Ahraz Karlar ülkesinin soğuk çocuğuydum... Ne zaman başladığını hatırlamıyorum ama ne zaman bitemediğini çok iyi biliyorum. Yazın sonu, aşkın başlangıcıydı... Sen, kangren kalbimin kesik kolu... Ağustos’tu sesimi öptüğünde... Sabahı sayıklayan geceme rüzgâr nefesini sürüp, çiy düşen ellerimde açmıştın. Bir gün anlarsın sen de, kaç bahar ertelenirken ne'densiz sevildiğini. Sen de güneşin son batışında bulursun kendini. Ve kırdığın dallarımın bir daha asla büyümeyeceğini, bir gün anlarsın, hüzzam şarkıların huysuz kadını... Hayatıma tuz etkisi yarat diye sevmedim seni... Parmak uçlarımla serpiştirmedim; avuç avuç bastım kirpiklerime. Hâlâ isminin tadı kaldıysa dudaklarımda ve hâlâ vazgeçmiyorsam; hâlâ seni çok seviyorsam, zaman tersine akmıyor sevgilim. Tut ellerimden, tut seni seven gözlerimden... Nasıldı o şiirin sözleri? ''Sol yanım acıyor anne...'' Yağmura saklanan çocuk gülüşüm... Ah yavrucak, sevgilim... Ahraz çığlığım... Ne tuhaf değil mi? Yıldıza dokunmadan eline ışık bulaşmazken, sabrın öncesi ayrılık... Kimi zaman böyle olur işte; yağmurla toprağın kucaklaşması. Biri diğerine hayat verir kendi hayatı pahasına. Deli tay'ım; Ölümün güzel uykusu gözlerin… Özledim! Başka mahal’e yer yok kokunun mihrabı dururken... ''Bitmeli'' dediğin yerde yeşeriyor umutlarım. Bitmeli elbette, bitmeli ve yeniden kök salmalıyım sende. Gözlerin, kaçırdığın sözcüklerinin sözcülüğünü yaparken, ''kal'' diyor içimin kımıltılarına ve kaynıyor kırıldığı yerden bileklerim... Aklımın devrik baharı; yaz'a tüm mevsimleri çiğnemeden geçilmiyor... Ama önce, onarılmalı bu takvimler... Ve her kim başlangıç sayarsa sana varacak miladı, sonu kabul etmiş sayılır şimdiden! Araz'dır tüm Arafatlar... Ve arafattır kaldığım yerler... Sensizliğin adı boşluksa eğer; bilmez misin, silsilesi ellerinden başlar... Ahraz çığlığım, buram buram kokuyor dudak kenarların yüzümün ortasında... İncinmiş bir çocuğun oyunlara küsmesi gibi, kalbimi kaldıramam aşkın tavan arasına... Tut; tut ki bedenimin ucundan, sarı sıcak yarasını sarayım seninle... Kendi şiirinde kaybolmuş şaşkın ve korkak bir çocuğum ben. Yanıma kalmayanının peşinden giden cümlenin yüklemiyim. Sözlerindeki dağınıklığı iki fırça darbesiyle toparlayamıyor insan... İstediğin zaman, istediğin renge boyayamıyorsun gökyüzünü! Sevgilim... Suskunluğuma sirayet eden senin sessizliğin, benim değil... Bu gün ''gidiyorum'' diyerek en fazla bir kelime öldürürsün lügatimden... Peki, yarın ne olur biliyor musun? Yarın iki piç kelime daha peydahlarım yokluğundan... Çünkü bana yazılmıştın sen, ben de sana! Yoksa bu kadar satırda geçmezdi adın... Unutulurdun şimdiye kadar... Canımın içi… Gövdesinde omurumu büyüttüğüm; bir ara. Kasım olur, aralık olur, ocak olur ateşin başında üşüdüğüm... Ama bir ara, bir gel! Ellerine güneş çiz biraz gelirken, biraz da sıcaklığından koy ayaklarının altına... Uzanayım, yollarına serdiğim gözlerimin yettiğince... Söz veriyorum! Yaradan’ı inkâr etmeden, usulca güneşin yerini değiştirip kar yağdırmak gibi... Bir kaç yıldızı evsiz bırakmayı göze alıp, saman yolunun yolunu sana çıkarmak gibi. İsa'nın doğumunu izleyip, takvimleri yeniden başlatmak gibi... Kızıldeniz yarılırken, oradan geçemeyenleri bir tepeden izlemek gibi... Çocuğunun kanayan yarasından