Allâh-u Teâlâ’yı Yarattıklarına Benzeten Selefî ve Vehhâbîlere İlmî Reddiyeler
HTML-код
- Опубликовано: 12 сен 2024
- Allâh-u Teâlâ’yı Yarattıklarına Benzeten Selefî ve Vehhâbîlere İlmî Reddiyeler
---
Sosyal Medya Hesapları:
Web Site : www.cubbeliahm...
RUclips : / cubbeliahmethoca
Facebook : / cubbeliahmethoca
Twitter : / c_ahmethoca
Instagram : / cubbeliahmethoca
#cübbeliahmethoca
Hoca sen varya sen, Allah CC seni başımızdan eksik etmesin, yokluğunu göstermesin.. Birgün tanışırız İnşaAllah..
ALLAH HAKGI SÖYLE YEN HOCA🇦🇿 LARI MZDAN RAZI OLSUN 2 🇪🇭DÜNYA DADA🇹🇷 İNŞALLAH AMİN 🤲🤲
Kıymetli Hocam Bir Kıymetli Cumhur Başkanımızın Birde Sizin Hızınıza Yetişen Görmedim Bu Bir Dava Sevdasın'dan Başka Birşey Olamaz Rabbimiz Hayırlı Sağlıklı Uzun Ömürler Nasip Etsin Size Ve Cumhur Başkanımıza Ve Hertürlü Şerlerden Korusun Amin Ya Erhammerrahimin.
Rabbim ehli sünnet dairesinden ayırmasın bizleri amin.Allah CC razı olsun hocam
İNŞALLAH AMİN KARDEŞİM 😊
Allah razı olsun senden hocam Bizleri aydınlattığıniz için
ALLAH Razı olsun Hocam 🕋🌹⚔️🦅🇹🇷
Bedavadan izliyoruz.. Allah razi olsun 🤲 biraz dinlen be hocam sen bize lazımsın 😏
ALLAH SİZDEN RAZI OLSUN HOCAM 🤲
Allah razı olsun hocam 🤲
Allah razı olsun hocam rabbim hayırlı sağlıklı uzun ömür versin başımızdan eksik etmesin amin ❤
AMİN
Şeyh Fahruddin Bin Asekir (Allâh rahmet etsin) şöyle buyuruyor:
Allâh bizleri ve seni irşad (hidayet) etsin. Bil ki; Allâh-u Teâlâ’nin mülkünde bir olduğunu her mükellefin bilmesi farzdır. Allâh,alemin tümünü, ulvi alemi (semalar ve üstündekileri), süfli alemi (yerleri ve altındakileri), Arş’ı ve Kürsi’yi, semaları ve yerleri ve içindekileri ve aralarında bulunan herşeyi yaratandır. Bütün yaratıklar Allâh’ın kudretine boyun eğmiştir( mağlup olmuştur).O’nun izni olmadan bir zerre bile kımıldamaz, yaratma hususunda ortağı yoktur, mülkünde de ortağı yoktur. O diridir, fani olmaz, uykudan ve uyuklamaktan münezzehtir.Gizliyi ve aşikarı bilendir, yerde ve gökte hiçbir şey
ondan gizlenemez, karada ve denizdeki her şeyi bilir, düşen her yaprağı da muhakkakki bilir, yerin karanlığındaki taneleri, kuru ve yaş olan her şeyi bilir,bunlarin hepsi apaçık bir kitaptadır.( Levh-i Mahfuzdadır). İlmiyle her şeyi bilir, her şeyin miktar ve sayısını bilir, dilediği her şeyi yapar, mahlukatında dilediğine göre hükmeder.Onlardan menfaat beklemez,onların zararından korkmaz, O’na vacip olan bir hak yoktur ve O’nun üzerine hüküm (emir veya yasak) yoktur.O’nun her bir nimeti ihsandır ve her musibet adalettir.Yaptıklarından sual (itiraz) edilmez, onlar (yaratıklar) sual sorulurlar. O, Mahlukattan önce vardı, O’nun öncesi ve sonrası yoktur, altı ve üstü de yoktur, sağı ve solu da yoktur, önü ve arkası da yoktur. Parçalardan ve cisimlerden münezzehtir. O’na ne zaman, nerede ve nasıl vardı denmez.O, mekan yokken vardı, kâinatı ve zamanı yaratandır. Zamanla vasfedilmez ve O’na mekan tahsis edilmez.
