Kaçırdığınız bir şey var. Adam zengin bir aileden geliyor. Yabancı kültüre aşina. O nedenle yabancı şarkı dinleyip, kitap okuyor. Ailesi ile bağını kopardığını, babasıyla sorun yaşadığını anlıyoruz. Kız kardeşi geldiğinde bunu fark etmeniz lazım. Babasının artık hatırlamadığını, gidip ziyaret edebileceğini söylüyor.
Filmin sonundaki ağlama sahnesi, çalan şarkıyla birlikte bende filmi tamamladı. Her şey o sahneyle oturdu. Çünkü çalan şarkı doğayı gözlemleme, doğa ile bağlantıdan duyulan haz ve o bütünlük hissinin verdiği doyumu anlatan bir şarkı. Güneşe doğru arabayı sürmesi ve güneşe kavuştuğu an. Dolayısıyla o ağlama hüzün ya da acı ile ilişkili değil, bütünlük hissinin verdiği doyumun çok yüksek ve harika olmasıyla ilgili.
Filmin 53. dakikasında, arabada, yağmurlu bir günde, hüzünlü bir Japon şarkısı çalıyordu. Hirayama dünyayla iletişimini kendi içerisinde çoğunluğu dengeli ve mutlu olan iç sesleriyle paylaşarak sürdürüyor. İçindeki coşkuyu, hisleri, o an açtığı şarkı ne ise onunla dünyaya haykırıyor aslında. İçerisindeki duygu akışının ambiyansını açtığı müzikle perçinliyor. Bazen bir restorana girersin ve öyle bir şarkı çalar ki, o restoranın ambiyansını o şarkı bütünler. Bazen bir sahafta çalan eski bir türkü, normalde dinlemeyeceğini bilsen de oraya o kadar uymuştur ki... Hirayama her canlının en büyük isteği olan “anlaşılmak” duygusunu açtığı müziklerle sağlıyor. Kendisini anlatabilmek için seçtiği bu yolda, en evrensel sesleri kullanması bence durumu daha da şairane ve kusursuz kılmış. İçerisindeki hüznü, evrensel olarak tarif etmesi zor bir yağmurlu günde ise hüzünlü bir japon şarkısı seçilmiş. Beni bir anlamda huzursuz eden ve etse bile bu huzursuzluğun hedeflendiğini düşündüğüm tek nokta, hedef destinasyona ulaştığında şarkının “çat” diye kesilmesi. Hani çok sevdiğin bir şarkı çaldığında yolculuk bitse bile kontağı kapatamazsın, kulaklığı çıkaramazsın ya, Hirayama çat diye iniveriyor arabadan. Sanırım bu kadar huzurlu rutinlerin bile bir sorumluluk ve sistematikle ilerlediği altyapıyı görüyoruz. Sizden dinledikçe benim yazasım gelmiş gibi bir yorum oldu, iyi ki anlatmışsınız
Yalın/sade bir hayat kolay değildir. Çünkü yalın olandan bir şey çıkartamazsın ya da bir şey ekleyemezsin. Filmde de bunu gayet iyi bir şekilde anlatıyor. Hirayama'nın rutinini bozan şeyler tüm dengesini de bozuyor ve canını sıkıyor. Böyle bir hayat bir taraftan lükstür bir taraftan da zordur. Bu yalınlığın en kötü tarafı ise, içine yeni bir şey ekleyemiyor olmaktır, gelişmeyi ilerlemeyi bırakmaktır. İki gölge (yani iki yalın) üst üste gelse hiçbir şey değişmeyecek diye kendini kandırmak zorunda kalmaktır.
Bence film yeğeni gelmeden önce ve sonra diye 2 ye ayrılıyor. İlk bölümde hirayamanın o disiplinli, müthiş, küçük şeylerden mutlu olan, olayları dışardan seyreden, anda kalabilen bir gerçekten etkileyici bir kişiyi izliyoruz ama bu kişi yalnız. Yalnızlığı ile baş edebiliyor bir çoğumuzun edemediği gibi ama yine de yalnız. İnsan ilişkilerinden, aile ilişkilerinden, romantik ilişkilerden de kaçınan bir adam var. Bir şeylerden kaçmış. o küçük, huzurlu, düzenli, rutinleri olan hayatına kaçmış. Sonrasında ise yeğeni geliyor ve bir anda o kurduğu düzen dağılıyor. Bazı rutinlerini bozmak zorunda kalıyor. Birine kalbini açıyor. Ve o ana kadar hiç ağladığını görmediğimiz hirayama yeğeni giderken ilk defa ağlıyor. Bir şeyler değişiyor hirayama için. Düzeni bozuluyor. Bundan sonra bence 2 önemli olay daha var anlamsız gibi gözüken bir sahne biri. Hirayama bir sürü evin arasında boş bir arazinin önünde bekleyen yaşlı bir adamla karşılaşıyor. Ve hirayamaya burada eskiden ne vardı biliyor musun diye soruyor. Hirayama bilemediğinde Yaşlı adam 'ehh işte yaşlanmak böyle bir şey' diyor. Hirayamaya söyleniyor. Film boyunca hep yaşlı ve bilge rolünde olan çevresine bir şeyler öğreten hirayama ilk defa burada farklı bir role bürünüyor. İlk defa genç oluyor başkasına göre. Film adeta hala onun da bilmediği şeyler var, onun da öğreneceği şeyler var diyor. bu sahneden sonra her zaman insanların mahremiyetine olabildiğince saygı gösteren hirayamanın, bir kişinin mahremiyetine saygı göstermediğini görüyoruz. Restorant işleten kadının yanında başka bir adamı görünce mahremiyetine saygı gösteremiyor orada. çünkü yıllarca bastırdığı bir şey artık yeşermeye başlamış. o kadına karşı bir şeyler hissediyor. Ve bir şeyler hissettiği kadını başka bir erkekle görüyor. sonrasında artık son sahneler tüm film boyunca hiç kötü alışkanlığını görmediğimiz hirayama dağılıyor. Marketten sigara ve bira alıyor. Sonrasında kadının eski eşi geliyor. Hirayamanın o kadından hoşlandığını söylüyor. Devam etmesini söylüyor. Sonrasında birlikte oyun oynuyorlar. İnsan oyun oynayan bir canlıdır. Yaşlandığı için oyun oynamayı bırakmaz. Oyun oynamayı bıraktığı için yaşlanır. yalnız, bir başına hirayama adeta çocukluğuna dönüyor. o bağı ve neşeyi tadıyor tekrardan 'sonunda hiçbir şey değişmiyor mu bu saçmalık' diyor. Adeta o kendi dünyasına çekildiği, diğer insanlara kapattığı kalbini tekrardan açıyor. Sonrasında ise "it's a new day, it's a new life for me. I am feeling good" şarkısı giriyor. Hirayama mutlu. Yeni hayatı için heyecanlı. Ama bir yandan geçen yıllarının da yasını tutuyor. Allahım inanılmaz bir film inanılmaz. bir son sahne büyülendim. hirayama aslında takıntılı bir adam normal bir adam değil. Ama bilgeliği, olaylara dışarıdan bakabilmesi, hayatı boşvermeyişi, ciddiye alışı, özeni, küçük şeylere olan tutkusu, çevresine verdiği değer bunlar büyüleyici hatta etkileyici. Ama tam değil. İnsan bilgeliğe yaklaşabilse de ulaşamıyor her zaman öğreneceği bir şeyler var. Hayatın bir yanını överken diğer yanını hiç yermeden kötü göstermeden, bir tarafa atmadan. Hayatın iki yanının da kıymetini insanın iliklerine kadar hissettiren. Hayatın içinden huzur verici ve büyüleyici bir film. Bir deee son olarakk kitapçıdan aldığı son kitabın korku ve kaygının farkını anlatıyor olması da aslında kaygının doğurduğu kaçınma davranışına vurgu yapan bir ayrıntı. Hirayama aslında kaçınan bir kişi. Yani film, videonun sonunda bahsedildiği gibi tamamen iyimser bir film değil aslında. Özeni öven şuanki yeni kültürde belki bu özenin azaldığını tenkit eden. Ama kesinlikle de bu hayatı inanılmaz bir yere koyan bir film değil bu hayatı da tenkit ediyor bir noktada.
