-HİKAYE- Haewon ile beraber kaldığı odadaydı. Mezarına gitmek için hazırlanıyordu. Haewon onu hep siyah giyindiği için azarlardı. O yüzden bu sefer siyah giymemişti Jungkook. (flashback) “Jungkook bu ne ya böyle? Arkadaşlarımızla buluşmaya gidiyoruz, cenazeye değil?” Jungkook her zaman ki gibi simsiyah giyinmişti. Aslında Haewon siyahın onun rengi olduğunu biliyordu. Hem çok sevdiğini hem de kendisine çok yakıştığını söylerdi Jungkook hep. Haewon ona ne kadar dil dökse de Jungkook üstüne giydiği kıyafetleri çıkartmadı. Hem Haewon’u sinirlendirmeyi seviyordu hem de kıyafetlerini çıkartmak için çok üşengeçti. O gün Haewon ona bir güzel trip atmıştı. Bu Jungkook’un hoşuna gitmişti tabii. Bulduğu her fırsatta onu kızdırmayı ve ardından tribini çekmeyi çok severdi. Haewon ona sorduğunda ise onu kızdırmayı çok sevdiğini, çünkü kızınca çok tatlı olduğunu söylemişti. (flaschback end) Jungkook üzerine siyah olmayan bir gömlek ve onun üzerine de yine aynı şekilde siyah olmayan bir ceket giydi. Haewon’un gözlüklerini de taktı. Haewon o gözlükleri takmayı hiç sevmezdi. Bu yüzden hep lens takardı. Ama Jungkook her seferinde gözlüğün ona çok yakıştığını söylerdi. Jungkook’un aklına bir anıları daha geldi. (flashback) Haewon gözlüklerini arıyordu fakat bir türlü bulamamıştı. Lensleri artık gözlerini acıtmaya başlamıştı ama gözlüklerini bulamadığı için çıkartamamıştı. Aklına Jungkook’a sormak gelince merdivenlerden aşağıya inip Jungkook’un yanına, salona gitti. “Jungkook benim gözlüklerimi gördün m-“ Gözlükleri Jungkook’taydı. Jungkook ona yaramazlık yapmış ama pişman olmuş bir çocuk gibi bakıyordu ama Haewon onun bu bakışlarına kanmamıştı ve onu bir güzel azarlamıştı. Tabii bu Jungkook’u durdurmamıştı. Bu yüzden her seferinde tekrar tekrar Jungkook’u azarlaması gerekmişti. (flashback end) Bu sefer ona kızacak bir Haewon yoktu. Etrafına bakındı, Haewon’un kızgın sesini duymayı bekledi. Yukarıya çıkıp yine gözlüklerinin nerede olduğunu sormasını, Jungkook’un taktığını görünce de onu yine azarlamasını istedi. Bekledi. Orada öylece bekledi. Ama ne Haewon onun yanına yukarıya çıktı, ne de ona kızdı. Jungkook bir kez daha boşluğa düştü ve aklına getirdi. Haewon artık yoktu. Evden çıkmaya hazırdı. Yine beklemişti. Haewon hep geç hazırlanırdı. Jungkook hep aşağıda onu beklemek zorunda kalırdı. Ne kadar şikayet etsede kızın bu uyuşuk hallerini seviyordu. Haewon aşağıya indiğinde hep sahte bir tavır takınır ve kızı azarlardı. Haewon gerçekten onu azarlamadığını, tavrının sahte olduğunu biliyordu ama kendilerince eğleniyorlardı işte. (flashback) Jungkook aşağıya ineli yarım saat olmuştu hatta geçiyordu bile, fakat Haewon hala gelmemişti. Haewon onu önden göndermiş, ve 10 dakikaya kendisinin de ineceğini söylemişti ama hala yukarıda bir şeyler yapıyordu. Jungkook artık dayanamadı ve yukarıya doğru bağırarak konuştu. “Haewon gelmiyor musun artık? Hadi geç kalıyoruz?” Kızdan ses gelmemişti. Jungkook bu sefer endişelenip aceleyle hızlı hızlı merdivenleri çıktı ve kız ile beraber kaldıkları odaya bir hızla daldı. Kızın müzik dinleyerek makyajını yaptığını görünce derin bir iç çekti. Rahatlamıştı. Ona bir şey olduğunu sanmış, çok korkmuştu. Müzik dinlerken aynı zamanda makyaj yapışını izledi kızın. Makyaja ihtiyacı olmadığını, makyajsız daha güzel olduğunu bir çok kez söylemişti Jungkook ona. Ama Haewon şık olmak istemişti. Bu yüzden ne olursa olsun makyaj yapacağını söylemişti. Jungkook ona bir şey diyememişti, çünkü nasıl mutlu olacaksa öyle yapmasını istiyordu. Kız makyajını bitirince kulaklıklarını çıkardı ve koltuğundan kalkıp arkasını döndü. O sırada Jungkook’u görünce saate