Bir şey onu diğer şeyden meşgul etmez. Hayal ile O’na ulaşılamaz, akıl ile idrak edilmez, zihinde tahsis edilmez, nefislerde misillenmez, hayalde tasavvur edilmez, akılda zatı bir şeye benzetilmez, düşünce ve hayalle erişilmez
Allâh-u Teâlâ “Eş-Şurâ” Sűresinin 11. âyetinde şöyle buyuruyor:
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Anlamı : “Hiç bir şey O’na (Allâh) benzemez. O (Allâh), işiten ve görendir”
Selamın aleyküm Hocam ben Akan Dede Fransa'dan hocam dua ederseniz çok sevinirim maddi sıkıntılarım var ve şu an hiç iş yok Allah rızası için dua edin ben Akan Dede annem ismi Gülnaz lütfen dua edin sağlıcakla kalın inşallah selamın aleyküm Hocam
Allah sizden razi olsun hocam
Elhamdulillah.
maşallah
Mübarek hocam Allah senden ebedi razı olsun amin
Hocam dökülen eksik betonları ve demirleri , ıspatlı hırsızlık ifşalarından hiç bahsetmiyorsunuz . NEDEN ???
lllllllı Cübbeli Ahmet Hoca RUclips kanalındaki 'Kavaidül Akaid İtikad(inanç)' başlıklı videoları
"Allah'ı Tanımak" konuludur.Ayet,Hadis,Ehli Sünnet Alimlerden Nakillerle 52bölüm/
Allah'ın izniyle 1.Bölümle başlayalım konular bağlantılıdır.
Ehli Sünnet Cemaatiyiz diyorsun.
1)Türkiye genelinde Zuhri Ahir namazi neden kaldirildi
2)Su anda Lise din kultur kitaplarinda Ehli Sunnet Hak Mezhep bes olarak okutulmaktadır.Dort hak mezhebimizin yanina caferi mezhebini eklediler.
Ehli Sunnet Cematiyseniz neden su andaki sorumlulara rey verdiniz.
Sen kime versin istiyorsun
Cübbeli Ahmet hoca dört mezhebin hak olduğunu çok söylemiştir ve Caferi mezhebinin din kitablarından kaldırılmasını açıklamıştır ayrıca Türkiye şeriatla yönetilmediği için kötünün iyisine oy veriyor yani Ehveni şer olana veriyor cübbeli kendi görevini iyi yapıyor Allah ondan razı olsun
Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun
Âlimler “istiva”dan muradın “İstilâ” manası olduğunu söylemişlerdir. Nitekim şair de şöyle demiştir:”Bişr, kılıç kullanmadan ve kan da akıtmadan, Irak’ı istiva (istilâ) etmiştir.” (Kur’an ayetleri tefsirinde cahiliye şiirinin önemini bu işe yabancı olmayanlar iyi bilirler.)
İstivâ kelimesinin Kur’ân’da ilk geçtiği yer olan ve Allah’ın
yerleri yarattıktan sonra göklere yönelmesini anlatan Bakara 2/29
ayetinin tefsirinde Taberî, ilk olarak bu kelimenin yönelmek (ikbâl)
anlamına geldiğine dair nakillerde bulunmaktadır.( Taberî, age, I, 454-455.) Sonra bu ayetle
ilgili en doğru yorumun, Allah’ın göklerin üzerine çıkıp onları
düzenlemesi ve onları yedi gök olarak yaratması olduğunu; buradaki
yükselmenin de aşağıdan yukarıya bir intikal anlamında değil hâkimiyet ve saltanat anlamında bir yükselme ve yükseklik olduğunu belirtmektedir.( Taberî, age, I, 457.)Görüldüğü gibi burada Taberî, Allah’ın gerçek anlamda göklerin üzerine çıktığını değil, orayı hâkimiyeti altına aldığını kabul etmektedir. Taberî, meleklerin arşı kuşatmasıyla ilgili Zümer 39/75 ayetini,
arşı taşıyan ve kuşatan meleklerle ilgili Ğâfir 40/7 ayetini ve arşı
taşıyan sekiz melekle ilgili Hâkka 69/17 ayetini hakikat olarak
algılamaktadır.( Taberî, age, XX, 271, 283, XXIII, 227-230.)