Mert Can Demirtaş'ın farklı bir yönünü görmek keyifliydi. Duygu Uysal'da soruları ve katkısı için kutlarım. Perfect days filmini izlerken Mert ve Duygu'nun izlenimlerini ve duygularını hissettim. Bu tür yayınların ve programların daha çok olması dileğiyle. Flutv'ye de teşekkürler 🙏👏
4:3 formatı konuşurken videonun kadraj inin değişmesi detayı. Ben sinemada izledim, ana karakterin her gece kitap okumasi canı sıkılanlarlar için iyi bir fikir, bir huzur kaynağı olarak değerli oldu.
Filmi ilk kez geçen haftaki "Habersizler"de duydum ve izlemeye başladım. Filmi daha iyi anlamak için bu videoyu bekliyordum. Duygu ve Mert bu videoda iyi bir ikili olmuşlar. Filmi sadece içerik olarak değil aynı zamanda yönetmeni ve filmin yapılma hikayesi ile beraber paylaşmanız gerçekten bütünleyici bir inceleme oluşturmuş. Elinize sağlık.
Benzer bir Japon yapımı olan Netflix'teki mini dizi "Midnight Diner"ı tavsiye ederim. Aynı şekilde insanın Tokyo'da gece çalışan bir lokanta açası geliyor. Ayrıca Flu gençlerine bu güzel sohbet için çok teşekkürler.
Mert Can, adamın yabancı müzik dinlemesine takılmış ama bu fenomene "Big in Japan" deniyor. 70-80'li yıllarda bir sürü "Batılı" müzik grubu Japonya'da, dünyanın diğer herhangi bir yerinde olduğundan çok daha popülerdi. Bu yüzden, "siz anca Japonya'da satarsınız olm" gibisinden aşağılayıcı bir anlamı olsa da, o dönem Japonya'da satılan yüz milyonlarca klasik rock ve pop albümü oldu. Filmdeki abimiz de kasetten dinleyen geçmişte kalmış bir profil olduğuna göre bunda anormal bir şey yok, hatta emin olun tam tersine kıytırık (kıytırık, evet) Japon müziği dinlese tutarsızlık hissiyatı yaratır ve uzmanlar tarafından eleştirilirdi.
Sevgili Flu tv içerikleirinizle bana kattığınız entellektüellik için minnettarım. Her video inanılmaz heyifli. iyikisinizzz varsınızdırrrr kalp kalp kalp
Duygu'nun seviyesini cefrili zamanlardan biliyordum zaten ama Mertcan'ı ilk defa böyle gördüm. Derinlikli kişiliğinizi gördüğüm ve sayenizde bilgilendiğim için bir destekçiniz olarak gurur duydum. Darısı Yaren'in başına. ^^ İnanıyorum bir gün o da olacak. :)
Aylar önce Tokyo’ya gittiğimde, koşa koşa wc gezmek istemek, konforlu ve temiz tuvaletlerini deneyimlemek, bir turistik eylem haline gelebiliyor diye düşünmüştüm. Fazlası yoktur eksiği vardır. Çöp günlük yaşamda olmayan şey. Bitkiler ve mimari ise en etkileyici diğer şeyler.
Wim Wenders filmlerini özlemişiz. Hep bir adamın (nispeten yaşlı) peşine takılan, samimi one man show hikayeleri seviyor kendisi. Ben de izleyince çok iyi hissettim. Ve filmin konusunu bilmeden hijyen obsesyonu olan bir arkadaşımla izleme gafletinde bulundum. Tuvalet sahnelerinde arkadaşım gözlerini kapatıyordu. Paris, Texas harika elbette ama ben kendisinin bir underrated filmini önereyim; Don't come knocking.
Şahane içerik. Umarım devam eder seri. Film ile ilintili tuvalette seriyi başlatmak serinizin devamı için biraz ürkütücü. Kanalizasyonda geçen bi hikaye anlatan yönetmen çıkmaz umarım
Bana öyle geliyorduki başkarakter içten içe depresyondaydı. Yaşadığı olaylar onu insanlardan uzaklaştırmış ve sadece kendine dönmek istemiş bu yüzden de huzuru bulmuş. Fakat bazı sahnelerde içten içe hala o uzaklaştığı insanların arasına girmek istiyor oluşu çok güzel yansıtılmış. İstese o zengin yaşantısına dönebilir ama kabuğunda mutluluğu bulmuş ya da öyle sanıyor. Her gün aynı rutini tekrarlıyor fakat bir sahnede onun da bazen bu rutinden yorulduğu gösteriliyor. O yıkılan bina sahnesinde de gelişen dünyada kendi kendine yaşamak istesede değişim bir şekilde hayatını etkileyecek. Son sahnedeki ağlama hirayamanın içten içe depresif biri olduğunu küçük mutlulukarın içinde büyük resime bakınca o hüzün asla yok olmayacağını ve bir yüzleşme gerektiğini gösteriyor.