şefkatle ve ağlayarak öpen bir anne gibi; öpmek istiyorum yüreğini, acıttığım yerlerini, ellerini... Seni ilk defa tanır gibi, yine çarpmak istiyorum göğsünün tam orta yerinde... Seni ilk defa seviyormuş gibi... Ah yavrucak, sevgilim… Ahraz çığlığım... Dağınık saçlarından sorumlu tutuyorsun beni avuç içlerim hâlâ sen kokarken... Gözlerime maske takıp, kılıf giydirmişken dilime, gelişi güzel geliyorsa söylediklerim hâlâ sana… Bilesin; son bıçağı da saplarım aşkın göğsüne... İçimi dökmek istiyorum şimdi sana; bugün yaptıklarımı, huysuzluklarımı ve nasıl sıkıldığımı... Seni görmek için akşam olsun diye nasıl çırpındığımı anlatmak istiyorum... Eve geldiğimde, yanağımdan dudaklarımı yol belleyen gözyaşlarım gibi, kısık gözlerimin sesini gözlerine bırakmak istiyorum... Konuşmak istiyorum… Koklamak… Koklamak… Koklamak… Boynunun ardından dudaklarına yol istiyorum… Ve geceyi aramıza katıp, ışık giydirmek o'na... Sana, seni sevdiğimi söylemek istiyorum bu gece Buğusunda büyüyemediğim… Büyüsünde küçüldüğüm… Nazar’ında kendimi kıskandığım… Çekemediğim kimselerden! Irağım! Yakınım! Ah yavrucak, sevgilim, Ahraz çığlığım... Nasıldı o şiirin sözleri? Sol yanım… Göğsüm… Sol yanım, ölüyor anne. Hâlis Karabenli
Ahraz
Karlar ülkesinin soğuk çocuğuydum...
Ne zaman başladığını hatırlamıyorum ama ne zaman bitemediğini çok iyi biliyorum. Yazın sonu, aşkın başlangıcıydı... Sen, kangren kalbimin kesik kolu... Ağustos’tu sesimi öptüğünde... Sabahı sayıklayan geceme rüzgâr nefesini sürüp, çiy düşen ellerimde açmıştın. Bir gün anlarsın sen de, kaç bahar ertelenirken ne'densiz sevildiğini. Sen de güneşin son batışında bulursun kendini. Ve kırdığın dallarımın bir daha asla büyümeyeceğini,
bir gün anlarsın, hüzzam şarkıların huysuz kadını...
Hayatıma tuz etkisi yarat diye sevmedim seni...
Parmak uçlarımla serpiştirmedim; avuç avuç bastım kirpiklerime. Hâlâ isminin tadı kaldıysa dudaklarımda ve hâlâ vazgeçmiyorsam; hâlâ seni çok seviyorsam, zaman tersine akmıyor sevgilim. Tut ellerimden, tut seni seven gözlerimden...
Nasıldı o şiirin sözleri?
''Sol yanım acıyor anne...''
Yağmura saklanan çocuk gülüşüm...
Ah yavrucak, sevgilim... Ahraz çığlığım...
Ne tuhaf değil mi?
Yıldıza dokunmadan eline ışık bulaşmazken, sabrın öncesi ayrılık...
Kimi zaman böyle olur işte; yağmurla toprağın kucaklaşması.
Biri diğerine hayat verir kendi hayatı pahasına.
Deli tay'ım;
Ölümün güzel uykusu gözlerin…
Özledim!
Başka mahal’e yer yok kokunun mihrabı dururken... ''Bitmeli'' dediğin yerde yeşeriyor umutlarım. Bitmeli elbette, bitmeli ve yeniden kök salmalıyım sende.
Gözlerin, kaçırdığın sözcüklerinin sözcülüğünü yaparken, ''kal'' diyor içimin kımıltılarına ve kaynıyor kırıldığı yerden bileklerim...
Aklımın devrik baharı; yaz'a tüm mevsimleri çiğnemeden geçilmiyor... Ama önce, onarılmalı bu takvimler... Ve her kim başlangıç sayarsa sana varacak miladı, sonu kabul etmiş sayılır şimdiden!
Araz'dır tüm Arafatlar...
Ve arafattır kaldığım yerler...
Sensizliğin adı boşluksa eğer; bilmez misin, silsilesi ellerinden başlar...
Ahraz çığlığım, buram buram kokuyor dudak kenarların yüzümün ortasında... İncinmiş bir çocuğun oyunlara küsmesi gibi, kalbimi kaldıramam aşkın tavan arasına... Tut; tut ki bedenimin ucundan, sarı sıcak yarasını sarayım seninle...
