Комментарии •

  • @gurkankaplan435
    @gurkankaplan435 2 года назад +5

    Alim denilen 10 larca insandan daha zeki ve bilgili bir hoca , bu kanalı bulduğum için çok şanslıyım , daha fazla insan bu kanalı bilmeli...

  • @muammerozkalp3914
    @muammerozkalp3914 6 лет назад +8

    daha konuşmanın başında duyduğum cümle içimi rahatlattı Allahu teala razı olsun seni seviyoruz güzel kardeşim.

  • @niyazisener9719
    @niyazisener9719 2 года назад +3

    Maşallah.
    Allah razı olsun.

  • @Mindfulskeptic-
    @Mindfulskeptic- 5 лет назад +1

    Hüseyin bey, videonuzla alakalı ama biraz konu dışı; bahsettiğiniz ağaç, orman Mekke de mi bulunuyor?

  • @huseyinsonyildiz1221
    @huseyinsonyildiz1221 15 дней назад

    Sevgili kardeşim Allah senden de bizlerden de Hesap Günü razı olsun. Yıllardır Miraçın olmadığını Kur'an a göre anlatmayı çalışıyorum ama çevremdeki çoğu akrabam inanmıyor. Ancak isra ile gidilen yerin, filistin'deki mescidi aksa olduğu hiç ayetlere oturmuyor. Yürüme mesafesinde bir yere gitmiş olmalı, cirane mescidimi bilmem ama o dönem mescid olarak kullanılan uzaktaki ve yürüme mesafesindeki bir mescid olmalı. saygılarımla.

  • @tezcandemir8139
    @tezcandemir8139 7 лет назад +3

    Sn Hocam paylaşımlarınız için teşekkürler,çok az izlenmesi ilginç,en azından arayıp bulduğum için şanslıyım diyeyim ama bu video çok hızlı bitti sanki ,isra 60 ta Hz peygamberin gördüğü rüyanın insanları sınama vesilesi yapıldığı bu ayetin isra 1 deki yürüyüşün 'rüyada olduğu' dolayısı ile bedenen değil ruhen olduğunun kanıtı olarak gören sunumlarda var,katılırmısınız acaba?

  • @aliaygun4904
    @aliaygun4904 8 дней назад

    TEŞEKKÜR

  • @limitless9072
    @limitless9072 4 года назад +3

    41:40 ve 41:50 arası yaptığınız açıklama duruma son noktayı koyuyor ve yükselmenin gerçekleşmediğini bizlere çok açıkça gösteriyor.

    • @Bynakres
      @Bynakres 2 года назад

      bir insan eğitimde okuyup ilerledigi zaman yüksek yerlere yani bulutlara çıkıyor çok haklısın

  • @faydalibilgilerizle
    @faydalibilgilerizle 4 месяца назад +1

  • @tamerkizilcim7260
    @tamerkizilcim7260 4 года назад +1

    video yu kesip bağlama işlerini sağlıklı yapabilirseniz daha anlaşılır olacaktır.tşk.

  • @calbancalban
    @calbancalban 2 года назад

    Meleği ufukta gördü. Gerçekten büyük yaratıcının bir olayı kanıtlaması için çok güzel bir söz. Gördü. Resim var mı yok video yol başka birinin kaydı yok . Com inandirici yani

  • @kazakaza212
    @kazakaza212 4 года назад +2

    Olayi tarafsiz bir şekilde ele almışsınız. Ağzınıza sağlik.