Anadoluda doğanın içinde doğan bir insan olarak söylüyorum,anadolu insanı dünyanın en üstün sanat eserleriyle dolu bir galeride mesaisini bitirmeye çalışan bir görevli gibi ve içinde bulunduğu ortam hiç umrunda değil,kafamızın içi kafamızın içi kafamızın içi.
Adam belli ki kalbur üstü bi aileden geliyor. Bazı şeyleri bunu göz önünde bulundurmadan yorumlamışsınız. Kule, dinlediği şarkılar, okuduğu kitaplar vs…
1 - güzel ikili, muhabbetli filan. z muhabbeti yapılmadı filan, gayet keyif aldım. 2 - film orhan pamuk kişisel gelişim kitabı yazmış gibiydi. orhan pamuk öyle bir kitabı da güzel yazar belki ama kişisel gelişim beni açmıyor, hatta bu konuda koşulluyum galiba. 3 - belgesel olsa da salt of the earth'ü anmamanız şaşırttı beni. en iyi işi belki de, kesssin izleyin.
6:40 "cehalet mutluluk getirir" sözü yabana atılmaması gerekir. O kadar teknolojik ürünlerimiz var paramızı müzlk, video, depolama platformlarına döküyoruz, en son cihazlarımız var ama mutluluğumuz bir tık artmadı.
filmin sonunda ağlamasının nedeni ne kadar zamanını kitaplarla, müzikle, günlük rutinle doldurursan doldur hayatını başka bir insanla paylaşmamasının verdiği boşluğu en derinden hissetmesi bence
Zengin bir adamın kardeşinin görünüşüyle, onun derin bir geçmişe sahip olabileceği düşüncesine kapıldım. Belki de eğitimli birisiydi, Amerika'da okumuş veya yaşamış olabilir. Amerikan şarkılarını dinlemesi ve sevmesi, belki de bu deneyimlerden kaynaklanıyordu. Geçmişinde büyük bir travma yaşamış olabilir, belki de eşini kaybetmiş ve bu yüzden kendisini soyutlamış, minimal bir yaşam tarzı benimsemiş olabilir. Bu filmin ikincisi çıkarsa ve bu tarz bir hikayeyle karşılaşırsak hiç şaşırmam.
Bu kadar az diyaloğu olan bir filmin beni bu kadar duygudan duyguya sürükleyeceğini düşünmezdim sanırım. Filmi izledikten sonra ve okuduğum yorumlar sonucunda Hirayama mutlu mu değil mi bunu düşünmüş ve şöyle yorumlamıştım şahsi olarak "Kendi yaşayış şeklini kabullenmiş ve bundan memnun bir karakter. Mutluluk sonsuz değil de anlardan ibaret bana göre, bu yaşayış şekliyle tam olarak mutlu diyemesem de huzurlu demek daha doğru geliyor. İçinde bir kısmı insanlarla bir arada olmayı da istiyor ve her yan karakterle bir bağ kurmuş aslında. Ama insanlarla daha fazla bir arada olması ve daha fazla bağ kurması da kendi izole hâline göre daha üzgün ve kırgın yapıyor onu. Belki de daha yalnız bir hayat seçmesinin sebebi de budur." Küçük anların farkına varmak ve bunu mutluluk kaynağı yapabilmek uygulaması zor bir meziyet olduğu için film bu kadar etkiledi belki de beni, bilmiyorum. Müzikler de çok oturmuş gelmişti bana izlerken. Mert Can'a 'içeriden' sızdırdıkları için Duygu'ya da gerçek hayat analizleri için teşekkürler, çok keyif aldığım bir video oldu :)
Güzel bir program oldu, Duygu ve Mert iyi bir ikili olmuş. Filmi duymuş ve unutmuştum, ilk fırsatta izleyeceğim. Duygu, tezatlık diye bir ifade kullandın. Tezat zıtlık demektir, tezatlık şeklinde bir kullanım yanlış olur; kalemliklik demek gibi... başarılar, sevgiler...
Adam filmin sonunda ağladı diye şaşırmak ve mutlu insan rolü yaptığını düşünmek gereksiz. Huzuru olan bir insan da hüznü yaşayabilir, her an gülmek durumunda değil. Ya da kendisine ait olmayan sorumluluklar sırtına bindirildiğinde (iş arkadaşının gitmesi üzerine) kızması da çok normal, mecburiyeti yok ekstra sıkıntıya. Not: devami gelsin temennisiyle. Iki kere izledim videoyu.
Wim Wenders ana karakterin geçmiş hikayesini sadece o oyuncuya anlatmış. Filmde söz edilemiyor ama oyuncu bunu bilerek karakteri canlandıriyor. Bu hikayeyi bulabilirsiniz.
Basın toplantısında Mert 'i gördüm ama "yok ya o değildir" dedim... Amma büyümüş yahu bu çocuk 😂😂😂
6 месяцев назад+2
Karakterin sürekli yabancı müzik dinlemesi hakkında benim fikrim; tabi ki bu fikir bende kız kardeşinin yaşadığı hayatı görünce şekildi, eskiden çocukken varlıklı bir ailede büyümüş ve bu sırada dünya müziklerinin (onun çocukluğundaki sanatçıların) tadını almış ve bunu sürdürmeye devam etmeye çalışıyor. Müzik tercihlerinin adamın geçmişsine bir ışık tuttuğu düşüncesindeyim. 12:55
Çok düşük beklentilerle videoya tıklayıp, yeni bir film öğrenmiş oldum. Gençler hazırlıklı gelmişler, bilgilendirici ve akıcı bir video olmuş. Ufak bir detay ama benim kulağıma batıyor. Wenders'ın 'Wings of Desire' olarak bahsedilen ünlü filminin orijinal adı 'Der Himmel über Berlin'dir, Türkçe ismide birebir tercümesi olan 'Berlin üzerindeki gökyüzü'dür. (wikipedia'ya göre) Wings of Desire, Amerika pazarı ismidir.
Çok dolu dolu, güzel bir sohbet. Elinize sağlık arkadaşlar. Keyifle dinledim. İlla bir cinslik yapacaklar. Tuvalet ne alaka derken 6. dk da farkettim olayı 😅😅😅
Videonun 5. Dakikasındayım, bu kanalı 5 yıldan uzun suredir takip ediyorum ve ilk defa bu ikilinin mantıklı konular üzerine konuştuğunu görüyorum. Ilker Canikligil'in yıllardır yapamadığını bu film yaptıysa kesin baş yapıttır.
Duygu'nun dediği gibi bu kafaya gelmek için bir şeylere doymuş olmak gerekiyor ve belki de adamın mesaiye kaldığında hissettikleri bu konfor alanını kendisi belirleyemedi ilk defa.