Zemahşerî, İsrâ 17/42 ayetinde Allah ile ilgili olarak kullanılan
‘arşın sahibi (zi’l-arş)’ ifadesini ‘hâkimiyet ve rubûbiyet sahibi’ olarak
açıklamıştır.( Zemahşerî, age, II, 643.)Müfessirimiz, “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâ-Hâ 20/5)
ifadesi ile ilgili olarak da şunları söylemektedir:
“Arş kelimesi, kralın oturduğu tahtı ifade etmektedir; tahta
oturmak da hâkimiyeti ele almak anlamındadır. Nitekim tahta
oturmak, hâkimiyeti ele almak anlamında kullanıldığı için,
gerçek anlamda bir ‘tahta oturma’ fiili gerçekleşmese bile,
hâkimiyeti ele almayı, insanlar kinâye yoluyla ‘Falanca tahta
oturdu’ şeklinde ifade etmektedirler… Bu tıpkı ‘Filancanın eli
açıktır (veya kapalıdır)’ denilip de o kişinin cömertliğini veya
cimriliğini ifade etmek gibidir.( Zemahşerî, age, III, 50. Ayrıca bkz: Macit, age, s. 195; Bilgin, age, s. 213;
Eren, age, s. 72-73.)
Fakat müfessirimiz, konuyla ilgili başka ayetlerin tefsirinde,
arşın somut ve hâricî bir varlığının bulunduğuna dair yaklaşımlar da
sergilemektedir. Meselâ o, “Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı ve
arşı da suyun üzerindeydi” (Hûd 11/7) ayetiyle ilgili olarak şunları
söylemektedir:
“Gökler ve yer yaratılmadan önce arşın altında hiçbir varlık
yoktu. Arşı yukarıda tutan da su idi. Denildiğine göre o zaman
su, rüzgârın yolunda, yani gökte idi. Burada, arş ve suyun,
göklerden ve yerden önce yaratılmış olduğuna dair bir delil
vardır.”( Zemahşerî, age, II, 366.)
Aynı şekilde Neml 27/26 ayetinin açıklamasında da Zemahşerî,
arşın azîm (büyük) sıfatıyla vasıflandırılmasını açıklarken, onun
göklerde ve yerde yaratılan diğer varlıklara nisbetle daha büyük
olmasından dolayı bu şekilde tavsif edildiğini söylemektedir.( Zemahşerî, age, III, 351.)
Arşı taşıyan meleklerden bahseden Ğâfir 40/7 ayetinin
tefsirinde Zemahşerî, bazı rivayetler nakletmektedir. Buna göre arşı
taşıyan meleklerin ayakları yerin en aşağısında, başları ise arşa
değecek kadar yukarıdadır. Devamında Zemahşerî, bu meleklerin
büyüklüğüyle ilgili hadisler nakletmekte ve arşın mahiyeti hakkında
şunları aktarmaktadır:
“Denildi ki: Allah arşı yeşil bir cevherden yaratmıştır. Onun iki
sütunu arasında, hızlı uçan bir kuşun uçuşuyla 80.000 yıllık
mesafe vardır. Yine denildi ki: Arşın etrafında, 70.000 çeşit
melek vardır ve bunlar, Allah’a tekbir ve tehlilde bulunarak
arşın etrafını tavaf ederler. Bunların arkasında, ayakta duran,
ellerini omuzlarına koyup yüksek sesle Allah’a tehlil ve tekbir
getiren 70.000 saf melek daha vardır. Bunların arkasında da,
sağ ellerini sol ellerinin üstüne koymuş; her biri diğerinin
bilmediği bir tesbih çeşidiyle Allah’ı tesbih eden 100.000 saf
melek vardır.”( Zemahşerî, age, IV, 147.)