  • @necmettinozcan8519
    @necmettinozcan8519 6 лет назад +5

    Mi´räc Nasil Olur? 2. Bölüm
    Sonra; “Feveylün lil musalliyn elleziyne hüm an salâtihim sâhûn”
    “Namaza duruyor, yatıp kalkıyor ama, namazın ne olduğundan gâfil!”
    Bak böyle diyor âyet!...
    Yıllar boyu yatıp kalkmış, namaz kılıyorum sanmış!!! Kendi gibi namaz kılmayanları da cehennemlik olmakla suçlamış; “Siz cehennemliksiniz” demiş. Ama daha kendisi, namazın ne olduğundan gâfil! Namazın mirâciyetinden bîhaber! O mirâciyeti yaşamamış.
    “Ellezziyne hüm an salâtihim sâhûn”!..
    Fâtihadan sonra bir çoğunuz okuyordur Mâûn Sûresi’ni... Kurân’daki 8 kısa sûreden biri...
    “Aman, çabuk okuyalım da bitsin bu namazda”!!!
    Pardon! Hanginiz buradan bir an önce kalkıp gitmek istiyorsa, hemen kalkıp gidebilir elbette?.. Namazdan da sıkılan oyalanmasın hiç!!!
    Ama, o namaza durduğunuz zaman bir an önce bitirip, gitmek istiyorsanız bilin ki bu “Allâh” huzurundan çekip gitmek istiyorsunuz, demektir!
    Şurayı bırakıp gitmeyi kimse istemiyor, kimseden gık çıkmadı!
    Ama, Allâh’ın huzuruna durmuşsun, mi’râca niyetlenmişsin, “bir an önce şunu okuyayım da namazı bitireyim de çekip gideyim” diyorsun!
    Benim anlayışıma göre Kurân’ı anlamadan hatmetmekten, daha değerli olan; Kurân’ı anlamaktır!
    Kurân’daki değişik verileri, mânâları bir araya getirip sonuç çıkarmaktır. Ve de, düşünerek yaşamaktır.
    Sen, ey “Allâh”ı isteyen kişi! Bir sohbet ortamını bırakıp gitmek istemezken... Hem, “Allâh”ın huzuruna çıktım,diyorsun! Sonra da, bir an evvel okuyacaklarını okuyup kaçmaya çalışıyorsun.
    Diyelim ki, birisi kalkıyor diyor ki:
    “Hulûsi, seni çok seviyorum! Hayatta her şeyden çok seviyorum. Evimden, işimden, yakınlarımdan, her şeyimden ama her şeyimden çok seviyorum. Hep seninle beraber olmak istiyorum.”
    Sonra?..
    İşte burada bulunduğum sırada, bir ara uğruyor, beş dakika oturuyor, merhaba, nasılsın iyi misin falan filan ve çekip gidiyor.
    Böylesine beş on dakikalığına uğrayıp, hatır sorup ondan sonra da kalkıp giden, buna karşın da beni her şeyden çok sevdiğini söyleyen insanı, ben ne kadar inandırıcı bulurum? Ne kadar ikna olabilirim?
    Sen kalkıyorsun, hem Allâh’ı çok seviyorum, Allâh’a ermek istiyorum diyorsun, ondan sonra da, “Allâh” ismiyle işaret olunanı yaşamak üzere namaza durduğun zaman, iki âyet miktarı kadar yönelip, daha amacın gerçekleşmeden hemen namazdan çıkıp, diğer işine dönüyorsun.
    “Ben şuraya gidicem” deyip arabaya biniyor, motoru çalıştırmanın akabinde tekrar motoru susturup, eve giriyor; sonra da, istediği yere gitmiş olmanın huzuru içindeki insanlar gibi eve dönüyorsun!!!
    İşine dönüyorsun, eşine dönüyorsun, aşına dönüyorsun... Yalnızca dünyanı yaşıyorsun! Bütün yaşamın, dünyalıklar olmuş! Ondan sonra da kalkıp, “Ben Allâh’ı çok seviyorum” diyorsun!!!
    “Allâh”ı ne kadar istediğin, senin yaşamından, hâlinden, zamanını neye ayırdığından belli! Allâh ile bağın ne kadar?
    Bırak “ALLÂH”ı istemeyi bir yana, ebedî cennet yaşamını bile ne kadar istediğin sorgulanmaya değer... Ya da ebedî cehennem azabını ne kadar ciddiye alıp, ondan korunmak için neler yaptığın!..
    Sen giderken tersine, nasıl ulaşırsın Mersin’e!
    Namaz diyorsun “salât”a... Ya içindekiler?
    Secde; kişinin varlığının, “Allâh” indîndeki yokluğunun yaşanması demektir!
    Kıyam; Allâh’ın Bâkî olma vasfının yaşanma mahallidir.
    Secdede Kur’ân okunmaz! Kur’ân, kıyam hâlinde okunur.
    Secde, fenâfillâhtır; kıyam, bakâbillâhtır.
    Bunun üstünde bir düşünün! Bu, önemli bir konudur. Pek de kitaplarda rastlanmayan bir noktadır bunlar.
    Secdede okunmaz Fâtiha; kıyamda okunur! Mi’râcın kapısı olan “Fâtiha”, ayakta iken okunur!
    “Allâhu Ekber” deyip, eller şöyle kalkarken tekbire; “Dünyamı geriye attım” diyorsun. “Allâh ile aramda hiçbir şey kalmadı” diyorsun.
    Dedikten sonra, onun gereğini de namazda yaşamıyorsan, sonra sana “yalancı” derler, “riyakâr” derler...
    “Ya dediğin gibi ol! Ya da olduğun gibi görün!”
    Dediğin gibi olmak için, namazın hakkını vermen lazım! Namazın hakkını vermek için de, ağızdan çıkacak her kelimenin mânâsını öğrenmek ve onu anlayarak, hissederek söylemek gerek!
    Benim karşıma gelen biri, ağzından çıkan kelimelerin mânâsını idrak ederek söylemiyorsa, uyarıyorum; “Sen ne konuştuğunun farkında mısın? Ağzından çıkan kelimelerin mânâsını anlıyor musun? İdrak ederek mi konuşuyorsun?” diyorum.
    Namaza durduğun anda da, sana bu şekilde hitap ediliyor ama, senin kulağın onu duymuyor. Namaza durduğun anda sana hitap ediliyor; “Ağzından çıkanın mânâsının farkında mısın?”
    “Efendim, bir türlü namaz kılamıyoruz...”
    Sen ne dediğinin farkında değilken; nasıl, namazı edâ edersin ki?
    İki kişi, karşı karşıya geldiğiniz zaman, düşünerek, idrak ederek birbirinize hitap ediyorsunuz, ne demek istediğinizi bilerek...
    Öte yanda sen, “Allâh” huzurunda, ne dediğini, niye dediğini bilmiyorsun!
    Sarhoşlar için gelmiş bir âyet var...
    “Sarhoşken sakın namaza yaklaşmayınız”
    Niye? “Sarhoşken” sözünden kasıt ne?
    Ne dediğinizi, ağzınızdan çıkanı bilmez bir hâlde iken namaza yaklaşmayın! diyor.
    Sarhoşluktan murat, içki içmek değil, içkinin şuuru bulandırmış olması ve bunun neticesinde de, ağızdan çıkan sözün idrakında olmamak demektir. Yani, “ağzından çıkanın mânâsını değerlendiremiyorsan, ne dediğini bilmez hâldeysen, söylediğinin anlamını idrak edemiyorsan, o zaman namaza yaklaşma!” diyor.
    Biz, bunu nasıl anlıyoruz?..
    İşte; “Lâ yemessehu illel mutahharun”; “Tâhir olmayanlar Kurân’a el sürmesinler!” âyetini anladığımız(!?) şekliyle uygulayıp, haydi yallâh duşun altına! Kovalar dolusu suyla yıkanıp temizlenmeye çalışıyoruz!!!
    “Duşun altına gir de, Kurân’a öyle dokun” demiyor ki âyet!
    Kafandaki şirk düşüncesinin pisliğinden arındıktan sonra; “Allâh” ismi ile neyin anlatılmak istendiğini fark ettikten, idrak ettikten sonra al bu Kurân’ı oku; yoksa, anlayamazsın! anlamındadır bu “arınmayan dokunmasın” âyetinin anlamı... “Sarhoşken namaza yaklaşmayın” âyetinin mânâsı da; “ne dediğinin idrakinde değilsen, namaza yaklaşma” demektir.
    Çünkü, namazdan amaç; mirâc'tır!
    “Mi’râc”tan amaç; “Allâh” adıyla işaret olunanı bâtınında yaşamaktır “Allâh ahlâkıyla ahlâklanmış olarak”...
    “Allâh”ı bâtınında müşahede etmek de ancak şuur ve idrak ile olur.
    İdraksiz, şuursuz bir şekilde namaza yöneldiğin zaman, namazın sadece şeklini, bedensel yanını yerine getirirsin.
    Tıpkı, buraya hasbel kader uğramış bir adamın, ben bunları konuşurken, İstanbul’daki işlerini düşünmesi, benim söylediklerimin onda hiçbir açılım yapmaması gibi...
    İstanbul’dan kalkmış, bir yığın cefaya katlanmış, yorulmuş gelmiş, yarım saattir karşımda oturuyor ama kafasında, İstanbul’daki işleri var! Benim söylediklerimin biri, bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor değil! Kulağına bile girmiyor!!!
    Ve ondan sonra, buradan kalkıp gidiyor...
    “Ne anlattı Üstad?”, diye soruyorlar İstanbul’a dönüşünde dostları!
    − Sormayın! Kafamda çok işler vardı, ne dediğini hiç duymadım bile!
    − Peki, niye kalktın gittin kardeşim İstanbul’dan tâ Antalya’ya kadar, mâdem dinlemeyecektin? Niye bunca eziyet, zahmet?.. Hatırlamaya çalış, ne konuştu Üstad? Neler anlattı?
    − Çok güzel şeyler anlattı!
    − Ne dedi?
    − Çok güzeldi. Çok huzur verdi yahu! Çok güzel odası vardı vs...
    Namaz da, çok iyi(?), çok güzel(?), bir çoğumuz için!
    Namaza duruyoruz; ne amacımızın farkındayız, ne namazın! Bir görev!!! Görevi yerine getiriyoruz. Kıl demişler namazı(!), biz de kılıyoruz!!!
    Bak dostum, “görev olsun” diye önerilmedi ki sana namaz! Bir amaç uğruna tavsiye edildi.
    Nedir o amaç?
    Bâtınında, Hakikatinde Allâh’ı müşahede edesin diye!
    Sen, bu amacı gerçekleştirmek için namaza gireceksin, namazı edâ edeceksin ki, mi’râc hâsıl olsun.
    Yani bu, bir görev değil!
    Mirâc'ı yaşamanın sonucunda, sende hâsıl olacak bazı şeyler var. O bazı hâsıl olacak şeyler sonucunda geleceğin sıkıntı ve azaplarından kendini kurtarıp, bir yere varacaksın.
    Bir amaç uğruna sana namaz kapısı açıldı.
    Sen namazı bir görev gibi düşündüğün zaman, zaten hiçbir şey alamıyorsun, fark edemiyorsun ve de anlamıyorsun, demektir.
    Sana, “Git, A. H’yi gör” dediler. Sana bir görev verdikleri için geldin.
    Geldin, gördün(?) ve gittin... Ne aldın? HİÇ!..
    Yahu sana dedilerse “A. H diye biri var! Git, gör, dinle” diye!
    Sen de; “Acaba bana ne vermek istiyor, ne alabilir, ne öğrenebilirim” düşüncesi ile gelir ve sözlerimi dikkatle dinlersen, işte o zaman A. H’yi ziyaret etmiş olursun.
    Yoksa, anlattıklarını can kulağı ile dinlemeyecek, onun dediklerini anlamayacak ve değerlendirmeyecek isen, A.H’ye gelsen ne olur, gelmesen ne olur?