Adamın geçmişi ile ilgili hiçbir şey anlatılmadığı için eylemleri hakkında yorum yapmak zorlaşıyor. Ben kendini bir rutinin içine hapsetmiş mutsuz bir insan olduğunu düşündüm sadece. Bu sebeple filmi çok irdelemeden bir belgesel izlermiş gibi seyrettim. Bu şekilde bile çok güzeldi, beğendim.
animasyon felan da konusun flu tv. Attack On Titan bitti ve son 10 yilin en iyi animesi. Nerdeyse tum anime kliselerinden arinmis, holywood un sittin sene yapamayacagi epik ve derin bir eser. Gencler ve hozalarimiz ne yorumda bulunur super merak icindeyim.
5:20 o ruh/kami şeysi ghibli animerinde sıkça görülür; iki oscarlı miyazaki den totoro, princess mononoke ve tabiki Sen to Chihiro no kamikakushi başta gelen örneklerdir.
Güzel bir şey düşünülmüş ancak filmin söylemi pek çok yönüyle kaçırılmış. Bu film tuvalet temizleyen mutlu bir adam filmi değil. Filmi sade bir hayatın getirdiği mutluluk olarak da ele alamyız bu yüzden. Çünkü film iki bölümden oluşuyor. Başrolün ritüellerinin olduğu ve bozulduğu bölümler bunlar. Adam ritüellerini yerine getirdiğinde, bardaki kadın ( eros) hariç emosyonel ( duygusal ) bir durumun içerisine bile isteye sokmuyor kendini venher gün aynı saatte aynı şeyleri yapmak ona ' sorun yaratmıyor.' İkinci bölümde kardeşi ve hoşlandığı kadına karşı kıskançlık dolayısıyla rutinler bozulyor ve başrol aslında insan oluyor. Aslında çoğumuz başroldeki gibi otistik derecede yaşıyoruz fakat farkında değiliz. Ancak başrolden farkımız zorunlu insan ilişkilerimiz. Duygu.. 11'den somra gelip tuvalette içerik yapıyorsun.. mükemmel kariyer yönetimi
Sondaki Nina Simone Feeling good sahnesi; bütün film boyunca küçük ayrıntılarda mutlu olduğunu düşündüğümüz esas adamın aslında nasılsın içindeki hüznü sakladığınız ve kabullenmişliğinin kanıtı gibi. Bu minimanizal yaşam değil; bu imkansızlığı kabullenme sadece...
Çünkü gülümsemek deĝil; ağlamak saklanan bir eylemdir ve bütün film boyunca, küçük şeylerden mutlu olduğunu düşündüğümüz esas adam bir kız kardeşi giderken bir de filmin sonunda ağlıyor. Eğer ki hayatın her anı güzel ise bu adam için, onlardan da ders çıkarıp gülümsemesi gerekirdi;)
Sımplicity is ultimate sophistication. bence Adam bu felsefede biraz, Orhan Pamuk da benim adım kırmızıda buna değiniyor biraz aslında, binlerce kez aynı şekilde doru bir atı çizerek mükemmelliğe ulaşmaya çalışan bir minyatür sanatçısı.
Kaçırdığınız bir şey var. Adam zengin bir aileden geliyor. Yabancı kültüre aşina. O nedenle yabancı şarkı dinleyip, kitap okuyor. Ailesi ile bağını kopardığını, babasıyla sorun yaşadığını anlıyoruz. Kız kardeşi geldiğinde bunu fark etmeniz lazım. Babasının artık hatırlamadığını, gidip ziyaret edebileceğini söylüyor.
Mertcanın ilk kez bu kadar donanımlı konuştuğunu gördüm. Gözümüzün önünde büyüdü çocuk yaa...
Filmin sonundaki ağlama sahnesi, çalan şarkıyla birlikte bende filmi tamamladı. Her şey o sahneyle oturdu. Çünkü çalan şarkı doğayı gözlemleme, doğa ile bağlantıdan duyulan haz ve o bütünlük hissinin verdiği doyumu anlatan bir şarkı. Güneşe doğru arabayı sürmesi ve güneşe kavuştuğu an. Dolayısıyla o ağlama hüzün ya da acı ile ilişkili değil, bütünlük hissinin verdiği doyumun çok yüksek ve harika olmasıyla ilgili.
Filmin 53. dakikasında, arabada, yağmurlu bir günde, hüzünlü bir Japon şarkısı çalıyordu. Hirayama dünyayla iletişimini kendi içerisinde çoğunluğu dengeli ve mutlu olan iç sesleriyle paylaşarak sürdürüyor. İçindeki coşkuyu, hisleri, o an açtığı şarkı ne ise onunla dünyaya haykırıyor aslında. İçerisindeki duygu akışının ambiyansını açtığı müzikle perçinliyor. Bazen bir restorana girersin ve öyle bir şarkı çalar ki, o restoranın ambiyansını o şarkı bütünler. Bazen bir sahafta çalan eski bir türkü, normalde dinlemeyeceğini bilsen de oraya o kadar uymuştur ki... Hirayama her canlının en büyük isteği olan “anlaşılmak” duygusunu açtığı müziklerle sağlıyor. Kendisini anlatabilmek için seçtiği bu yolda, en evrensel sesleri kullanması bence durumu daha da şairane ve kusursuz kılmış. İçerisindeki hüznü, evrensel olarak tarif etmesi zor bir yağmurlu günde ise hüzünlü bir japon şarkısı seçilmiş. Beni bir anlamda huzursuz eden ve etse bile bu huzursuzluğun hedeflendiğini düşündüğüm tek nokta, hedef destinasyona ulaştığında şarkının “çat” diye kesilmesi. Hani çok sevdiğin bir şarkı çaldığında yolculuk bitse bile kontağı kapatamazsın, kulaklığı çıkaramazsın ya, Hirayama çat diye iniveriyor arabadan. Sanırım bu kadar huzurlu rutinlerin bile bir sorumluluk ve sistematikle ilerlediği altyapıyı görüyoruz.
Sizden dinledikçe benim yazasım gelmiş gibi bir yorum oldu, iyi ki anlatmışsınız
Yalın/sade bir hayat kolay değildir. Çünkü yalın olandan bir şey çıkartamazsın ya da bir şey ekleyemezsin. Filmde de bunu gayet iyi bir şekilde anlatıyor. Hirayama'nın rutinini bozan şeyler tüm dengesini de bozuyor ve canını sıkıyor. Böyle bir hayat bir taraftan lükstür bir taraftan da zordur. Bu yalınlığın en kötü tarafı ise, içine yeni bir şey ekleyemiyor olmaktır, gelişmeyi ilerlemeyi bırakmaktır. İki gölge (yani iki yalın) üst üste gelse hiçbir şey değişmeyecek diye kendini kandırmak zorunda kalmaktır.
