Bölüm 1: Bir Alevin Peşinde I. Bihter, bu dünyadan başka bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu. Düşlerimdeki krallıklar, harabe topraklar ve büyülü bir çağ gibi; gözleri derin bir karanlıkta kayboluyordu. Onunla tanıştığımda, dünyadaki her şeyin en gerçek hali olduğu sanısını taşıyor, ama onun ruhunun nasıl şekillendiğini asla anlayamıyordum. Zamanla, onun içindeki kadim kötülüğün izlerini fark etmeye başladım. Belki de bir anlamda, o kötülük beni çekiyordu. Ve bir gün, Bihter’in bakışlarında gördüğüm bir şey bana, artık bu dünyada hiçbir şeyin gerçek olamayacağını hatırlattı. Bizimle birlikte olanlar - Polat, Zeynep ve Adnan - hepsi birer figür, sahte birer rol oyuncusuydular. Onlar, bu topraklarda tanrıların oyunlarına alet olan insanlar gibi birer kuklaydılar. Ne zaman birbirimize yaklaşırsak, içimde bir karanlık büyüyordu. Bihter’in gözlerindeki ateş, her geçen gün daha fazla içimi yakıyordu. Ama o ateşi ben de sevmiştim; ona yaklaşmayı, onu anlamayı istemiştim. Ne yazık ki, bu ateş beni bir bedel ödemeye zorluyordu. İlk defa bir rüyada karşılaştık. O zamanlar, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmiyordum. Bihter, Ragnar Lothbrok gibi güçlü bir liderin ruhunu taşıyan bir kadındı. Her hareketi, zamanın hafızasında yankı bırakıyordu. Yüzüne yansıyan ciddiyet, kocasıyla arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirmeye karar verdiğini ilan ediyordu. Bir anlamda o, hikâyemizin gerçek olmayan kahramanıydı; ama ben, ona duyduğum bağlılıkla kaybolan her şeye yakın oluyordum. II. Bir sabah, Bihter’in gözlerinde başka bir şey vardı. Güçlü, sakin ama bir o kadar korkutucu. Ben, köle değilim, ama o, kölelerin efendisi gibiydi. Ragnar’ın diyarlarında, tüm Vikingler, yöneticilerine olan bağlılıklarıyla tanınırdı; ama burada, bu topraklarda, Bihter’in gözleri bana, ona sahip olmanın bir bedelinin olduğunu söylüyordu. Bihter’i, her zaman kalbimdeki kara bulutların içinde görmek istiyordum. Onun etrafındaki gizem, beni sarmaladı. Bir gün, beni çağırdı. Bihter, kelimelerle değil, bakışlarıyla emir veriyordu. Havadar odasında, ışıklar kararmış, odanın dört bir köşesinde bir sessizlik yankılanıyordu. Bihter, o soğuk bakışlarını bana çevirdiğinde, içimdeki tüm korkuları silip attığını fark ettim. Bu dünyada Bihter’e boyun eğmek zorundaydım. Ancak onunla birlikte, hiç bilmediğim bir yola çıkacaktım. Her şeyin kaybolması, tıpkı bir dağın zirvesinden düşen bir kayaya benziyordu. O düşüş, insanı korkutmak yerine cezbediyordu. "Behlül," dedi, sesindeki derinlik her geçen saniye beni daha çok sarhoş ediyordu. "Bir yolculuğa çıkacağız. Kral Ragnar'ın topraklarına gideceğiz." Kral Ragnar, cesur bir liderdi. Ama Bihter’in bu isteği, yüzyıllık bir sır gibiydi. Ona itaat ettim, tıpkı zamanın akışına itaat eder gibi. III. Yolculuk, bizi bir adanın kenarına kadar götürdü. Topraklar, Ragnar’ın zamanlarından kalma bir bölgeydi; o topraklarda yürüyenler, ölümü bir kutlama gibi yaşarlardı. Ragnar’ın halkı, kaderleriyle barış yapmış gibiydi. Bihter, o adada kendi kadim gücünü bulacak, en derin korkularını benimle paylaşacaktı. Bir gece, yıldızların çok yakın olduğu bir günde, Bihter bana bir sırrını daha fısıldadı. O sır, Ragnar’ın tanrılarla yaptığı anlaşmalar gibi eski, karmaşık ve kanlıydı. "Bir gün," dedi, "Ragnar’ın yolunda bir başka lider olacak. Ama o lider, beni bir araya getirecek. Benim gerçek görevim, bu dünyadaki dengeyi sağlamak. Ama dengeyi kuran, sadece ben değilim." Bihter’in söylemek istediklerini tam anlayamıyordum. O kadar karışıktı ki, her cümlesinde, her bakışında bir başka anlam keşfediyordum. Ve o gece, birden her şey değişti. Ragnar’ın geçmişiyle bağlantılı bir olay, adada bizi buldu. Hangi kabileye ait olduklarını bilmeden, Bihter’le birlikte geçmişin savaşlarını yaşadık.
