Anakronizmden gerçek manada sıyrılıp dönemin ruhu ve aklı ile felsefe yapabilmenin sanıldığından daha nadir bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce akışında özetler üzerinden dahi olsa anlatısı sağlam temeller üzerinde yükselirken hocaya eşlik etmek büyük bir keyifti. İrdelemek istediğim iki nokta şunlardı: 1-) Bu paradigma değişiminde tek fark çözünürlük artışı değil, gerçek bir düşünce sistemi devrimi söz konusu. Bir geçiş var, anlar önemini ("significance") kaybedip matematik bir kesinlikle parçalara bölünüyor. Ve yeni sistem artık önemli anlar üzerinden değil, eşit ve ayrık parçalara bölünmüş kartezyen bir düzlem üzerinde kurulup yükseliyor. Peki ya Xeno ve onun anlatısı bu hikayede nereye oturuyor? 2-) Kant'ın eleştirisi ontolojik. Descartes'a göre var olan her şey bir şeydir, bence bu tanımda bir problem olmamalı. Bu noktada Descartes'ın kendi felsefesi içerisinde çelişen bir yer olduğunu düşünmüyorum. Buradaki "şey" tanımını yaptığı anda bir önceki paradigmanın yöntemine kapıldığı eleştirisi ne kadar haklı? Bu tip bir apriori olmadan tek bir adım dahi atılamazdı. P.S.: Dualizmin ve bu düşünce sisteminin gittiği yer ile ilgili başka eleştirilerim var.
Zenon'un paradoksları, zaman ve mekânın kesintisiz bir süreklilik içinde ele alınmasının doğurduğu çelişkileri gösterirken, kartezyen düzlem gibi ayrık ve ölçülebilir kategorilere bir zemin hazırlamıştır. Örneğin, "Achilles ve Kaplumbağa" paradoksu, sürekliliği parçalara ayırarak aşılabilir hale geliyor. Bu bağlamda Zenon, bu geçişte bir köprü veya sınır vakası olarak düşünülebilir. Ancak paradokslarının anlam yüklü "anlar" ve süreklilikle oynadığı göz önüne alındığında, onun düşüncesi kartezyen paradigmaya geçişten ziyade önceki paradigma ile daha fazla rezonans taşıyor olabilir. Dolayısıyla Zenon, bu geçişte hem eleştiri hem de olasılık kapılarını açan bir figürdür. - Herhangi bir metafizik sistem, bazı temel apriori kabuller olmadan inşa edilemez. Descartes, bu nedenle, "şey" kavramını bir başlangıç noktası olarak alır. Kant’ın eleştirisi ise burada başlar çünkü Kant’a göre, bu apriori “şey” tanımı, Descartes’ın eleştirdiği ortaçağ metafiziğine fazlasıyla bağımlıdır. Descartes’ın sistemi, Kartezyen dualizmle bir "varlık kategorisi" üzerinden işliyor, bu da modern felsefenin eleştiri oklarına hedef oluyor demektir. Ancak Kant da bir anlamda apriori kategorilere başvurduğu için burada Descartes'ı tamamen dışarıda bırakamaz. - Descartes’ın dualizmi, zihinsel olan ile maddi olanı kesin bir ayrım üzerinden tanımladığı için, “şey” kavramı zaten bu çerçevede işler. Fakat bu sistemin daha sonra Leibniz ve Kant gibi düşünürlerin eleştirilerine açık hale geldiğini kabul etmek gerekir. Bu eleştirinin son noktasında, dualizmin ve Kartezyen düşünce sisteminin gidişatı üzerine yapılan diğer eleştiriler önemli bir tartışma zemini sunuyor. Özellikle Kant sonrası felsefede (örneğin, Hegel’de) bu dualizmin aşılmaya çalışıldığı ve daha bütünsel bir ontolojik çerçeveye yönelindiği görülüyor. Ancak Kartezyen düşüncenin etkilerinden tam anlamıyla kurtulmak modern felsefede bile kolay olmamıştır. Bu da, felsefenin sürekli bir yeniden yapılanma sürecinde olduğunu gösterir.
