Degrees of the Soul. Book of Risale-i Murakabe. Muhammed Nuri Şemşeddin Naqshbandi.

Поделиться
HTML-код
  • Опубликовано: 9 янв 2025

Комментарии •

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  3 дня назад +1

    RİSALE-İ MÜRAKABE / MURAKABE KİTABI; ruclips.net/p/PLsKrX3tYke0JzU1DKQojvf4agr2wGZjkD
    Miftah'ül Kulûb (KALPLERİN ANAHTARI) Oynatma Listesi; ruclips.net/p/PLsKrX3tYke0KFuh4QMgAo1IeCZfKNdkOJ

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  2 дня назад

      5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 1.Kısım
      NEFSİN MAKAMLARI.
      II. FASIL: Emmare nefis makamından, safiye nefis makamına kadar; nefis ile sultani ruhun asılları, mertebe cihetleri, tecellileri yedi kısım olarak açıklanacak.
      EMMARE NEFİS.
      1. KISIM : Emmare nefsi açıklar.
      Kıymetlim, bilinmiş olsun ki..
      Nefsin mertebeleri arasında ilk başı emmare çeker. Emmare nefse sahip olanlar hayvan gibidirler; belki de daha zorludurlar. Zira, o kimsenin sultani ruhu, emmare nefsin esiridir. Bu halde kaldıkları için de, pek çoğu, son nefesini imansız verir; sonsuzlara kadar cehennemde kalırlar. Bazları da, son nefesini imanla verir; ama ettiklerinden ötürü, cezaya ve azaba lâyık ve müstahak olurlar.
      HAYVANİ RUH - SULTANÎ RUH.
      İşbu emmare nefis; cümle kâfir, münafık, fasık olanların nefisleridir ki, ona
      - Hayvanî ruh..
      Adı verilir.
      Anlatılan kimselerin hayvani ruhları; sultani ruhlarını, bütün bütün esir etmiştir. Onun için çokları, son nefeslerini imansız verir. Böyle bir şeyden Yüce Allah'a sığınırız.
      Üstte anlatılandan bilinmiş oldu ki: Ademoğlunda iki ruh vardır.
      Onların birine
      - Hayvanî ruh..
      CELÂL - CEMAL
      Tabir edilir ki; bu Cenab-ı Hakkın celâl sıfatının tecellisidir. Diğerine de:
      - Sultani ruh.
      Adı verilir ki; bu da, Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının tecellisidir..
      Beden ülkesinde, bu iki padişahın birer veziri, birer de şeyh'ül-islâmları vardır. Bu vücut ülkesinde, yönetimlerini onlarla yaparlar.
      AKL-I MAAŞ -- AKL-I MAAD.
      Hayvanî ruhun veziri, dünya isine bakan aklı maaştır. Herhangi bir durumda baş vuracağı yer ise.. şeytandır. Danışma meclisini bunlarla kurar ve işini bunlara danışır.
      Sultani ruhun veziri ise, ahiret isini düşünen aklı maaddır. Şeyh'ül-islâmı ise, melektir. Danışma meclisini bunlarla kurar ve yapacağı işi bunlara danışır.
      Hayvanî ruhun zevki yiyip içmek, giyinip kuşanmaktır. Zahirde insana her ne kadar lezzet verecek şey varsa.. onların cümlesinden safa ve kuvvet bulur; sultani ruhu alt eder.
      Sultanî ruhun zevki ise; zikir, tefekkür, ibadet, ilahi emirlere itaat edip onları yerine getirmek, ilahi yasaklardan da kaçmaktır. Batında insana ve ruha lezzet veren ruhani safaya dayanır ve ilahi emirlere boyun eğer; bu şekilde hayvani ruha üstün gelir. Sözün özü odur ki: Sultani ruhun, hayvanî ruha üstün gelmesi, ilahi emirleri yürütmekle olur.
      İşte üstte anlatldığ1 gibi, hayvani ruh ve sultani ruh; bu vücut ülkesinde hükûmet tahtına kurulurlar. Birinin sıfatı, diğerine ters düşer. Biri, diğerine, bütün bütün zıttır. Bunun için de, daima muharebe ve mücadele ederler.
      Hayvanî ruhun aslı, kendi emmare sıfatıdır. Buna:
      - Nefis..
      İsmi verilir. İşbu sıfat, Cenab-ı Hakkin celâl sıfatının zuhur yeridir. Daima, Cenab-ı Hakkın rızasına ters düsen şeylerden lezzet alır ve kuvvet bulur.
      Sultani ruhun aslı, safiye sıfatıdır. Buna:
      - İnsan sıfatı.
      Adı verilir. Bu sıfat da Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının zuhur yeridir. Daima Cenab-ı Hakkın rızası yolundadır; bir adım bile bu yoldan ayrılmak istemez.
      Anlatılan sebepten dolayı da, vücut ülkesinde birbirleri ile muharebe ederler.
      İnsan vücudunda, sultani ruh, hayvanî ruhu alt edemez; hayvani ruhta kendi haline bırakılır ise.. emmare sıfatında kalır. Giderekten de, sultani ruhu alt eder. Bu sıfatın sahibi de hayvan gibi olur. Belki de daha alçak olur; dünyasını ve ahiretini yitirir.
      Sultani ruh, hayvani ruhu kendi haline bırakmaz; her an onunla mücahede ve muharebe ederse. o vakit, hayvani ruhu, ister istemez kendisine bağlar. Her emrine itaatkâr ettiği zaman da, ilahi emirleri yerine getirir.
      Üstte anlatılan kimselerin felâh bulacağı umulsa da, yine düşmelerinden korkulur; zira nefsin hileleri çoktur.
      Bu surette ilk anlatılan emmare nefis sahipleridir. Bunlar, tamamen dünya ehli kimselerdir. Zulmani masiyetle kalpleri kararmıştır. Bunlara öğüt kâr etmez; pek çoğu da son nefesinde imansız gider.
      İkinci surette anlatılanlar ise.. emmare sıfatlI kimselerdir. Bunlar, ahiret ehli kimseler olup pek çoğu son nefeslerini imanla verirler. Ama, emmarede bulunup yasak işlerin bazılarından kaçınmadıkları için, cezayı ve azabı hak ederler.
      Tarikat ehlinden emmare nefis makamında olan süluk ehli; kesin olarak zikirden ve tefekkürden lezzet bulamaz. Her an ve her nefeste, iç sıkıntısından, manevi tıkanıklıktan kurtulamaz. Çoğunlukla isleri yasaklardan olur. Kürsü dibinde ağlar; köçek önünde oynar. Kendisinden çıkan masiyet, kendisine iyi görünür; bunun için de ne tövbeye gelir, ne istiğfar eder. Eğer bir kimse, kendisine:
      - Sende kötü filler var; tövbeye gel ve istiğfar et..
      Diyecek olsa, ona buğuz eder ve düşman olur:
      - Bende öyle fiiller yoktur..
      Deyip o diyene düşman olur. Zikrinde ve fikrinde asla sebat yoktur. Bazen devamlı Çalışır; bazen de kendisini bütün bütün nefsani arzulara kaptırır gider.
      Bazı kere ehlüllahın himmeti ile, kendisine pişmanlık gelir; ettiği işlere tövbe eder, bağışlanmasını diler. Kendisini de cümle eşyadan alçak görüp:
      - El-aman.
      Diye çağırır..
      Emmare nefis makamında bulunan bir salik, kâmil mürşit elinde olursa.. onun kutsi kuvvetinin uğuru ile, kısa zamanda, levvame nefis makamına geçer. Eğer mürşidi noksan olursa,
      uçuruma yuvarlanmasından da korkulur.
      Hasılı: Emmare nefis makamında bulunan bir salike, hiç bir şekilde vuslat nasip olmaz; hatta imansız gitmesinden bile korkulur.
      Levvame nefis makamında bulunan salikin haline gelince. emmare nefis makamında olan kimsenin hali gibi; çoğunlukla, bundan da masiyet zuhur eder. Ama, hemen aklı başına gelir; tövbe eder, istiğfar eder, nefsini de ayıplar. Sonunda yine dayanamaz, masiyet işler. Eğer böyle olan salikin mürşidi kâmil olur, yolu dahi ruhani yol ise.. o mürşidin kutsi kuvveti ile, bu salike, levvame nefis makamında iken vuslat ihsan olunur. Bu ihsan da, ruhani yola mahsustur.
      Az yukarıda şöyle anlatıldı:
      - Emmare nefis..
      Tabir edilen hayvani ruh, Cenab-ı Hakkın celâl sıfatının tecellisidir; kendisinden çıkan her bir hal, cemal sıfatına ters düşer.
      Sultani ruh ise.. Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının tecellisi olduğu sebepten dolayı, hayvani ruhtan razı değildir.
      Sebebine gelince, hayvani ruhun kendi sıfatı, hayvan sıfatıdır. Bunun için de:
      - Emmare nefis..
      Tabir edilir.
      Sultani ruhun asıl kendi sıfatı ise insan sıfatıdır. Bunun için de ona:
      - Safiye nefis.
      Tabir edilir.
      Anlatılanlara göre; bir kimse, hayvani ruha tabi olur ve dünya işine yarayan akl-ı maaşın görüşünde hareket ederse.. o kimse, hayvan sıfatına bürünür. Hatta hayvandan alçak olur. Çünkü, hayvana, ne sultani ruh verilmiştir; ne de insan sıfatı ihsan olunmuştur. Eğer sultanî ruha tabi olup ahiret işine yarayan akl-ı maadın görüşünde hareket ederse.. bu kimse, insani sıfata bürünür. Hatta meleklerden daha şerefli olur. Bunun sebebi ise, kendisinde hayvani ruh varken, ona uymayıp sultani ruha tabi olmasıdır.
      Buraya kadar anlatılanlardan bilinen odur ki:
      Her bir insanda, hayvani ruhla, sultani ruh iki padişah gibidir. Vücut ülkesinde, hükûmet tahtında otururlar. Hemen her bir hükümde, birbirlerine de ters düşerler.
      Eğer sultani ruh, hayvani ruhun her bir emrine aykırı hareket ederek, her an onunla mücahede ve muharebe ederse.. hayvani ruh, derece derece, kendi yaratılışı olan emmare sıfatından geçer; levvame sıfatına bürünür.
      Hayvani ruhla, sultani ruhun yaratılışı arasında yedi derece vardır. Sultani ruh, cümle kemal sıfatları ile sıfatlanmıştır; hayvani ruh ise cümle kötü sıfatlarla, düşük huylarla ortaya çıkmıştır. Hayvani ruhun cümle kötü huylardan kurtulmasına, sultani ruhun halleri ile hallenmesine sıfatları ile de sıfatlanmasına ve hayvanî ruhun, tıpatıp sultani ruhun aynı olmasına yedi derece vardır. Her bir derecede, hayvani ruh, bir miktar kendi huylarından ve sıfatlarından geçer; sultani ruhun ahlakını alır ve sıfatına bürünür. O sıfatların her birinin bir adı vardır: meselâ: Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye, marzıye, safiye.. Bunlardan biri hayvani ruhun asıl sifatı olur ki: Emmaredir; bu da anlatıldı. Onların biri de, sultani ruhun asıl sıfatı olur ki: Safiyedir. Bu sıfatı, sözle açıklayıp bildirmek olmaz. Cenab-ı Kibriya, hangi kuluna ihsan buyurursa o değerli zat onu bilir.
      Evet, böyle deyip dil tutuldu..