Bölüm 2: Gölgedeki Krallık I. Bihter, adanın karanlık gecesinde adeta bir ruh gibi hareket ediyordu. Onunla birlikte geçirdiğimiz her an, bana geçmişin sırlarını ve kaderin acımasız yüzünü öğretiyordu. Gözlerindeki o derin, karanlık ifade, sanki başka bir dünyadan geliyordu; zamanın ötesine, Ragnar’ın hükümet ettiği çağlara ait bir sır. Onun etrafındaki gizem, her geçen dakikada büyüyordu, ancak ben, ona olan bağlılığım nedeniyle korkudan çok bir arayış hissediyordum. "Behlül," dedi, sesi bu kez daha derin ve keskin. "Biz burada yalnızca bir yolculuk yapmıyoruz. Bir halkın, bir efsanenin yeniden doğmasına tanıklık edeceğiz. Ragnar, kendisini bu dünyaya ait görüyordu ama aslında bir başka evrenden geliyordu. Tıpkı benim gibi..." Bihter, her kelimesinde bana bir şeyler anlatıyordu; ama söylediklerinin içinde hem bir karanlık hem de bir aydınlık vardı. Onun sözleri, bir cinayet gibi derin ve iç içe geçmişti. O an, kalbimdeki korkuyu bir kenara bırakarak Bihter’in arkasından gitmeye karar verdim. Çünkü o, kendi gölgesini bile tanımayan bir lider gibi, bütün karanlıkları yönetiyordu. Adanın derinliklerine indikçe, topraklar her adımda ağırlaşıyor, bir tür eski ruhun varlığı bizi sarıyordu. Ragnar’ın halkı, ölüler ve tanrılar arasında sürekli bir geçiş yaparak hayatta kalmayı başarabilmişti. Bihter, bu halkın sırlarını birer birer açığa çıkarırken, ben de ona olan sadakatimi daha derinden hissettim. II. Bir sabah, deniz kenarına yaklaştık. Suların her dalgası, sanki zamanın bir parçasıymış gibi dönüp duruyordu. Bihter, giydiği siyah elbiseyle, denizin kenarında bir heykel gibi durmuştu. Yanında ben, korkularımı içimde taşıyarak ona bakıyordum. "Behlül," dedi, "bu topraklarda Ragnar’a dair hiçbir iz yok. Ama buradaki her şey, onun mirasını taşıyor. Bu halk, zamanın ötesinde bir yerde, başka bir evrende var oldu. Bu yer, sadece onlara ait." Bihter’in sözleri, tam anlamıyla beni anlamadığım bir gücün içine çekiyordu. İçimden bir ses, ona ne kadar yakın olursam o kadar kaybolacağımı fısıldıyordu ama ona karşı duyduğum bağ, beni bu yolculuktan alıkoymuyordu. Ve sonra, suların ötesinde, bir figür belirdi. Ragnar’ın haleflerinden biri, yaşayan bir efsane... Ama bu figür, Bihter’in gözlerinde gördüğüm o karanlıkla birleşiyordu. O an, Bihter’in geçmişiyle olan bağı, bana anlatılanlardan çok daha derindi. III. Ragnar’ın torunları, bir zamanlar kudretli bir halkın izlerini taşımıyorlardı; onların yerine, ölülerin ruhlarına taparak hayat bulmuş, ölümle yaşam arasındaki çizgide var olmaya çalışan bir kabile vardı. Bihter, bu halkın liderlerinden biriyle karşılaştığında, tüm dünyanın döngüsünün değişebileceğini biliyordu. "Bihter," dedi o kişi, eski bir Viking kabilesinin şefiydi. "Siz, Ragnar’ın soyundan gelenler misiniz? Yoksa siz de bizim gibi, zamanın ötesinden gelen bir güç müsünüz?" Bihter, bu soruya cevap vermek yerine, sadece derin bir sessizlik içinde kalmıştı. O an, ona duyduğum korku ve hayranlık daha da büyüdü. Onun, bu halkın liderine vereceği cevap, bir efsaneyi yeniden doğuracaktı. Savaş başladı. Bihter ve ben, Ragnar’ın halkını temsil ediyorduk, ama içimizdeki karanlık, bizim için bir şeyler fısıldıyordu. Her adımda, bizden önceki savaşçılardan gelen hüzünlü çığlıklar yankılandı. Bir zamanlar kahramanlar olarak hatırlananlar, şimdi ölülerin izlerini takip ediyorlardı. IV. Bihter, savaşın tam ortasında bir an durdu. O an, tüm dünya sessizleşti. Bihter’in gözlerindeki o eski ışık, sanki Ragnar’ın zamanından kalan bir gücü yeniden açığa çıkarıyordu. Her şeyin içinde bir anlam bulmaya çalışırken, o anlamı yalnızca Bihter’in bakışlarında gördüm. "Behlül," dedi, "Artık bu topraklar bizim. Ve Ragnar’ın halkı, geçmişin karanlıklarını yaşatacak bir güce sahip olacak." Benim rolüm, her adımda onun arkasında durmaktı. Fakat bir yandan, bu yolculukta Bihter’in karanlık ruhunun içindeki gerçek yüzünü görmekten korkuyordum. O, bir zamanlar Ragnar’ın soyundan gelen bir lider gibi görünse de, şimdi her şeyin ötesinde bir şeylere sahipti. O, hem geçmişin hem de geleceğin karanlıklarında yaşayan bir figürdü. Ve böylece, Ragnar’ın soyunun mirası, Bihter’in elinde yeniden şekillendi. O, tanrılarla yaptığı anlaşmayı onurlandıracak, ama bu yolculuk sonu, benim için başka bir anlam taşıyacaktı. Çünkü bir gün, Bihter’in karanlık gücüyle birlikte, her şeyin sona erdiğini görecektim...