baktı. Çoktan 45 dakika geciktiğini görünce hemen dudağını dişledi. Bunu fark eden Jungkook bütün sinirini unuttu ve kızın yanına geldi. “Hey hey! Sürekli dudaklarını ısırıp yara yapıyorsun, sonra da kanıyorlar! Bir daha ısırdığını görmek istemiyorum Haewon!” Kızın yüzünü avuçları arasına almıştı ve kız dişlerini dudaklarından çekince parmağıyla kızın dudaklarını okşamıştı. Haewon ise kızgınlığının geçmesini bekledi ve hiç bir şey demedi. İkisinin gözleri buluşunca birbirlerine gülümsediler. Çünkü her ikiside biliyordu birazdan ne olacağını. Jungkook beklemedi ve dudaklarını kızın dudaklarıyla birleştirdi. (flashback end) Jungkook’un parmakları kendi dudaklarına gitti. Bir şeyler eksikti orada. Dudakları daha önce hiç bu kadar uzun süre yalnız kalmamışlardı. Jungkook son kez eve bakıp dışarı çıktı ve arabasına yöneldi. Önce Haewon’un kapısını açardı hep. O tarafa doğru gidiyordu ki kafasına dank etti. Haewon yoktu ki? Yönünü değiştirip direkt sürücü tarafına geçti. Arabasına bindiğinde çok sessizdi. Biliyordu neyin eksik olduğunu. Haewon yoktu. Her zaman arabaya bindiklerinde Haewon’un neşeli sesi doldururdu arabayı. Haewon arabaya bindiğinde ilk yaptığı şey şarkı açmak olurdu. Varacakları yere kadar arabanın içinde bağıra bağıra şarkı söylerdi. Jungkook ise onun bu hâllerine hep gülerdi. Jungkook kendine geldiğinde dudaklarında bir gülümseme vardı. Sonra yan tarafına baktı. Bu gülümseme soldu. Bir süre Haewon’un oturduğu koltuğa baktı. Haewon yoktu. Bir kez daha dank etti kafasına. Önüne döndü. Şarkı açmak istedi. Ama sonra aklına geldi. Haewon onun müzik zevkini hiç sevmezdi. O yüzden de hep kendi açardı şarkıları. Jungkook bir anlığına unuttu ve yan tarafına döndü gülerek. Haewon’u göremeyince hayal kırıklığını bir kez daha yaşadı. Kendisine gelmesi uzun sürmedi. İstediği yere vardığında arabadan indi fakat dikkatini çeken bir şey oldu. Haewon’un mezarının başında birisi vardı. Jungkook hemen o kişiye seslendi fakat o kişi her kimse direkt koşarak kaçmaya başladı. Jungkook arkasından koştu ama onu yakalayamadı. Geri döndü, Haewon’un yanına. Ama daha önce görmediği bir şey vardı orada. Haewon’un mezarının üstünde bir not vardı. Emindi. Sabah da gelmişti ama burada böyle bir not yoktu. Ve yine emindi. Bu notu arkasından koştuğu kişi bırakmıştı buraya. Jungkook notu eline aldı ve açtı. Not kendisine yazılmıştı. Jungkook’a bu el yazısı tanıdık geldiğinde gözlerinden bir damla süzüldü. Bu Haewon’un el yazısıydı. Jungkook sordu kendi kendine. Nasıl olurdu? Haewon ölmüştü ki? Jungkook notu kendisine yaklaştırıp okumaya başladı. “Sevgilim, hayatımın anlamı Jungkook… Şimdi sorguluyorsundur, bu not nasıl burada? Ya da bu notu ne zaman yazdım? Bu notu buraya kim bıraktı. Hepsini açıklayacağım. Öncelikle bu notu ölümümden tam 3 gün önce yazıyorum. Şu an evde tekim. Çünkü sen iş yemeğine gittin. Hatırlıyor musun? Benim gelmemi çok istemiştin ama ben sana rahatsız olduğumu söylemiştim. Bu yüzden tek başına gitmiştin.” Jungkook’un göz yaşları şiddetlenmişti. Hatırlıyordu. O gün onu evde tek bırakmayı hiç istememişti ama önemli bir iş yemeğiydi ve gitmesi şarttı. Haewon da gitmesi için ısrar edince tek başına gitmişti. Gece boyunca hep aklında Haewon vardı. Aklından hep eve dönmek geçmişti ama gidememişti. İşleri yüzünden. Sanki onu destekleyen biriymiş gibi yağmur başlamıştı ve bu yüzden ağlaması belli olmuyordu. Göz yaşları yağmur damlaları ile karışmıştı. Notun ıslanmamasını istiyordu bu yüzden etrafına bakınmaya başladı ve mezar başlığının yanında duran şemsiyeyi fark etti. Sorgulamadan hemen açtı ve notun ıslanmaması için tuttu. Sonrasında devamını okumaya başladı.