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  2 дня назад

      5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 2.Kısım
      Bundan sonra, aralarında bulunan, diğer beş dereceyi açıklayalım.
      LEVVAME NEFİS.
      2. KISIM: Levvame ve onda olan saliklerin tecellilerini, müşahedelelerini, tenezzül (iniş) hallerinde olan murakabelerini, terakki (yükseliş), hallerini ve yok olmalarını açıklar.
      Kıymetlim, su da bilinmiş ola ki.
      Cenab-ı Hakkın ihsan yaver olup kâmil mürşidin himmeti ve kutsi kuvveti bereketi ile hayvani ruh emmarelik sıfatından çıkıp levvame sıfatına girdiği zaman; sultani ruhun bir derece hükmü altına girer, emrine biraz ram olur. Bir miktar, sultani ruhun sıfatına bürünür. Kendinden sudur eden masiyetlere, pişman olmaya başlar. Ama, eline yine fırsat geçerse.. dayanamaz, yine masiyet işler.
      İşbu levvame makamında sırf kâmil mürşidin kuvveti ile sülûkü tamam eden saliklerin müşahedeleri nur tecellisi ve nur müşahedesidir; bazısının da, nur tecellisi de sıfatların müşahedesidir. Bu ilahi ihsanlar ve bu tecelli; terakki halinde zuhur etmez, yalnız şeyhini görür. Belki de Fahr-i Alem efendimizi müşahede eder; Allah ona salât ve selâm eylesin. Bu surette, onun tenezzülü levvame sıfatıdır; terakkisi ise, mülhime sıfatıdır.
      O salik, terakki halinde teveccühüne oturduğu zaman; şeyhini ve Fahr-i Kâinat efendimizi müşahede eder, huzur, lezzet alır. Murakabesinde ise, nur tecellisi, nur müşahedesi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Tenezzül halinde, yani: iniş durumunda teveccühe oturursa.. yine şeyhini müşahede eder. Mümkün olduğu kadar da, Fahr-i Alem efendimizi de müşahede edebilir. Ama, terakki, yani: Yükseliş halindeki lezzeti bulamaz; ondaki gibi müşahede edemez. Ama, mümkün olan bir miktar müşahede edebilir.
      Hali terakki bulmadıkça da, murakabesinde hiç bir şekilde tecelli bulamaz. Zira, o vakit, salikin sıfat hali levvamedir; bu halde iken ona tecelli olmaz. Çünkü, levvame sıfat, emmareye yakın bir haldir; bazen pişmanlık gelir; bazen da tövbe istiğfar olur. Bazen da, masiyette bulunur. Bunun için, levvame sıfatında bulunan salike, bu sıfatta bulunduğu süre, hiç bir şekilde tecelli olmaz.
      Bazı kere, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile; mürşidinin himmetini almayı başaran salikin hali terakki bulur. O zaman da, levvame sıfatından mülhime sıfatına geçer. Bu durumda olan salike bir iç açıklığı gelir; ilahi sevgi zuhur eder. Murakabesinde ise; nur tecellisi, nur müşahedesi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Ama, henüz mülhime sıfatı kendisine hal olmadığı için, yine inişe geçip levvameye döner. Bu nur tecellisinde olan zatların yok olmalarına şu isim verilir;
      - Murakabe yok oluşu.
      Bunlar, fena bulup yok olmayı murakabe halinde buldukları için, daha açığı: Gerek levvame sıfatında, gerekse mülhime sıfatında bulunan salik, mürakebelerden başka vakitte, kendisini ve cümle mevcudat yok edemez. Bunun içindir ki, bunların fena bulup yok oluşlarına:
      - Murakabe yok oluşu.
      ismi verilir. Burada anlatılanı şöyle özetleyeyim:
      - Levvamede, mülhimede olan salikin yok olmasına:
      - Murakabe yok oluşu..
      Denir; orada zuhur eden tecelliye de:
      - Nur tecellisi, nur müşahedesi..
      Yahut:
      - Nur tecellisi, sıfatların müşahedesi..
      İsimleri verilir. Bu tecellinin kalmasına ise:
      - Allah'ın nuru ile kalmak.
      İsmi verilir. Yine bu tecellinin, istiğrakına (dalınmasına) da:
      - Allah'ın nuruna dalıp gidenler.
      İsmi verilir ki, bunların hepsi, ehli olanlarca bilinmektedir.
      Burada, şöyle bir soru sorulabilir:
      - Bir salik, levvamede veya mülhimede iken, o kimseden iç eğriliği ve tereddüt gidip kalp itminanı hâsıl olmadıkça; mutmainne nefis makamına ayak basmadıkça ne şekilde Cenab-ı Hakkın bu kadar tecellisine zuhur yeri olabilir?
      Evet, bunun için şöyle bir cevap verebiliriz:
      - Hak yolcusu bir salikin nefsi, mutmainne makamına ayak basmadıkça, iç eğriliği bütün bütün kalkmadıkça tecelli nerede! onun kokusunu bile alamaz. Ruhani lezzetten dahi habersiz olmak, ancak, nefsani yola hastır. Bilindiği gibi onlar, önce nefsi terbiye ettikleri için, nefis mutmainne sıfatına bürünüp salike kalp itminanı gelmedikçe; onlara müşahede sırları, ruhani safa, zikir tadı zuhur etmez. Ruhani yolda olan salike gelince.. ister levvamede, ister mülhimede olsun; anlatılan biçimde tecelli ihsan olunur. Bunlar, levvame sıfatında olan erakkilerinde, mülhime sıfatında bulunan tenezzüllerinde murakabeye oturdukları zaman, Cenab-ı Hak, ilahi nuru ile tecelli eyler. O tecellide, Cenab-ı Hakkın ilahi ihsanı yetişir, salikin nefsi, mutmainne sıfatı ile muttasıf olunca, kendisinden levvame ve mülhime halleri kalkar; kalp itminanı hali zuhur eder. İşte o zaman, kendisi ve cümle varlıklar, silinip gider; sadece, Cenab-ı Hakkın ilahi nuru müşahede edilir. 0 nurdan da, ilahi sıfat müşahede edilir. Bazılarına, bu tecellide hitap dahi zuhur eder.
      Sonra o hal gider; ayıklığa kavuşur; önce kendi nefsi hangi sıfatta idiyse, yine o sıfata döner. Mutmainne hali, kendi makamı olmadığı için, ayık hale geldiği zaman, mutmainne hali gider, yine kendi sıfatının hali ile hallenir.
      MULHİME NEFİS.
      3. KISIM : MÜlhime nefis, mülhime nefis makamında bulunan kimselerin, tövbelerinde sebatlı olduklarını; iç eğriliğinden halâs olamadığının illetini ve tecellilerini, müşahedelerini, terakkilerinin de mutmainne sıfatı olduğunu açıklar.
      Değerli kardeşim, su da bilinmelidir ki.
      Mülhime sıfatında olan salikin hali, levvamede olan salikin hali gibi değildir. Nefsini ayıplayarak tövbeye gelip istiğfar ettiği günahın fırsatı eline geçtikte, kendisini tutamayıp işlemesi vuku bulmaz. Zira, nefis, bir derece daha sultani ruhun hali ile hallenmiştir. Sultani ruh, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile, mürşidin teveccühü ile hayvanî ruha üstün gelir. Onun her tedbirini geri çevirerek, kendi hali ile bir derece daha hallendirmiştir. Bunun için salik, tövbe işinde sebatlı olur. İç eğriliğinden ve tereddütten kurtulur, ama kalbi mutmain olmaz. Bundan ötürü, çoğunlukla, manevi bir tıkanıklık olan inkıbaz içindedir. Bunun illeti de, teslimiyette sebatının bulunmayışıdır.
      Bu mülhime sıfatında bulunan salikin hal tenezzülü (inişi), levvamede bulunan salikin hal tenezzülü gibidir. Tecellisi dahi, levvamede açıklanan şekilde nur tecellisi ve sıfatların müşahedesidir.
      Halin terakkisine (yükselişine) gelince.. mutmainnedir. O hal zuhur ettiği zaman, salike kalp itminanı hâsıl olur. Teslimiyeti kuvvet bulunca da, hal tereddüdü kendisinden gider. O zaman da, murakabesinde; sıfatların tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bir şekil olmadan, konuşma hali zuhur eder. Bundan da, ruhani bir safa gelir; iç tıkanıklığından kurtulur.
      Murakabe halinden sonra, ayık hale geldik te; her ne kadar kendisinden müşahede hali alınsa da, yine iç açıklığı ile, teslimiyette sebat üzere olur. Ama, mutmainne hali kendi makamı olmayıp sultani ruhun ağır basması ile zuhur ettiği sebepten, yine bir taraftan hayvani ruh geldik te mutmainne sıfatından mülhime sıfatına döner.
      Mutmainne hali, kendisine sıfat oluncaya kadar, bu salikin tenezzülü mülhime, terakkisi de mutmainne olur.
      MUTMAİNNE NEFİS.
      4. KISIM: Mutmainne makamını, mutmainne makamında olanların şeriat emirlerinden sorumlu olduklarını, bütünüyle tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulduklarının sebep ve hikmetini açıklar.
      Değerli kardeşim, bilinmiş ola ki..
      Mutmainne sıfatında bulunan zatlar, halleri itibarı ile tereddütten, iç eğriliğinden kurtulmuş, tam manası ile teslim olmuşlardır. Kalp itminanı, kendilerine mülk olmuştur. İçten ve dıştan müşahede edip dinledikleri şeyleri tereddütsüz kabul ederler. Bu kabul ettiklerinde de sabittirler. İnandıklarına öyle inanırlar ki; cümle âlem bir olup:
      - O iş öyle değildir.
      Deseler, bunların dediklerine asla bakmazlar. Kesin olarak, kendilerine bir şüphe gelmez, itikat ettikleri şeyde dururlar.
      Bunun sebep ve hikmetine gelince.. şöyle açıklayabiliriz : Sultani ruhun mücahedesi, mürşidin teveccühü ile; hayvani ruh, sultani ruhun sıfatı ile bir derece daha sıfatlanır, o sıfatı da kendisine hal edinir.
      Anlatılan sebepten ötürü, hayvanî ruh, önceki huylarından geçer:
      Sultani ruhun güzel huyları ile güzel huy sahibi olur.
      Bu zatların hal tenezzülleri, yine mutmainne olur. Bu halde iken, müşahedeleri, mülhime sıfatın terakki hali gibidir.
      Bunlar, her ne vakit murakabeye otursalar, kendilerine tecelli ihsan olunur.

      Bu makamın tecellisine şu isim verilir:
      - Sıfatların tecellisi, zat müşahedesi.
      Bu tecellinin, yok olma sayılan, fena haline ise:
      - Sıfatlarda yok olma.
      İsmi verilir. Var olma saylan bekasına ise, şu isim verilir:
      - Allah'ın sıfatlarında beka, Allah'ın zatını müşahede..
      Bu makamın dalgınlığı saylan, istiğrak haline ise, şu isim verilir:
      - Allah'ın sıfatlarına dalmak, Allah'ın zatını müşahede..
      Bu durumlar ehli olan kimselerce bilinen şeylerdir.
      Bu mutmainne sıfatına bürünen zatlar, her ne vakit murakabeye otursalar, anlatıldığı gibi, tecelli hasıl olur; bir durum çizilmeden, konuşma yapılır.
      Bu zatlara:
      - Velî..
      İsmi verilir. Dolayısı ile, cümle ehlüllah, mutmainne makamına adım attıkları zaman, hakikatte buluğa ermiş olurlar.