Müfessirimiz, meleklerin arşın etrafını sarmalarını anlatan
Zümer 39/75 ayetiyle ilgili olarak da rivayetlere uyarak hakikat
anlayışına yakın bir açıklama yapmıştır.( Zemahşerî, age, IV, 142.) Kıyamet gününde Allah’ın
arşını taşıyacak olan sekiz melekten bahseden Hâkka 69/17 ayetinin
açıklamasında da bu ifadelerin hakikat yönünde anlaşılması doğrultusunda, bu meleklerin o gün yapacaklarına dair bazı nakiller
yapmaktadır.( Zemahşerî, age, IV, 589-590.)
Yüce Allah’la ilgili olarak Ğâfir 40/15 ayetinde geçen ‘dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan’ ifadelerinde de Zemahşerî, bunun,
Meâric 70/3 ayetinde geçen ‘çıkış aşamalarının sahibi (zi’l-meâric)
olan Allah’ ifadesine benzer bir şekilde, meleklerin arşa çıkmak için
kat etmek zorunda oldukları mesafe olduğunu söylemektedir. Sonra
bunların, Allah’ın yüceliğini ve mahlûkât üzerindeki hâkimiyetini
bildiren ifadeler olmasının da mümkün olduğunu belirtmektedir.( Zemahşerî, age, IV, 152, 597.)
Görebildiğimiz kadarıyla Zemahşerî, Yüce Allah’ın arşa istivâsı
konusunda, edebî sanatlardan yararlanarak net bir şekilde bunun,
Allah’ın kâinâtı idare ve hâkimiyetine alması anlamına geldiğini
söylerken; arşın mâhiyeti ve meleklerin arşın etrafını kuşatması gibi
konularda tevile yönelmede bu kadar net davranmamaktadır. Bunun
sebebi, konuyla ilgili ayetlerin zâhirinin buna büyük oranda mâni
olması ve onu konuyu hakîkat doğrultusunda anlamaya sevk eden
bazı hadis ve nakiller olabilir. Şimdi diğer müfessirlerin konuyla ilgili
görüşlerine bir bakalım.
İlk dönem tefsir malzemesini büyük oranda bir araya toplamış
olan Taberî, Allah’ın kürsîsiyle ilgili Bakara 2/255 ayetinin tefsirinde,
bunun Allah’ın ilmi anlamına geldiğine dair İbn Abbas’tan bir nakilde
bulunmaktadır.( Taberî, age, IV, 537.) Devamında, kralların tahtının (arşının) önünde,
ayaklarını koyacakları bir yerin bulunması gibi, buradaki kürsînin
de iki ayağın konulduğu yer olduğuna dair nakillerde bulunmaktadır.
(Taberî, age, IV, 537-539.) Ayrıca Hasan-ı Basrî (v. 110/728)’nin, kürsî ile arşın aynı şey
olduğunu söylediğini nakletmektedir.( Taberî, age, IV, 539.)
Taberî, Allah’ın büyük arşın sahibi olduğuna dair Tevbe 9/129.
ayetin tefsirinde, bununla arşın altında bulunan herkesin O’nun
kulu olduğunun ve O’nun yönetiminde bulunduğunun ifade
edildiğini belirtmektedir.( Taberî, age, XII, 100.) Taberî, gökler ve yer yaratılmadan önce
arşın suyun üzerinde olduğuna dair Hûd 11/7. ayetle ilgili olarak,
bunun hakiki anlamda olduğuna dair nakillerde bulunmaktadır(Taberî, age, XII, 330-334.)
İbn Atıyye, Allah’ın arşa istivâsıyla ilgili A’râf 7/54
ayetinin tefsirinde, Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî (v. 478/1085) ve benzeri
usta kelâmcılara göre bunun, Allah’ın hâkimiyet ve saltanatı anlamına
geldiğini; burada özellikle arşın zikredilmesinin de yaratılan en
büyük varlık olmasından kaynaklandığını söylemektedir(bn Atıyye, age, II, 408. Ayrıca bkz: İbn Atıyye, age, IV, 37.)