Bence film yeğeni gelmeden önce ve sonra diye 2 ye ayrılıyor. İlk bölümde hirayamanın o disiplinli, müthiş, küçük şeylerden mutlu olan, olayları dışardan seyreden, anda kalabilen bir gerçekten etkileyici bir kişiyi izliyoruz ama bu kişi yalnız. Yalnızlığı ile baş edebiliyor bir çoğumuzun edemediği gibi ama yine de yalnız.
İnsan ilişkilerinden, aile ilişkilerinden, romantik ilişkilerden de kaçınan bir adam var. Bir şeylerden kaçmış. o küçük, huzurlu, düzenli, rutinleri olan hayatına kaçmış. Sonrasında ise yeğeni geliyor ve bir anda o kurduğu düzen dağılıyor. Bazı rutinlerini bozmak zorunda kalıyor. Birine kalbini açıyor. Ve o ana kadar hiç ağladığını görmediğimiz hirayama yeğeni giderken ilk defa ağlıyor. Bir şeyler değişiyor hirayama için. Düzeni bozuluyor.
Bundan sonra bence 2 önemli olay daha var anlamsız gibi gözüken bir sahne biri. Hirayama bir sürü evin arasında boş bir arazinin önünde bekleyen yaşlı bir adamla karşılaşıyor. Ve hirayamaya burada eskiden ne vardı biliyor musun diye soruyor. Hirayama bilemediğinde Yaşlı adam 'ehh işte yaşlanmak böyle bir şey' diyor. Hirayamaya söyleniyor. Film boyunca hep yaşlı ve bilge rolünde olan çevresine bir şeyler öğreten hirayama ilk defa burada farklı bir role bürünüyor. İlk defa genç oluyor başkasına göre. Film adeta hala onun da bilmediği şeyler var, onun da öğreneceği şeyler var diyor.
bu sahneden sonra her zaman insanların mahremiyetine olabildiğince saygı gösteren hirayamanın, bir kişinin mahremiyetine saygı göstermediğini görüyoruz. Restorant işleten kadının yanında başka bir adamı görünce mahremiyetine saygı gösteremiyor orada. çünkü yıllarca bastırdığı bir şey artık yeşermeye başlamış. o kadına karşı bir şeyler hissediyor. Ve bir şeyler hissettiği kadını başka bir erkekle görüyor. sonrasında artık son sahneler tüm film boyunca hiç kötü alışkanlığını görmediğimiz hirayama dağılıyor. Marketten sigara ve bira alıyor. Sonrasında kadının eski eşi geliyor. Hirayamanın o kadından hoşlandığını söylüyor. Devam etmesini söylüyor. Sonrasında birlikte oyun oynuyorlar. İnsan oyun oynayan bir canlıdır. Yaşlandığı için oyun oynamayı bırakmaz. Oyun oynamayı bıraktığı için yaşlanır. yalnız, bir başına hirayama adeta çocukluğuna dönüyor. o bağı ve neşeyi tadıyor tekrardan 'sonunda hiçbir şey değişmiyor mu bu saçmalık' diyor. Adeta o kendi dünyasına çekildiği, diğer insanlara kapattığı kalbini tekrardan açıyor. Sonrasında ise "it's a new day, it's a new life for me. I am feeling good" şarkısı giriyor. Hirayama mutlu. Yeni hayatı için heyecanlı. Ama bir yandan geçen yıllarının da yasını tutuyor.
Allahım inanılmaz bir film inanılmaz. bir son sahne büyülendim. hirayama aslında takıntılı bir adam normal bir adam değil. Ama bilgeliği, olaylara dışarıdan bakabilmesi, hayatı boşvermeyişi, ciddiye alışı, özeni, küçük şeylere olan tutkusu, çevresine verdiği değer bunlar büyüleyici hatta etkileyici. Ama tam değil. İnsan bilgeliğe yaklaşabilse de ulaşamıyor her zaman öğreneceği bir şeyler var. Hayatın bir yanını överken diğer yanını hiç yermeden kötü göstermeden, bir tarafa atmadan. Hayatın iki yanının da kıymetini insanın iliklerine kadar hissettiren. Hayatın içinden huzur verici ve büyüleyici bir film.
Bir deee son olarakk kitapçıdan aldığı son kitabın korku ve kaygının farkını anlatıyor olması da aslında kaygının doğurduğu kaçınma davranışına vurgu yapan bir ayrıntı. Hirayama aslında kaçınan bir kişi. Yani film, videonun sonunda bahsedildiği gibi tamamen iyimser bir film değil aslında. Özeni öven şuanki yeni kültürde belki bu özenin azaldığını tenkit eden. Ama kesinlikle de bu hayatı inanılmaz bir yere koyan bir film değil bu hayatı da tenkit ediyor bir noktada.
Mert Can Demirtaş'ın farklı bir yönünü görmek keyifliydi. Duygu Uysal'da soruları ve katkısı için kutlarım. Perfect days filmini izlerken Mert ve Duygu'nun izlenimlerini ve duygularını hissettim. Bu tür yayınların ve programların daha çok olması dileğiyle. Flutv'ye de teşekkürler 🙏👏
4:3 formatı konuşurken videonun kadraj inin değişmesi detayı. Ben sinemada izledim, ana karakterin her gece kitap okumasi canı sıkılanlarlar için iyi bir fikir, bir huzur kaynağı olarak değerli oldu.
Filmi ilk kez geçen haftaki "Habersizler"de duydum ve izlemeye başladım. Filmi daha iyi anlamak için bu videoyu bekliyordum. Duygu ve Mert bu videoda iyi bir ikili olmuşlar. Filmi sadece içerik olarak değil aynı zamanda yönetmeni ve filmin yapılma hikayesi ile beraber paylaşmanız gerçekten bütünleyici bir inceleme oluşturmuş. Elinize sağlık.
Benzer bir Japon yapımı olan Netflix'teki mini dizi "Midnight Diner"ı tavsiye ederim. Aynı şekilde insanın Tokyo'da gece çalışan bir lokanta açası geliyor. Ayrıca Flu gençlerine bu güzel sohbet için çok teşekkürler.