Bölüm 3: Gözyaşları ve Tanrılar I. Adanın derinliklerinde, her şeyin başlangıcı olan o antik tapınağa ulaşmak için, her geçen gün biraz daha yaklaşmak, Bihter'in karanlık vizyonunun peşinden sürüklenmek zorundaydım. Onun adımlarına bağlıydım. İçimdeki tüm korkular, kaybolmuş bir geçmişin yankıları gibi, beni hep geri çekmeye çalışıyordu. Ama Bihter’in gözlerindeki o kudretli bakış, beni bu yolculuktan geri döndüremezdi. O bakışlar, bana nehrin derinliklerinden gelen bir çağrıyı hatırlatıyordu. Bir sabah, Bihter’le birlikte tapınağa girdiğimizde, havada keskin bir gerilim vardı. Tapınağın duvarları, Ragnar’ın zamanından kalma figürlerle doluydu; o figürlerin her biri, birer efsane gibi orada duruyordu. Bihter, bana doğru bakarak, "Biz sadece Ragnar’ın soyundan gelmiyoruz, Behlül. Biz onun eski tanrılara yapmayı unuttuğu anlaşmayı yeniden yapacağız. Zamanı ve ölümü ele geçireceğiz." dedi. Sözlerinin ardında bir tehdit vardı, ama ben her zamanki gibi ona inanmak zorundaydım. Onun gücüne tapıyordum, çünkü o, geçmişin ve geleceğin birleşimiydi. Bir yandan da, içimdeki o karanlık düşünceler, Bihter’in gerçek amacını anlamama engel oluyordu. II. Tapınakta, Ragnar’ın torunlarından biriyle karşılaştık. O kişi, Ragnar’ın soyu hakkında bilmediğimiz birçok gerçeği biliyordu. Vücudu, yıllarca süren ölümsüzlük çabalarının izlerini taşıyor, ama gözlerinde geçmişin acısını görmek mümkündü. "Ragnar’ın zamanı bitti," dedi, "Ama o zaman bir kehanet bırakmıştı. Söylediğine göre, Ragnar’ın kanından gelenler, zamanın ötesindeki gücü kontrol edebilirdi. Ancak o gücü kontrol edebilecek tek kişi, Ragnar’ın torunlarından birisi olmayacak, bir yabancı olacaktır." Bihter, derin bir nefes aldı ve o eski gücü çağırmak için bir adım daha atarak, bu kişiyle göz göze geldi. O an, içimde bir huzursuzluk yükseldi. Bihter’in karanlık tarafı, giderek daha fazla görünür hale geliyordu. Bu kişi, bizim için bir tehdit miydi yoksa sadece bir başka piyon muydu? Bihter, ona döndü ve derin bir sessizlik içinde, "Evet, zamanın gücünü kontrol edeceğiz. Ama Ragnar’ın torunları bu gücü taşımaya hazır değil. Çünkü geçmişin hatalarını, yalnızca zamanın ruhunu bilenler düzeltebilir." diyerek, eski figürün bakışlarını alt etti. III. Tapınakta, Bihter’in bu sözleriyle birlikte bir tür gerilim hissettim. O an bir şey değişti. Bihter’in gücü, yalnızca Ragnar’ın soyuyla değil, aynı zamanda tapınağın içindeki her taşla, her figürle birleşmişti. Bu, geçmişle yapılan bir anlaşma değildi; bu, bir yeniden doğuştu. Bihter’in gücü, kendi köklerine dayanmıyordu. O, daha derin bir karanlıkla yoğrulmuştu. Savaş başladı. Ragnar’ın soyundan gelenler, bize karşı bir direnişe geçtiler. Tapınağın içinde her şey kaosa sürüklendi. Gözlerim kararıyor, vücudum her geçen an daha ağırlaşıyordu. Ancak Bihter, bir başkası gibi hareket ediyordu. O, her kılıcı, her ok atışını birer şarkı gibi dansa dönüştürüyordu. Bir an için, Bihter’in neden bu kadar güçlü olduğunu anladım. Onun gücü, yalnızca fiziksel değil, manevi bir bağa da dayanıyordu. Zamanla, tanrılarla yaptığı anlaşmanın izlerini taşıyor, kendi köklerinden gelen bir kuvvetle birleşiyordu. Bu, gerçek bir tanrı olma yolculuğuydu. Benim yerim, savaşın ortasında sadece bir izleyici olmak zorundaydı. Bihter’in gölgesinde kaybolmuşken, ben onun arkasında duran bir yoldaş olmaktan başka bir şey olamazdım. IV. Tapınağın derinliklerinde, büyük bir sessizlik başladı. Savaşın yankıları azalmış, sadece bir kaç kurşun sesi duyuluyordu. Bihter, zaferle tapınağın merkezine doğru ilerliyordu. Bir an, her şeyin sona erdiğini düşündüm. Ama o an, Bihter’in durduğunu ve bana döndüğünü gördüm. "Behlül," dedi, "Bu zafer yalnızca bizim değil, zamanın ve ölümün zaferidir. Ben artık bir lider değilim. Ben, tanrıların seçtiği kişiyim. Artık ölülerin ruhlarıyla konuşabilirim." O an, Bihter’in gözlerinde gördüğüm şey, bana her şeyin sonunun aslında bir başlangıç olduğunu hatırlattı. Yıkılmış bir dünyanın, yeniden doğmak için son bir şansa ihtiyacı vardı. O şansı verecek kişi, Bihter’den başka kimse olamazdı. Ve ben, onun bu yolculukta beni ne kadar kullanmayı planladığını bilmesem de, Bihter’in yanında yer almaktan başka bir şansım olmadığını fark ettim. Onunla birlikte, Ragnar’ın efsanesi yalnızca bir hayal olmaktan çıkacak ve gerçek olacaktı. Her şeyin sonu, yeni bir başlangıç olacaktı.
