümkün olmayacak ama en azından bu konuyu felsefi olarak ve bilimsel olarak bir çözüme kavuşturmak sürüp giden birçok felsefi ve siyasi problemi çözecektir. En azından biyolojik temelli metafizik bir özne yaklaşımı evrensel insanlık yasaları için, sosyal adalete dayalı hukuk için itiraz edilmez somut bir zemin sağlayacaktır. Kapitalizmin Adam Smith’lerden başlayarak savunduğu, ne olduğu belli olmayan, muallak bir insan tanımına dayalı Kartezyen teoriler karşısına, düalist olmayan, biyolojik temelli nöropsikolojik (nöropsikanalitik) bütünsel bir insan tanımını ortaya koymak mümkün olacaktır.
      .

  • @rasimkaya423
    @rasimkaya423 4 года назад +2

    Nazan Yerli hanım açık öğretim hakkında düşüncelerimi değiştirdi
    açık öğretim de de başarılı hocalar varmış demek ki
    olağan üstü bir yeteneğe sahip
    erkek felsefeci profesörlerin bile çoğundan ileri de
    bu kadar üstün bir yetenek maalesef çoğu zaman kıskançlık doğurur
    liyakatın ortadan kaldırıldığı sadakatın adeta kutsallaştırıldığı ülkemizde
    önü açık olması gereken bu kadının önü maalesef sürekli kesilecektir

  • @amatorsarkilar2815
    @amatorsarkilar2815 6 лет назад +4

    Videolar için teşekkürler,bazı videolarınız çok uzun insan izlemekten korkuyor,acaba onları parça parça atma olanığınız yok mu?

  • @SamsungSamsung-if8ls
    @SamsungSamsung-if8ls 4 года назад

    Spinoza hakkında anlamadığım bazı şeyler var açıklama getire bilirmisiniz

  • @sevkankarayel583
    @sevkankarayel583 6 лет назад +3

    Buna benzer ders videoları gelecek mi hocam

    • @PANDORAFELSEFE
      @PANDORAFELSEFE  6 лет назад +1

      Evet,, 10-12 tane daha önümüzdeki haftalarda sırasıyla gelecek.