  • @huseyingurger1015
    @huseyingurger1015 9 лет назад +1

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад +1

    bu yıldız .acaba ..2 yay kadar yaklaştı ibaresinden ..döngüsel olarak 2 yay olarak rota çizen SİRİUS A SİRİUS B olabilir mi .?.ŞİRA /SİRİUS

  • @MUTLU.0655
    @MUTLU.0655 6 лет назад +2

    hocam cibril yazan yerlere kuran'ı koyup tekrar degerlendir lutfen.kuranın adı farklı ayetlerde elci,ruh,rehber vs olarak gecer saygilar.

    • @necmettinozcan8519
      @necmettinozcan8519 6 лет назад

      CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM
      “RUH” ´´Birde bu acidan bak´´
      “RUH’ÜL KUDS”
      “SİSTEM”E DÖNÜK AKIL
      Tamamiyle "nur"dan oluşmuş "kudret + bilinç" varlıklar boyut varlığı
      Kuvveleri şiddetli olan
      "Nur" yapılı bilinç birim
      “Aklı Evvel”in, bizim âlemimizde ”Akl-ı Kül” şeklinde zahir olduğu sûret
      “Tek Akıl”ın(“Melekût âleminde mevcut olan akıl”ın-“Akl-ı Kül”ün-“Küllî akıl”ın-“O`nun ilim sıfatının tafsîlinin kesret(çokluk) âlemindeki en geniş kapsamlı ilmin) has sûret
      Rasûl-Nebi ve Velilerin beyinlerinde, gönderdiği impulslarla yeni açılımlar oluşturan melek
      Görevli olarak Rasûl ve Nebilere zâhir olan; Vâris-i Rasûlullah olan Evliyaullah da âlemlere dönük ilmi transfer eden Melek
      Kuvveleri şiddetli olan, yapısını oluşturan "Alim", "Basir", "Fettah", "Hakim" ve "Muhyi" gibi ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev îfa eden bir üst boyut bilinci
      “Mi’râc”ta Rasûllullah’a eşlik eden Melek
      Allah ilminin inzali işlevi
      ZÂTI-Hak’kın varlığı;
      MÂNÂSI-Esmâ terkibi;
      YAPISI-“Nur” yani “enerji”...(ALİM", "BASİR", "FETTAH", "HAKİM" ve "MUHYİ" gibi “Allah İsimleri”nin ağırlıklı anlamları)
      GÖRÜNTÜSÜ -"NUR" yapılı "bilinç birim" olması sebebiyle, iletişim kurduğu kişiye, eriştirmek istediği anlamı taşıyan ışınsal impuls göndererek, onda dilediği görüntüyü oluşturur!.
      "Biri hariç hemen tüm "görüntü"ler, onun "algılanmasını istediği görüntüler"dir.. Çünkü orijini itibariyle, bize göre, görüntü kavramından soyut-mücerred varlık sınıfındandır.
      BEYİNLERDEKİ MÜDAHALESİ (“Sıkma”)-Ek kapasiteler oluşturmak
      GÖREVİ-Seçilmiş kişileri "SIKARAK" açmak(beyinlerine bazı “Allah isimleri”nin(“Rabbani isimler”in) frekansından impulslar göndererek, bu yolda açılım oluşturmak); ve daha sonra da "Allah'ın evrensel düzeni ve değerleri hakkında bilgilendirerek" o topluma yol gösterilmesine vesile olmak...
      Rasûl-Nebi ve Velilerin beyinlerine "Alim", "Basir", "Hakim", "Fettah", "Muhyi" gibi bir kısım “isimlerin frekansından impulslar” göndererek, bu yolda açılım oluşturmak; âlemlere dönük ilmi transfer etmek...
      HZ.RASÛLULLAH’A TEBLİĞ ETTİĞİ-“LEVHİ MAHFUZ”dan bir defada “OKU”duğu “KURÂN-KERİM”…(daha sonra peyderpey Hazreti Muhammed Aleyhisselâma tebliğ etmiştir)
      CEBRÂİLİYET (İlim)
      CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM
      Cebrâil aleyhisselam, Allah ile kulu arasında aracıdır…(Boyutlar arası ilişkiler Meleklerle(İlâhi Kuvvelerle) olur.
      Kendi varlığında Cebrâil’in varlığını hissetmeyen melekler mevcuddur.
      CEBRÂİL’İN GÖREVİ (Seçilmiş kişileri "SIKARAK" AÇMAK; ve daha sonra da "Allah'ın evrensel düzeni ve değerleri hakkında bilgilendirerek" o topluma yol gösterilmesine vesile olmak)
      Bir üst boyut bilinci olan Cebrâil aleyhisselâm, ihtiva ettiği ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev ifa eder.
      Cebrâil Aleyhisselâm, görevini "Levhi Mahfuz"u "Oku"yarak yerine getirir.
      CEBRÂİL’İN “BEYİN”E MÜDAHALESİ
      Cebrâil'in müdahalesiyle (gönderdiği impulslarla) beyinde meydana gelen yüksek faaliyetle yeni açılımlar(Ek kapasiteler) oluşur(Allah isimlerinin beyindeki oranı yeterli kapasiteye ulaşır)
      Evliyaullah, “Âlemlere dönük ilmini” Cebrâil’den alır.
      CEBRÂİL’İN GÖRÜNTÜSÜ
      İletişim kurduğu kişide dilediği görüntüyü oluşturur
      Cebrâil aleyhisselâmın HZ.MERYEM’E BİR BEŞER GİBİ GÖRÜNMESİ
      Nebiler, Cebrâil aleyhisselâmı(Şekilden berî olan tüm Melekler gibi) niçin sûretli görmüşlerdir?
      CEBRÂİL ALEYHİSSELÂMIN HZ.RASÛLULLAH’A “Mİ’RÂC”TA EŞLİK ETMESİ
      "SIKMA”->”BEYİN”E MÜDAHALE->KİŞİNİN “KADİR” HÂLİ->”GECE”NİN KADRİNDE “KUR’ÂN-I KERİM”İN İNZAL OLDUĞU SÜREÇ (Takdirinde olanlarda Hakikatın ortaya çıkması özelliğini sağlayan tazyik-Seçilmiş kişilerin beyinlerine bazı “Allah isimleri”nin(“Rabbani isimler”in) frekansından impulslar göndererek, bu yolda açılım oluşturması(Beyne yolladığı ışınsal impulslarla büyük bir "SIKIŞMA" duygusu oluşturması, ve bu olay sonunda beyinde açılan ek kapasite ile de görevin gereği kemâlâtın" açığa çıkması- Secde hâli"ne en yakın bir hâl-"1000 ay"dan hayırlı süreç-Rablerinin izni ile "Ruh" ve melekler tenezzül ettiği süreç)
      CEBRÂİL’İN HZ.MUHAMMED ALEYHİSSELÂMIN BEYNİNE YOLLADIĞI NURLAR
      Cebrâil, Kur'ân'ı "Levhi Mahfuz"dan bir defada "Oku"muş ve Hz. Muhammed aleyhisselâma tebliğ etmeye başlamıştır
      “Mİ’RÂC”IN 2.Cİ AŞAMASI OLAN “CENNET VE CEHENNEMİN BOYUTSAL SEYRİ”NDE (Kudüs`den göklere yükselişte-Dalga(wave) boyut olan berzâh âlemini gezişte -“7 Kat Semâ”yı gezişte) “ÂFÂKÎ SEYR” de HZ.RASÛLULLAH’A EŞLİK ETMEMİŞTİR.
      "SIKMA”NIN ("Beyin"e müdahalenin) SONUCU
      Hz.Rasûlullah, Cebrâil'in "Sıkması"sına mâruz kaldığı zaman "ALLAH İSİMLERİNİNİN MÂNÂLARI” YÖNÜNDE FETİHLERE KAVUŞTU
      Hz.Rasûlullah, Cebrâil'in "Sıkması"sı sonucu Mutlak gerçeği (“Evrensel Sistem”i) "SÜNNETULLAH”I “OKU”MAYA BAŞLADI…
      "Mİ’RÂC”ın 3.AŞAMASI OLAN BÂTINÎ (Enfüsî) SEYİRDE(Asıl Mi’râc aşamasında) "Sidret-i Münteha"da (bilinç boyutunda-şuurunda kesret kavramı kalkıp, Tekliği müşahede etme noktasında-Ef’al(Çokluk) âleminin son bulduğu noktadan sonraki sıfat mertebesinde) EŞLİK ETMEMİŞTİR.
      "SIKMA", HERKESE ORTAK SUNULAN BİR ANDIR(Kadir süreci-Rablerinin izni ile "Ruh" ve meleklerin tenezzül ettiği süreç, herkese ortak olarak sunulan bir andır...)
      CEBRÂİL, “UYANIK” KİMSELERE SELÂM VERİR; SIRTINI SIVAZLAR (Cebrail’in temsil ettiği özellik, o kişide açığa çıkar)
      Her kimde Akl-ı Kül zâhir olursa, bu, “Cebrâil”dendir.
      Kim Cebrâil'e("Sistem'e dönük akıl"a) düşman olursa, Allah da o perdelilerin düşmanıdır!