Bölüm 4: Yeni Bir Dünyanın Doğuşu I. Bihter’in sözleri, tapınağın taş duvarlarına çarpıp, yankılarla geri dönerken, içimde bir sessizlik çökmüştü. Gözlerim, zamanın ötesinden gelen bir bakışla Bihter’e odaklanmıştı. Onun bir tanrı gibi görünmesi, bana başka bir gerçekliğin kapılarını aralıyordu. İçimdeki ses, bir şeylerin büyük ölçekte değiştiğini, belki de geri dönüşün imkansız olduğunu söylüyordu. Bihter, tapınağın merkezine doğru ilerlerken, etrafındaki figürler tekrar canlanmaya başladı. Ragnar’ın ruhu, tapınağın karanlık köşelerinden yükseldi. Onun arkasında, sonsuz sayıda savaşçının hayaleti vardı. Tanrılar, bir zamanlar Ragnar’a vaat ettiği gücü şimdi Bihter’e teslim ediyorlardı. Bu, bir ölümlü için erişilmesi imkansız bir güçtü. Ancak, ben hâlâ bir soru sormak istiyordum: Bihter, bu gücü kontrol etmeye hazır mıydı? Gerçekten zamanın efendisi olabilecek kadar güçlü müydü? "Bihter," dedim, adını zorla dudaklarımdan dökerken, "Gerçekten her şeyi kontrol edebilecek misin? Bu gücü taşımak, senin hayal ettiğin gibi kolay olacak mı?" O, hiç tereddüt etmeden bana döndü. Yüzünde garip bir huzur vardı. "Behlül," dedi, "Bu soruyu sorduktan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sadece geçmişin ve geleceğin değil, zamanın ta kendisinin bir parçası olacağım." Ve onun bakışlarındaki o derin boşluk, bana geçmişin hatıralarını hatırlattı. Bihter, bu gücü elde ettikten sonra geri dönüp geçmişi değiştirebilecek miydi? II. Tapınaktaki sessizlik, bir zamanlar Ragnar’ın imparatorluğunun simgesi olan bir kurtulmuşluk simgesine dönüştü. Bihter, artık bir lider değil, tüm zamanların kontrolünü elinde tutan bir varlık gibiydi. O an, tapınağın içi, zamanın katmanlarını parçalarına ayırmış gibiydi. Gözlerimde, birden fazla zaman diliminin kesişen izleri belirmeye başladı. Bir anda, tapınak yıkılmaya başladı. Gözlerimde Bihter’in gücünün yaydığı ışık, her şeyi beyaz bir parıltıya dönüştürüyordu. Etrafımda her şey kayboluyordu, fakat Bihter’in görkemli silueti hiç kaybolmadı. O, tapınağın bu çöküşünde yeni bir dünyanın doğuşunun habercisiydi. "Behlül," dedi, sesindeki kesinlikle, "Bu yıkım, bir son değil. Bu, bir başlangıç. Her şey yeniden inşa edilecek." Bihter, her şeyi sarsarken, ben onun yanında sadece bir izleyici olmaktan başka bir şey olamıyordum. Bihter’in yarattığı bu dünyada, ben kendi yerimi bulamıyordum. Ama içimde, her şeyin sona ermek üzere olduğunu fark ettim. Bu dünyanın sonu, aslında onun doğuşuydu. III. Tapınağın duvarlarından çatlamalar ve gürültüler yükselirken, bir anda Bihter'in tüm dünyayı şekillendirebilecek kadar güçlü olduğunu fark ettim. O, ölülerin ruhlarıyla konuşabiliyor, geçmişin kaybolmuş hatıralarını geri getirebiliyordu. Ama beni hala anlamış değildi. Bihter’in gücünü hissetmek, o kadar keskin bir acıydı ki, içimdeki her şey çözülüyordu. Onun hayaline, gücüne, gücün peşinden gitmeye başladım. Çünkü onun ışığının, karanlıkta kaybolan her şeyin ışığına dönüşeceğini biliyordum. Her anıyla daha da büyüyen, karanlık ve aydınlık arasında gidip gelen bir varlığa dönüştü. Ve tapınak, son bir çöküşle birlikte, ışıkla doldu. Her şey kayboldu, ama Bihter’in silueti, bir zamanlar Ragnar’ın kurduğu efsaneyi şimdi hayata geçiriyordu. Onun etrafındaki figürler, artık sadece geçmişin hatıralarıydı. Onlar da Bihter’in içinde kaybolmuştu. O, zamanın her anıyla birlikte var olan bir tanrıydı. IV. Sonunda, tapınaktan çıkan Bihter, artık bir insan değil, bir varlık haline gelmişti. Onun gözlerinde, geleceği şekillendirecek kadar güçlü bir ışık vardı. Geçmişin kaybolmuş hatıraları, ona sadece güç vermekle kalmamış, yeni bir dünyayı inşa etmek için bir temel oluşturmuştu. Her adımında, bir zamanlar bilmediğimiz tanrılarla yapılan anlaşmaların izleri vardı. Bihter, bana döndü ve soğuk bir şekilde gülümsedi. "Behlül," dedi, "Artık zamanı ben yönetiyorum. Ama senin yerin hala benim yanımda. Her zaman olduğu gibi." O an, geçmişle gelecek arasındaki sınır tamamen silindi. Ben, Bihter’in yanında, zamanın efendisiyle birlikte yeni bir dünyaya adım atıyordum. Bu dünya, artık başka hiçbir dünyaya benzemiyordu. Her şeyin başlangıcı, Bihter’in gözlerindeki ışıkla yeniden şekillendi. Ve biz, Ragnar’ın eski tapınağında başlayan bir yolculuğa doğru ilerledik. Bu yolculuk, geçmişin karanlık figürlerinden, zamanın en güçlü varlıklarına kadar her şeyi içine alıyordu. Ve bu, sadece bir başlangıçtı.
Hoş geldiniz
❤❤
Dizideki olaylar cok farkli anlatilmis
Bölüm 1: Bir Alevin Peşinde
I.