Kendi şiirinde kaybolmuş şaşkın ve korkak bir çocuğum ben. Yanıma kalmayanının peşinden giden cümlenin yüklemiyim. Sözlerindeki dağınıklığı iki fırça darbesiyle toparlayamıyor insan...
İstediğin zaman, istediğin renge boyayamıyorsun gökyüzünü!
Sevgilim...
Suskunluğuma sirayet eden senin sessizliğin, benim değil... Bu gün ''gidiyorum'' diyerek en fazla bir kelime öldürürsün lügatimden...
Peki, yarın ne olur biliyor musun? Yarın iki piç kelime daha peydahlarım yokluğundan... Çünkü bana yazılmıştın sen, ben de sana!
Yoksa bu kadar satırda geçmezdi adın...
Unutulurdun şimdiye kadar...
Canımın içi…
Gövdesinde omurumu büyüttüğüm; bir ara. Kasım olur, aralık olur, ocak olur ateşin başında üşüdüğüm... Ama bir ara, bir gel! Ellerine güneş çiz biraz gelirken, biraz da sıcaklığından koy ayaklarının altına... Uzanayım, yollarına serdiğim gözlerimin yettiğince...
Söz veriyorum! Yaradan’ı inkâr etmeden, usulca güneşin yerini değiştirip kar yağdırmak gibi... Bir kaç yıldızı evsiz bırakmayı göze alıp, saman yolunun yolunu sana çıkarmak gibi. İsa'nın doğumunu izleyip, takvimleri yeniden başlatmak gibi... Kızıldeniz yarılırken, oradan geçemeyenleri bir tepeden izlemek gibi... Çocuğunun kanayan yarasından şefkatle ve ağlayarak öpen bir anne gibi; öpmek istiyorum yüreğini, acıttığım yerlerini, ellerini...
Seni ilk defa tanır gibi, yine çarpmak istiyorum göğsünün tam orta yerinde...
Seni ilk defa seviyormuş gibi...
Ah yavrucak, sevgilim…
Ahraz çığlığım...
Dağınık saçlarından sorumlu tutuyorsun beni avuç içlerim hâlâ sen kokarken... Gözlerime maske takıp, kılıf giydirmişken dilime, gelişi güzel geliyorsa söylediklerim hâlâ sana… Bilesin; son bıçağı da saplarım aşkın göğsüne...
İçimi dökmek istiyorum şimdi sana; bugün yaptıklarımı, huysuzluklarımı ve nasıl sıkıldığımı... Seni görmek için akşam olsun diye nasıl çırpındığımı anlatmak istiyorum... Eve geldiğimde, yanağımdan dudaklarımı yol belleyen gözyaşlarım gibi, kısık gözlerimin sesini gözlerine bırakmak istiyorum... Konuşmak istiyorum…
Koklamak… Koklamak… Koklamak…
Boynunun ardından dudaklarına yol istiyorum…
Ve geceyi aramıza katıp, ışık giydirmek o'na...
Sana, seni sevdiğimi söylemek istiyorum bu gece
Buğusunda büyüyemediğim… Büyüsünde küçüldüğüm… Nazar’ında kendimi kıskandığım… Çekemediğim kimselerden!
Irağım! Yakınım!
Ah yavrucak, sevgilim,
Ahraz çığlığım...
Nasıldı o şiirin sözleri?
Sol yanım…
Göğsüm…
Sol yanım, ölüyor anne.
Hâlis Karabenli
çok güzel okudu bedirhan gökçe halis karabenli yüreğine sağlık .
ahzar şiiri kibidir hayatımız yureyine sagllk bedirhan gökçe 😓💤💤💤
Saygı ve sevgiyi hak eden şiir!!!.düşünmeye değer....
ahrazl söylediğin sesine sağlık güzel sesli şairim 👏👓💤💤💤
menim hayatlmda ancak siir ve saiir var 👏💤💤👓
BASKA SEYLER BASKA SİİRLER DİNLEYELİM
Çok güzel bakıyorsun sesine sagllk
siir okumak icin sesi var bir siir bu kadar guzel ancak okunurdu
Düet söylemek isterdim
sûkut insan sevdiği kişiye evlenemez ise ayrı ayrı yerlerdelerse heryer cehennem cehennem
YaZDİKLARİMİ HEP OKUDUNMU
GİDEYİMİ DUZCEYE NE DİYORSUN ORADA YASANMAZ BİRDE ERKEK OLUNCA RAHAT EDEMESİN Kİ
Sayğılar yanlış birşey söyledimse bilmiyoryum bilmeden oluyor
Fon nedir hocam
Bilmiyorum kardeşim