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад

    sebe halkı helakında arim seli ile helakı anlatıken az birşeyde sidre ağaçları vardı diye detay veriliyor bu sidre ordada çıkıyor..bu sidre ağacı önemli bir detay

  • @turguteren8214
    @turguteren8214 2 года назад +1

    🐝

  • @akbkuzy
    @akbkuzy 5 лет назад +1

    Hüseyin Kemal Gürger: Bencede cibril olan yerlere kuran kelimesini koyarsak herşey daha açık ve net oluyor.

  • @mecitbedel3438
    @mecitbedel3438 3 года назад

    Ağzına sağlık hocam. Fakat şurada takildim , mürebbi kelimesi yani rabb ne demek . Öğretmen olmaz konusundan . Allah yahfuzkum

  • @limitless9072
    @limitless9072 4 года назад

    Bu arada Furkan 25 olarak belirttiğiniz ayet meali aslında Şuara 154'de geçiyor, kontrol edince fark ettim.
    Şuara 154: Sen bizim gibi bir beşerden başkası da değilsin. Eğer doğru sözlülerdensen haydi bir mucize getir."

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад

    peygamber Sirius a gitmiş olabilir mi.sirius cennet mi?

  • @mahmutpeynirci2360
    @mahmutpeynirci2360 6 лет назад +1

    Kıymetli hocam dersinizden ziyadesiyle faydalandım lakin kafama oturmayan bir nokta var: Allah Rasulu (A. S.) gece Kudüs e yürümesi o doğrultuda mı yürümeyi işaret ediyor ya da sadece kıblegah ı mı? Çünkü bir insanın o kadar yolu yürümesi olanaklı değil. Saygılar

    • @sorgulayanadem7740
      @sorgulayanadem7740 6 лет назад +1

      Mahmut Pey Nİrci
      Kabe'den mescid-i aksaya/Kabe'ye en uzak mescid-e/cirane mescid-i'ne yürümüş olma ihtimali yüksek.

    • @gokhanyuksel6868
      @gokhanyuksel6868 2 года назад +1

      Uzak mescit ,o bölgede yürüyüş mesafesindeki bir mescit

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад

    YILDIZ batar mı..batan yıldız dan kasıt ne..bu hangi yıldız..acaba orda yıldız ı detay olarak vererek ne anlatılmak isteniyor..batan yıldız güneş mi.yoksa ASTROLOJİK BİR OLAY dan mı bahsediliyorki astrolojik olrak o tarihmi veriliyor...

  • @yavuzkaradagl5608
    @yavuzkaradagl5608 3 года назад

    Herşey çok güzel ama mescidi aksa nın Filistin de olduğu düşüncesine nasıl vardınız anlamadım bir insanın bir gecede o mesafeyi yürümesi imkansız ve biz kuran ayetlerin den başka bir mucize olmadığında biliyoruz, lütfen mescidi aksa düşüncenizi açıklarmısınız

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад

    7 kat ..kat olarak mı sadece 7 göğümü..kat kelimesi ekleme mi..