Bihter, bu dünyadan başka bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu. Düşlerimdeki krallıklar, harabe topraklar ve büyülü bir çağ gibi; gözleri derin bir karanlıkta kayboluyordu. Onunla tanıştığımda, dünyadaki her şeyin en gerçek hali olduğu sanısını taşıyor, ama onun ruhunun nasıl şekillendiğini asla anlayamıyordum. Zamanla, onun içindeki kadim kötülüğün izlerini fark etmeye başladım. Belki de bir anlamda, o kötülük beni çekiyordu. Ve bir gün, Bihter’in bakışlarında gördüğüm bir şey bana, artık bu dünyada hiçbir şeyin gerçek olamayacağını hatırlattı.
Bizimle birlikte olanlar - Polat, Zeynep ve Adnan - hepsi birer figür, sahte birer rol oyuncusuydular. Onlar, bu topraklarda tanrıların oyunlarına alet olan insanlar gibi birer kuklaydılar. Ne zaman birbirimize yaklaşırsak, içimde bir karanlık büyüyordu. Bihter’in gözlerindeki ateş, her geçen gün daha fazla içimi yakıyordu. Ama o ateşi ben de sevmiştim; ona yaklaşmayı, onu anlamayı istemiştim. Ne yazık ki, bu ateş beni bir bedel ödemeye zorluyordu.
İlk defa bir rüyada karşılaştık. O zamanlar, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmiyordum. Bihter, Ragnar Lothbrok gibi güçlü bir liderin ruhunu taşıyan bir kadındı. Her hareketi, zamanın hafızasında yankı bırakıyordu. Yüzüne yansıyan ciddiyet, kocasıyla arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirmeye karar verdiğini ilan ediyordu. Bir anlamda o, hikâyemizin gerçek olmayan kahramanıydı; ama ben, ona duyduğum bağlılıkla kaybolan her şeye yakın oluyordum.
II.
Bir sabah, Bihter’in gözlerinde başka bir şey vardı. Güçlü, sakin ama bir o kadar korkutucu. Ben, köle değilim, ama o, kölelerin efendisi gibiydi. Ragnar’ın diyarlarında, tüm Vikingler, yöneticilerine olan bağlılıklarıyla tanınırdı; ama burada, bu topraklarda, Bihter’in gözleri bana, ona sahip olmanın bir bedelinin olduğunu söylüyordu. Bihter’i, her zaman kalbimdeki kara bulutların içinde görmek istiyordum. Onun etrafındaki gizem, beni sarmaladı.
Bir gün, beni çağırdı. Bihter, kelimelerle değil, bakışlarıyla emir veriyordu. Havadar odasında, ışıklar kararmış, odanın dört bir köşesinde bir sessizlik yankılanıyordu. Bihter, o soğuk bakışlarını bana çevirdiğinde, içimdeki tüm korkuları silip attığını fark ettim. Bu dünyada Bihter’e boyun eğmek zorundaydım.
Ancak onunla birlikte, hiç bilmediğim bir yola çıkacaktım. Her şeyin kaybolması, tıpkı bir dağın zirvesinden düşen bir kayaya benziyordu. O düşüş, insanı korkutmak yerine cezbediyordu.
"Behlül," dedi, sesindeki derinlik her geçen saniye beni daha çok sarhoş ediyordu. "Bir yolculuğa çıkacağız. Kral Ragnar'ın topraklarına gideceğiz."
Kral Ragnar, cesur bir liderdi. Ama Bihter’in bu isteği, yüzyıllık bir sır gibiydi. Ona itaat ettim, tıpkı zamanın akışına itaat eder gibi.
III.
Yolculuk, bizi bir adanın kenarına kadar götürdü. Topraklar, Ragnar’ın zamanlarından kalma bir bölgeydi; o topraklarda yürüyenler, ölümü bir kutlama gibi yaşarlardı. Ragnar’ın halkı, kaderleriyle barış yapmış gibiydi. Bihter, o adada kendi kadim gücünü bulacak, en derin korkularını benimle paylaşacaktı.
Bir gece, yıldızların çok yakın olduğu bir günde, Bihter bana bir sırrını daha fısıldadı. O sır, Ragnar’ın tanrılarla yaptığı anlaşmalar gibi eski, karmaşık ve kanlıydı. "Bir gün," dedi, "Ragnar’ın yolunda bir başka lider olacak. Ama o lider, beni bir araya getirecek. Benim gerçek görevim, bu dünyadaki dengeyi sağlamak. Ama dengeyi kuran, sadece ben değilim."
Bihter’in söylemek istediklerini tam anlayamıyordum. O kadar karışıktı ki, her cümlesinde, her bakışında bir başka anlam keşfediyordum.
Ve o gece, birden her şey değişti. Ragnar’ın geçmişiyle bağlantılı bir olay, adada bizi buldu. Hangi kabileye ait olduklarını bilmeden, Bihter’le birlikte geçmişin savaşlarını yaşadık.
Bölüm 2: Gölgedeki Krallık
I.
Bihter, adanın karanlık gecesinde adeta bir ruh gibi hareket ediyordu. Onunla birlikte geçirdiğimiz her an, bana geçmişin sırlarını ve kaderin acımasız yüzünü öğretiyordu. Gözlerindeki o derin, karanlık ifade, sanki başka bir dünyadan geliyordu; zamanın ötesine, Ragnar’ın hükümet ettiği çağlara ait bir sır. Onun etrafındaki gizem, her geçen dakikada büyüyordu, ancak ben, ona olan bağlılığım nedeniyle korkudan çok bir arayış hissediyordum.