13/2 ayetinin tefsirinde de buradaki istivânın, yönetimi altına almak
(istîlâ) ve yönelmek (ikbâl) anlamlarına geldiğine dair nakillerde
Bulunmaktadır(İbn Atıyye, age, III, 292)
Allah’ın arşa istivâsıyla ilgili A’râf 7/54 ayetinin tefsirinde de
Râzî, bunun bir tahta oturmak şeklinde anlaşılmasının kesinlikle
mümkün olmadığını söylemekte; ardından da Allah’ın mekândan
münezzeh olduğuna dair aklî ve naklî deliller sıralayarak uzun açıklamalarda
bulunmakta; bu açıklamalarının sonunda da kendisinin
tercih ettiği görüş olarak, ‘Allah’ın kesinlikle mekân ve yönden münezzeh
olduğuna inanıp, bu gibi ayetler hakkında derine dalmamak
ve bu konularla ilgili bilgiyi Allah’a havale etmek’ görüşünü
zikretmektedir.( Râzî, age, XIV, 106-121.)
Tâ-Hâ 20/5 ayetinin tefsirinde Râzî, Müşebbihe’nin bu ayetleri
hakîkat olarak anlamak suretiyle hataya düştüğünü; halbuki
Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu söylemektedir. Devamında
da bu gibi müteşâbih ayetler konusunda iki temel yaklaşım
bulunduğunu; bunlardan birincisinin, sadece Allah’ın mekândan ve
yönden münezzeh olduğunu söyleyip, bu gibi ifadeleri tevil
etmeyerek, anlamlarını Allah’ın ilmine havale etmek olduğunu
söylemektedir. Sonra Râzî, bu görüşün iki bakımdan eleştirildiğini;
birinci olarak bu görüşün, Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu
ifade etmek suretiyle, buradaki istivanın oturmak anlamına
gelemeyeceğine dair bir tevili zaten içerisinde barındırdığını; ikinci
olarak da Arap dilinde istivâ kelimesinin istikrâr ve istîlâ şeklinde iki
anlamı bulunmasından ve Allah’ın mekândan münezzeh olmasından
dolayı burada istikrâr (oturmak, yerleşmek) anlamına gelemeyeceğinden,
kelimenin diğer anlamı olan istîlâ (hâkimiyeti altına almak)
anlamına gelmesi gerektiği şeklindeki görüşü nakletmektedir.( Râzî, age, XXII, 6-7.)
Helak mi oldular ?
Allahu teala gökte değildir. O hâlde Peygamberimiz (sallallahu teala aleyhi ve sellem) Allah’ı görmek için niçin göğe yükselmiştir?
Bu dersimizde şu sorunun cevabını vereceğiz:
- Allahu Teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır. Hakikat bu iken, Peygamberimiz (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ’ın miraçta gökyüzüne yükseldiği ifade edilmektedir. Bu nasıl olur? -Haşa- Miraç denen bir yer var da Allahu Teala orada mı bulunuyor? Ve Peygamberimiz (sallallahu teala aleyhi ve sellem) oraya Rabbiyle görüşmeye mi gitti?
Bediüzzaman Hazretleri Miraç Risalesi’nde bu sorunun cevabını bir misalle vermiş. Bizler bu misalden iktibasla meseleyi izah etmeye çalışacağız:
Mesela her tarafı ışık alan ama içeriden bakıldığında güneşin görülemediği büyük bir bina düşünelim… Bu binada yaşayan kişiler güneşin ışığından ve ısısından istifade etmektedirler. Bu kişilerden güneşi görmek isteyenler sadece ışığını, ısısını ve yedi rengini görebilmektedir.
Faraza güneşin ısısı kudreti olsa, ışığı ilmi olsa, yedi rengi de görmesi, işitmesi ve konuşması gibi sıfatları olsa, güneş bu sıfatları ile bu binada olan herkesi görür, işitir, konuşur, tanır ve hakeza…
Bu noktadan bakıldığında, güneş ısıttığı ve ışıklandırdığı her şeyin ve her kişinin yanında olup onlarla sohbet edebilir. Her bir kişinin de güneşin kendisine bakan miktarı kadar bir sohbeti ve alakadarlığı olur.
İşte bu cihetten, güneş her şeye yakındır ancak her şey güneşin zatından çok uzaktır. Eğer birisi güneşin zatına yaklaşmak, güneşi bizzat görmek ve onunla sohbet etmek isterse, ilk önce bu binayı terk etmeli ve o bölgenin en yüksek dağına çıkmalıdır. Ancak bunu yaptığında güneşi bizzat görüp onunla sohbet edebilir.