devamı… “Beni evde tek başıma bıraktın diye kızmıyorum hatta gitmeni zaten ben istemiştim. Sakın kendini suçlama bu yüzden. İşlerinin çok olması, bu yüzden de sürekli iş yerinde olmandan da asla şikayet etmedim. Evet tabii ki her zaman seninle daha çok vakit geçirmek istedim. Hatta bütün vaktini bana ayırmanı bile istedim bir ara biliyor musun? Bencil bir davranış biliyorum.” Jungkook hızla kafasını sağa sola sallamıştı. Haewon’un onu görmediğini biliyordu ama kendine engel olamamıştı. Jungkook bütün vaktini seve seve Haewon’a harcardı. Keşke yapabilmiş olsaydım diyordu içinden hep. Keşke o gün o iş yemeğine gitmeseydim ve bu mektubu yazmasaydı diyordu içinden. Okumaya devam etmeden önce ağlamasının biraz da olsa dinmesini bekledi ve okumaya devam etti. “Sevgilim, birazdan okuyacağın şeyler için bana çok kızma olur mu?” Biliyordu, Jungkook ona hiç kızmazdı, kızsa bile hep sahteydi, hep şakaydı. Ama yine de yazmıştı böyle bir şey. Jungkook ona kızmayı bir kere bile aklının ucundan geçirmezdi. Geçirmemişti de zaten. Okumaya devam etti. “Ben uzun zamandır hastayım Jungkook.” Jungkook bu cümleyi okur okumaz kaşları çatıldı. Devamını okurken nasıl sakin kalması gerektiğini bilemedi. “Biliyorum şimdi kendi kendine soruyorsun nereden çıktı bu hastalık diye. Sana söylemediğim için beni affet. Kalbimde sorun varmış Jungkook… Aklın alıyor mu? Ben tüm kalbimle seni sevdim. Kalbimi sana verdim. Benim kalbim sendin Jungkook. Çok sordum doktoruma çok dil döktüm. Nasıl sorun olabilir dedim? Orada sen varsan nasıl bir sorun olabilir? Ama bana cevap vermedi. Etrafımdaki herkese sordum. Ama onlarda cevap vermedi bana. Sen biliyor musun Jungkook? Sen cevap verebilir misin? Sen de veremezsin. Kalbimle çelişkiye gireceğimi söyleseler orada hep Jungkook vardı, hepte Jungkook olacak derdim. Ama olay bambaşkaymış. Çok acıyor Jungkook. Senden özür dilerim, ama ben bu kadar acıyı kaldıracak kadar güçlü değilim. Bir anda giren ağrılara katlanamıyorum artık. Kalp bu. Kalbim ağrıyor dediğimde bana ne demiştin hatırlıyor musun? ‘Beni çok seviyorsun o yüzden.’ Belki de haklısındır. Seni o kadar çok seviyorum ki, kalbim bile kaldıramıyor bu sevgiyi. Ama bunun için kendine kızma, sonuçta seni sevmem senin suçun değil ya? Tekrar söylüyorum sevgilim, beni bu yaptığım şey yüzünden affedersin umarım. Belki de sana neden söylemediğimi merak ediyorsundur. Özür dilerim ama sana söyleseydim bana hep yaşamamın bir yolu olduğunu söyleyecektin. Ama ben biliyorum. Benim yaşamamın zaten hiç ihtimali yoktu. Gözlerimin önünde kalbimin nasıl çürüdüğünü izlemene izin veremezdim Jungkook. Lütfen anla beni. İnan bana, bir yolu olsaydı dayanırdım. Öleceğimi bilsem bile o yolu seninle birlikte denemek isterdim. Ama öyle bir yol yoktu. Kalbim çoktan çürümeye başlamıştı bile. Bu yüzden affet