Biri n'olur benzer bir yapım tavsiye etse diye bakınıyordum. Teşekkür ederimmm
Bu filmi izleyen olmadığını düşünüyordum 😊
Mert Can, adamın yabancı müzik dinlemesine takılmış ama bu fenomene "Big in Japan" deniyor. 70-80'li yıllarda bir sürü "Batılı" müzik grubu Japonya'da, dünyanın diğer herhangi bir yerinde olduğundan çok daha popülerdi. Bu yüzden, "siz anca Japonya'da satarsınız olm" gibisinden aşağılayıcı bir anlamı olsa da, o dönem Japonya'da satılan yüz milyonlarca klasik rock ve pop albümü oldu. Filmdeki abimiz de kasetten dinleyen geçmişte kalmış bir profil olduğuna göre bunda anormal bir şey yok, hatta emin olun tam tersine kıytırık (kıytırık, evet) Japon müziği dinlese tutarsızlık hissiyatı yaratır ve uzmanlar tarafından eleştirilirdi.
evet arastirdim dediginiz gibi bir durum varmis, ama yine de 11/10 olmasi normal gelmiyor.
sevdim çünkü bence bu ikili hocanın aradığı otantikliği bana verdi
Hiç sıkmadan sonuna kadar götürebildiğimiz bir program olmuş. Bu ikiliyi bir arada daha çok görmek isteriz
Sevgili Flu tv içerikleirinizle bana kattığınız entellektüellik için minnettarım. Her video inanılmaz heyifli. iyikisinizzz varsınızdırrrr kalp kalp kalp
Duygu'nun seviyesini cefrili zamanlardan biliyordum zaten ama Mertcan'ı ilk defa böyle gördüm. Derinlikli kişiliğinizi gördüğüm ve sayenizde bilgilendiğim için bir destekçiniz olarak gurur duydum.
Darısı Yaren'in başına. ^^ İnanıyorum bir gün o da olacak. :)
Konsepti çok beğendim ya, bunu bir konsept fikri olarak düşünün derim. Flu’nun lavabosunu daha fazla görelim hahah
FluTv nin gençlerinin seyrettiğim ilk programı ..gayet güzel aktı valla👏
Pop demeyelim, American 70s 80s Rock diyelim. çünkü; Jim Morrison veya The Animals abilerimiz mezarlarında ters dönebilir (:
Aylar önce Tokyo’ya gittiğimde, koşa koşa wc gezmek istemek, konforlu ve temiz tuvaletlerini deneyimlemek, bir turistik eylem haline gelebiliyor diye düşünmüştüm. Fazlası yoktur eksiği vardır. Çöp günlük yaşamda olmayan şey. Bitkiler ve mimari ise en etkileyici diğer şeyler.
Wim Wenders filmlerini özlemişiz. Hep bir adamın (nispeten yaşlı) peşine takılan, samimi one man show hikayeleri seviyor kendisi. Ben de izleyince çok iyi hissettim. Ve filmin konusunu bilmeden hijyen obsesyonu olan bir arkadaşımla izleme gafletinde bulundum. Tuvalet sahnelerinde arkadaşım gözlerini kapatıyordu. Paris, Texas harika elbette ama ben kendisinin bir underrated filmini önereyim; Don't come knocking.
Kalbur üstü diyen arkadaslar var ama bu tarz işi yapıp sanatla ilgilenen sanatçı olan da var. Beni en çok şaşırtan o tuvaletler neden bu kadar temiz.
Böyle iyi olmuş Duygu'cum, doğal ve samimi olmuş. Bize bunlarla gelin kooo!
sonunda sinefil olmadan filmlerin guzel bir sekilde analiz edilebilecegini gosteren bir program! mukemmel olmus.
Şahane içerik. Umarım devam eder seri. Film ile ilintili tuvalette seriyi başlatmak serinizin devamı için biraz ürkütücü. Kanalizasyonda geçen bi hikaye anlatan yönetmen çıkmaz umarım
Bana öyle geliyorduki başkarakter içten içe depresyondaydı. Yaşadığı olaylar onu insanlardan uzaklaştırmış ve sadece kendine dönmek istemiş bu yüzden de huzuru bulmuş. Fakat bazı sahnelerde içten içe hala o uzaklaştığı insanların arasına girmek istiyor oluşu çok güzel yansıtılmış. İstese o zengin yaşantısına dönebilir ama kabuğunda mutluluğu bulmuş ya da öyle sanıyor. Her gün aynı rutini tekrarlıyor fakat bir sahnede onun da bazen bu rutinden yorulduğu gösteriliyor. O yıkılan bina sahnesinde de gelişen dünyada kendi kendine yaşamak istesede değişim bir şekilde hayatını etkileyecek. Son sahnedeki ağlama hirayamanın içten içe depresif biri olduğunu küçük mutlulukarın içinde büyük resime bakınca o hüzün asla yok olmayacağını ve bir yüzleşme gerektiğini gösteriyor.
Tebrikler Mertcan ve Duyguya.
arkadaslar istanbul'da siz ne yasiyorsunuz? bu dediklerinizi siradan bir anadolu sehrinde bircok insan yapiyor.
Hangi dediklerini
Anadoluda doğanın içinde doğan bir insan olarak söylüyorum,anadolu insanı dünyanın en üstün sanat eserleriyle dolu bir galeride mesaisini bitirmeye çalışan bir görevli gibi ve içinde bulunduğu ortam hiç umrunda değil,kafamızın içi kafamızın içi kafamızın içi.
Teşekkürler, emeğinize sağlık
Adam belli ki kalbur üstü bi aileden geliyor. Bazı şeyleri bunu göz önünde bulundurmadan yorumlamışsınız. Kule, dinlediği şarkılar, okuduğu kitaplar vs…
belli ki sen de elitsin, kalbur üstü bi aileden geliyorsun.
Hayatta daha daha çok dünya demeyen her insan hayatını aşk ve şükür arasında yaşar çocuklar. Ulaşılması zor değil.
1 - güzel ikili, muhabbetli filan. z muhabbeti yapılmadı filan, gayet keyif aldım.
2 - film orhan pamuk kişisel gelişim kitabı yazmış gibiydi. orhan pamuk öyle bir kitabı da güzel yazar belki ama kişisel gelişim beni açmıyor, hatta bu konuda koşulluyum galiba.
3 - belgesel olsa da salt of the earth'ü anmamanız şaşırttı beni. en iyi işi belki de, kesssin izleyin.
6:40 "cehalet mutluluk getirir" sözü yabana atılmaması gerekir. O kadar teknolojik ürünlerimiz var paramızı müzlk, video, depolama platformlarına döküyoruz, en son cihazlarımız var ama mutluluğumuz bir tık artmadı.
çok hoş olmuş yaklaşımınızı, bu videoyu sevdim.İçi dou dolu olunca ne kadarda izlenesi olmuş 👏
Mertcan ve Duygu 'dan daha cok boyle icerikler bekliyoruz
çok hoş huzur veren bir bölümdü.
