2006 yılının Şubat ayıydı, Mersin'den Ankara'ya dönüş biletimi iki etaplık almıştım; Mersin-Hacıkırı/ Hacıkırı--Ankara şeklinde. Aradaki iki günde Varda Köprüsü'nün gece ve gündüz fotoğraflarını çekecektim ve Hacıkırı Köyü'nde kamp atacaktım. Dolayısıyla hem fotoğraf malzemelerim, hem de kamp eşyalarımdan oluşan ağır bir yüküm vardı. Trene Yenice istasyonundan bindim, Hacıkırı istasyonunda indim. İner inmez eşyalarımı istasyonun önüne bırakıp etrafa bakınırken önce köy muhtarı geldi yanıma ve " hayırdır, niye indin burada ?" şeklinde saçma ve kaba bir soru sordu. O andan itibaren bir kâbus da başlamış oldu. Ben derdimi anlatmaya çalışırken muhtar istasyona girdi ve istasyon şefi ile tekrar yanıma geldiler, ayaküstü sorgulama devam etti. Sonra ikisi yanımdan ayrılarak aralarında birşeyler konuştular. Aradan beş-on dakika geçti, Adana yönünden gelen bir yük treni girdi istasyona, çok kısa bir duraklama yaptı ve bu esnada istasyon şefi koşarak makinistin yanına gidip birşeyler konuştu, tekrar yanıma döndüğünde tren hareket etmeye başladı, tam bu esnada muhtar ve istasyon şefi çantalarımı kaptıkları gibi lokomotifin hemen arkasındaki vagonun açık sürgülü kapısından içeriye fırlattılar. Ne oluyor demeye kalmadan bana " çabuk koş sen de bin !" dediler. Yapabileceğim bir şey kalmadığı için koşup açık kapıdan ben de attım kendimi çantalarımın yanına. Zaten trenin hareket etmesiyle ilk tünele girmesi bir oldu. Vagonun karşılıklı iki kapısı da sonuna kadar açıktı. İki kapının arasında, zeminde ağaç dalları ve çantalarımla çaresiz kalakalmıştım. Vagonun bir köşesinde küçük bir kulübe vardı, penceresinden içerisinde lamba yandığı anlaşılıyordu, kapısı açıldı ve üniformalı bir görevli çıktı. Bana seslenerek " orası soğuk olur, gel burda otur" dedi. O kadar kırgın ve öfkeliydim ki cevap bile vermedim. Hacıkırı'nda ılıman Akdeniz iklimi bitiyor, Toros Tünelleri'nin sonunda Pozantı'ya geldiğinizde İç Anadolu'nun acımasız kışını hemen hissediyorsunuz. Pozantı İstasyonu'na girerken görevli kulübesinden çıkıp "sen bu istasyonda ineceksin" dedi, tren durdu, indim. Pozantı kar altında ! Bekleme salonu bomboş, salonda yanmayan bir soba, içi kül dolu. Ankara'ya ilk tren beş saat sonra... İstasyonun arkasındaki caddede bir lokanta buldum, ısındım, yemekler çok güzeldi. Kâbustan uyanıp kendime geldiğimde ilk işim Karaisalı Jandarma Komutanlığını aramak oldu, başımdan geçeni anlattım. Konuştuğum rütbeli " dönüp gelin, bizzat benim konuğum olun" dediyse de artık çok geç... Yemekten sonra tekrar istasyonun bekleme salonuna gittim, sobanın külünü boşaltıp dışarıdan yakılabilir ne bulduysam topladım ve sobayı yaktım. Ankara treni gelene kadar belki de hayatımın en üzgün beş saatini geçirdim. Babam demiryolu işçisiydi, arasıra iş yerine beni de götürürdü. Trenlere, tren yolculuklarına, tren yollarına, kasaba istasyonlarına karşı içimde karşı konmaz bir sevgi beslemiştim hep. Belki bir ömür sürecek küskünlüğüm...
Görüntüler harika müzik ise zaten efsane
Teşekkürler 😊 iyi seyirler 🙋🏻♂️
Yiğidim eline sağlık muhteşem olmuş başarılar diliyorum
Birde dokuz oluğu çekmeni istiyorum en kısa zamanda oralarda harika çıkacaktır senin elinden
Teşekkürler Müdürüm 😊
@@ibrahimkarakus908 inşallah nasip olur :)
İlk defa izliyorum. Müzik, manzara 10 numara. 36 nolu komşunuz da biz olduk.