beni. Lütfen. O acıyı çekebilecek kadar güçlü olmadığım için affet beni. Sana söyleyemeyecek kadar korkak olduğum için affet beni sevgilim. Şu an mezarımın başında olduğunu biliyorum. Ablam sayesinde. Büyük ihtimalle de bu notu oraya ablam bıraktı. Aklında soru işareti kalmasın diye söylüyorum. Jungkook, sana ağlama demeyeceğim. Buna hakkım yok çünkü. Ama sen ağlayınca ben de ağlıyorum. Bunu unutma olur mu? Seni çok seviyorum. Ve benim için yaşamaya devam etmeni istiyorum. Elbet bir gün kavuşacağız sevgilim. Ama her şeyin bir zamanı var. Seni bekleyeceğimden emin olabilirsin. Unutma, ne zaman ağlarsan ben de seninle ağlayacağım, ne zaman üzülürsen ben de seninle üzüleceğim, ne zaman gülersen ben de seninle birlikte güleceğim. Seni çok seviyorum, kendine iyi bak sevgilim… Biricik Sevgilin Haewon” Jungkook artık kendinde ayakta duracak gücü bulamamış kendini yere bırakmıştı. Ağlaması hiç durmuyordu. Gecenin bir vakti burada bir tek o ağlıyordu. Bir de Haewon. Şimdi anladı neden yağmurun da o ağlamaya başlayınca başladığını. Çünkü sevdiği de onunla beraber ağlıyordu. Jungkook orada öylece otururken ağlamaya devam etti. Sevgilisine değil, kendisine kızıyordu. Nasıl anlamamıştı? Sevgilisi, kendi canından çok, her şeyden çok sevdiği sevgilisi gözlerinin önünde acı çekmişti, nasıl anlamamıştı. Kızılması gereken kişi Haewon değil, kendisiydi. Yanı başında uyuyan sevgilisinin uyurken kalbini tutarak uyumasını şimdi anlıyordu. Yemek yerken öncesine göre yavaş yavaş yemesinin sebebini şimdi anlıyordu. Jungkook ani bir hareket yaptığında elinin önce hep kalbine gitmesinin nedenini şimdi anlıyordu. Sordu kendi kendine. Neden şimdi? Neden daha önce değil de şimdi anlıyorum bunları diye sordu. Sinirlendi kendine. Bağırmak istedi, ama bağıramadı. Bağırsam bile ne değişecek ki diye düşündü. Haewon geri gelmeyecekti. Keşke gelseydi, ama gelmeyecekti. Kendi de yanına gidemezdi ki? Sevgilisi yaşamasını istemişti. Sevgilisi isterse yapardı. Eğer yaşamasını istediyse yaşardı. Zar zor ayağa kalktı. Sevgilisinin mezarına baktı. Islanmış toprağı izledi bir süre. Mezar taşını öptü ve arabasına doğru yürüdü. Arabasına bindi fakat bir süre etrafı izledi. Kendine gelmesi uzun sürmüştü. Islanmasın diye cebine koyduğu notu çıkardı. Katlanmış notu açtı ve sevgilisinin yazısını izledi, okudu. Sonra notu öptü. Ağlamak istiyordu. Ama kendini tuttu. Sevgilisinin de kendisi ile ağlamasını istemiyordu. Biricik sevgilisi onunla beraber ağlamayı değil, gülmeyi hak ediyordu. Onu güldürmek için de her şeyi yapmayı göze almıştı… -SON
istekleriniz varsa yazabilirsiniz, aklıma yatan hikaye olursa yazarım 💞
-HİKAYE-
Haewon ile beraber kaldığı odadaydı. Mezarına gitmek için hazırlanıyordu. Haewon onu hep siyah giyindiği için azarlardı. O yüzden bu sefer siyah giymemişti Jungkook.