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

      5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 3.Kısım
      Bu durum, daha önce, I. fasılda dahi anlatıldı. Orada da anlatıldığına göre; bu yola ilk giren bir salik, sülûkünü tamam edinceye kadar tarikatta masum sayılır, kusuru affolunur; ettiğinden sorumlu tutulmaz. Taa Fatiha'sı okunup sülûkünü tamam edinceye kadar şeriat yönünden zuhur eden kusurları sorulur; ama tarikat cihetinden zuhur eden kusurlarından dolayı sorumlu olmaz. Şeriatta buluğa ermiştir; ama tarikatta masum çocuk sayılır. Sülûkünü tamam edip Fatiha'sı okununcaya kadar tarikattan yana kusuru, affolunur, sorumlu tutulmaz. Bundan sonra salik, ehlülllahın adım attığı yere adım attığı zaman, tarikatta dahi, buluğa ermiştir; ama hakikatte masumdur. Taa, mutmainne sifatına ayak basıncaya kadar.. Bu durumda, şeriattan, tarikattan yana kusurları için sorumludur. Oralardaki kusurları ve isyanları, sevapları ve günahları yazan melekler tarafından yazılır; kıyamet günü de onlardan yana sorguya çekilir. Ama, hakikatten yana kusuru silinir, yazılmaz.
      Her ne kadar sülûkünü tamam edip nur tecellisine zuhur yeri olmuş ise de; levvamede veya mülhimede olduğu için, mutmainne sıfatı kendisine hal olup kalp itminanı kendisine ihsan olunup kalbi safiyet bulmadıkça, o salik, hakikatte çocuk mertebesinde sayılır. Bu manayı anlatmak için, şöyle demişlerdir:
      - Salikin sonu, ehlüllahın başlangıç noktasıdır.
      Anlatılan surette, bir salik sülûkünü tamamladıktan sonra, uygun olduğu şekilde, murakabe yok olmasına kavuşup kendisine nur tecellisi ihsan olunmazsa, o salikin haline:
      - Sülûk tekmili.
      İsmi verilir; açıkçası: Ehlülahtan olmaz. Ehlüllahtan olanlar dahi, mutmainne nefis makamına ayak basıp da o sıfat kendilerine mülk olmayınca, onların hiç birine:
      - Velî..
      İsmi verilmez. Zira, velâyette adım atılacak yer, mutmainne sıfatı olup:
      - Allah'ın rıza derecesi...
      Demektir. Bundan ötürü, ehlüllahın cümlesi, mutmainneye ayak bastıkları zaman, hakikatte ergenlik çağına gelmiş olurlar. Kendilerinden noksanlık halleri kalkar; kâmilliğin başlangıcı halleri zuhur etmeye başlar.
      Anlatılan hale gelen bir zatın düşmesinden artık korkulmaz. Zira, günbegün, onun kemali artar. Hayvanî ruh dahi, sultani ruha üç derece daha yaklaşır. Sultani ruhun sıfatlarına bürünüp kendisine teslim olmuştur.
      Artık, her halde, sultanî ruh, üstün gelmektedir. Hayvani ruhu, kendisine bağlamıştır. Cümle emrini de ona yaptırır, Bunun için, bu hale eren bir kimsenin düşmesinden korkulmaz; gün gün yüksek dereceler alma yolundadır.
      Bir salik, mutmainne sıfatına bürünmedikçe; hali ne kadar ileride olursa olsun, yine de hakikatta çocuk mertebesindedir. Defalarca anlatıldı ki: Böyle birinde kalp itminanı yoktur; tereddütten ve iç eğriliğinden, sair kötü huylardan kurtulamamıştır. Bunun için, çocuk hükmünde olup hakikatten yana kusuru sorulmaz; taa, mutmainne sıfatına bürününceye kadar.. Anlatıldığı şekilde, kendisine o güzel haller ihsan olunduğu zaman, hakikatte dahi buluğa ermiş olur. Bundan sonra, kendisinden şeriat, tarikat, hakikatten yana bir kusur zuhur edecek olursa o saatte, amel defterine yazılır. Enbiya suresinin 23. ayetinde buyurulan;
      ''O, yaptığından sorumlu olamaz; ama onlar, ettiklerinden sorumlu olacaktır.''
      Mana uyarınca, yaptıklarından bir bir sorguya ekilirler. Ancak, bunların sorguya çekilmeleri, bir başka olur. Şöyle ki:
      Cenab-ı Kibriya, bu kullarını mahşer halkının gözlerinden gizler. Gizli bir yere çekip orada, bir şekil olmadan, bir durum çizilmeden onların işledikleri kusurlarını bir bir sayar. Sonra da her birine şöyle buyurur:
      - Ey kulum, dünyada iken, benim o kadar ilâhi ihsanım oldu ki onlar sayıya hesaba gelmezler. Bu kadar ihsanım olmuşken, bu kusurları neden işledin?. Bilmiyorduysan, bilene sorman gerekmez miydi?
      Bu hitap üzerine, cümlesi secdeye kapanırlar; derler ki:
      - Evet ya Rabbi, bu kusurları biz isledik. Bir kimseden sorup işin hakikatini da öğrenmedik. İsyan bizimdir. Ya Rabbi, artık sen bilirsin. Şanına yakışanı yap.
      Bunun üzerine, şu ilahi hitap zuhur eder, Yüce Hak, kereminden şöyle buyurur:
      - Ey kullarım, sizi affettim. Gidin, makamlarınızda zevk edin, safaya dalın. Bundan sonra, sizin için korku ve hüzün yoktur. Varın, arş-ı alâmda makamlarınıza oturun. Bundan başka, daha nice nice iltifatlar zuhur eder.
      Yunus suresinin, 62. ayetinde buyurulan:
      ''Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.''
      Müjdeyi alırlar.
      Ancak, bu ilahi iltifat zuhur edinceye kadar, o öyle mahcup olurlar ki; anlatılması mümkün değildir.
      - Ehlüllah masum değildir.
      Demeleri de bu manaya dayanır. Mutmainne sıfatına bürünen zatların, suyu üfleyerek içmeleri gerekir. Bu temsili anlatma, ziyade içtinaptan ve inkıyattan kinayedir.
      Al-i İmran suresinin 54. ayetinde buyurulan;
      ''Allah, mekredenlerin hayırlısıdır.^^
      Mana doğrultusunda, Cenab-ı Hakkın ilâhi mekrini, akıllar ve fikirler idrak edemez. Her makamda, kuluna, ilâhi bir imtihanı vardır; hikmetinden sual olunmaz. Daima kullukta olmak gerekir. İlâhi emirler ne ise, onu yerine getirmelidir.
      Mutmainne sıfatında olan zatlar, hakikatte ergenlik çağına gelmişlerdir; bu yüzden kendilerine velâyet ihsan olunur.
      Bunların iniş halleri, daha önce anlatıldı. Yükselişleri saylan terakkilerine gelince.. razıye sıfatında olur.
      Bazı kere mürşidin himmeti ile kendisinin de çalışıp gayret etmesi ile Cenab-ı Hakkın ilâhi ihsanına zuhur yeri olur. Hayvani ruh, sultani ruha bir derece daha yaklaşır, teslimiyeti kuvvet bulur. Bu halde iken, Hak yolcusu salike; Cenab-ı Hak'tan gelen gam, sürur, mücahede, safa, Cenab-ı Hak'tan gelen benzeri her ne şey varsa.. cümlesine razı olur. Ama bu rızası, zoraki bir rıza değildir. Kendisine zehir yedirseler, şekerli helva gibi yer, kesin olarak, kendisine bir isteksizlik gelmez, geleceğini de düşünmez. Geçim için kesin olarak elem çekmez; Cenab-ı Hakka tam manası ile teslim olur. Daima, Allah'ın rızasını gözetir. O anda, kendisine:
      - Allah rızası için canını ver..
      Deseler, o anda, boynunu uzatır durur. Dünya ve içindekilerden; ahiret ve içindekilerden zerre kadar maddi bir gayesi yoktur:
      - Allah'ım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
      Sözünde, doğrudur.
      Kendisine, ihsan olunan tecelli, yine sıfatların tecellisi, zattın müşahedesidir. Ama, tenezzül halindeki tecelli ile, bu tecelli arasında çok fark vardır. Her ne kadar ikisi de, sıfatların tecellisi olsa dahi, yine fark çoktur. Ehli olanlar, bu manayı anlarlar.
      Bu makamda, baz zatların hakikatleri üstün gelirse.. kendilerine zat tecellisi zuhur eder.
      Bu makamda bulunan zatların daimi olan halleri, nur tecellisi ve sıfatların müşahedesidir.
      Bu makamda bulunan bir kimse, gezip yürüdüğü yerlerde, oturup sohbet ettiği halde, isterse, nur tecellisi olur ve sıfatların müşahedesi zuhur eder. Her ne vakit Murad edip murakabeye oturmuş olsa, anlatılan şekilde zat tecellisi, sıfatlarnn müşahedesi zuhur eder. Her ne vakit, Hazret-i Fahr-i Alem Resulüllah efendimize ve diğer nebilere ve resullere, evliyaya ve kutuplara teveccüh eylese; hangisine teveccüh etmiş ise, ruhani yoldan onunla görüşür, konuşur. Hangi ülkeye teveccüh eylese, o ülkeyi olduğu gibi görür. O yerde olanlara, ruhaniyette görüşüp sohbet eder: hallerine de vâkıf olur.
      Melekût keşfi, ceberut keşfi, bunların benzeri keşifler ihsan olunduğundan başka, ruhani miraç dahi ihsan olunur.

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

      5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 4.Kısım
      Kalpleri keşfetmek, halleri keşfetmek bunlara göre daha kolay bir iştir.
      Burada anlatılan sıfatlara bürünen kimseye bir kimsenin kalbine vâkıf olmak, haline vâkıf olmak çok kolaydır.
      Burada açıklanan vasıflar, mutmainne sıfatının terakki halleridir ki, o terakki de razıye sıfatıdır.