Teşekkür ediyorum 😊
Dostum pilotajlığın hakkını vermişsin çok beğendim nefissss kareler ellerine sağlık sıkı takipçinim burda da artık
Çok teşekkür ediyorum. 😊
Tebrikler Açıların Kralı.Kopruyu daha önce bu kadar güzel açılardan çeken hiç olmamıştı.Ellerine emeğine sağlık.DronsaAlidirO👍👍👍😉🎥👑
😂
Teşekkürler
Çok güzel olmuş 👌
Teşekkürler 😊
Ellerine sağlık dayı
Teşekkürler 😊
@@aliatass rica ederim
Müzik eşliğinde ve bu kadar net izlememiştim... Emeğine sağlık Ali Ataş 👏👏👏
Çok teşekkür ediyorum 😊
Emeğinize sağlık gerçekten çok kaliteli bir çekim olmuş muhteşem
Çok teşekkür ediyorum 😊
Kardeşim ellerine sağlık
Teşekkürler 😊
2006 yılının Şubat ayıydı, Mersin'den Ankara'ya dönüş biletimi iki etaplık almıştım; Mersin-Hacıkırı/ Hacıkırı--Ankara şeklinde. Aradaki iki günde Varda Köprüsü'nün gece ve gündüz fotoğraflarını çekecektim ve Hacıkırı Köyü'nde kamp atacaktım. Dolayısıyla hem fotoğraf malzemelerim, hem de kamp eşyalarımdan oluşan ağır bir yüküm vardı.
Trene Yenice istasyonundan bindim, Hacıkırı istasyonunda indim. İner inmez eşyalarımı istasyonun önüne bırakıp etrafa bakınırken önce köy muhtarı geldi yanıma ve " hayırdır, niye indin burada ?" şeklinde saçma ve kaba bir soru sordu. O andan itibaren bir kâbus da başlamış oldu. Ben derdimi anlatmaya çalışırken muhtar istasyona girdi ve istasyon şefi ile tekrar yanıma geldiler, ayaküstü sorgulama devam etti. Sonra ikisi yanımdan ayrılarak aralarında birşeyler konuştular. Aradan beş-on dakika geçti, Adana yönünden gelen bir yük treni girdi istasyona, çok kısa bir duraklama yaptı ve bu esnada istasyon şefi koşarak makinistin yanına gidip birşeyler konuştu, tekrar yanıma döndüğünde tren hareket etmeye başladı, tam bu esnada muhtar ve istasyon şefi çantalarımı kaptıkları gibi lokomotifin hemen arkasındaki vagonun açık sürgülü kapısından içeriye fırlattılar. Ne oluyor demeye kalmadan bana " çabuk koş sen de bin !" dediler. Yapabileceğim bir şey kalmadığı için koşup açık kapıdan ben de attım kendimi çantalarımın yanına. Zaten trenin hareket etmesiyle ilk tünele girmesi bir oldu.
Vagonun karşılıklı iki kapısı da sonuna kadar açıktı. İki kapının arasında, zeminde ağaç dalları ve çantalarımla çaresiz kalakalmıştım. Vagonun bir köşesinde küçük bir kulübe vardı, penceresinden içerisinde lamba yandığı anlaşılıyordu, kapısı açıldı ve üniformalı bir görevli çıktı. Bana seslenerek " orası soğuk olur, gel burda otur" dedi. O kadar kırgın ve öfkeliydim ki cevap bile vermedim.
Hacıkırı'nda ılıman Akdeniz iklimi bitiyor, Toros Tünelleri'nin sonunda Pozantı'ya geldiğinizde İç Anadolu'nun acımasız kışını hemen hissediyorsunuz. Pozantı İstasyonu'na girerken görevli kulübesinden çıkıp "sen bu istasyonda ineceksin" dedi, tren durdu, indim. Pozantı kar altında !
Bekleme salonu bomboş, salonda yanmayan bir soba, içi kül dolu. Ankara'ya ilk tren beş saat sonra...
İstasyonun arkasındaki caddede bir lokanta buldum, ısındım, yemekler çok güzeldi. Kâbustan uyanıp kendime geldiğimde ilk işim Karaisalı Jandarma Komutanlığını aramak oldu, başımdan geçeni anlattım. Konuştuğum rütbeli " dönüp gelin, bizzat benim konuğum olun" dediyse de artık çok geç...
Yemekten sonra tekrar istasyonun bekleme salonuna gittim, sobanın külünü boşaltıp dışarıdan yakılabilir ne bulduysam topladım ve sobayı yaktım. Ankara treni gelene kadar belki de hayatımın en üzgün beş saatini geçirdim.
Babam demiryolu işçisiydi, arasıra iş yerine beni de götürürdü. Trenlere, tren yolculuklarına, tren yollarına, kasaba istasyonlarına karşı içimde karşı konmaz bir sevgi beslemiştim hep.
Belki bir ömür sürecek küskünlüğüm...
Hikayeniz beni hem çok etkiledi hem de çok üzdü.
😊😊😊👍👍🙋🙋🔔🔔👉☺️😊😊😊
Hocam muzik bile yetti inan, eline saglik...
Teşekkür ediyorum 😊