(flashback)
“Jungkook bu ne ya böyle? Arkadaşlarımızla buluşmaya gidiyoruz, cenazeye değil?” Jungkook her zaman ki gibi simsiyah giyinmişti. Aslında Haewon siyahın onun rengi olduğunu biliyordu. Hem çok sevdiğini hem de kendisine çok yakıştığını söylerdi Jungkook hep. Haewon ona ne kadar dil dökse de Jungkook üstüne giydiği kıyafetleri çıkartmadı. Hem Haewon’u sinirlendirmeyi seviyordu hem de kıyafetlerini çıkartmak için çok üşengeçti.
O gün Haewon ona bir güzel trip atmıştı. Bu Jungkook’un hoşuna gitmişti tabii. Bulduğu her fırsatta onu kızdırmayı ve ardından tribini çekmeyi çok severdi. Haewon ona sorduğunda ise onu kızdırmayı çok sevdiğini, çünkü kızınca çok tatlı olduğunu söylemişti.
(flaschback end)
Jungkook üzerine siyah olmayan bir gömlek ve onun üzerine de yine aynı şekilde siyah olmayan bir ceket giydi. Haewon’un gözlüklerini de taktı. Haewon o gözlükleri takmayı hiç sevmezdi. Bu yüzden hep lens takardı. Ama Jungkook her seferinde gözlüğün ona çok yakıştığını söylerdi. Jungkook’un aklına bir anıları daha geldi.
(flashback)
Haewon gözlüklerini arıyordu fakat bir türlü bulamamıştı. Lensleri artık gözlerini acıtmaya başlamıştı ama gözlüklerini bulamadığı için çıkartamamıştı. Aklına Jungkook’a sormak gelince merdivenlerden aşağıya inip Jungkook’un yanına, salona gitti.
“Jungkook benim gözlüklerimi gördün m-“
Gözlükleri Jungkook’taydı. Jungkook ona yaramazlık yapmış ama pişman olmuş bir çocuk gibi bakıyordu ama Haewon onun bu bakışlarına kanmamıştı ve onu bir güzel azarlamıştı. Tabii bu Jungkook’u durdurmamıştı. Bu yüzden her seferinde tekrar tekrar Jungkook’u azarlaması gerekmişti.
(flashback end)
Bu sefer ona kızacak bir Haewon yoktu. Etrafına bakındı, Haewon’un kızgın sesini duymayı bekledi. Yukarıya çıkıp yine gözlüklerinin nerede olduğunu sormasını, Jungkook’un taktığını görünce de onu yine azarlamasını istedi. Bekledi. Orada öylece bekledi. Ama ne Haewon onun yanına yukarıya çıktı, ne de ona kızdı.
Jungkook bir kez daha boşluğa düştü ve aklına getirdi. Haewon artık yoktu.
Evden çıkmaya hazırdı. Yine beklemişti. Haewon hep geç hazırlanırdı. Jungkook hep aşağıda onu beklemek zorunda kalırdı. Ne kadar şikayet etsede kızın bu uyuşuk hallerini seviyordu. Haewon aşağıya indiğinde hep sahte bir tavır takınır ve kızı azarlardı. Haewon gerçekten onu azarlamadığını, tavrının sahte olduğunu biliyordu ama kendilerince eğleniyorlardı işte.
(flashback)
Jungkook aşağıya ineli yarım saat olmuştu hatta geçiyordu bile, fakat Haewon hala gelmemişti. Haewon onu önden göndermiş, ve 10 dakikaya kendisinin de ineceğini söylemişti ama hala yukarıda bir şeyler yapıyordu. Jungkook artık dayanamadı ve yukarıya doğru bağırarak konuştu.
“Haewon gelmiyor musun artık? Hadi geç kalıyoruz?”
Kızdan ses gelmemişti. Jungkook bu sefer endişelenip aceleyle hızlı hızlı merdivenleri çıktı ve kız ile beraber kaldıkları odaya bir hızla daldı.
Kızın müzik dinleyerek makyajını yaptığını görünce derin bir iç çekti. Rahatlamıştı. Ona bir şey olduğunu sanmış, çok korkmuştu.
Müzik dinlerken aynı zamanda makyaj yapışını izledi kızın. Makyaja ihtiyacı olmadığını, makyajsız daha güzel olduğunu bir çok kez söylemişti Jungkook ona. Ama Haewon şık olmak istemişti. Bu yüzden ne olursa olsun makyaj yapacağını söylemişti. Jungkook ona bir şey diyememişti, çünkü nasıl mutlu olacaksa öyle yapmasını istiyordu.