      Bir kimseye, mutmainne sıfatı hal olduğu ve ondan da terakki ihsan olunduğu zaman; anlatılan durumlar, çoğunlukla zuhur eder. Bu sıfat kendisine hal olmadığı zaman da, bazen iniş hali zuhur eder. O zaman mutmainne sıfatına bürünür.
      Üstteki cümleyi, şöyle özetleyebiliriz:
      - Mutmainne sıfatı ile muttasıf olan zatlar, iniş hallerinde mutmainne ile sıfatlanırlar; yükseliş hallerinde ise, razıye ile hallenirler.
      5. KISIM: Razıye makamının sahiplerine sürur ile kederin eşit olduğunu, tenezzüllerini, terakkilerini, tecellilerini, bunlara ilâhi ihsan olan mahviyet hilatını, iç zenginliğini açıklar.
      Değerli kardeşim, su da bilinmiş olsun ki. Burada anlatılacak razıye makamı sahipleri, gâh yükselişte, gâh inişte bulunup zikirlerine, fikirlerine sebatlı bir şekilde devam ederler. Bu durumlarını sürdürürlerse.. hayvani ruh, sultani ruhun hali ile bir derece daha hallenir. Bunun oluşuna alâmet odur ki: Daha önce, hayvani ruha kötü görünen, güç gelen şeyler, güzel görünmeye ve kolay gelmeye başlar. Bundan sonra, anlatılan tüm isler, kendisine hal olur; Cenab-ı Hak'tan kendisine ne gelir ise.. hemen her gelene tam manası ile razı olup yanında kederle sürur eşit olur. Anlatılan sebepten ötürüdür ki; razıye sıfatına:
      - Razıye...
      İsmi verilmiştir.
      Razıye sıfatı ile muttasıf olan zatların iniş halleri üstte anlatıldığı gibidir. Terakkileri ise marzıye makamıdır. Bunun alâmeti de odur ki; kendisinin devam ve sebatı ile, mürşidinin güzel teveccühü ile, Cenab-ı Hakkin lütuf ve keremi ile kendisine her ne gelecek olsa o gelen şeylerin hemen hepsine razı olur. Her ne zaman bir ilâhî denemeye tabi tutulacak olsa:
      - Bu, bize ilâhi bir ihsandır.
      Deyip gönülden kabullenir. Onun böyle etmesi ile, Cenab-ı Hak tarafından tarifi olmayan bir şekilde, bir imtihan mührü ile mühürlenir; kendisine zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bu müşahede halinde kendisine söyle buyurur;
      - Kulum, ben senden razıyım, sen de benden razı mısın?
      Bu üstün hitaptan sonra, geçmiş günahlarının affedildiğini, bizzat kendisi müjdeler. Bu müjde verişinin belli bir keyfiyeti yoktur; zatına has bir durumdur.
      Anlatılan terakki halinde ne kadar durabilirse.. hemen her gün murakabesinde, kendisine zat tecellisinin müşahedesi ihsan olunur. Geçmiş günahlarının bağışlandığı müjdesini de alır.
      Ancak, bu anlatılan hal, kendisinde meleke durumunda olmadığı için yine inişe geçip razıyeye dönebilir; bazen razıyede, bazen de marzıyede olur. Gerek yükselişinde, gerekse inişinde bu makamda iken, kendisine bir başka hal daha ihsan olunur. Şöyle ki: Kendi tercihleri olmadan razıye makamında olan zatlar, gelecekte olacak bir is için hiç bir hayale dayalı ümide düşmezler. Geçmişte olup biten isler için de gama kedere boğulmazlar. İster dünya cihetinden olsun, ister ahiret cihetinden; hiç bir gayeleri kalmaz:
      - Allah'ım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
      Derler ki, bu deyişlerinde gerçekçidirler. Bundan başka, kendilerini, varını yetirip iflâs eder gibi, Allah'ın güvencesi altında görürler. Güven yurdunda, rıza kapısında:
      - Zatına güveniyoruz, el-eman..
      Derler.
      Bu razıye makamında bulunan zatlara, Cenab-ı Hak bir mahviyet rütbesi ihsan eder. (Yani: Hil'ati..) O rütbeyi giyen zat, ne kadar ilâhi iltifat zuhur ederse etsin; cümlesini ilâhi ihsan bilir. Kendisini de, bir taş veya bir ağaç gibi görüp şöyle der:
      - Yaptığım zikirde ve fikirde, benden zuhur eden ibadet taatta, bana gelen ilâhi ihsanlarda asla bir girişimim yoktur. Bunların hepsi, karşılıksız bir ilâhi ihsandır, Ben âciz, tas cinsi gibi bir şeyim; hiç bir ise de yaramam. Bu ibadetleri yaptıran, bunca ihsanları karşılıksız veren Cenab-ı Hak'tır. Bu görünenler benim halim değildir; cümlesi, ilâhi ihsandır.
      Onların her biri böyle deyip varını yitiren bir müflis durumuna girerler. Tıpkı, zengin bir tüccar gibi, bir kırmız altına muhtaç olur. Akranı arasında, emsali arasında, ne şerefi kalır, ne de itibarı. İtimat edip dayanacağı bir şeyi de kalmaz. İşte hali anlatılan tüccar, eli eteği, her bir taraftan kesildikten sonra, ne hal kesb ederse.. bu zatlara öyle bir hal Allah tarafından hil'at olarak giydirilir.
      İç âlemi ne kadar mamur olursa olsun, kendisine ne kadar ilâhi iltifat ihsan olunursa olunsun; her an, her nefes anlatıldığı gibi, ilâhi ihsanların zerresini dahi, kendisine mal edip görmez. Sanır ki: Bütün ibadeti silinmiş, kendisi de masiyet deryasına, dalmıştır. El-eman diyarında, rıza kapısının açılması için, devamlı:
      - Zatına güveniyoruz, el-eman.
      Diye yakarır durur.
      Dünya cihetinden olan özel ve genel isleri Cenab-ı Hakka ısmarlar. Bunun sonunda öyle bir iç zenginliği ile zengin olur ki: Anlatılması mümkün değildir. Meselâ: Ceplerinde darının tanesi bulunmasa, asla hatırlarına bir gey gelmez; bundan başka, gönülleri, bin kese altına sahip gibi durur. Bunun için:
      - Ehlüllahın zenginlikleri.
      Tabir edilir. Raziye sıfatı makamında olan zatlara, anlatılan hal bir meleke olur. Bu makamda, çok çok ilâhi iltifat vardır. Hatta, bazı zatlara rıza kapısı açılır; zat tecellisi dahi zuhur eder.
      Bu yoldaki, eğer kabiliyetli, ilticası ağır basan biri ise.. mutmainne sıfatı makamında rıza kapısı açılır; bazen zat tecellisi dahi zuhur eder. Ama, onunla hallenmediği için; gerek mutmainnede, gerek razıyede olsun; bazen terakki hallerinde rıza kapısından içeri girip zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Herhangi belli bir şekli olmadan:
      - Kulum, ben senden razıyım, sen de benden razı mısın?
      Şeklinde ilâhi bir kitap ihsan olunur. Biraz da ilâhi iltifata nail olur.
      6. KISIM: Razıye nefis makamına, alâmetlerini, masumiyet hil'atını, derecelerini; bu makamda bulunanlara ihsan olunan ilâhi tecellileri, ilâhi iltifatları, terakki hallerinin safiye makamı olduğunu açıklar.
      Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki.
      Anlatılan razıye halleri, bir zata meleke olup da Allah korkusunda ve mahviyette devamlı ve sebatlı olursa kendisine ihsan olunan ilâhi imtihanlarda sadakat mührü ile mühürlenir ve
      öyle bir derece verilir ki:
      Cümle huyları imtihana tabi tutulup huyların en güzellerine sahip olur; bu yüzden her bir huyuna bir doğruluk mührü vurulur ve sonunda, masumiyet hil'atı kendisine giydirilir.
      Üstteki cümlenin daha açık ve özlü manası şudur:
      Hali anlatıldığı gibi olan zatın cümle huyları, isleri, sözleri, halleri Allah'ın rızasına uygunu olur; tüm emirleri yerine getirmek, kendisine bir hal olur. Hakkın tahriki ile davranır, onun durdurması ile de durur.
      Anlatılan hallerin bir zata ihsan olunması, o kimsenin merziye sıfatına bürünmüş olduğuna delildir.
      Böylelikle de, hayvani ruh, sultani ruhun hali ile bir derece daha hallenip sultani ruhun bütün görüşünü kabul eder ve her bir emrine gönül hoşluğu, ile girer. Bu makamda, sultani ruhla, hayvani ruh birbirlerinden hoşnutturlar; aralarında düşmanlık, korku, ürkmek gibi bir hal kalmamış, birbirleri ile ülfet etmiş, birbirlerini sevmişlerdir.
      Ve.. bunların, birbirlerinden razı ve birbirlerinden hoşnut dolayısı ile, bulundukları bu makama:
      - Marzıye sıfatı makamı..
      demişlerdir.
      Bu makamı bulmuş olmanın alâmeti odur ki; bu makamda bulunan kimseye, yükseliş halinde, anlatılan haller birer meleke olur. O kimseden devamlı zuhur eden bu hallerdir.
      Durum anlatıldığı gibi olduğu zaman; Cenab-ı Hak o kimseye müekkel olan kiramen katibin meleklerin ellerinden bu zatın amellerinin yazıldığı defteri alır. Geçmiş ve gelecek, büyük küçük, en küçük yanılmaya varıncaya kadar cümle kusurlarını affeder. Masumiyet hil'atı giysisini de giydirir. O kimsenin iyiliğini ve kötülüğünü yazan meleklere de hitap ederek şöyle buyurur:
      - Bunca zamandır bu kulumun hizmetine sizi vermiştim Şimdi, bu kulumdan ben razıyım; sizler de razı mısınız?.