    • @necmettinozcan8519
      @necmettinozcan8519 6 лет назад +1

      “Nefs” Mertebeleri (Klasik Anlatımla) 7x Nefs
      Kişinin kendinden arınması çalışmalarında belli mertebeler tespit edilmiş. Yani, kişinin idrak, kendini hissediş seviyesi, belli “nefs” mertebeleri şeklinde adlandırılmış...
      Bunlar; “Levvâme nefs”, “Mülhime nefs”, “Mutmainne nefs”, “Radiye nefs”, “Mardiye nefs”, “Sâfiye nefs” diye tarif olunmuş...
      Baştaki “Emmâre nefs”i hiç söylemiyorum; ki o tamamıyla hayvansal bir yaşamdır... Bedenin istek ve arzularına dönük bir yaşamdır.
      “Levvâme nefs” denen hâl ise şudur...
      Kişi, kendisinin ulaşması gerektiği noktaya dair birtakım bilgiler edinmiştir. Kendisinde birtakım idrakler oluşmuştur.
      Ne var ki, dönüp kendine baktığı zaman, ulaşmak istediği hedefin gerektirdiği çalışmaları zaman zaman yapamadığını; kendisini bu noktaya ulaşmaktan alıkoyan davranışlar içinde bulunduğunu fark eder.
      Bundan dolayı, bu çalışmaları yapabildiği zaman sevinir, yapamadığı zamanlarda ise üzüntüye, ümitsizliğe kapılır. Kendi kendine kızar, “levm” eder. “Niye ben, bu gerçekleri bildiğim hâlde gereken çalışmaları yapamıyorum?..” gibi düşüncelere kapılarak üzülür!..
      İşte bu, kendi kendine kızma, levm etme, yani “Levvâme nefs” durumudur.
      Kişi bu hâl içindeyken...
      Zaman zaman aldığı ilim ve ilhamlar sonucu, idrakı ağır basar; kendi aslının hakikatinin “O” yani “Allâh” olduğunu fark eder; devre devre kendini “O” gibi hissetme durumuna girer!..
      İlham yolu ile oluşan bir ilimle kendi aslının ve hakikatinin “O” olduğunu hissedip, bunun yaşamı başlar.
      İşte bu tür bir yaşam hâline girdiği anlarda, “Mülhime nefs” durumundadır. Mülhime; ilham alan demektir.
      İlham aldığı anlarda, sanki bedeni yokmuş gibi, sanki dünya yokmuş gibi hisseder. Kendini, O olarak hissetmeye başlar. Kendisi vardır ama, kendisini O olarak hissetmeye başlar. İşte burada, “Mülhime nefs” durumundadır...
      İşte burası ayakların kaydığı bir yerdir!..
      Biraz evvel bahsettiğim, kendini “Hak olarak görmek” düşüncesi dolayısıyla; Hakk’ın birtakım şeylerle kayıt altına giremeyeceği, Hakk’ın namaza, oruca, ibadete ihtiyacı olmayacağı gibi düşünceler, hileler vs. hep bu “Mülhime nefs” durumundaki kişilerin içine düştüğü girdaplardır...
      Bu girdap olan düşüncelere kapıldığı anda da kişi, güçlü olarak bağlandığı bir rehberi yoksa, otomatikman girdap onu dibe çeker!..
      Dibe vurduğu zaman geldiği nokta, “Emmâre” noktasıdır.
      Eğer nasibinde varsa, bir vesile ile buradan kendini kurtarma şansına erişirse -ki bu çok ender oluşur- o zaman yeniden “Levvâme” durumuna gelir...
      Girdabın dibinden, “Levvâme” noktasından, tekrar denizin üstüne çıkar. Denizin üstüne çıkması, “Mülhime” noktasına tekrar gelmesi demektir...
      Ancak, bu iniş çıkış, birkaç haftada değil, çok uzun süreler içinde olur...
      Şayet tekrar yukarı çıkabilirse, bu defa girdaba kapılmadan, yüzerek hedefe ulaşmaya çalışır.
      Fakat, heyhat!..
      Yolda yine ne girdaplar vardır!...
      Burada dikkat edilmesi zorunlu en mühim nokta; “hakikat” ilminin kendisinde oluşturacağı düşünce şeklinin, kendisini bedenselliğe kaydırıcı girdaplarına düşmemektir!..
      Eğer o, hakikat ilmi ile birlikte, yoğun biçimde zikir, oruç, namaz, gece namazı gibi hususlara riayet eder; bunların arasında kalan süreç içinde de hakikat müşahedesini kendinde oturtursa; ki bu oturuş öyle bir noktaya gelir ki, artık hakikati hissedişinde, tatmin edici bir noktaya ulaşır.
      Yani, artık kendisinin, O’nun varlığıyla var olduğu yolunda içinde herhangi bir şüphe kalmaz. Kendini beden kabul etme hâli ortadan kalkar!.. Dolayısıyla, bedene dönük menfaatler, istekler, hırslar kalmaz.
      Artık bu düşünce düzeyinde, bedene dönük herhangi bir olay olsa da olmasa da onun için birdir!..
      Olmazsa, niye olmadı diye üzülmez; olursa, nasıl oldu diye sevinmez. Şuur boyutunda O’nun varlığı olarak yaşama konusunda tatmin olmuştur.
      İşte o zaman “Mutmainne nefs” yani “hakikati idrakte tatmine ulaşmış nefs” olarak tarif edilir. Bu ilm-el yakîn hâlidir!..
      Bu tatmin oluşun neticesinde bakar ki; varlıktaki her birim, O’nun meydana getirmek istediği mânâlara uygun olarak, oluşturulmuş sûretler, birimlerdir!..
      Bu müşahede, her bir birimden ayrı ayrı razı olma hâlini ona getirir!..
      Yunus’un sözü olan, “Yaradılmışı hoş görürüm, Yaradan’dan ötürü”nün yaşam hâlidir bu...
      İşte bu noktada o, her bir birimden meydana gelen fiile rıza gösterir.