"Behlül," dedi, sesi bu kez daha derin ve keskin. "Biz burada yalnızca bir yolculuk yapmıyoruz. Bir halkın, bir efsanenin yeniden doğmasına tanıklık edeceğiz. Ragnar, kendisini bu dünyaya ait görüyordu ama aslında bir başka evrenden geliyordu. Tıpkı benim gibi..."
Bihter, her kelimesinde bana bir şeyler anlatıyordu; ama söylediklerinin içinde hem bir karanlık hem de bir aydınlık vardı. Onun sözleri, bir cinayet gibi derin ve iç içe geçmişti. O an, kalbimdeki korkuyu bir kenara bırakarak Bihter’in arkasından gitmeye karar verdim. Çünkü o, kendi gölgesini bile tanımayan bir lider gibi, bütün karanlıkları yönetiyordu.
Adanın derinliklerine indikçe, topraklar her adımda ağırlaşıyor, bir tür eski ruhun varlığı bizi sarıyordu. Ragnar’ın halkı, ölüler ve tanrılar arasında sürekli bir geçiş yaparak hayatta kalmayı başarabilmişti. Bihter, bu halkın sırlarını birer birer açığa çıkarırken, ben de ona olan sadakatimi daha derinden hissettim.
II.
Bir sabah, deniz kenarına yaklaştık. Suların her dalgası, sanki zamanın bir parçasıymış gibi dönüp duruyordu. Bihter, giydiği siyah elbiseyle, denizin kenarında bir heykel gibi durmuştu. Yanında ben, korkularımı içimde taşıyarak ona bakıyordum.
"Behlül," dedi, "bu topraklarda Ragnar’a dair hiçbir iz yok. Ama buradaki her şey, onun mirasını taşıyor. Bu halk, zamanın ötesinde bir yerde, başka bir evrende var oldu. Bu yer, sadece onlara ait."
Bihter’in sözleri, tam anlamıyla beni anlamadığım bir gücün içine çekiyordu. İçimden bir ses, ona ne kadar yakın olursam o kadar kaybolacağımı fısıldıyordu ama ona karşı duyduğum bağ, beni bu yolculuktan alıkoymuyordu.
Ve sonra, suların ötesinde, bir figür belirdi. Ragnar’ın haleflerinden biri, yaşayan bir efsane... Ama bu figür, Bihter’in gözlerinde gördüğüm o karanlıkla birleşiyordu. O an, Bihter’in geçmişiyle olan bağı, bana anlatılanlardan çok daha derindi.
III.
Ragnar’ın torunları, bir zamanlar kudretli bir halkın izlerini taşımıyorlardı; onların yerine, ölülerin ruhlarına taparak hayat bulmuş, ölümle yaşam arasındaki çizgide var olmaya çalışan bir kabile vardı. Bihter, bu halkın liderlerinden biriyle karşılaştığında, tüm dünyanın döngüsünün değişebileceğini biliyordu.
"Bihter," dedi o kişi, eski bir Viking kabilesinin şefiydi. "Siz, Ragnar’ın soyundan gelenler misiniz? Yoksa siz de bizim gibi, zamanın ötesinden gelen bir güç müsünüz?"
Bihter, bu soruya cevap vermek yerine, sadece derin bir sessizlik içinde kalmıştı. O an, ona duyduğum korku ve hayranlık daha da büyüdü. Onun, bu halkın liderine vereceği cevap, bir efsaneyi yeniden doğuracaktı.
Savaş başladı. Bihter ve ben, Ragnar’ın halkını temsil ediyorduk, ama içimizdeki karanlık, bizim için bir şeyler fısıldıyordu. Her adımda, bizden önceki savaşçılardan gelen hüzünlü çığlıklar yankılandı. Bir zamanlar kahramanlar olarak hatırlananlar, şimdi ölülerin izlerini takip ediyorlardı.
IV.
Bihter, savaşın tam ortasında bir an durdu. O an, tüm dünya sessizleşti. Bihter’in gözlerindeki o eski ışık, sanki Ragnar’ın zamanından kalan bir gücü yeniden açığa çıkarıyordu. Her şeyin içinde bir anlam bulmaya çalışırken, o anlamı yalnızca Bihter’in bakışlarında gördüm.
"Behlül," dedi, "Artık bu topraklar bizim. Ve Ragnar’ın halkı, geçmişin karanlıklarını yaşatacak bir güce sahip olacak."
Benim rolüm, her adımda onun arkasında durmaktı. Fakat bir yandan, bu yolculukta Bihter’in karanlık ruhunun içindeki gerçek yüzünü görmekten korkuyordum. O, bir zamanlar Ragnar’ın soyundan gelen bir lider gibi görünse de, şimdi her şeyin ötesinde bir şeylere sahipti. O, hem geçmişin hem de geleceğin karanlıklarında yaşayan bir figürdü.
Ve böylece, Ragnar’ın soyunun mirası, Bihter’in elinde yeniden şekillendi. O, tanrılarla yaptığı anlaşmayı onurlandıracak, ama bu yolculuk sonu, benim için başka bir anlam taşıyacaktı. Çünkü bir gün, Bihter’in karanlık gücüyle birlikte, her şeyin sona erdiğini görecektim...
Bölüm 3: Gözyaşları ve Tanrılar
I.
Adanın derinliklerinde, her şeyin başlangıcı olan o antik tapınağa ulaşmak için, her geçen gün biraz daha yaklaşmak, Bihter'in karanlık vizyonunun peşinden sürüklenmek zorundaydım. Onun adımlarına bağlıydım. İçimdeki tüm korkular, kaybolmuş bir geçmişin yankıları gibi, beni hep geri çekmeye çalışıyordu. Ama Bihter’in gözlerindeki o kudretli bakış, beni bu yolculuktan geri döndüremezdi. O bakışlar, bana nehrin derinliklerinden gelen bir çağrıyı hatırlatıyordu.