Kız makyajını bitirince kulaklıklarını çıkardı ve koltuğundan kalkıp arkasını döndü. O sırada Jungkook’u görünce saate baktı. Çoktan 45 dakika geciktiğini görünce hemen dudağını dişledi. Bunu fark eden Jungkook bütün sinirini unuttu ve kızın yanına geldi.
“Hey hey! Sürekli dudaklarını ısırıp yara yapıyorsun, sonra da kanıyorlar! Bir daha ısırdığını görmek istemiyorum Haewon!”
Kızın yüzünü avuçları arasına almıştı ve kız dişlerini dudaklarından çekince parmağıyla kızın dudaklarını okşamıştı.
Haewon ise kızgınlığının geçmesini bekledi ve hiç bir şey demedi. İkisinin gözleri buluşunca birbirlerine gülümsediler. Çünkü her ikiside biliyordu birazdan ne olacağını. Jungkook beklemedi ve dudaklarını kızın dudaklarıyla birleştirdi.
(flashback end)
Jungkook’un parmakları kendi dudaklarına gitti. Bir şeyler eksikti orada. Dudakları daha önce hiç bu kadar uzun süre yalnız kalmamışlardı. Jungkook son kez eve bakıp dışarı çıktı ve arabasına yöneldi. Önce Haewon’un kapısını açardı hep. O tarafa doğru gidiyordu ki kafasına dank etti. Haewon yoktu ki? Yönünü değiştirip direkt sürücü tarafına geçti. Arabasına bindiğinde çok sessizdi. Biliyordu neyin eksik olduğunu. Haewon yoktu. Her zaman arabaya bindiklerinde Haewon’un neşeli sesi doldururdu arabayı. Haewon arabaya bindiğinde ilk yaptığı şey şarkı açmak olurdu. Varacakları yere kadar arabanın içinde bağıra bağıra şarkı söylerdi. Jungkook ise onun bu hâllerine hep gülerdi.
Jungkook kendine geldiğinde dudaklarında bir gülümseme vardı. Sonra yan tarafına baktı. Bu gülümseme soldu. Bir süre Haewon’un oturduğu koltuğa baktı. Haewon yoktu. Bir kez daha dank etti kafasına. Önüne döndü. Şarkı açmak istedi. Ama sonra aklına geldi. Haewon onun müzik zevkini hiç sevmezdi. O yüzden de hep kendi açardı şarkıları. Jungkook bir anlığına unuttu ve yan tarafına döndü gülerek. Haewon’u göremeyince hayal kırıklığını bir kez daha yaşadı. Kendisine gelmesi uzun sürmedi.
İstediği yere vardığında arabadan indi fakat dikkatini çeken bir şey oldu. Haewon’un mezarının başında birisi vardı. Jungkook hemen o kişiye seslendi fakat o kişi her kimse direkt koşarak kaçmaya başladı. Jungkook arkasından koştu ama onu yakalayamadı. Geri döndü, Haewon’un yanına.
Ama daha önce görmediği bir şey vardı orada. Haewon’un mezarının üstünde bir not vardı. Emindi. Sabah da gelmişti ama burada böyle bir not yoktu. Ve yine emindi. Bu notu arkasından koştuğu kişi bırakmıştı buraya. Jungkook notu eline aldı ve açtı. Not kendisine yazılmıştı. Jungkook’a bu el yazısı tanıdık geldiğinde gözlerinden bir damla süzüldü. Bu Haewon’un el yazısıydı. Jungkook sordu kendi kendine. Nasıl olurdu? Haewon ölmüştü ki? Jungkook notu kendisine yaklaştırıp okumaya başladı.
“Sevgilim, hayatımın anlamı Jungkook…
Şimdi sorguluyorsundur, bu not nasıl burada? Ya da bu notu ne zaman yazdım? Bu notu buraya kim bıraktı. Hepsini açıklayacağım.
Öncelikle bu notu ölümümden tam 3 gün önce yazıyorum. Şu an evde tekim. Çünkü sen iş yemeğine gittin. Hatırlıyor musun? Benim gelmemi çok istemiştin ama ben sana rahatsız olduğumu söylemiştim. Bu yüzden tek başına gitmiştin.”