      Bu rıza gösteriş dolayısıyla şuurunun aldığı isim; “Nefs-i Raziye”, razı olmuş “nefs”tir. Burası, Tecelli-i Efâl mertebesidir. Ayn-el yakîn mertebesidir.
      Bundan sonraki aşama çok önemlidir.
      Eğer kişide, “Nefs-i Raziye”den sonraki aşama ortaya çıkarsa, bu çok önemlidir.
      Mutmainne ve Radiye birbirine yakındır. Mülhime ve Mutmainne birbirine yakındır.
      Mülhime - Mutmainne - Radiye, bir yönüyle tek bir kapsam içindedir. Diğer yandan, Mülhime ve Mutmainne kesin bir çizgiyle ayrılır.
      Mülhime’de her an düşmek söz konusudur. Girdaba kapılıp Levvâme’ye dönebilir kişi... Ama, Mutmainne’ye geldikten sonra, artık bir daha Mülhime’ye geri dönme, girdaba kapılma, Levvâme’ye düşme söz konusu değildir.
      “Velâyet” mertebesi, “Mutmainne nefs”te oluşur takdirinde olan için!..
      Buna karşın, Mutmainne ve Radiye idrak ve yaşamları çok silik bir çizgi ile birbirinden ayırt edilir.
      Netice olarak, ana tema ve düşüncede Mülhime, Mutmainne, Radiye bir bütündür.
      “Mardiye” ise çok farklıdır!..
      Altıncı basamak diye tarif edilen “Mardiye”, diğerlerinden çok büyük fark ihtiva eder.
      Varlığın Hakk’ın varlığı olduğu, Hakk’ın bu sûretlere bürünerek var olduğu ve bu sûretlerde Hakk’ı seyretme hâli “Mutmainne” ve “Radiye”de ağır basar.
      Eğer buradan, bir üst boyuta sıçrama yapılırsa, bu idrak ve yaşam düzeyinde şuur, birimler, sûretler müşahede ederek yaşam hâlini yitirir. İşte “Mardiye”nin en önemli vasfı, şekli budur!..
      Burada, şuursal bir “Tek”lik yaşamı vardır!.. Kesret-çokluk müşahedesi tamamen kalkar!.. “Tecelli-i sıfat” denen yaşam tarzıdır. “Hakk-el yakîn” hâlidir!..
      Burada şuur, tek varlık olarak kendi vasıflarını seyre koyulur. Burada çokluk müşahedesi söz konusu değildir, sûrete bürünmüşlük söz konusu değildir.
      Bunu basit bir misalle şöyle anlatalım:
      Gözle bakınca; koltuk, masa, çiçek, insan, hayvan, tahta, halı vs. vardır. Fakat, bir milyar defa büyüten bir elektronik mikroskop ile tüm varlığa baktığın zaman bu isimlerle anılan varlıkların hepsi gözden kaybolur, sırf atomlardan ibaret bir bileşik kitle görülür!..
      Burada artık ayrı ayrı birimler gözükmez!.. Ne ben kalırım, ne sen kalırsın, ne koltuk kalır, ne de masa!..
      İşte bu misalde olduğu üzere, “Mardiye” ismiyle anılan şuur boyutunu yaşayan kişinin müşahedesinde kesret, çokluk hâli yoktur!..
      O TEK şuur vardır; ve O şuur kendi vasıflarını seyir hâlindedir.
      Bu hâl, “Tecelli-i sıfat” mertebesi olarak tarif edilir. Tabii bu, çokluk içindeki bir izah için, bir yaklaşım için anlatılan bir hâldir.
      Eğer fark ediliyorsa bu hâl, bu şuur, bir evvelki boyutta anlattığımız “Mülhime - Mutmaine - Radiye” bütünlüğünün getirdiği müşahededen çok farklı bir yaşam tarzıdır.
      İşte; Evliya-ı Kâmil, Evliya-ı Mukarreb yani Allâh’a yakîn kazanmış Velîler, Kurbet Velîleri bu yaşam içinde olanlardır. Bunlar, sayıları yeryüzünde gerçekten çok çok mahdut olan kişilerdir. 124 bin Velî içinde bunların sayısı onlarla ifade edilir.
      Bu müşahedeye erenlerin sayısının azlığını, bu müşahedenin zâhir oluşunu ve değerini anlatma sadedinde bir misal veriyorum.
      Bir de bunların üstünde, “Sâfiye” denilen, vasıflarını seyretme hâlinin ötesine geçmişlik var ki, bunu şu anda anlatmama gerek yok...
      Çünkü, Mardiye dahi, bizim şu anda anlayamayacağımız bir olaydır!.. Umalım ki bize takdir edilmiş ola!.. Ona istidat ve kabiliyetli olarak var edilmiş olalım!..
      Bunu da anlatmamın sebebi şudur;
      “Varlıkta Hakk’tan başka bir şey yok; Her şey Hakk’tır; benim varlığım da O’nun varlığıdır; bu varlıkta ne kadar sûretler varsa hepsi O’dur” gibi görüşlerin, her ne kadar çokluk mertebesine göre yüksek bir değeri varsa da; bir üst boyuta göre hiçbir değeri olmadığını fark ettirmek bâbında bunları açıklıyorum...
      “Hasenetül Ebrâr, seyyiatül Mukarrebûn”
      Kurbiyet, yakîn, bizim için dünyada iken oluşmazsa, ölüm ötesinde bir daha bizim için asla ve asla gerçekleşmesi mümkün olmayan, muhal şeydir!..
      Dünya’da âmâ olduğun şey, âhirette de âmâsı olacağın şeydir...
      Öyle ise “biz, sadece ve sadece Allâh için varız” deyip, O’na dönüşün kuralları, şartları, gerekleri ne ise, onları yerine getirmeye çalışalım!..
      Eğer, bütün bu anlattıklarımızı anlıyor, idrak ediyor ve hazmedebiliyor isek... Ve eğer bu, bize kolaylaştırılmış ise, o takdirde bizim için mümkün olur.
      Aksi takdirde bunları dinleriz, okuruz; ondan sonra bütün bunlar dünde kalır ve biz gene bedenselliğimize dönük bir yaşam içine girer, birçok şeyleri yitirmeye devam ederiz.