Bir sabah, Bihter’le birlikte tapınağa girdiğimizde, havada keskin bir gerilim vardı. Tapınağın duvarları, Ragnar’ın zamanından kalma figürlerle doluydu; o figürlerin her biri, birer efsane gibi orada duruyordu. Bihter, bana doğru bakarak, "Biz sadece Ragnar’ın soyundan gelmiyoruz, Behlül. Biz onun eski tanrılara yapmayı unuttuğu anlaşmayı yeniden yapacağız. Zamanı ve ölümü ele geçireceğiz." dedi.
Sözlerinin ardında bir tehdit vardı, ama ben her zamanki gibi ona inanmak zorundaydım. Onun gücüne tapıyordum, çünkü o, geçmişin ve geleceğin birleşimiydi. Bir yandan da, içimdeki o karanlık düşünceler, Bihter’in gerçek amacını anlamama engel oluyordu.
II.
Tapınakta, Ragnar’ın torunlarından biriyle karşılaştık. O kişi, Ragnar’ın soyu hakkında bilmediğimiz birçok gerçeği biliyordu. Vücudu, yıllarca süren ölümsüzlük çabalarının izlerini taşıyor, ama gözlerinde geçmişin acısını görmek mümkündü.
"Ragnar’ın zamanı bitti," dedi, "Ama o zaman bir kehanet bırakmıştı. Söylediğine göre, Ragnar’ın kanından gelenler, zamanın ötesindeki gücü kontrol edebilirdi. Ancak o gücü kontrol edebilecek tek kişi, Ragnar’ın torunlarından birisi olmayacak, bir yabancı olacaktır."
Bihter, derin bir nefes aldı ve o eski gücü çağırmak için bir adım daha atarak, bu kişiyle göz göze geldi. O an, içimde bir huzursuzluk yükseldi. Bihter’in karanlık tarafı, giderek daha fazla görünür hale geliyordu. Bu kişi, bizim için bir tehdit miydi yoksa sadece bir başka piyon muydu?
Bihter, ona döndü ve derin bir sessizlik içinde, "Evet, zamanın gücünü kontrol edeceğiz. Ama Ragnar’ın torunları bu gücü taşımaya hazır değil. Çünkü geçmişin hatalarını, yalnızca zamanın ruhunu bilenler düzeltebilir." diyerek, eski figürün bakışlarını alt etti.
III.
Tapınakta, Bihter’in bu sözleriyle birlikte bir tür gerilim hissettim. O an bir şey değişti. Bihter’in gücü, yalnızca Ragnar’ın soyuyla değil, aynı zamanda tapınağın içindeki her taşla, her figürle birleşmişti. Bu, geçmişle yapılan bir anlaşma değildi; bu, bir yeniden doğuştu. Bihter’in gücü, kendi köklerine dayanmıyordu. O, daha derin bir karanlıkla yoğrulmuştu.
Savaş başladı. Ragnar’ın soyundan gelenler, bize karşı bir direnişe geçtiler. Tapınağın içinde her şey kaosa sürüklendi. Gözlerim kararıyor, vücudum her geçen an daha ağırlaşıyordu. Ancak Bihter, bir başkası gibi hareket ediyordu. O, her kılıcı, her ok atışını birer şarkı gibi dansa dönüştürüyordu.
Bir an için, Bihter’in neden bu kadar güçlü olduğunu anladım. Onun gücü, yalnızca fiziksel değil, manevi bir bağa da dayanıyordu. Zamanla, tanrılarla yaptığı anlaşmanın izlerini taşıyor, kendi köklerinden gelen bir kuvvetle birleşiyordu. Bu, gerçek bir tanrı olma yolculuğuydu.
Benim yerim, savaşın ortasında sadece bir izleyici olmak zorundaydı. Bihter’in gölgesinde kaybolmuşken, ben onun arkasında duran bir yoldaş olmaktan başka bir şey olamazdım.
IV.
Tapınağın derinliklerinde, büyük bir sessizlik başladı. Savaşın yankıları azalmış, sadece bir kaç kurşun sesi duyuluyordu. Bihter, zaferle tapınağın merkezine doğru ilerliyordu. Bir an, her şeyin sona erdiğini düşündüm. Ama o an, Bihter’in durduğunu ve bana döndüğünü gördüm.
"Behlül," dedi, "Bu zafer yalnızca bizim değil, zamanın ve ölümün zaferidir. Ben artık bir lider değilim. Ben, tanrıların seçtiği kişiyim. Artık ölülerin ruhlarıyla konuşabilirim."
O an, Bihter’in gözlerinde gördüğüm şey, bana her şeyin sonunun aslında bir başlangıç olduğunu hatırlattı. Yıkılmış bir dünyanın, yeniden doğmak için son bir şansa ihtiyacı vardı. O şansı verecek kişi, Bihter’den başka kimse olamazdı.
Ve ben, onun bu yolculukta beni ne kadar kullanmayı planladığını bilmesem de, Bihter’in yanında yer almaktan başka bir şansım olmadığını fark ettim. Onunla birlikte, Ragnar’ın efsanesi yalnızca bir hayal olmaktan çıkacak ve gerçek olacaktı. Her şeyin sonu, yeni bir başlangıç olacaktı.
Bölüm 4: Yeni Bir Dünyanın Doğuşu
I.