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  День назад +1

      5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 5.Kısım
      Bu hitap üzerine, onlar da söyle şehadet ederler:
      - Ya Rabbi, bizler bu kulunun hizmetine gireli beri, zerre kadar rızaya aykırı hareket etmedi; bizleri de üzmedi. Bunun için, ondan kat kat razıyız.
      Onların bu şehadeti üzerine, Cenab-ı Hak, şöyle buyurur:
      - Ey meleklerim, ben de, sizi o hizmetten kurtarıyorum. Bu kulumdan ebedi rıza ile razı oldum. Siz de buna şahit olun.
      Bundan sonra, o kimsenin diğer hizmetlerine müekkel olan meleklerin cümlesine hitap ederek, ebedi rıza ile o kimseden razı olduğunu bildirir ve cümlesini buna şahit tutar.
      Bunun üzerine, o zattan cümle insan, cin, melek, hayvan, zahirde ve batında ne kadar varlık varsa.. cümlesi de ebedi rıza ile o kimseden razı olurlar. O her kimse; zahirde elinden ve dilinden ve cümle işinden hiç bir kimse incinmez.

      ''Müminler uyumludurlar, yumuşak başlıdırlar. Çekilen bir deve misalidir; bir yere bağlanınca boyun eğer. Sarp kaya üzerine çökertilmesi istense, çöker.''
      Hadis-i şerifindeki mana, onun için gerçek hal olur. Her kimin yanına varacak olsa; o, kendisine elinde olmadan saygı gösterir ikram eder.
      Daha sonra, Cenab-ı Hak, bizzat hiç bir şekilde anlatılamayan Yüce Zatı ile tecelli edip söyle buyurur:
      - Kulum, ben senden razıyım; sen de benden razı mısın?
      Bu türlü ilâhi iltifatla birlikte, kimsenin günahtan arınma bir masum olduğunu, bilinmeyen bir şekilde o kula müjdeler. Daha başka nice ihsanlar eyleyip rıza kapısından içeri alır; belli bir yerde zat tecellisi ve zat müşahedesi ihsan eyler.
      Ve, o kul, anlatılanlar dışında daha nice nice ihsanlara zuhur yeri haline gelir.
      İşaret edilen ilâhi ihsanların yolu açılıp merziye sıfat kendisine meleke lan zatlara, her günün teveccühünde rıza kapısı açılır. Belli makamda; zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Orada, neler olduğu bilinmeyen sonsuz ilâhi sırların ihsanından başka, hemen her gün, günahtan arınmış bir masum olduğu müjdesi ihsan olunur; bilinmeyen bir şekilde bizzat bu yoldaki müjdeyi alır.
      Bu makama sahip olanlar, her ne zaman isteyip teveccühe otursalar anlatıldığı gibi ilâhi ihsanlara zuhur yeri olurlar.
      Bunların ayık hallerinde, kendilerine gelen, sıfatların tecellisi ile zat müşahedesi olur. Tıpkı, Hazret-i Ebu Bekir'in buyurduğu gibi; Allah ondan razı olsun.
      - Her neyi gördümse, ondan önce Allah'ı gördüm.
      Böylelikle, daima gezip yürüdüğü yerlerde, Cenab-ı Kibriyanın ilâhi sıfatlarını müşahede eder. O ilâhi sıfatlar yolundan da, Yüce Zatını müşahede eder. Bu makamın sahipleri, her ne zaman isteseler belli bir durum çizilmeden, Cenab-ı Hak ile konuşurlar. Bu, ehli olan zatlara malumdur. Nitekim, bu manada şöyle demişlerdir:
      - Değerliyi, ancak değerli olan bilir.
      Bunca, ilâhî ihsan, kendilerine hemen her gün gelirken, yine de, şu âyet-i kerimenin hükmünce, Cenab-ı Hakkın mekrinden emin olmazlar:
      - Allah'ın mekrinden güven mi duyuyorlar? Halbuki, Allah'ım mekrinden, büyük bir zararı göze alan topluluktan başkaları güven duyamazlar.''
      A'raf suresinin 99. ayetinde buyurulan bu emir gereği; her an ve her nefeste, Allah'ın güvencesi altında bulunan bir müflis gibi kendilerini ilâhi huzurda bulurlar ve ilâhi mekirden ötürü, sarsılıp heyecana kapılırlar, tir tir titrerler.
      - Zatına güveniyoruz, el-eman ya Rabbi.
      Diyerek yakarırlar. Bunun için de, cümle dış hallerini pak şeriata uygun hale getirirler. Zerre kadar da şeriattan ayrılmazlar. Kendilerinden mübah çeşidinden zerre kadar bir şey çıkacak olsa; büyük günah çıkmış gibi ciğerleri yanar. Bu yüzden yakalarını yırtar, temenni ve niyaza geçerler.
      Anlatılan hal, öyle bir haldir ki; Cenab-ı Hak tarafından hemen her gün, ne kadar masumiyetleri bildirilirse bildirilsin, ilâhi rıza, bizzat konuşma müjdesini ne kadar alırlarsa alsınlar, asla kendilerini güven içinde hissetmezler; Allah'ın mekrinden daha fazla korkmaya başlarlar. Zira, bu hal içinde bulunan zatlara güven duygusu muhaldir. Geçip gittikleri her bir makamda, bir başka korku vardır. Burada, insanın kemali de, korkusuna göredir.
      Emmare mertebesinden başka; nefsin her bir mertebesinde, bir başka türlü korku vardır; meselâ : Taklit korkusu, cehennem korkusu, masiyet korkusu, rıza korkusu, Allah korkusu, kemal korkusu.. Bu isimler yerine göre verilir.
      Emmare nefis makamında korku yoktur. Bu sıfat makamında olan kimse, Cenab-ı Hak'tan emin olur; asla aklına korku gelmez. Bunun içindir ki: Emmare makamında olanların pek çoğu, son nefesini imansız verir.
      KORKULAR.
      Üstte anlatılan korku isimlerini sırası ile açıklayalım.
      1. Taklit korkusu: Levvame sıfatında olanların korkusudur. Bu sıfatta olan kimseler, her ne kadar Cenab-ı Hak'tan korksalar da, güven duyguları, korkularından üstün gelir. Bu yüzden tövbelerinde sebat edemezler. Bazen son nefesi imansız verenleri de bulunur.
      2. Cehennem korkusu: Mülhime sıfatında olanların korkusudur. Bu sıfatta olanların korkusu, güven duygularından ağırdır. Bunun için, bunlar tövbelerinde sebatlı olurlar. Ama, bu türlü korkudan Allah razı değildir. Çünkü, bu türlü korku, cehennem azabından ve cennet arzusundan gelmektedir. Kaldı ki, bu türlü korku, Ehlüllaha da yakışmaz. Bundandır ki, Ehlüllah, son nefesin iyi kapanması için:
      - Zatına güveniyoruz, el- eman ya Rabbi.
      Diye yakarırlar.
      Bu mülhime sıfatında dahi, bazen nefsin hilesine kapılıp son nefesini imansız veren olur.
      Nefislerimizin erlerinden Allah'a sığınırız.
      Bu cehennem korkusuna:
      - Nefsani korku.
      Dahi derler. Bu korkunun altında cehennem vardır; cennet arzusu da yoktur.
      3. Masiyet korkusu: Mutmainne makamında bulunanların korkusudur. Bu türlü korkudan dahi, Yüce Allah razı değildir. Zira, Allah'ta ve Allah için bir korku değildir; sırf masiyet korkusudur. Ama, mülhimede olduğu gibi, cennet arzusu bulunmayan, cehennem korkusu da değildir. Ancak:
      - ilâhi emirleri yerine getiremeyip giydirilen velâyet kisvesini lekelendirirsem.
      Şeklinde bir korkudur. Aynı zamanda, masiyetten de çok sakınmak korkusudur. Bundan başka, Yunus suresinin 62. ayetinde buyurulan;
      ''Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.''
      Mananın gerçeğine uymak kaydı bulunduğundan, bu korku dahi, Allah'ta ve Allah için değildir. Bu korkuyu duyan kimsenin, her ne kadar muradı, Allah rızasını elde etmek olsa dahi, anlatılan kayıtlar altında olduğundan, nefsini korumak için korku duymaktadır; bu türlü korkudan da Allah razı değildir. Zira, korkunun, sadece Allah rızası için olması gerekir. Bu korku, kemal ehlinin de korkusu değildir; hatta kemalin eksikliğine bile işaret sayılır.
      4. Rıza korkusu : Bu korku da, Raziye makamında olan zatlara has bir korkudur. Bu zatlar:
      - Eğer Allah'ın rızasını bulamazsan halim neye varır?
      Diyerek korkarlar.
      Bu korku, mutmainne makamında olduğu gibi, hakikat kusurlarından korkudur; kemal arzusu için değildir. Bunlar, cümle arzularından geçmişlerdir; gelecek için de bir emel beslemezler, geçmişin de derdine düşmezler. Cenab-ı Hak tarafından kendilerine gelen hemen her şeyi, gönül rızası ile kabul ederler. Bu halde iken de, bir kusur işleyip:
      - Cenab-ı Hak benden razı olmaz ise, halim neye varır?
      Diye korktukları için, bu türlü bir korku duyanların korkusuna:

      - Rıza korkusu...
      İsmi verildi. Bu korku da, Allah korkusu değildir. Zira, bu korkunun altında:
      - Rızada kusur edersem...
      Kaydı vardır. Allah için, Allah'ta bir korku olmadığı için, kemal ehline has bir korku dahi değildir.
      5. Allah korkusu: Bu da, marzıye makamında olanların korkusudur. Dünya ve ahirete dair hiç bir arzuya dayanmadan korkarlar. Bu korkuya:
      - Allah korkusu..
      İsminin verilmesi de bunun içindir. Sebebi de: Maddi hiç bir kayda tabi olmadan ve sırf Allah için olmasıdır. Bu sıfatta bulunan kimselerden her an ve her nefeste Cenab-ı Hak razıdır; kendileri de, her nefeste Cenab-ı Hak'tan razıdırlar. Bunlara göre, gururla keder eşittir; varlıktan yana, kendilerinde hiçbir eser kalmamıştır.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  День назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 5.Kısım
    Bu hitap üzerine, onlar da söyle şehadet ederler:
    - Ya Rabbi, bizler bu kulunun hizmetine gireli beri, zerre kadar rızaya aykırı hareket etmedi; bizleri de üzmedi. Bunun için, ondan kat kat razıyız.
    Onların bu şehadeti üzerine, Cenab-ı Hak, şöyle buyurur:
    - Ey meleklerim, ben de, sizi o hizmetten kurtarıyorum. Bu kulumdan ebedi rıza ile razı oldum. Siz de buna şahit olun.
    Bundan sonra, o kimsenin diğer hizmetlerine müekkel olan meleklerin cümlesine hitap ederek, ebedi rıza ile o kimseden razı olduğunu bildirir ve cümlesini buna şahit tutar.
    Bunun üzerine, o zattan cümle insan, cin, melek, hayvan, zahirde ve batında ne kadar varlık varsa.. cümlesi de ebedi rıza ile o kimseden razı olurlar. O her kimse; zahirde elinden ve dilinden ve cümle işinden hiç bir kimse incinmez.
    ''Müminler uyumludurlar, yumuşak başlıdırlar. Çekilen bir deve misalidir; bir yere bağlanınca boyun eğer. Sarp kaya üzerine çökertilmesi istense, çöker.''
    Hadis-i şerifindeki mana, onun için gerçek hal olur. Her kimin yanına varacak olsa; o, kendisine elinde olmadan saygı gösterir ikram eder.
    Daha sonra, Cenab-ı Hak, bizzat hiç bir şekilde anlatılamayan Yüce Zatı ile tecelli edip söyle buyurur:
    - Kulum, ben senden razıyım; sen de benden razı mısın?
    Bu türlü ilâhi iltifatla birlikte, kimsenin günahtan arınma bir masum olduğunu, bilinmeyen bir şekilde o kula müjdeler. Daha başka nice ihsanlar eyleyip rıza kapısından içeri alır; belli bir yerde zat tecellisi ve zat müşahedesi ihsan eyler.
    Ve, o kul, anlatılanlar dışında daha nice nice ihsanlara zuhur yeri haline gelir.
    İşaret edilen ilâhi ihsanların yolu açılıp merziye sıfat kendisine meleke lan zatlara, her günün teveccühünde rıza kapısı açılır. Belli makamda; zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Orada, neler olduğu bilinmeyen sonsuz ilâhi sırların ihsanından başka, hemen her gün, günahtan arınmış bir masum olduğu müjdesi ihsan olunur; bilinmeyen bir şekilde bizzat bu yoldaki müjdeyi alır.
    Bu makama sahip olanlar, her ne zaman isteyip teveccühe otursalar anlatıldığı gibi ilâhi ihsanlara zuhur yeri olurlar.
    Bunların ayık hallerinde, kendilerine gelen, sıfatların tecellisi ile zat müşahedesi olur. Tıpkı, Hazret-i Ebu Bekir'in buyurduğu gibi; Allah ondan razı olsun.
    - Her neyi gördümse, ondan önce Allah'ı gördüm.
    Böylelikle, daima gezip yürüdüğü yerlerde, Cenab-ı Kibriyanın ilâhi sıfatlarını müşahede eder. O ilâhi sıfatlar yolundan da, Yüce Zatını müşahede eder. Bu makamın sahipleri, her ne zaman isteseler belli bir durum çizilmeden, Cenab-ı Hak ile konuşurlar. Bu, ehli olan zatlara malumdur. Nitekim, bu manada şöyle demişlerdir:
    - Değerliyi, ancak değerli olan bilir.
    Bunca, ilâhî ihsan, kendilerine hemen her gün gelirken, yine de, şu âyet-i kerimenin hükmünce, Cenab-ı Hakkın mekrinden emin olmazlar:
    - Allah'ın mekrinden güven mi duyuyorlar? Halbuki, Allah'ım mekrinden, büyük bir zararı göze alan topluluktan başkaları güven duyamazlar.''
    A'raf suresinin 99. ayetinde buyurulan bu emir gereği; her an ve her nefeste, Allah'ın güvencesi altında bulunan bir müflis gibi kendilerini ilâhi huzurda bulurlar ve ilâhi mekirden ötürü, sarsılıp heyecana kapılırlar, tir tir titrerler.
    - Zatına güveniyoruz, el-eman ya Rabbi.
    Diyerek yakarırlar. Bunun için de, cümle dış hallerini pak şeriata uygun hale getirirler. Zerre kadar da şeriattan ayrılmazlar. Kendilerinden mübah çeşidinden zerre kadar bir şey çıkacak olsa; büyük günah çıkmış gibi ciğerleri yanar. Bu yüzden yakalarını yırtar, temenni ve niyaza geçerler.
    Anlatılan hal, öyle bir haldir ki; Cenab-ı Hak tarafından hemen her gün, ne kadar masumiyetleri bildirilirse bildirilsin, ilâhi rıza, bizzat konuşma müjdesini ne kadar alırlarsa alsınlar, asla kendilerini güven içinde hissetmezler; Allah'ın mekrinden daha fazla korkmaya başlarlar. Zira, bu hal içinde bulunan zatlara güven duygusu muhaldir. Geçip gittikleri her bir makamda, bir başka korku vardır. Burada, insanın kemali de, korkusuna göredir.
    Emmare mertebesinden başka; nefsin her bir mertebesinde, bir başka türlü korku vardır; meselâ : Taklit korkusu, cehennem korkusu, masiyet korkusu, rıza korkusu, Allah korkusu, kemal korkusu.. Bu isimler yerine göre verilir.
    Emmare nefis makamında korku yoktur. Bu sıfat makamında olan kimse, Cenab-ı Hak'tan emin olur; asla aklına korku gelmez. Bunun içindir ki: Emmare makamında olanların pek çoğu, son nefesini imansız verir.
    KORKULAR.
    Üstte anlatılan korku isimlerini sırası ile açıklayalım.
    1. Taklit korkusu: Levvame sıfatında olanların korkusudur. Bu sıfatta olan kimseler, her ne kadar Cenab-ı Hak'tan korksalar da, güven duyguları, korkularından üstün gelir. Bu yüzden tövbelerinde sebat edemezler. Bazen son nefesi imansız verenleri de bulunur.
    2. Cehennem korkusu: Mülhime sıfatında olanların korkusudur. Bu sıfatta olanların korkusu, güven duygularından ağırdır. Bunun için, bunlar tövbelerinde sebatlı olurlar. Ama, bu türlü korkudan Allah razı değildir. Çünkü, bu türlü korku, cehennem azabından ve cennet arzusundan gelmektedir. Kaldı ki, bu türlü korku, Ehlüllaha da yakışmaz. Bundandır ki, Ehlüllah, son nefesin iyi kapanması için:
    - Zatına güveniyoruz, el- eman ya Rabbi.
    Diye yakarırlar.
    Bu mülhime sıfatında dahi, bazen nefsin hilesine kapılıp son nefesini imansız veren olur.
    Nefislerimizin erlerinden Allah'a sığınırız.
    Bu cehennem korkusuna:
    - Nefsani korku.
    Dahi derler. Bu korkunun altında cehennem vardır; cennet arzusu da yoktur.
    3. Masiyet korkusu: Mutmainne makamında bulunanların korkusudur. Bu türlü korkudan dahi, Yüce Allah razı değildir. Zira, Allah'ta ve Allah için bir korku değildir; sırf masiyet korkusudur. Ama, mülhimede olduğu gibi, cennet arzusu bulunmayan, cehennem korkusu da değildir. Ancak:
    - ilâhi emirleri yerine getiremeyip giydirilen velâyet kisvesini lekelendirirsem.
    Şeklinde bir korkudur. Aynı zamanda, masiyetten de çok sakınmak korkusudur. Bundan başka, Yunus suresinin 62. ayetinde buyurulan;
    ''Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.''
    Mananın gerçeğine uymak kaydı bulunduğundan, bu korku dahi, Allah'ta ve Allah için değildir. Bu korkuyu duyan kimsenin, her ne kadar muradı, Allah rızasını elde etmek olsa dahi, anlatılan kayıtlar altında olduğundan, nefsini korumak için korku duymaktadır; bu türlü korkudan da Allah razı değildir. Zira, korkunun, sadece Allah rızası için olması gerekir. Bu korku, kemal ehlinin de korkusu değildir; hatta kemalin eksikliğine bile işaret sayılır.
    4. Rıza korkusu : Bu korku da, Raziye makamında olan zatlara has bir korkudur. Bu zatlar:
    - Eğer Allah'ın rızasını bulamazsan halim neye varır?
    Diyerek korkarlar.
    Bu korku, mutmainne makamında olduğu gibi, hakikat kusurlarından korkudur; kemal arzusu için değildir. Bunlar, cümle arzularından geçmişlerdir; gelecek için de bir emel beslemezler, geçmişin de derdine düşmezler. Cenab-ı Hak tarafından kendilerine gelen hemen her şeyi, gönül rızası ile kabul ederler. Bu halde iken de, bir kusur işleyip:
    - Cenab-ı Hak benden razı olmaz ise, halim neye varır?
    Diye korktukları için, bu türlü bir korku duyanların korkusuna:
    - Rıza korkusu...
    İsmi verildi. Bu korku da, Allah korkusu değildir. Zira, bu korkunun altında:
    - Rızada kusur edersem...
    Kaydı vardır. Allah için, Allah'ta bir korku olmadığı için, kemal ehline has bir korku dahi değildir.
    5. Allah korkusu: Bu da, marzıye makamında olanların korkusudur. Dünya ve ahirete dair hiç bir arzuya dayanmadan korkarlar. Bu korkuya:
    - Allah korkusu..
    İsminin verilmesi de bunun içindir. Sebebi de: Maddi hiç bir kayda tabi olmadan ve sırf Allah için olmasıdır. Bu sıfatta bulunan kimselerden her an ve her nefeste Cenab-ı Hak razıdır; kendileri de, her nefeste Cenab-ı Hak'tan razıdırlar. Bunlara göre, gururla keder eşittir; varlıktan yana, kendilerinde hiçbir eser kalmamıştır.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  День назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 6.Kısım
    Al-i İmran suresinin, 14. ayetinde:
    ''İnsanlara; kadılardan, oğullarından, üst üste yığılmış altın ve gümüşten, salma güzel atlardan, sürüden, ekinden yana şehvet sevgisi süslendi. Halbuki bunlar, dünya yararına şeylerdir.''
    Sayılan dünya yararına olan altı şeyin hiç birine karsı, içten sevgileri kalmamıştır. Bundan başka, ahirete ait bir gayeleri de kalmamıştır.
    Üstteki ayet-i kerimenin devamı olan:
    - ''Dönüşte bulunacak en güzel şey Allah katıdadır.''
    Mananın sırrına mazhar olmuşlardır.
    Bu zatlar, namazlarını, mürakabe halinde ihsan olunan ilâhi tecelliye bir tecelligâh olarak eda ederler. Namaza başladıkları zaman; kendilerine zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bu ihsan içinde namazlarını kılarlar. Bu keyfiyet, onlarda meleke olmuştur. Hemen her gün, Allah'ın rızasına dair müjdeyi alırlar; hal böyle iken, Cenab-ı Hak'tan çok çok korkarlar; bu korku tarif edilemez. Ne var ki, bu korku dahi kemal manada değildir. Bunların korkularında, hiç bir kayıtları yoktur; Allah için, Allah'tadır. Ne var ki, içlerinden, daima, hallerinin yükselmesini isterler; iniş hallerinden de çok korkarlar, bunun için tir tir titrerler.
    Bu korku, elde olmayan bir korkudur ki; marziye makamında olanlara giydirilen bir sıfattır. Bunun için, bu korku, Allah'ta ve Allah içindir; ama kemal değildir. Bu manayı, ciddi bir şekilde anlamaya çalış.
    6. Kemal korkusu: Bu türlü korku, safiye sıfatı makamında olanlara ihsan olunmuştur. Bu korku, sözle anlatılamaz. Ancak şu kadarını anlatalım ki: Bu zatlara, doğu ile batı arasındaki mahlukatın yönetimi ihsan olunmuştur. Hemen her ilâhi iş, bunların ellerine teslim edilmiştir. Hal böyle iken, Cenab-ı Hak'tan izin almadıkça, bir çöpü dahi yerinden oynatmazlar.
    Hali anlatıldığı gibi, olan bir zata sorulacak olsa Cenab-ı Hak'tan bu kadar korkuyorsun; bunun hikmeti, sebebi nedir?
    O kimse de, bu soruya cevap vermek için, içten ve dıştan o korkunun sebebini düşünüp aramış olsa küçük büyük hiç bir sebep bulup da cevap veremez:
    - Şu sebepten ötürü korkarım.
    Diyemez. İşbu sebeptendir ki; safiye makamında olanların korkularına
    - Kemal korkusu.
    ismi verildi.
    Burada anlatılan altı çeşit korkudan başka, dört dereceli daha korku vardır; ama onları dille tarif etmeye ruhsat verilmemiştir. Ehli olan kimseler, onları bilirler. Nitekim, bu manada, Resulüllah efendimiz şöyle buyurmuştur:
    - ''Ben, sizin en çok korkanınızım, Eğer bildiğim kadarını bileydiniz; az gülerdiniz, çok ağlardınız.''
    Bu hadis-i şerifin manası uyarınca, o korkuları anlayan anlar.
    Merzıye sıfatının yükseliş hali, safiye sıfatıdır ki; bu safiye sıfatı, kutuplar kutbuna, gavs-ü azamlara, hilâfet sırrına sahip olan zatlara mahsustur.
    Ancak, bazı asırda irşat ve tasarrufta olmayan bir iki zata, bazı asırda da üç beş zata ihsan olunur; bunlar da safiye sıfatına bürünürler. Bunlara:
    - Velîlerin kâmilleri.
    Adı verilir.
    Safiye sıfatı ile muttasıf olanlar bahis konusu değildir; zira onların halleri çok ileridir. İnşallah yakında anlatılacaktır. Arcak marzıye sıfatı sahibinin yükseliş hali safiye sıfatıdır. Bunlara marzıye sıfatı meleke olunca, bazen terakki zuhur eder, safiye sıfatının en alt hali ile hallenirler.. Söylenmek istenen budur.
    SAFİYE NEFİS.
    7. KISIM: afiye nefis makamı, onunla muttasıf olmanın hikmeti, beden ülkesinde hüküm ve hükümetin cümlesi sultani ruhun elinde oldu. Sunun sebebi ve hikmeti, bu makama sahip olan zatların tecellileri, hayret makamları açıklanır.
    Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki..
    Hayvani ruhun kendisine has olan yaratılış durumu, huyu suyu, emmare sıfatıdır. Sultani ruhun kendisine has olan yaratılış durumu ise, safiye makamıdır.
    Üstteki durumlar, daha önce anlatıldı; burada tekrar anlatmaya gerek yoktur .
    Hayvanî ruh, Cenab-ı Hakkın ihsanı, mürşidin himmeti, sultani ruhun teşviki ile kendi yaratılış durumu olan emmare sıfatından geçer, sultani ruh ile aralarında bulunan beş sıfatın her biri ile hallenir. Bu hal üzere giderken, merzıye sıfatı olan beşinci sıfat da, kendisine hal olur.
    Üstteki manayı biraz daha açık anlatalım.
    Anlatıldığı gibi, hayvanî ruh, kendi hallerinden tamamen geçip sultani ruhun hali ile hallenip her bir emrine teslim olur. Bundan sonra aralarında düşmanlık kalkar. Güven, uyuşma, sevgi hasıl olur. Daha sonra, bu hale gelen zatlara, Cenab- Hak; hilâfet, gavsiyet, kutbiyet, kâmil velilerden olmak durumlarından birini veya hepsini ihsan eder. Bu hal içinde, hayvani ruha bir tecelli kılar, Bu tecellide hayvani ruhun kendi sıfatlarının tamamı silinir; sultani ruhun sıfatlarına bürünür. İşin başından itibaren bu hale gelinceye kadar, hayvaniyet sıfatlarından kalan izler dahi silinir; sultani ruhun kendisine has olan insanlık sıfatına bürünür.
    İNSAN-I KÂMİL
    İşbu anlatılan büyük ihsana sahip olan zatlara şu isim verilir:
    - İnsan-I kâmil.
    Bundan sonra, dünya işlerini yönetmeye yarayan akl-I maaş dahi yanıp kül olur. Akl-I maaşı vücut ülkesindeki görüşü, yönetimi kesilir; vücut ülkesinde içli dışlı, sultani ruhun öbür âlemi yönetmeyi yarayan akl-ı maadı hâkim olur. Yönetim ve görüş, hüküm ve tasarruf akl-ı maadın olur. Bu anlatılan duruma:
    - Akıl..
    Diye isim verilir. Sebebi de; vücut ikliminde cümle hükümlerin, cümle görüşlerin, tedbirlerin akl-ı maad tarafından yapılmakta olmasıdır.
    Anlatılan hale gelen zatın kalbinde bulunan meleke duygusu onur halinden haberdar olmadıktan başka; kendi izini bile kaybeder. Bundan sonra, bir şeye de karışmaz, aşkın ve başıboş olarak gezer durur.
    Şeytan dahi, bu halleri gördükten sonra aciz ve çaresiz kalır. İster istemez, kendi boğazına ip takıp tam manası ile sultani ruha teslim olur her bir emrini yerine getirir. Artık, kesinlikle aykırı hareket etmez; hile yoluna sapmaya da gücü yetmez. Bazılarının şeytanı, bu makamda, İslam dini ile müşerref olur. Ama, dabağat kabul etmeyen deri gibidir ki sahibi öbür âleme geçtikten sonra, şeytanı mürtet olur.
    Özetle öyle diyelim:
    Safiye sıfatı ile muttasıf olan zatların nefisleri, sultani ruha kalp olur. Hayvanlık belirtilerinden kurtulur; insaniyet sıfatlarına bürünürler.