Jungkook’un göz yaşları şiddetlenmişti. Hatırlıyordu. O gün onu evde tek bırakmayı hiç istememişti ama önemli bir iş yemeğiydi ve gitmesi şarttı. Haewon da gitmesi için ısrar edince tek başına gitmişti. Gece boyunca hep aklında Haewon vardı. Aklından hep eve dönmek geçmişti ama gidememişti. İşleri yüzünden.
Sanki onu destekleyen biriymiş gibi yağmur başlamıştı ve bu yüzden ağlaması belli olmuyordu. Göz yaşları yağmur damlaları ile karışmıştı. Notun ıslanmamasını istiyordu bu yüzden etrafına bakınmaya başladı ve mezar başlığının yanında duran şemsiyeyi fark etti. Sorgulamadan hemen açtı ve notun ıslanmaması için tuttu. Sonrasında devamını okumaya başladı.
devamı…
“Beni evde tek başıma bıraktın diye kızmıyorum hatta gitmeni zaten ben istemiştim. Sakın kendini suçlama bu yüzden. İşlerinin çok olması, bu yüzden de sürekli iş yerinde olmandan da asla şikayet etmedim. Evet tabii ki her zaman seninle daha çok vakit geçirmek istedim. Hatta bütün vaktini bana ayırmanı bile istedim bir ara biliyor musun? Bencil bir davranış biliyorum.”
Jungkook hızla kafasını sağa sola sallamıştı. Haewon’un onu görmediğini biliyordu ama kendine engel olamamıştı. Jungkook bütün vaktini seve seve Haewon’a harcardı. Keşke yapabilmiş olsaydım diyordu içinden hep. Keşke o gün o iş yemeğine gitmeseydim ve bu mektubu yazmasaydı diyordu içinden. Okumaya devam etmeden önce ağlamasının biraz da olsa dinmesini bekledi ve okumaya devam etti.
“Sevgilim, birazdan okuyacağın şeyler için bana çok kızma olur mu?”
Biliyordu, Jungkook ona hiç kızmazdı, kızsa bile hep sahteydi, hep şakaydı. Ama yine de yazmıştı böyle bir şey. Jungkook ona kızmayı bir kere bile aklının ucundan geçirmezdi. Geçirmemişti de zaten. Okumaya devam etti.
“Ben uzun zamandır hastayım Jungkook.”
Jungkook bu cümleyi okur okumaz kaşları çatıldı. Devamını okurken nasıl sakin kalması gerektiğini bilemedi.
“Biliyorum şimdi kendi kendine soruyorsun nereden çıktı bu hastalık diye. Sana söylemediğim için beni affet. Kalbimde sorun varmış Jungkook… Aklın alıyor mu? Ben tüm kalbimle seni sevdim. Kalbimi sana verdim. Benim kalbim sendin Jungkook. Çok sordum doktoruma çok dil döktüm. Nasıl sorun olabilir dedim? Orada sen varsan nasıl bir sorun olabilir? Ama bana cevap vermedi. Etrafımdaki herkese sordum. Ama onlarda cevap vermedi bana. Sen biliyor musun Jungkook? Sen cevap verebilir misin? Sen de veremezsin. Kalbimle çelişkiye gireceğimi söyleseler orada hep Jungkook vardı, hepte Jungkook olacak derdim. Ama olay bambaşkaymış. Çok acıyor Jungkook. Senden özür dilerim, ama ben bu kadar acıyı kaldıracak kadar güçlü değilim. Bir anda giren ağrılara katlanamıyorum artık. Kalp bu. Kalbim ağrıyor dediğimde bana ne demiştin hatırlıyor musun? ‘Beni çok seviyorsun o yüzden.’ Belki de haklısındır. Seni o kadar çok seviyorum ki, kalbim bile kaldıramıyor bu sevgiyi. Ama bunun için kendine kızma, sonuçta seni sevmem senin suçun değil ya? Tekrar söylüyorum sevgilim, beni bu yaptığım şey yüzünden affedersin umarım. Belki de sana neden söylemediğimi merak ediyorsundur. Özür dilerim ama sana söyleseydim bana hep yaşamamın bir yolu olduğunu söyleyecektin. Ama ben biliyorum. Benim yaşamamın zaten hiç ihtimali yoktu. Gözlerimin önünde kalbimin nasıl çürüdüğünü izlemene izin