İşte bu kişilerden birisi binadan çıkar ve yüksek bir dağa tırmanır. Dağa tırmandığında güneşin sadece kendi binasını ısıtıp aydınlatmadığını, dünyanın her tarafına nüfuz ettiğini hatta gezegenleri ve Ay’ı da idare ettiğini bütün açıklığıyla görür. İşte o zaman şöyle diyebilir:
- Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve zeminin yüzünü ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdarı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi, bahçeciğimi ısıttın ve ışıklandırdın; bütün dünyayı ışıklandırdığın ve yeryüzünü ısıttığın gibi…
Evet, böyle diyebilir. Hâlbuki binanın içinde iken, güneşi sadece kendisini ve binasını ışıklandıran bir lamba olarak tanıyordu.
Burada dikkat edilmesi gereken temel nokta şudur:
Güneşle görüşmeye ve konuşmaya niyet eden ve bu sevkle dağa çıkan kişi güneşle dağda görüşmüyor, bilakis dağdan görüşüp konuşuyor. Çünkü o dağın, dünyadan 1.300.000 defa büyük olan güneşi içine alması mümkün değildir. Yani güneş dağa sığmaz. Bu sebeple de “Güneş dağa geldi.” denilemez; belki “Dağda güneş ile konuştu.” denilebilir.
Aynen bu misalde olduğu gibi, Cenab-ı Hak maddenin ve mekânın yaratıcısı olduğu için mekânla kayıtlı olması muhaldir ve Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Allah mekândan münezzehtir; zaten mekânı O yaratmıştır.
Misalimizde olduğu gibi, bu dünya şartlarında insanlar Allah’ın sadece isim ve sıfatlarına muhatap olabiliyor. Peygamberimiz (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ise O’nun nurani zatına ve emsalsiz konuşmasına muhatap olabilmek için bu dünya denilen binadan sıyrılmış ve miraç dağına çıkmış. Rabbi de sonsuz ihsan ve ikramıyla, kulu Muhammed (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ’ın ihlaslı ibadetlerine bir mükâfat olsun ve bütün insanlar ve diğer varlıklar onun üstünlüğünü görsün diye onu miraç dağına çıkarmış, bu dağda onunla konuşmuş ve cemaliyle ona tecelli etmiş.
Burada unutulmaması gereken temel nokta şudur:
Misalde demiştik ki: Güneşi dağda görmedi, dağdan gördü. Aynen bunu gibi, Hazreti Muhammed (sallallahu teala aleyhi ve sellem) da Rabbini miraçta görmedi, miraçtan gördü. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın bu dünya şartlarında görülmesi mümkün değildir. O da görmek için miraca çıktı. Allah da ona orada tecelli etti. Allah’ın bir mekânda olması farklıdır, o mekâna tecelli etmesi farklıdır. Allahu Teâlâ gökte değildir. Sadece Peygamberimize gökte tecelli etmiştir. Cennette olmadığı hâlde cennet ehline cennette tecelli edeceği gibi…
Bediüzzaman Hazretleri bu konuda: “Miraç yoluyla beka âlemine girdi.” diyerek, Allah’ın bu dünya şartlarında görülemeyeceğinden dolayı Peygamberimiz(sallallahu teala aleyhi ve sellem) ’ın farklı bir boyuta geçmesi gerektiğini, bunun yolunun da miraç olduğunu beyan etmektedir.
Nitekim A’raf suresi 143. ayetin beyanıyla, Hazreti Musa (a.s) şöyle demiştir:
رَبِّ اَرِني اَنْظُرْ اِلَيْكَ Ya Rabbi! Bana görün de sana bakayım. (A’raf 143)
Onun bu isteğine karşı Allahu Teâlâ şöyle cevap vermiştir:
لَنْ تَرَانِي Sen beni asla göremezsin. (A’raf 143)
İşte bu ayet-i kerime, mevcut şartlarda bir insanın Allah’ı görmesinin mümkün olmadığını beyan buyurmaktadır.
Hazreti Musa’nın Cenab-ı Hakk’ı görememesi, Allah’ın görünmez olduğundan değil, dünya şartlarının buna müsait olmadığındandır. İnsanoğlunun bu dünya şartlarında Cenab-ı Hakk’ı görmesi mümkün değildir. Bu şartlar sadece Peygamberimiz (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ’a özel olan miraçta gerçekleşmiş; Allah’ı görmek de sadece ona mahsus kalmıştır.