  • @mostafoxz8406
    @mostafoxz8406 2 года назад

    43:30 o kitabın kuranı kastetmediğini Allahın katındaki kitabı kastettiğine inanıyorum arapça olarak kolaylaştırılmış hali bize ulaşmıştır

  • @necmettinozcan8519
    @necmettinozcan8519 6 лет назад +1

    Mi'râc Nasıl Olur? 1. Bölüm
    Bakın, basit bir misal vereyim size...
    Aşağı yukarı buraya gelenlerin hepsi namaz kılan insanlar. Arada eksiği-gediği olan; kaçırdıkları olsa da genelde namaz kılan insanlar...
    Namaz konusunda Hz. Rasûlullâh buyuruyor ki:
    “Müminin mi’râcıdır, namaz” diyor...
    “Mi’râc” konusunu iyi anlamak lazım!
    Mi’râc diye bahsedilen olayın ilk bölümü “İsra” hâdisesi, bir tayyı mekân olayıdır. Rasûlullâh’ın, Mekke’den, Kudüs’e gitmesi hâdisesidir. Bu bir tayyı mekân olayı ve madde bedenle yapılan bir şey... Mi’râc, burada yok! Bu olay değil, Mi’râc!
    Kudüs’teki ziyaret ve Kudüs’teki Rasûllerin ruhaniyetleriyle toplu olarak buluşma... Bu birinci bölümü...
    Bu olayın tamamı, üç bölümde incelenir...
    İkinci bölümü, semâları gezişi ki, bu cennet ve cehennem boyutlarını seyir olayı, BOYUTSAL bir gezi olayı; madde beden olayı değil! Bu da Mi’râc değil! Kudüs’teki namazdan sonra Hz. Rasûlullâh’ın semâları gezişi... Cebrâil’in eşliği ile yedi kat semâdaki o semâ varlıklarını; o semâların yaşamlarını, bu arada cennettekilerin yaşamlarını, cehennemdekilerin yaşamlarını seyretmesi, ikinci bölüm... Bu da mi’râc değil!
    Üçüncü bölüm ise, Sidret-ül Münteha denilen; Efâl âleminin, çokluk âleminin son bulup; Cebrâil’in; “Ben buradan sonra yokum” dediği noktadan başlayıp, Hz. Rasûlullâh’ın kendi hakikatine yönelmesi suretiyle Rabbini, bâtınında müşahede etmesi; “Mİ’RÂC” denen olaydır.
    Bu üçüncü bölüm bâtınî - enfüsî bir seyirdir; âfakî bir seyir değil!
    Birinci bölüm, Tayyı Mekân olayıdır. İsra olayıdır, Mekke’den Kudüs’e!
    İkinci bölüm, Semâları, Cennet ve Cehennemi gezmesidir, Cebrâil’in eşliğinde. Bu da Mi’râc değildir.
    Esas Mi’râc denen üçüncü bölüm ki, bu enfüsîdir. İkinci bölüm de âfakî idi. Semâları gezişi, cennet ve cehennemi görüşü âfakî seyir idi. Üçüncüsü, enfüsî seyirdir, Rabbini bâtınında görmesidir.
    “Kab-ı kavseyn ev ednâ”; yani “yayın iki ucunun yakınlığı hatta daha da yakın” nispetinde kendi hakikatinde, özünde Rabbini müşahede etmesi! İşte bu Mi’râc’tır...
    Niye bu mi’râcı anlattım şimdi ben size? Ne gereği var? Püf noktası neydi?
    “Namaz, müminin mi’râcıdır”; diyor Hz. Rasûlullâh...
    Biz, genelde “Mi’râc” diye bu üç bölümün tamamını düşündüğümüz için, “namazda bu üç bölümün tamamı olur” diye hayal ediyoruz, tasavvur ediyoruz.
    Hayır!
    Bu üç bölüm namazda tezahür etmez! Namazda tezahür eden, üçüncü bölüm diye anlattığım kısmıdır! Hakiki “Mi’râc” da budur işte!
    Kişi namazı hakkıyla edâ ederse, bu mi’râc onda hâsıl olur.
    Namazın hedefi, amacı “mi’râc”tır.
    Bazıları için de, yaşamın amacı “mi’râc”tır!
    Düşünen beyin, bu cümleden şunu çıkaracaktır...
    Namazın amacı ve hedefi mi’râc ise, anlaşılır ki bundan, “mi’râc” edenin namazı edâ olmuştur! Elbette buna kişinin kendi vicdanı karar verecektir.
    Şimdi burada, daha evvel beni görmemiş olan birisini düşünün! İlk defa gelen! Diyelim ki siz! Daha evvel beni görmediniz. Ve, ilk defa şu anda beni gördünüz.
    Bundan sonra hayatınızın herhangi bir döneminde, beni görmemiş olabilir misiniz? Beni görmemişlerin hissiyatına sahip olabilir misiniz? Mümkün mü böyle bir şey?
    Bir kere beni gördüyseniz bu, hafızanıza yerleşmiş ve nakşedilmiştir! Çıkarmanız mümkün değil!
    “Mi’râc”ı da bir kere yaşayanın, onu kendisinden silmesi asla mümkün değildir. Mi’râcı yapan, “daimî namaz” mertebesine yükselir... “Salât-ı vüsta”dan, “Salât-ı daimî”ye geçer.
    “Salât-ı vüsta”dan, “Salât-ı daimî”ye geçiş, “mi’râc” ile mümkündür.
    Bu, seyri bâtınî’nin getirisidir...
    “Namaz müminin mi’râcıdır” sözüyle Efendimiz bir gerçeğe işaret ediyor...
    Hz. Rasûlullâh, mi’râc yapmış bir Zât...
    Mi’râcı nasıl ve ne ile yaptı?..
    Kendisinde meydana gelen “Fetih” ile gerçekleştirdi.
    Eğer, Hz. Rasûlullâh’ta bu fetih olmasaydı, onda mi’râc meydana gelmezdi.
    Cuma akşamları Kurân’dan, önce “Yâsiyn” ondan sonra, “İza vâkıa” sonra da, “İnnâ fetehnâ leke”yi okusak!
    Sevabı çok bunların!
    Peki, okusak diyoruz da; “İnnâ fetehnâ leke fethan mubiynâ” sözünün anlamını hiç düşündük mü?
    “İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ; Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare...”
    “İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ”...
    “Biz sana açık seçik bir fetih ihsan ettik”...
    Bu fethin sende meydana gelmesi sebebiyle, fethin yaşanılan doğal sonuçları gereğidir ki;
    “Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare”...
    “Senin geçmiş ve geleceğe dönük bütün günahların, kusurların bağışlanmıştır.”
    “Ve yütimme nı’meteHÛ ‘aleyke”...
    “Ve dahi sana olan nimet böylece tamamlanmıştır.”
    “Ve yehdiyeke sıraten müstekıyma”...
    “Ve dahi sana mutlak gerçeğe yönelme kapıları açılmıştır. Mutlak gerçeğin hakkını edâ etme kapıları açılmıştır.”
    “Ve yensurekellâhu nasren ‘Aziyza”...
    “Allâh, sana çok azîz, çok değerli, karşı çıkılması mümkün olmayan bir mutlak zaferi ihsan etmiştir.” (48.Feth: 1-3)
    İşte, Mi’râc ile Feth Sûresi’nin başında bahsedilen hâlin bağlantı noktası...
    Mi’râcı olanlarda, bu âyetler tezahür eder.
    “Efendim, bu âyetler Hz. Rasûlullâh’a gelmiştir. Onun hâlini anlatır. Basılan Kur’ân da Hz. Muhammed’e s.a.v. ait bir kitaptır... Biz koyalım bir kenara! Hz. Muhammed de okudu geçti, gitti zaten!!!”
    Kurân’ın her âyeti, ümmetten her bir ferdi ilgilendirir. İçindeki hiçbir âyet için; “Bu Ebu Bekr ile ilgilidir. Bu, Hz. Muhammed’e aittir... Bu falancayla ilgili inmiştir” diyemeyiz.
    Her bir âyet, her bir birimi ilgilendirir. Her bir birim kendi kapasitesi kadar ondan âyet alır.
    Kimi Kurân’dan bir âyet okur(?) bütün hayatı boyunca, geçer gider!
    Kimi Kur’ân-ı Kerîm’den elli âyet okur, geçer gider. Kimi beş yüz âyet okur gider. Hatm(?) edebilene ne mutlu!
    Rasûlullâh diyor ki; “Namaz, müminin mirâc'ıdır.”
    Peki, bu mi’râc nasıl oluşacak?
    Nasıl oluşacak veya nasıl oluşmayacak? Oluşmasını sağlayan nedir? Oluşmamasını sağlayan nedir?
    Hz. Rasûlullâh diyor ki;
    “Fâtiha’sız namaz olmaz!”
    Başka bir yerinden söz etmiyor Kurân’ın! Namaz da Mi’râc olduğuna göre; Mirâc'ın yolu Fâtiha’dan geçer demektir bunun anlamı!
    Başka bir hadîs-î şerîfte ne diyor?
    “Her kılınan namaz, kendisinden önceki vakitle kendisi arasındaki bütün günahları siler, bağışlar, af ettirir” diyor.
    Namaz, Fâtiha’sız olmadığına göre, Fâtiha ile namaz edâ edildiğine göre demek ki; Fâtiha’daki sır, senin bir önceki kıldığın namazla, senin o kıldığın namaz arasındaki günahların hepsini bağışlatıyor.
    Allâh’a şükür ben namaza duruyorum ve okumaya başlıyorum...
    “Bismillâhir rahmânir rahıym, elhamdu lillâhi rabbil âlemiyn, errahmânir rahıym, mâliki yevmiddiyn............. Âmin.”
    Fark edin, anlayın ki, bu şekliyle ben namaz kılmamış oldum! Fâtiha’yı da “OKU”madım!!!
    Dil ile Fâtiha’yı tekrar etmem yetmez! Bu yüzden de “OKU”muş olmadım!
    Hatırına okumanın neresindeyken geldi? Mesela geldi ki; “kul hu vAllâhu ahad Allâhus samed lem yelid ve lem yuled”i okuyorsun... Ya da Fâtiha bitti!!! Neredeysen orada, kal orada! Geri dön! Besmeleyi çek! “Elhamdu lillâhi rabbil âlemiyn” diyerek bunun mânâsını bir düşünün!
    Sonra “mâliki yevmid diyn”in mânâsını bir düşünün. Bundan sonra da, “iyyake na’budü”nün mânâsını idrak etmeye çalış!
    İşte o zaman namazın yerine gelmeye başlar! Böylece “Mi’râc” basamaklarında yukarı doğru adım atarsın. İşte o zaman namazın ne olduğunu da anlarsın.
    Ya bunu yapmazsak?
    Fâtiha’dan sonra kısa sûreleri okuyoruz hani, ne bulursak! Orada da bir şeyler okuyoruz ama, ne okuduğumuzun farkında değiliz galiba!
    “Eraeytelleziy yükezzibü bid diyn”
    Eraeyte... Gördün mü? Elleziy... onu ki, yükezzibü bid diyn... “Allâh’ın sistemini yalanlıyor”! Allâh’ın yaratmış olduğu bu sistem ve düzeni yalanlıyor.
    “Fezâlikelleziy yeduul yetiym ve lâ yehuddu alâ ta’âmil miskiyn”; Yetimlerin hakkını yiyiyor. Gariplerin, fakirlerin hakkını vermiyor, sistemi yalanlaması dolayısıyla.