veremezdim Jungkook. Lütfen anla beni. İnan bana, bir yolu olsaydı dayanırdım. Öleceğimi bilsem bile o yolu seninle birlikte denemek isterdim. Ama öyle bir yol yoktu. Kalbim çoktan çürümeye başlamıştı bile. Bu yüzden affet beni. Lütfen. O acıyı çekebilecek kadar güçlü olmadığım için affet beni. Sana söyleyemeyecek kadar korkak olduğum için affet beni sevgilim. Şu an mezarımın başında olduğunu biliyorum. Ablam sayesinde. Büyük ihtimalle de bu notu oraya ablam bıraktı. Aklında soru işareti kalmasın diye söylüyorum. Jungkook, sana ağlama demeyeceğim. Buna hakkım yok çünkü. Ama sen ağlayınca ben de ağlıyorum. Bunu unutma olur mu? Seni çok seviyorum. Ve benim için yaşamaya devam etmeni istiyorum. Elbet bir gün kavuşacağız sevgilim. Ama her şeyin bir zamanı var. Seni bekleyeceğimden emin olabilirsin. Unutma, ne zaman ağlarsan ben de seninle ağlayacağım, ne zaman üzülürsen ben de seninle üzüleceğim, ne zaman gülersen ben de seninle birlikte güleceğim. Seni çok seviyorum, kendine iyi bak sevgilim…
Biricik Sevgilin Haewon”
Jungkook artık kendinde ayakta duracak gücü bulamamış kendini yere bırakmıştı. Ağlaması hiç durmuyordu. Gecenin bir vakti burada bir tek o ağlıyordu. Bir de Haewon.
Şimdi anladı neden yağmurun da o ağlamaya başlayınca başladığını. Çünkü sevdiği de onunla beraber ağlıyordu. Jungkook orada öylece otururken ağlamaya devam etti. Sevgilisine değil, kendisine kızıyordu. Nasıl anlamamıştı? Sevgilisi, kendi canından çok, her şeyden çok sevdiği sevgilisi gözlerinin önünde acı çekmişti, nasıl anlamamıştı. Kızılması gereken kişi Haewon değil, kendisiydi. Yanı başında uyuyan sevgilisinin uyurken kalbini tutarak uyumasını şimdi anlıyordu. Yemek yerken öncesine göre yavaş yavaş yemesinin sebebini şimdi anlıyordu. Jungkook ani bir hareket yaptığında elinin önce hep kalbine gitmesinin nedenini şimdi anlıyordu.
Sordu kendi kendine. Neden şimdi? Neden daha önce değil de şimdi anlıyorum bunları diye sordu. Sinirlendi kendine. Bağırmak istedi, ama bağıramadı. Bağırsam bile ne değişecek ki diye düşündü. Haewon geri gelmeyecekti. Keşke gelseydi, ama gelmeyecekti. Kendi de yanına gidemezdi ki? Sevgilisi yaşamasını istemişti. Sevgilisi isterse yapardı. Eğer yaşamasını istediyse yaşardı.
Zar zor ayağa kalktı. Sevgilisinin mezarına baktı. Islanmış toprağı izledi bir süre. Mezar taşını öptü ve arabasına doğru yürüdü. Arabasına bindi fakat bir süre etrafı izledi. Kendine gelmesi uzun sürmüştü.
Islanmasın diye cebine koyduğu notu çıkardı. Katlanmış notu açtı ve sevgilisinin yazısını izledi, okudu. Sonra notu öptü. Ağlamak istiyordu. Ama kendini tuttu. Sevgilisinin de kendisi ile ağlamasını istemiyordu. Biricik sevgilisi onunla beraber ağlamayı değil, gülmeyi hak ediyordu. Onu güldürmek için de her şeyi yapmayı göze almıştı…
-SON
Ya ağlattın beni
Bende ağladım
Ama olmazki annem niye ağladığımı sorucak ne diyeceğim haewon öldü kookie tek kaldı mı diyeyim
Of ne ağlaması gözüme toz kaçtı ya
Hey beni gece gecw ağlattin cok guzel olmuş eline sağlık
teşekkür ederiim 🩷
Okumaya başlıyorum
hadi bakalım beğenecek misin
@@JeonJwkk yaaa çok duygusal olmuş çok iyi:(
@@Bones.2121 beğenmene sevindim aşk ❤️
@@JeonJwkk Böyle harika bir hikayeyi kim beğenmez ki balım 💋
@@Bones.2121 yerimm 🤍🤍
Ilk yorum
💖