Şeyh Fahruddin Bin Asekir ( Allâh rahmet etsin) şöyle buyuruyor:
Allâh bizleri ve seni irşad (hidayet) etsin. Bil ki; Allâh-u Teâlâ’nin mülkünde bir olduğunu her mükellefin bilmesi farzdır. Allâh,alemin tümünü, ulvi alemi (semalar ve üstündekileri), süfli alemi (yerleri ve altındakileri), Arş’ı ve Kürsi’yi, semaları ve yerleri ve içindekileri ve aralarında bulunan herşeyi yaratandır. Bütün yaratıklar Allâh’ın kudretine boyun eğmiştir( mağlup olmuştur).O’nun izni olmadan bir zerre bile kımıldamaz, yaratma hususunda ortağı yoktur, mülkünde de ortağı yoktur. O diridir, fani olmaz, uykudan ve uyuklamaktan münezzehtir.Gizliyi ve aşikarı bilendir, yerde ve gökte hiçbir şey
ondan gizlenemez, karada ve denizdeki her şeyi bilir, düşen her yaprağı da muhakkakki bilir, yerin karanlığındaki taneleri, kuru ve yaş olan her şeyi bilir, bunlarin hepsi apaçık bir kitaptadır.( Levh-i Mahfuzdadır). İlmiyle her şeyi bilir, her şeyin miktar ve sayısını bilir, dilediği her şeyi yapar, mahlukatında dilediğine göre hükmeder.Onlardan menfaat beklemez,onların zararından korkmaz, O’na vacip olan bir hak yoktur ve O’nun üzerine hüküm (emir veya yasak) yoktur.O’nun her bir nimeti ihsandır ve her musibet adalettir.Yaptıklarından sual (itiraz) edilmez, onlar (yaratıklar) sual sorulurlar. O, Mahlukattan önce vardı, O’nun öncesi ve sonrası yoktur, altı ve üstü de yoktur, sağı ve solu da yoktur, önü ve arkası da yoktur. Parçalardan ve cisimlerden münezzehtir. O’na ne zaman, nerede ve nasıl vardı denmez.O, mekan yokken vardı, kâinatı ve zamanı yaratandır. Zamanla vasfedilmez ve O’na mekan tahsis edilmez.
Bir şey onu diğer şeyden meşgul etmez. Hayal ile O’na ulaşılamaz, akıl ile idrak edilmez, zihinde tahsis edilmez, nefislerde misillenmez, hayalde tasavvur edilmez, akılda zatı bir şeye benzetilmez, düşünce ve hayalle erişilmez
Allâh-u Teâlâ “Eş-Şurâ” Sűresinin 11. âyetinde şöyle buyuruyor:
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Anlamı : “Hiç bir şey O’na (Allâh) benzemez. O (Allâh), işiten ve görendir”
Etiğe kemiğe büründü Mahmut diye göründü, aklıma geldi
o bir rüya dı akılsız adam
hoca; Sen sohbetinde Allah c.c. ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü demedinmi?? Mahmut için Allah'ın c.c. aynasıdır demedin mi haşa ve kella ..sen Allah c.c. Mahmut yaptın haşa ve kella.bu ne oluyor ozaman.insanlrı saptırmayı bırak artık ..
Külliyen bu iftiradır yalandır selefiler mücessime değildir.
Ya dedecim senin bizdan başka işin yokmu rabıta falan yapsana sen
ALLAH sana akil fikir versin
Bırak şu yalanı artık. Hiç bir selef alimi teşbih yapmaz. Allahın sıfatlarına olduğu gibi iman eder. Yorum yapılmaz.
Adamın hayatı bu sapıklara reddiye yapmakla geçti, senin yaptığın yoruma bak.. Aynen sen haklısın, hoca yanlışta.. La git olm yürü başka yerde oyna
Allah tek dir Allah disi yada erkek değildir doğurmamis dogurulmamistir Allahın eşi benzeri yoktur Allah her zaman vardı gizli bir hazineydi bilinmek istedi