Anakronizmden gerçek manada sıyrılıp dönemin ruhu ve aklı ile felsefe yapabilmenin sanıldığından daha nadir bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce akışında özetler üzerinden dahi olsa anlatısı sağlam temeller üzerinde yükselirken hocaya eşlik etmek büyük bir keyifti. İrdelemek istediğim iki nokta şunlardı:
1-) Bu paradigma değişiminde tek fark çözünürlük artışı değil, gerçek bir düşünce sistemi devrimi söz konusu. Bir geçiş var, anlar önemini ("significance") kaybedip matematik bir kesinlikle parçalara bölünüyor. Ve yeni sistem artık önemli anlar üzerinden değil, eşit ve ayrık parçalara bölünmüş kartezyen bir düzlem üzerinde kurulup yükseliyor. Peki ya Xeno ve onun anlatısı bu hikayede nereye oturuyor?
2-) Kant'ın eleştirisi ontolojik. Descartes'a göre var olan her şey bir şeydir, bence bu tanımda bir problem olmamalı. Bu noktada Descartes'ın kendi felsefesi içerisinde çelişen bir yer olduğunu düşünmüyorum. Buradaki "şey" tanımını yaptığı anda bir önceki paradigmanın yöntemine kapıldığı eleştirisi ne kadar haklı? Bu tip bir apriori olmadan tek bir adım dahi atılamazdı.
P.S.: Dualizmin ve bu düşünce sisteminin gittiği yer ile ilgili başka eleştirilerim var.
Zenon'un paradoksları, zaman ve mekânın kesintisiz bir süreklilik içinde ele alınmasının doğurduğu çelişkileri gösterirken, kartezyen düzlem gibi ayrık ve ölçülebilir kategorilere bir zemin hazırlamıştır.
Örneğin, "Achilles ve Kaplumbağa" paradoksu, sürekliliği parçalara ayırarak aşılabilir hale geliyor. Bu bağlamda Zenon, bu geçişte bir köprü veya sınır vakası olarak düşünülebilir. Ancak paradokslarının anlam yüklü "anlar" ve süreklilikle oynadığı göz önüne alındığında, onun düşüncesi kartezyen paradigmaya geçişten ziyade önceki paradigma ile daha fazla rezonans taşıyor olabilir. Dolayısıyla Zenon, bu geçişte hem eleştiri hem de olasılık kapılarını açan bir figürdür.
- Herhangi bir metafizik sistem, bazı temel apriori kabuller olmadan inşa edilemez. Descartes, bu nedenle, "şey" kavramını bir başlangıç noktası olarak alır. Kant’ın eleştirisi ise burada başlar çünkü Kant’a göre, bu apriori “şey” tanımı, Descartes’ın eleştirdiği ortaçağ metafiziğine fazlasıyla bağımlıdır.
Descartes’ın sistemi, Kartezyen dualizmle bir "varlık kategorisi" üzerinden işliyor, bu da modern felsefenin eleştiri oklarına hedef oluyor demektir. Ancak Kant da bir anlamda apriori kategorilere başvurduğu için burada Descartes'ı tamamen dışarıda bırakamaz.
- Descartes’ın dualizmi, zihinsel olan ile maddi olanı kesin bir ayrım üzerinden tanımladığı için, “şey” kavramı zaten bu çerçevede işler. Fakat bu sistemin daha sonra Leibniz ve Kant gibi düşünürlerin eleştirilerine açık hale geldiğini kabul etmek gerekir.
Bu eleştirinin son noktasında, dualizmin ve Kartezyen düşünce sisteminin gidişatı üzerine yapılan diğer eleştiriler önemli bir tartışma zemini sunuyor. Özellikle Kant sonrası felsefede (örneğin, Hegel’de) bu dualizmin aşılmaya çalışıldığı ve daha bütünsel bir ontolojik çerçeveye yönelindiği görülüyor. Ancak Kartezyen düşüncenin etkilerinden tam anlamıyla kurtulmak modern felsefede bile kolay olmamıştır. Bu da, felsefenin sürekli bir yeniden yapılanma sürecinde olduğunu gösterir.