Bihter’in sözleri, tapınağın taş duvarlarına çarpıp, yankılarla geri dönerken, içimde bir sessizlik çökmüştü. Gözlerim, zamanın ötesinden gelen bir bakışla Bihter’e odaklanmıştı. Onun bir tanrı gibi görünmesi, bana başka bir gerçekliğin kapılarını aralıyordu. İçimdeki ses, bir şeylerin büyük ölçekte değiştiğini, belki de geri dönüşün imkansız olduğunu söylüyordu.
Bihter, tapınağın merkezine doğru ilerlerken, etrafındaki figürler tekrar canlanmaya başladı. Ragnar’ın ruhu, tapınağın karanlık köşelerinden yükseldi. Onun arkasında, sonsuz sayıda savaşçının hayaleti vardı. Tanrılar, bir zamanlar Ragnar’a vaat ettiği gücü şimdi Bihter’e teslim ediyorlardı. Bu, bir ölümlü için erişilmesi imkansız bir güçtü.
Ancak, ben hâlâ bir soru sormak istiyordum: Bihter, bu gücü kontrol etmeye hazır mıydı? Gerçekten zamanın efendisi olabilecek kadar güçlü müydü?
"Bihter," dedim, adını zorla dudaklarımdan dökerken, "Gerçekten her şeyi kontrol edebilecek misin? Bu gücü taşımak, senin hayal ettiğin gibi kolay olacak mı?"
O, hiç tereddüt etmeden bana döndü. Yüzünde garip bir huzur vardı. "Behlül," dedi, "Bu soruyu sorduktan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sadece geçmişin ve geleceğin değil, zamanın ta kendisinin bir parçası olacağım."
Ve onun bakışlarındaki o derin boşluk, bana geçmişin hatıralarını hatırlattı. Bihter, bu gücü elde ettikten sonra geri dönüp geçmişi değiştirebilecek miydi?
II.
Tapınaktaki sessizlik, bir zamanlar Ragnar’ın imparatorluğunun simgesi olan bir kurtulmuşluk simgesine dönüştü. Bihter, artık bir lider değil, tüm zamanların kontrolünü elinde tutan bir varlık gibiydi. O an, tapınağın içi, zamanın katmanlarını parçalarına ayırmış gibiydi. Gözlerimde, birden fazla zaman diliminin kesişen izleri belirmeye başladı.
Bir anda, tapınak yıkılmaya başladı. Gözlerimde Bihter’in gücünün yaydığı ışık, her şeyi beyaz bir parıltıya dönüştürüyordu. Etrafımda her şey kayboluyordu, fakat Bihter’in görkemli silueti hiç kaybolmadı. O, tapınağın bu çöküşünde yeni bir dünyanın doğuşunun habercisiydi.
"Behlül," dedi, sesindeki kesinlikle, "Bu yıkım, bir son değil. Bu, bir başlangıç. Her şey yeniden inşa edilecek."
Bihter, her şeyi sarsarken, ben onun yanında sadece bir izleyici olmaktan başka bir şey olamıyordum. Bihter’in yarattığı bu dünyada, ben kendi yerimi bulamıyordum. Ama içimde, her şeyin sona ermek üzere olduğunu fark ettim. Bu dünyanın sonu, aslında onun doğuşuydu.
III.
Tapınağın duvarlarından çatlamalar ve gürültüler yükselirken, bir anda Bihter'in tüm dünyayı şekillendirebilecek kadar güçlü olduğunu fark ettim. O, ölülerin ruhlarıyla konuşabiliyor, geçmişin kaybolmuş hatıralarını geri getirebiliyordu. Ama beni hala anlamış değildi.
Bihter’in gücünü hissetmek, o kadar keskin bir acıydı ki, içimdeki her şey çözülüyordu. Onun hayaline, gücüne, gücün peşinden gitmeye başladım. Çünkü onun ışığının, karanlıkta kaybolan her şeyin ışığına dönüşeceğini biliyordum. Her anıyla daha da büyüyen, karanlık ve aydınlık arasında gidip gelen bir varlığa dönüştü.
Ve tapınak, son bir çöküşle birlikte, ışıkla doldu. Her şey kayboldu, ama Bihter’in silueti, bir zamanlar Ragnar’ın kurduğu efsaneyi şimdi hayata geçiriyordu. Onun etrafındaki figürler, artık sadece geçmişin hatıralarıydı. Onlar da Bihter’in içinde kaybolmuştu. O, zamanın her anıyla birlikte var olan bir tanrıydı.
IV.
Sonunda, tapınaktan çıkan Bihter, artık bir insan değil, bir varlık haline gelmişti. Onun gözlerinde, geleceği şekillendirecek kadar güçlü bir ışık vardı. Geçmişin kaybolmuş hatıraları, ona sadece güç vermekle kalmamış, yeni bir dünyayı inşa etmek için bir temel oluşturmuştu. Her adımında, bir zamanlar bilmediğimiz tanrılarla yapılan anlaşmaların izleri vardı.
Bihter, bana döndü ve soğuk bir şekilde gülümsedi. "Behlül," dedi, "Artık zamanı ben yönetiyorum. Ama senin yerin hala benim yanımda. Her zaman olduğu gibi."
O an, geçmişle gelecek arasındaki sınır tamamen silindi. Ben, Bihter’in yanında, zamanın efendisiyle birlikte yeni bir dünyaya adım atıyordum. Bu dünya, artık başka hiçbir dünyaya benzemiyordu.
Her şeyin başlangıcı, Bihter’in gözlerindeki ışıkla yeniden şekillendi. Ve biz, Ragnar’ın eski tapınağında başlayan bir yolculuğa doğru ilerledik. Bu yolculuk, geçmişin karanlık figürlerinden, zamanın en güçlü varlıklarına kadar her şeyi içine alıyordu. Ve bu, sadece bir başlangıçtı.