  • @MZY-kc6ox
    @MZY-kc6ox 16 часов назад +1

    ALLAH CC SENDEN RAZI OLSUN REİS BU GÜZEL TASAVVUFİ GÖNDERİMLRİNİ İNŞAAALLAH DİNLİYORUM DUA EDER DUA BEKLERİZ

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  День назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 7.Kısım
    - ''Velilerim kubbelerimin altındadır; bunlar benden başkası bilmez..
    Kudsi hadisi uyarınca, durumu anlatılan zatların hallerine melek değil; insan bile vâkıf değildir. Yüce Allah bildirirse, durum değişir.
    Yenilen, içilen, giyilen şeylere; zikre, fikre dair cümle özel ve genel şeylere dair her ne varsa.. vücut ülkesinde yürütülen işlerin tümü, akl-ı maad tarafından sultani ruha Rabbani ilham olarak gelir. Sultani ruh da vücut ülkesinde ona göre hükmünü yürütür.
    Bu duruma göre; safiye sıfatı makamında bulunan zatların sözleri halleri, içli dışlı kendilerinden çıkan işleri, sözleri; akl-ı maad tarafından Rabbani ilhamla olur. Bunun içindir ki: Dünya ve ahirete dair lezzetlerden tamamen kesilmişlerdir. Yemek, içmek, giymek çeşidinden şeyleri; yerken, içerken, giyerken kendilerine kesin olarak zerre kadar maddi bir lezzet hasıl olmaz. Dolayısı ile bunlara göre; lezzetli yemeği yemekle, lezzetsiz yemeği yemek eşittir. İnsanlar arasında makbul olan elbiseyi giymekle makbul olmayanı giymek, yine onlara göre eşittir. Mesire yerlerinde gezip eğlenmekle, evlerinin bir köşesinde oturup kalmak, onlara göre aynıdır. Diğer şeyleri de buna kıyas edebilirsin. Çünkü, her ne kadar maddi lezzet varsa, onlardan kesilip gitmiştir. Bunun sebebi ve hikmeti ise, kısaca söyle anlatılır: Akl-ı maaş yanıp silinmiş, hayvani ruh da sultani ruha dönmüştür.
    Ahirete dair işlerine gelince.. onları da, Cenab-ı Hak, kendileri için hazırlamıştır. O güzel işlerin müjdesi kulaklarına geldiği zaman da, bir sevince kapılıp zerre kadar lezzet ortaya çıkmaz. Zira, her an, her nefeste Allah'ın rızasını gözetirler. Çünkü, varlıklarını Cenab-ı Hakkın rızası yolunda harcamışlardır.
    Daima ilâhi emri gözetirler. ilâhi emir ne yana doğru zuhur etmiş ise.. ona göre o emri yerine getirirler. Kendilerinden en küçük bir hareket ortaya çıkmaz.
    Bunlar, Cenab-ı Hakkın ilâhî ihsanı ile; hakikat, marifet, ledün ilmine dair ne kadar ilâhi sırlar varsa, hepsine sahiptirler. Ama, kesin olarak, onları dile getirip o taraftan bir şey konuşmazlar. Meğerki:
    - Kendi arkadaşlarından birine haber ver..
    Şeklinde, onlara Cenab-ı Hak tarafından bir emir gele..
    Onların kalpleri, ilâhi hakikatlerle doludur. Dilleri de, şeriata bağlıdır.
    Huzurlarına gelen kimselerin hallerine göre sohbet ederler. Meğerki, hikmete dayalı bir gey ola da, hakikatten yana birinize bir ey duyuralar. Bu duyurduklarımı da şeriat örtüsü ile örtülü söylerler.
    Zahirde, duruşlarını ve davranışlarını iyiliği emretmek, kötülüğü yassak etmek emrine uygun tutarlar. Buna, uygun bir şekilde riayet edip her davranışlarını ve duruşlarını Fahr-i âlem Resulüllah efendimizin Allah ona salât ve selâm eylesin emrine uygun tutup Resulüllah'ın sünnetlerini yerine getirirler.
    Kulluk sıfatını, uygun olduğu şekilde yürüten onlardır; zira, tam manası ile Rabbin kulu olmuşlardır.
    Bunlara, mürakabe halinde zuhur eden tecelli, zat tecellisi olup buna;
    - Şimşek gibi çakan zat tecellisi (Tecelli-i berkı-i zati..)
    Adı verilir. Bu tecelli, safiye sıfatı makamında olan zatlara mahsus olup ehli bilir.
    Merziye sıfatında olan zatlara murakabe halinde ihsan olunan zat tecellisi, zat müşahedesi ve zata dalmak; bu safiye makamında olan zatların daimi halleridir. Zira, hayvani ruh, sultanî ruha çevrilmiş, akl-ı maaş da yanıp silinmiştir. Vücut ülkesi dahi, şeytanın saldırısından kurtulmuştur. Yalnız akl-ı maad tarafından sultani ruha gelen rabbani ilham ve samedanî ihsan ile vücut ülkesinde hüküm yürütülmektedir.
    Safiye makamında olanlar için ayıkma hali yoktur. Bunlar, bir benzetme olmadan, daima müşahede halindedirler; konuşurlar.. Buna göre, mana şu demeğe gelir:
    - Marzıye ehlinin murakabe hali, safiye ehlinin ayık halidir.
    Zira, safiye ehline, murakabe halinde tecelli-i berk (şimşek misali bir tecelli) ihsan olunur. Açıkçası bunlar:
    - ''Ben, gizli bir hazine idim.''
    Manasındaki sırra, bir tasdik yeri olurlar. Böylece, hakikatin hazinesi, marifetin de mahzeni olmuşlardır. Bundan sonra bazılarına, ruhani miraç dahi ihsan olunur. Tarif edilemeyen bir şekilde, ülfet dahi ihsan olunur. Bunların sayısı hesabı da yoktur. Onlar, beserin akıl erdiremeyeceği şekilde olduğundan, yazılmasına ruhsat verilmedi. Bu manayı, cidden anlamaya çalış.
    Üstte işaret edilen miraç, kutupların miracıdır; velilere ihsan olunan miraçla ölçülemez.
    HAYRET MAKAMI.
    Bu safiye sıfatı makamında bulunanların, yükseliş hallerine :
    - Hayret makamı.
    ismi verilir. Bu makamda da üç derece vardır. Şöyle ki:
    a) Hayret
    b) Hayret içinde hayret.
    c) Hayret içinde hayret, hayret içinde hayret, hayret içinde hayret..
    MAKAM-I MAHMUD.
    Bunlardan ötesine:
    - Makam-ı Mahmud..
    Adı verilir. O makam da, Fahr-i Alem Rasûlullah efendimize mahsus bir makamdır; Allah ona salât ve selâm eylesin. Nebilerden, resullerden kutup velilerden hiç bir zata o makam ihsan olunmaz. Ancak, Habib Ahmed Muhammed'e ihsan olunmuştur.
    Makam yönü ile, bundan ileri bir makam yoktur Amma, ilâhi feyizlere de bir son yoktur; her bir makamda, bir başka ilâhi feyiz vardır ki onun da sonu yoktur. Ömürleri son buluncaya kadar; o büyükler, sayısız hesapsız ilâhi ihsanlara nail olurlar. Onları beşer aklı taşıyamaz.
    Anlatılan son dört makamın her biri, diğerinden daha ileridir. Onların altında nice ilâhi feyizler vardır. Onlara nail olanların ömürleri son bulur; beka yurduna teşrif ederler; yine o ilâhi feyizlerin sonuna ulaşamazlar.
    İçtim sevgiyi kadeh kadeh tattım;
    Ne şarap tükendi, ne de ben kandım..
    Şiirindeki mana uyarınca, ne ilâhi feyizler tükenir, ne de onların susuzluğu geçer. Onların ömürleri son bulup tükenir; ama Cenab-ı Hakkın ilâhi ihsanı son bulup tükenmez.
    Bu makamlarda olan ilâhî ihsanları safiye makamında anlatılanlarla ölçün ki; o da kısadan anlatılmıştır. Onları beserin aklı alamayacağı için, bundan daha fazla sözle anlatmak ruhsatı verilmedi; bu kadarı ile yetinildi. Zira;
    - Hal, sözle bilinmez...
    Manası her zaman geçerlidir; anlamaya çalış.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 4.Kısım
    Kalpleri keşfetmek, halleri keşfetmek bunlara göre daha kolay bir iştir.
    Burada anlatılan sıfatlara bürünen kimseye bir kimsenin kalbine vâkıf olmak, haline vâkıf olmak çok kolaydır.
    Burada açıklanan vasıflar, mutmainne sıfatının terakki halleridir ki, o terakki de razıye sıfatıdır.
    Bir kimseye, mutmainne sıfatı hal olduğu ve ondan da terakki ihsan olunduğu zaman; anlatılan durumlar, çoğunlukla zuhur eder. Bu sıfat kendisine hal olmadığı zaman da, bazen iniş hali zuhur eder. O zaman mutmainne sıfatına bürünür.
    Üstteki cümleyi, şöyle özetleyebiliriz:
    - Mutmainne sıfatı ile muttasıf olan zatlar, iniş hallerinde mutmainne ile sıfatlanırlar; yükseliş hallerinde ise, razıye ile hallenirler.
    5. KISIM: Razıye makamının sahiplerine sürur ile kederin eşit olduğunu, tenezzüllerini, terakkilerini, tecellilerini, bunlara ilâhi ihsan olan mahviyet hilatını, iç zenginliğini açıklar.
    Değerli kardeşim, su da bilinmiş olsun ki. Burada anlatılacak razıye makamı sahipleri, gâh yükselişte, gâh inişte bulunup zikirlerine, fikirlerine sebatlı bir şekilde devam ederler. Bu durumlarını sürdürürlerse.. hayvani ruh, sultani ruhun hali ile bir derece daha hallenir. Bunun oluşuna alâmet odur ki: Daha önce, hayvani ruha kötü görünen, güç gelen şeyler, güzel görünmeye ve kolay gelmeye başlar. Bundan sonra, anlatılan tüm isler, kendisine hal olur; Cenab-ı Hak'tan kendisine ne gelir ise.. hemen her gelene tam manası ile razı olup yanında kederle sürur eşit olur. Anlatılan sebepten ötürüdür ki; razıye sıfatına:
    - Razıye...
    İsmi verilmiştir.
    Razıye sıfatı ile muttasıf olan zatların iniş halleri üstte anlatıldığı gibidir. Terakkileri ise marzıye makamıdır. Bunun alâmeti de odur ki; kendisinin devam ve sebatı ile, mürşidinin güzel teveccühü ile, Cenab-ı Hakkin lütuf ve keremi ile kendisine her ne gelecek olsa o gelen şeylerin hemen hepsine razı olur. Her ne zaman bir ilâhî denemeye tabi tutulacak olsa:
    - Bu, bize ilâhi bir ihsandır.
    Deyip gönülden kabullenir. Onun böyle etmesi ile, Cenab-ı Hak tarafından tarifi olmayan bir şekilde, bir imtihan mührü ile mühürlenir; kendisine zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bu müşahede halinde kendisine söyle buyurur;
    - Kulum, ben senden razıyım, sen de benden razı mısın?
    Bu üstün hitaptan sonra, geçmiş günahlarının affedildiğini, bizzat kendisi müjdeler. Bu müjde verişinin belli bir keyfiyeti yoktur; zatına has bir durumdur.
    Anlatılan terakki halinde ne kadar durabilirse.. hemen her gün murakabesinde, kendisine zat tecellisinin müşahedesi ihsan olunur. Geçmiş günahlarının bağışlandığı müjdesini de alır.
    Ancak, bu anlatılan hal, kendisinde meleke durumunda olmadığı için yine inişe geçip razıyeye dönebilir; bazen razıyede, bazen de marzıyede olur. Gerek yükselişinde, gerekse inişinde bu makamda iken, kendisine bir başka hal daha ihsan olunur. Şöyle ki: Kendi tercihleri olmadan razıye makamında olan zatlar, gelecekte olacak bir is için hiç bir hayale dayalı ümide düşmezler. Geçmişte olup biten isler için de gama kedere boğulmazlar. İster dünya cihetinden olsun, ister ahiret cihetinden; hiç bir gayeleri kalmaz:
    - Allah'ım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
    Derler ki, bu deyişlerinde gerçekçidirler. Bundan başka, kendilerini, varını yetirip iflâs eder gibi, Allah'ın güvencesi altında görürler. Güven yurdunda, rıza kapısında:
    - Zatına güveniyoruz, el-eman..
    Derler.
    Bu razıye makamında bulunan zatlara, Cenab-ı Hak bir mahviyet rütbesi ihsan eder. (Yani: Hil'ati..) O rütbeyi giyen zat, ne kadar ilâhi iltifat zuhur ederse etsin; cümlesini ilâhi ihsan bilir. Kendisini de, bir taş veya bir ağaç gibi görüp şöyle der:
    - Yaptığım zikirde ve fikirde, benden zuhur eden ibadet taatta, bana gelen ilâhi ihsanlarda asla bir girişimim yoktur. Bunların hepsi, karşılıksız bir ilâhi ihsandır, Ben âciz, tas cinsi gibi bir şeyim; hiç bir ise de yaramam. Bu ibadetleri yaptıran, bunca ihsanları karşılıksız veren Cenab-ı Hak'tır. Bu görünenler benim halim değildir; cümlesi, ilâhi ihsandır.
    Onların her biri böyle deyip varını yitiren bir müflis durumuna girerler. Tıpkı, zengin bir tüccar gibi, bir kırmız altına muhtaç olur. Akranı arasında, emsali arasında, ne şerefi kalır, ne de itibarı. İtimat edip dayanacağı bir şeyi de kalmaz. İşte hali anlatılan tüccar, eli eteği, her bir taraftan kesildikten sonra, ne hal kesb ederse.. bu zatlara öyle bir hal Allah tarafından hil'at olarak giydirilir.
    İç âlemi ne kadar mamur olursa olsun, kendisine ne kadar ilâhi iltifat ihsan olunursa olunsun; her an, her nefes anlatıldığı gibi, ilâhi ihsanların zerresini dahi, kendisine mal edip görmez. Sanır ki: Bütün ibadeti silinmiş, kendisi de masiyet deryasına, dalmıştır. El-eman diyarında, rıza kapısının açılması için, devamlı:
    - Zatına güveniyoruz, el-eman.
    Diye yakarır durur.
    Dünya cihetinden olan özel ve genel isleri Cenab-ı Hakka ısmarlar. Bunun sonunda öyle bir iç zenginliği ile zengin olur ki: Anlatılması mümkün değildir. Meselâ: Ceplerinde darının tanesi bulunmasa, asla hatırlarına bir gey gelmez; bundan başka, gönülleri, bin kese altına sahip gibi durur. Bunun için:
    - Ehlüllahın zenginlikleri.
    Tabir edilir. Raziye sıfatı makamında olan zatlara, anlatılan hal bir meleke olur. Bu makamda, çok çok ilâhi iltifat vardır. Hatta, bazı zatlara rıza kapısı açılır; zat tecellisi dahi zuhur eder.
    Bu yoldaki, eğer kabiliyetli, ilticası ağır basan biri ise.. mutmainne sıfatı makamında rıza kapısı açılır; bazen zat tecellisi dahi zuhur eder. Ama, onunla hallenmediği için; gerek mutmainnede, gerek razıyede olsun; bazen terakki hallerinde rıza kapısından içeri girip zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Herhangi belli bir şekli olmadan:
    - Kulum, ben senden razıyım, sen de benden razı mısın?
    Şeklinde ilâhi bir kitap ihsan olunur. Biraz da ilâhi iltifata nail olur.
    6. KISIM: Razıye nefis makamına, alâmetlerini, masumiyet hil'atını, derecelerini; bu makamda bulunanlara ihsan olunan ilâhi tecellileri, ilâhi iltifatları, terakki hallerinin safiye makamı olduğunu açıklar.
    Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki.
    Anlatılan razıye halleri, bir zata meleke olup da Allah korkusunda ve mahviyette devamlı ve sebatlı olursa kendisine ihsan olunan ilâhi imtihanlarda sadakat mührü ile mühürlenir ve
    öyle bir derece verilir ki:
    Cümle huyları imtihana tabi tutulup huyların en güzellerine sahip olur; bu yüzden her bir huyuna bir doğruluk mührü vurulur ve sonunda, masumiyet hil'atı kendisine giydirilir.
    Üstteki cümlenin daha açık ve özlü manası şudur:
    Hali anlatıldığı gibi olan zatın cümle huyları, isleri, sözleri, halleri Allah'ın rızasına uygunu olur; tüm emirleri yerine getirmek, kendisine bir hal olur. Hakkın tahriki ile davranır, onun durdurması ile de durur.
    Anlatılan hallerin bir zata ihsan olunması, o kimsenin merziye sıfatına bürünmüş olduğuna delildir.
    Böylelikle de, hayvani ruh, sultani ruhun hali ile bir derece daha hallenip sultani ruhun bütün görüşünü kabul eder ve her bir emrine gönül hoşluğu, ile girer. Bu makamda, sultani ruhla, hayvani ruh birbirlerinden hoşnutturlar; aralarında düşmanlık, korku, ürkmek gibi bir hal kalmamış, birbirleri ile ülfet etmiş, birbirlerini sevmişlerdir.
    Ve.. bunların, birbirlerinden razı ve birbirlerinden hoşnut dolayısı ile, bulundukları bu makama:
    - Marzıye sıfatı makamı..
    demişlerdir.
    Bu makamı bulmuş olmanın alâmeti odur ki; bu makamda bulunan kimseye, yükseliş halinde, anlatılan haller birer meleke olur. O kimseden devamlı zuhur eden bu hallerdir.
    Durum anlatıldığı gibi olduğu zaman; Cenab-ı Hak o kimseye müekkel olan kiramen katibin meleklerin ellerinden bu zatın amellerinin yazıldığı defteri alır. Geçmiş ve gelecek, büyük küçük, en küçük yanılmaya varıncaya kadar cümle kusurlarını affeder. Masumiyet hil'atı giysisini de giydirir. O kimsenin iyiliğini ve kötülüğünü yazan meleklere de hitap ederek şöyle buyurur:
    - Bunca zamandır bu kulumun hizmetine sizi vermiştim Şimdi, bu kulumdan ben razıyım; sizler de razı mısınız?.