Ellerinize sağlık, güzel videoydu
filmin sonunda ağlamasının nedeni ne kadar zamanını kitaplarla, müzikle, günlük rutinle doldurursan doldur hayatını başka bir insanla paylaşmamasının verdiği boşluğu en derinden hissetmesi bence
O değil de filmde adam 2 buçuk saat temiz tuvaletleri ovaladı durdu. Hiç tıkanmış, ağzına kadar dolmuş, yok efendim kusulmuş tuvalet yoktu.
Gençler, güzel program olmuş emeğinize sağlık 👏🏻
Zengin bir adamın kardeşinin görünüşüyle, onun derin bir geçmişe sahip olabileceği düşüncesine kapıldım. Belki de eğitimli birisiydi, Amerika'da okumuş veya yaşamış olabilir. Amerikan şarkılarını dinlemesi ve sevmesi, belki de bu deneyimlerden kaynaklanıyordu. Geçmişinde büyük bir travma yaşamış olabilir, belki de eşini kaybetmiş ve bu yüzden kendisini soyutlamış, minimal bir yaşam tarzı benimsemiş olabilir. Bu filmin ikincisi çıkarsa ve bu tarz bir hikayeyle karşılaşırsak hiç şaşırmam.
Pırıl pırılsınız 🌟🙏🏽🍀
guzel program olmus dogal cok - tebrikler
Filmi sayenizde izledim, gerçekten etkileyiciydi. Japon tarzı derviş hikayesi.
Gençler guzel bir yayındı teşekkürler.
Teşekkürler gençler, güzel bölümdü
Mert Can'da "entel" olmuş... Vay beee!
Tebrikler çok tatlı program olmuş. 😊
Oğlum bölümü tuvalette mi çektiniz 😅 bölümün ortasında anladım çok iyi 👌🏻😃
Ağrı dağı macerasını unutamiyorum😅 mertcanıda duyguyu da seviyorum daha cok gormek isterim
Bu kadar az diyaloğu olan bir filmin beni bu kadar duygudan duyguya sürükleyeceğini düşünmezdim sanırım. Filmi izledikten sonra ve okuduğum yorumlar sonucunda Hirayama mutlu mu değil mi bunu düşünmüş ve şöyle yorumlamıştım şahsi olarak "Kendi yaşayış şeklini kabullenmiş ve bundan memnun bir karakter. Mutluluk sonsuz değil de anlardan ibaret bana göre, bu yaşayış şekliyle tam olarak mutlu diyemesem de huzurlu demek daha doğru geliyor. İçinde bir kısmı insanlarla bir arada olmayı da istiyor ve her yan karakterle bir bağ kurmuş aslında. Ama insanlarla daha fazla bir arada olması ve daha fazla bağ kurması da kendi izole hâline göre daha üzgün ve kırgın yapıyor onu. Belki de daha yalnız bir hayat seçmesinin sebebi de budur." Küçük anların farkına varmak ve bunu mutluluk kaynağı yapabilmek uygulaması zor bir meziyet olduğu için film bu kadar etkiledi belki de beni, bilmiyorum. Müzikler de çok oturmuş gelmişti bana izlerken. Mert Can'a 'içeriden' sızdırdıkları için Duygu'ya da gerçek hayat analizleri için teşekkürler, çok keyif aldığım bir video oldu :)
Süper bölüm olmuş teşekkürler
Güzel bir program oldu, Duygu ve Mert iyi bir ikili olmuş. Filmi duymuş ve unutmuştum, ilk fırsatta izleyeceğim. Duygu, tezatlık diye bir ifade kullandın. Tezat zıtlık demektir, tezatlık şeklinde bir kullanım yanlış olur; kalemliklik demek gibi... başarılar, sevgiler...
Teşekkürler.
Adam filmin sonunda ağladı diye şaşırmak ve mutlu insan rolü yaptığını düşünmek gereksiz. Huzuru olan bir insan da hüznü yaşayabilir, her an gülmek durumunda değil.
Ya da kendisine ait olmayan sorumluluklar sırtına bindirildiğinde (iş arkadaşının gitmesi üzerine) kızması da çok normal, mecburiyeti yok ekstra sıkıntıya.
Not: devami gelsin temennisiyle. Iki kere izledim videoyu.
Wim Wenders ana karakterin geçmiş hikayesini sadece o oyuncuya anlatmış. Filmde söz edilemiyor ama oyuncu bunu bilerek karakteri canlandıriyor. Bu hikayeyi bulabilirsiniz.
Basın toplantısında Mert 'i gördüm ama "yok ya o değildir" dedim... Amma büyümüş yahu bu çocuk 😂😂😂
Karakterin sürekli yabancı müzik dinlemesi hakkında benim fikrim; tabi ki bu fikir bende kız kardeşinin yaşadığı hayatı görünce şekildi, eskiden çocukken varlıklı bir ailede büyümüş ve bu sırada dünya müziklerinin (onun çocukluğundaki sanatçıların) tadını almış ve bunu sürdürmeye devam etmeye çalışıyor. Müzik tercihlerinin adamın geçmişsine bir ışık tuttuğu düşüncesindeyim. 12:55
Mertcan muhtesemdi.. duygu cok tatli ama fazla sulandiriyo😊❤
Videonun tuvalette çekilmiş olması manidar :)
Çok düşük beklentilerle videoya tıklayıp, yeni bir film öğrenmiş oldum.
Gençler hazırlıklı gelmişler, bilgilendirici ve akıcı bir video olmuş.
Ufak bir detay ama benim kulağıma batıyor. Wenders'ın 'Wings of Desire' olarak bahsedilen ünlü filminin
orijinal adı 'Der Himmel über Berlin'dir, Türkçe ismide birebir tercümesi olan 'Berlin üzerindeki gökyüzü'dür.
(wikipedia'ya göre) Wings of Desire, Amerika pazarı ismidir.
filmlerle alakalı içerikler daha çok gelsin
Çok dolu dolu, güzel bir sohbet. Elinize sağlık arkadaşlar. Keyifle dinledim. İlla bir cinslik yapacaklar. Tuvalet ne alaka derken 6. dk da farkettim olayı 😅😅😅
Z kuşağı film yorumluyor...Yakın zamana kadar tek hücreli canlı olan varlıkların bu kadar kısa sürede böyle bir hale gelmesi...şaşırtıcı..❤
İki güzel insan çok güzel olmuş elinize emeginize sağlık teşekkür ederim eyvallah
Videonun sonunda neden Kargo'nun solisti Koray Candemir'in adı yazıyor? Eğer ses onunsa o tuvalette Kargo'nun solistinin ne işi var?