    • @kelimedesifre5377
      @kelimedesifre5377 5 лет назад

      namaz miracsa:o zaman namaz kılarken biz ne yapıyoruz.? secde halinde tam yere eğiliyoruz. değilmi ? mirac konusunu ayetler ışığında çözme gayretine girdim. tşkler.

    • @allahakulluk_163.
      @allahakulluk_163. Год назад

      ​@@kelimedesifre5377 secde ederek alçalmıyoruz yükseliyoruz. Bunu bile anlamıyormusunuz

    • @kelimedesifre5377
      @kelimedesifre5377 Год назад

      @@allahakulluk_163. fiziki manada demişim dir . tşkler

    • @allahakulluk_163.
      @allahakulluk_163. Год назад

      @@kelimedesifre5377 anladım. Üzgünüm ifademe göre

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад

    NİRVANAYA YÜKSELMEK TABİİRİ vardır..nirvana ahuramazda .zerdüştlük miracı..

  • @alitekin5497
    @alitekin5497 5 лет назад

    Kuranı kerim varsa rivayete ihtiyaç varmi

  • @sedatcalskan8861
    @sedatcalskan8861 6 лет назад +1

    kendisine ayetlerimiz gösterdiğimiz..bu ayetler ne..klasik yorumcular cennet cehennem diyor..acaba ledun ilmi verilmiş olabilir mi..zahiri hakikatden batıni hakikatleri görmesi.

    • @kelimedesifre5377
      @kelimedesifre5377 5 лет назад

      bir yakınlık kurmuşsunuz.guzel fakat.isra ayetinde geceleyin demesi işi sizin denkleminden uzaklaştırıyor.ayrıca ledun ilmi kehf 65 taha 99 ayetlerde acıklanmıştır.onun için ledun konusunu tabir caizse burdaki samanlıkta aramamız yanlış olur.

    • @gulsumkoylu6978
      @gulsumkoylu6978 5 лет назад

      KELİME DEŞİFRE cvv

  • @IKISAYININSAHIBI
    @IKISAYININSAHIBI 6 лет назад

    Hocam 238 miracı ispatlıyor ve buna siz vesile oldunuz Allah sizden razı olsun mearic 4 videonuzda hac suresi 47 den bahsetmişsiniz bende olayı ordan çözdüm
    Size biraz ipucu vereyim
    Bakara 238
    Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allâh'ın huzûruna durun
    Burda 5 vakit namazdan söz ediliyor
    namaz mü'minin miracıdır
    Kurandaki 70.sure mearic suresidir ve 44 ayettir 70 + 44 = 114 Kuranda 114 sure var ve 114 19'un tam 6 katıdır
    Mudessir suresi 30
    Üzerinde 19
    Hac suresi 47
    47.sure muhammed suresi
    Özetliyorum
    Namaz
    Muhammed
    Mearic
    Üzerinde 19 ( kuran)
    Burda yapmış olduğum matematiği yazamıyorum inşallah bir video ile anlatmayı düşünüyorum
    Allaha emanet olun

  • @veligulcu3788
    @veligulcu3788 5 лет назад

    Hocam bu konuda böyle de bir yorum var. Çok ilginç. ruclips.net/video/wshZ5n4gHYo/видео.html

  • @yusufziya5779
    @yusufziya5779 6 лет назад +1

    Ağzı olan konuşuyor.

  • @miharbifira
    @miharbifira 5 лет назад +1

    Hüseyin kardeşim, Van'dan seni selamlıyorum... Ama İsra hadisesi Musa ile ilgili bir kıssadır..