Büyük Defter üçlemesi - Agota Kristof // konuk Gaye Boralıoğlu // Ben Okurum

Поделиться
HTML-код
  • Опубликовано: 9 мар 2024
  • Eyyy "Ben Okurumcu"lar, gerilimli bir masalın perdesini araladım az önce sizler için. Büyük Defter’in kapağını açtım ve ilk bölümünü okudum. Evet, ikizler anlatıyor bize bu masalı, çocuk onlar daha. Çocuk dediysem, öyle bizim bildiğimiz yolun başındaki çocuklardan değil. Hani şu birdenbire büyüyenlerden. Hayattaki şiddeti erken hissedip, erken hissettirmeye başlayanlardan. Masal dediysem, öyle toz pembe düşler gördürecek olanlardan değil, daha çok bir karabasan gibi olanlardan. Yalanı, karanlığı, kötülüğü, acımasızlığı ve yaşama tutunma uğruna göze alınanları, direnci ortaya koyanlardan.
    Ey "Ben Okurumcu"lar, durmadan mesaj atıyordunuz, "Ben Okurumcu"’da Agota Kristof’un Büyük Defter üçlemesini yapsana diye! Buyrun efendim… Sayenizde dalıyoruz işte tekinsiz bir masalın içine. Az sonra sohbet arkadaşım olarak size seslenecek sevgili Gaye Boralıoğlu’nun da payı var bu bölümün kitap seçiminde. Anlayacaksınız zaten birazdan. Diyeceksiniz ki, sen severek okumamış mıydım? Ya şaka mı yapıyorsunuz, Allah aşkına, sevilecek roman mı Büyük Defter, ya da ikinci kitap Kanıt ve son kitap Üçüncü Yalan? Olsa olsa insanı rahatsız eder, kafasını karıştırır, hayatını zindan eder… Ha şimdi de diyeceksiniz ki, eh zaten edebiyatın amacı da bu değil midir? Budur biraz da. Kabul. Ama işte yaz aylarında okuduğumdan beri o kadar kafam karışıktı ki bu Agota Kristof konusunda Gaye demese, daha da ertelerdim belki. Hâlâ da karışık. Zaten onu da birazdan anlayacaksınız.
    “Büyük Şehir’den geliyoruz. Bütün gece yoldaydık. Annemizin gözleri kıpkırmızı. Elinde büyük bir kutu taşıyor, biz ikimiz de içinde giysilerimizin bulunduğu küçük birer valiz taşıyoruz, bir de Babamızın büyük sözlüğünü; kollarımız yorulduğunda sözlüğü diğerimiz alıyor.
    Uzun süre yürüyoruz. Anneannenin evi gara uzak, Küçük Şehir’in öbür ucunda. Burada, ne tramvay ne otobüs ne de araba var. Yalnızca birkaç askeri kamyon gelip geçiyor.
    Yayaların sayısı da az, şehir sessiz. Ayak seslerimiz duyuluyor, konuşmadan yürüyoruz, ortada Annemiz, iki yanında da biz.
    Anneannenin bahçe kapısının önünde Annemiz, “beni burada bekleyin,” diyor.
    Biraz bekleyip bahçeye giriyoruz, evin çevresinde dolaşıyoruz, seslerin yükseldiği bir pencerenin dibine çömeliyoruz. Annemizin sesini duyuyoruz: “Evde hiç yiyeceğimiz yok, ne ekmek ne et ne sebze ne de süt. Hiçbir şey. Onları doyuramıyorum artık.”
    Başka bir ses: “Demek beni hatırladın. On yıldır hatırlamıyordun. Gelmedin, yazmadın.”
    Annemiz: “Sebebini gayet iyi biliyorsunuz. Babamı severdim ben.”
    Beriki: “Evet, şimdi de bir annen olduğunu hatırladın. Geldin, çünkü sana yardım etmemi istiyorsun.”
    Annemiz: “Kendim için bir şey istediğim yok. Çocuklarımın bu savaştan canlı çıkmalarını istiyorum. Büyük Şehir gece gündüz bombalanıyor, yiyecek yok. Çocuklar köylere gönderiliyor, akrabalarına veya yabancılara, nereye olursa olsun…”
    Öbür ses: “Sen de yabancıların yanına bir yerlere gönderseydin ya!”
    Annemiz: “Bunlar sizin torunlarınız.”
    “Torunlarım mı? Onları tanımıyorum bile. Kaç tane?”
    “İki. İki erkek çocuk. İkizler.”
    Beriki, “Diğerlerini ne yaptın?” diye soruyor.
    Annemiz, “Hangi diğerleri?” diye soruyor.
    “Köpekler bir batında dört beş tane doğurur. Bir veya ikisi saklanır, diğerleri de boğulur.”
    Beriki gülüyor. Annemiz bir şey söylemiyor. Aynı ses soruyor: “Babaları var mı bari? Bildiğim kadarıyla evli değilsin. Düğününe davet edilmedim.”
    “Evliyim. Babaları cephede. Altı aydır haber alamadım.”
    “Unut sen onu.”
    Beriki yeniden gülüyor. Annemiz ağlıyor. Bahçe kapısının önüne dönüyoruz.
    Annemiz yaşlı bir kadınla birlikte evden çıkıyor.
    Annemiz: “İşte Anneanneniz. Bir süre, savaş bitinceye kadar onun yanında kalacaksınız.”
    Anneannemiz: “Çok uzun sürebilir. Ama kaygılanma, ben onları çalıştırırım. Yiyecek burada da bedava değil.”
    Annemiz: “Size para gönderirim. Valizlerde giysileri var. Kutuda da çarşaf ve battaniyeler. Uslu durun yavrularım. Size yazarım.”
    Bizi öpüyor ve ağlayarak uzaklaşıyor. Anneanne gülüyor. “Çarşaf, battaniye, beyaz gömlekler, cilalı pabuçlar! Ben size yaşamak neymiş göstereceğim!”
    Anneannemize dil çıkarıyoruz. Kalçalarını döverek basıyor kahkahayı.”
    #denizyücebaşarır #benokurum #agotakristof #gayeboralıoğlu #büyükdefter #yapıkrediyayınları

Комментарии • 6

  • @cansuackgoz2279
    @cansuackgoz2279 4 месяца назад +5

    Gaye hanımın Kristof ile kendisi arasında kurduğu benzerlikler üzerinde durduğu kısımlar tatsız. Kristof üzerinden kendi sürecini anlatıyor. Kendisinin yazımına ilgi duymayan bir okur olarak ben sevmedim.

  • @Emek.haber_
    @Emek.haber_ 4 месяца назад

    Adam sın ❤️ kitap sesli dini yorumu emeğinize yüreğinize sağlık 👏 çok beğendim

  • @bedirhandokmeoglu4901
    @bedirhandokmeoglu4901 3 месяца назад

    Çok teşekkür ederim. Çok güzel bir sohbet.

  • @mustafaeroglu1707
    @mustafaeroglu1707 25 дней назад

    Deniz Hn + Gaye Hanıma ortak sorumdur:
    Büyük Defter üçlemesinin tarzı/havası, Jerzy Kosinski'nin Boyalı Kuş'unu anımsattı bana.
    Aynı fikirde olup olmadığınızı merak ediyorum.