Nice hocam
Bu arada Mertcan olmuş. eiakfesjgeasekn
Wide angel deyince bir ben mi obez melek olmaz dedim, keyifli sohbet, güzel metaryel.
Videonun 5. Dakikasındayım, bu kanalı 5 yıldan uzun suredir takip ediyorum ve ilk defa bu ikilinin mantıklı konular üzerine konuştuğunu görüyorum. Ilker Canikligil'in yıllardır yapamadığını bu film yaptıysa kesin baş yapıttır.
Dakika 8.50 yukarıdaki fikirlerimden vazgeçtim.
Duygu'nun hareketleri, tepkileri, araya girişleri filan.. aynı İlker canikligil olmuş ya
En iyi video seti...
O tuvaletten, Taksim Meydanında da vardı. Tam istiklâl'e girişte, Cumhuriyet anıtının karşısında...
Gençliğinde yaptıklarını arıyor ve onu yaşama gayreti içinde.
MUBI podcast serisinde Wim Wenders ile bir söyleşi var ilgilenenler için
Bu konsept iyi olmuş 😊
Duygu'nun dediği gibi bu kafaya gelmek için bir şeylere doymuş olmak gerekiyor ve belki de adamın mesaiye kaldığında hissettikleri bu konfor alanını kendisi belirleyemedi ilk defa.
Mertcan in adamin dinledigi ingilizce sarkilarla ilgili elestirisine katiliyorum.
Cok güzel bi sohbet olmuş, sıkmadan ama boş muhabbet haline de çevirmeden tam dozunda bahsetmişsiniz filmden ❤ sevgiler
mekan basarili, film yorumları daha cok gelsinn
Bravo Duygu,Mert. Filimi izledim. Çok da sevdim.
'Tam tersini düşün, biziz abi', doğru dedin Duygu.
Tuvalette çekilmesi çok hoş olmuş
ilker'den daha iyi yorumlamışsınız filmi. vallahi beklemiyordum.
Adamın geçmişi ile ilgili hiçbir şey anlatılmadığı için eylemleri hakkında yorum yapmak zorlaşıyor. Ben kendini bir rutinin içine hapsetmiş mutsuz bir insan olduğunu düşündüm sadece. Bu sebeple filmi çok irdelemeden bir belgesel izlermiş gibi seyrettim. Bu şekilde bile çok güzeldi, beğendim.
güzel olmuş. bravo mertcan. şunu anladım ki artık duygu'ya katlanamıyorum. sorun onda mı bende mi bilemiyorum artık.
Wim Wenders;
"The Million Dolar Hotel" en sevdiğim filmi. Hele bir Soundtrack'i var ki. 👨🚀💥
Dücane Cündioülu bu filmle ilgili uzun bir video yaptı. Onu izlemenizi öneririm.
Aynen öyle reis noktayı koydu bencede yani herkes övüyor ama yani bu yollardan geçenler hocayı çok iyi anlarlar.
Dücü 2 saatlik filmi 2 saatte anlatmıştır. Boş boş konuşmuştur.
Cündioglu kisa bir video yapamaz zaten
@@karamurselsepeti1879 tam böyle
Bu yorumun üzerine hem filmi hem hocanın videosunu izleyeceğim
mertcana yine azım azım oldugumuz bir bolumdeyiz
İçerik olarak anlatım güzel ama gevezelik boyutuna çıkarmışsınız işi
Daha çok mcd görsek keşke
animasyon felan da konusun flu tv. Attack On Titan bitti ve son 10 yilin en iyi animesi. Nerdeyse tum anime kliselerinden arinmis, holywood un sittin sene yapamayacagi epik ve derin bir eser. Gencler ve hozalarimiz ne yorumda bulunur super merak icindeyim.
bu ekip paris texası da konuşsun!!!
Temiz bir tuvalet ilker canikligil'ide mutlu eder!
Kimin tuvaletinde bu çekimi yaptınız aşırı merak ettim
bu ikili çok güçlü
5:20 o ruh/kami şeysi ghibli animerinde sıkça görülür; iki oscarlı miyazaki den totoro, princess mononoke ve tabiki Sen to Chihiro no kamikakushi başta gelen örneklerdir.
Güzel bir şey düşünülmüş ancak filmin söylemi pek çok yönüyle kaçırılmış. Bu film tuvalet temizleyen mutlu bir adam filmi değil. Filmi sade bir hayatın getirdiği mutluluk olarak da ele alamyız bu yüzden. Çünkü film iki bölümden oluşuyor. Başrolün ritüellerinin olduğu ve bozulduğu bölümler bunlar. Adam ritüellerini yerine getirdiğinde, bardaki kadın ( eros) hariç emosyonel ( duygusal ) bir durumun içerisine bile isteye sokmuyor kendini venher gün aynı saatte aynı şeyleri yapmak ona ' sorun yaratmıyor.' İkinci bölümde kardeşi ve hoşlandığı kadına karşı kıskançlık dolayısıyla rutinler bozulyor ve başrol aslında insan oluyor. Aslında çoğumuz başroldeki gibi otistik derecede yaşıyoruz fakat farkında değiliz. Ancak başrolden farkımız zorunlu insan ilişkilerimiz. Duygu.. 11'den somra gelip tuvalette içerik yapıyorsun.. mükemmel kariyer yönetimi
Yavrucuklarım, bizde de vardı bir zamanlar her şeyin ruhu ama insanda ruhu öldürünce her şeyde de ölü-yor-muş malesef demek ki;(((
Sondaki Nina Simone Feeling good sahnesi; bütün film boyunca küçük ayrıntılarda mutlu olduğunu düşündüğümüz esas adamın aslında nasılsın içindeki hüznü sakladığınız ve kabullenmişliğinin kanıtı gibi. Bu minimanizal yaşam değil; bu imkansızlığı kabullenme sadece...
Çünkü gülümsemek deĝil; ağlamak saklanan bir eylemdir ve bütün film boyunca, küçük şeylerden mutlu olduğunu düşündüğümüz esas adam bir kız kardeşi giderken bir de filmin sonunda ağlıyor. Eğer ki hayatın her anı güzel ise bu adam için, onlardan da ders çıkarıp gülümsemesi gerekirdi;)
Sımplicity is ultimate sophistication. bence Adam bu felsefede biraz, Orhan Pamuk da benim adım kırmızıda buna değiniyor biraz aslında, binlerce kez aynı şekilde doru bir atı çizerek mükemmelliğe ulaşmaya çalışan bir minyatür sanatçısı.
Bu arada sevdiğiniz işi sevin vs kapitalist söylemler, hayatı sevin, işinizi sevmeseniz de olur.
Videoyu tualetde çekmeniz çok otantik😊