  • @susoycan6178
    @susoycan6178 День назад +1

    Esselamu aleyküm ve rahmetullah ve berekatuh. Allah cc razı olsun.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 2.Kısım
    Bundan sonra, aralarında bulunan, diğer beş dereceyi açıklayalım.
    LEVVAME NEFİS.
    2. KISIM: Levvame ve onda olan saliklerin tecellilerini, müşahedelelerini, tenezzül (iniş) hallerinde olan murakabelerini, terakki (yükseliş), hallerini ve yok olmalarını açıklar.
    Kıymetlim, su da bilinmiş ola ki.
    Cenab-ı Hakkın ihsan yaver olup kâmil mürşidin himmeti ve kutsi kuvveti bereketi ile hayvani ruh emmarelik sıfatından çıkıp levvame sıfatına girdiği zaman; sultani ruhun bir derece hükmü altına girer, emrine biraz ram olur. Bir miktar, sultani ruhun sıfatına bürünür. Kendinden sudur eden masiyetlere, pişman olmaya başlar. Ama, eline yine fırsat geçerse.. dayanamaz, yine masiyet işler.
    İşbu levvame makamında sırf kâmil mürşidin kuvveti ile sülûkü tamam eden saliklerin müşahedeleri nur tecellisi ve nur müşahedesidir; bazısının da, nur tecellisi de sıfatların müşahedesidir. Bu ilahi ihsanlar ve bu tecelli; terakki halinde zuhur etmez, yalnız şeyhini görür. Belki de Fahr-i Alem efendimizi müşahede eder; Allah ona salât ve selâm eylesin. Bu surette, onun tenezzülü levvame sıfatıdır; terakkisi ise, mülhime sıfatıdır.
    O salik, terakki halinde teveccühüne oturduğu zaman; şeyhini ve Fahr-i Kâinat efendimizi müşahede eder, huzur, lezzet alır. Murakabesinde ise, nur tecellisi, nur müşahedesi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Tenezzül halinde, yani: iniş durumunda teveccühe oturursa.. yine şeyhini müşahede eder. Mümkün olduğu kadar da, Fahr-i Alem efendimizi de müşahede edebilir. Ama, terakki, yani: Yükseliş halindeki lezzeti bulamaz; ondaki gibi müşahede edemez. Ama, mümkün olan bir miktar müşahede edebilir.
    Hali terakki bulmadıkça da, murakabesinde hiç bir şekilde tecelli bulamaz. Zira, o vakit, salikin sıfat hali levvamedir; bu halde iken ona tecelli olmaz. Çünkü, levvame sıfat, emmareye yakın bir haldir; bazen pişmanlık gelir; bazen da tövbe istiğfar olur. Bazen da, masiyette bulunur. Bunun için, levvame sıfatında bulunan salike, bu sıfatta bulunduğu süre, hiç bir şekilde tecelli olmaz.
    Bazı kere, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile; mürşidinin himmetini almayı başaran salikin hali terakki bulur. O zaman da, levvame sıfatından mülhime sıfatına geçer. Bu durumda olan salike bir iç açıklığı gelir; ilahi sevgi zuhur eder. Murakabesinde ise; nur tecellisi, nur müşahedesi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Ama, henüz mülhime sıfatı kendisine hal olmadığı için, yine inişe geçip levvameye döner. Bu nur tecellisinde olan zatların yok olmalarına şu isim verilir;
    - Murakabe yok oluşu.
    Bunlar, fena bulup yok olmayı murakabe halinde buldukları için, daha açığı: Gerek levvame sıfatında, gerekse mülhime sıfatında bulunan salik, mürakebelerden başka vakitte, kendisini ve cümle mevcudat yok edemez. Bunun içindir ki, bunların fena bulup yok oluşlarına:
    - Murakabe yok oluşu.
    ismi verilir. Burada anlatılanı şöyle özetleyeyim:
    - Levvamede, mülhimede olan salikin yok olmasına:
    - Murakabe yok oluşu..
    Denir; orada zuhur eden tecelliye de:
    - Nur tecellisi, nur müşahedesi..
    Yahut:
    - Nur tecellisi, sıfatların müşahedesi..
    İsimleri verilir. Bu tecellinin kalmasına ise:
    - Allah'ın nuru ile kalmak.
    İsmi verilir. Yine bu tecellinin, istiğrakına (dalınmasına) da:
    - Allah'ın nuruna dalıp gidenler.
    İsmi verilir ki, bunların hepsi, ehli olanlarca bilinmektedir.
    Burada, şöyle bir soru sorulabilir:
    - Bir salik, levvamede veya mülhimede iken, o kimseden iç eğriliği ve tereddüt gidip kalp itminanı hâsıl olmadıkça; mutmainne nefis makamına ayak basmadıkça ne şekilde Cenab-ı Hakkın bu kadar tecellisine zuhur yeri olabilir?
    Evet, bunun için şöyle bir cevap verebiliriz:
    - Hak yolcusu bir salikin nefsi, mutmainne makamına ayak basmadıkça, iç eğriliği bütün bütün kalkmadıkça tecelli nerede! onun kokusunu bile alamaz. Ruhani lezzetten dahi habersiz olmak, ancak, nefsani yola hastır. Bilindiği gibi onlar, önce nefsi terbiye ettikleri için, nefis mutmainne sıfatına bürünüp salike kalp itminanı gelmedikçe; onlara müşahede sırları, ruhani safa, zikir tadı zuhur etmez. Ruhani yolda olan salike gelince.. ister levvamede, ister mülhimede olsun; anlatılan biçimde tecelli ihsan olunur. Bunlar, levvame sıfatında olan erakkilerinde, mülhime sıfatında bulunan tenezzüllerinde murakabeye oturdukları zaman, Cenab-ı Hak, ilahi nuru ile tecelli eyler. O tecellide, Cenab-ı Hakkın ilahi ihsanı yetişir, salikin nefsi, mutmainne sıfatı ile muttasıf olunca, kendisinden levvame ve mülhime halleri kalkar; kalp itminanı hali zuhur eder. İşte o zaman, kendisi ve cümle varlıklar, silinip gider; sadece, Cenab-ı Hakkın ilahi nuru müşahede edilir. 0 nurdan da, ilahi sıfat müşahede edilir. Bazılarına, bu tecellide hitap dahi zuhur eder.
    Sonra o hal gider; ayıklığa kavuşur; önce kendi nefsi hangi sıfatta idiyse, yine o sıfata döner. Mutmainne hali, kendi makamı olmadığı için, ayık hale geldiği zaman, mutmainne hali gider, yine kendi sıfatının hali ile hallenir.
    MULHİME NEFİS.
    3. KISIM : MÜlhime nefis, mülhime nefis makamında bulunan kimselerin, tövbelerinde sebatlı olduklarını; iç eğriliğinden halâs olamadığının illetini ve tecellilerini, müşahedelerini, terakkilerinin de mutmainne sıfatı olduğunu açıklar.
    Değerli kardeşim, su da bilinmelidir ki.
    Mülhime sıfatında olan salikin hali, levvamede olan salikin hali gibi değildir. Nefsini ayıplayarak tövbeye gelip istiğfar ettiği günahın fırsatı eline geçtikte, kendisini tutamayıp işlemesi vuku bulmaz. Zira, nefis, bir derece daha sultani ruhun hali ile hallenmiştir. Sultani ruh, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile, mürşidin teveccühü ile hayvanî ruha üstün gelir. Onun her tedbirini geri çevirerek, kendi hali ile bir derece daha hallendirmiştir. Bunun için salik, tövbe işinde sebatlı olur. İç eğriliğinden ve tereddütten kurtulur, ama kalbi mutmain olmaz. Bundan ötürü, çoğunlukla, manevi bir tıkanıklık olan inkıbaz içindedir. Bunun illeti de, teslimiyette sebatının bulunmayışıdır.
    Bu mülhime sıfatında bulunan salikin hal tenezzülü (inişi), levvamede bulunan salikin hal tenezzülü gibidir. Tecellisi dahi, levvamede açıklanan şekilde nur tecellisi ve sıfatların müşahedesidir.
    Halin terakkisine (yükselişine) gelince.. mutmainnedir. O hal zuhur ettiği zaman, salike kalp itminanı hâsıl olur. Teslimiyeti kuvvet bulunca da, hal tereddüdü kendisinden gider. O zaman da, murakabesinde; sıfatların tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bir şekil olmadan, konuşma hali zuhur eder. Bundan da, ruhani bir safa gelir; iç tıkanıklığından kurtulur.
    Murakabe halinden sonra, ayık hale geldik te; her ne kadar kendisinden müşahede hali alınsa da, yine iç açıklığı ile, teslimiyette sebat üzere olur. Ama, mutmainne hali kendi makamı olmayıp sultani ruhun ağır basması ile zuhur ettiği sebepten, yine bir taraftan hayvani ruh geldik te mutmainne sıfatından mülhime sıfatına döner.
    Mutmainne hali, kendisine sıfat oluncaya kadar, bu salikin tenezzülü mülhime, terakkisi de mutmainne olur.
    MUTMAİNNE NEFİS.
    4. KISIM: Mutmainne makamını, mutmainne makamında olanların şeriat emirlerinden sorumlu olduklarını, bütünüyle tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulduklarının sebep ve hikmetini açıklar.
    Değerli kardeşim, bilinmiş ola ki..
    Mutmainne sıfatında bulunan zatlar, halleri itibarı ile tereddütten, iç eğriliğinden kurtulmuş, tam manası ile teslim olmuşlardır. Kalp itminanı, kendilerine mülk olmuştur. İçten ve dıştan müşahede edip dinledikleri şeyleri tereddütsüz kabul ederler. Bu kabul ettiklerinde de sabittirler. İnandıklarına öyle inanırlar ki; cümle âlem bir olup:
    - O iş öyle değildir.
    Deseler, bunların dediklerine asla bakmazlar. Kesin olarak, kendilerine bir şüphe gelmez, itikat ettikleri şeyde dururlar.
    Bunun sebep ve hikmetine gelince.. şöyle açıklayabiliriz : Sultani ruhun mücahedesi, mürşidin teveccühü ile; hayvani ruh, sultani ruhun sıfatı ile bir derece daha sıfatlanır, o sıfatı da kendisine hal edinir.
    Anlatılan sebepten ötürü, hayvanî ruh, önceki huylarından geçer:
    Sultani ruhun güzel huyları ile güzel huy sahibi olur.
    Bu zatların hal tenezzülleri, yine mutmainne olur. Bu halde iken, müşahedeleri, mülhime sıfatın terakki hali gibidir.
    Bunlar, her ne vakit murakabeye otursalar, kendilerine tecelli ihsan olunur.
    Bu makamın tecellisine şu isim verilir:
    - Sıfatların tecellisi, zat müşahedesi.
    Bu tecellinin, yok olma sayılan, fena haline ise:
    - Sıfatlarda yok olma.
    İsmi verilir. Var olma saylan bekasına ise, şu isim verilir:
    - Allah'ın sıfatlarında beka, Allah'ın zatını müşahede..
    Bu makamın dalgınlığı saylan, istiğrak haline ise, şu isim verilir:
    - Allah'ın sıfatlarına dalmak, Allah'ın zatını müşahede..
    Bu durumlar ehli olan kimselerce bilinen şeylerdir.
    Bu mutmainne sıfatına bürünen zatlar, her ne vakit murakabeye otursalar, anlatıldığı gibi, tecelli hasıl olur; bir durum çizilmeden, konuşma yapılır.
    Bu zatlara:
    - Velî..
    İsmi verilir. Dolayısı ile, cümle ehlüllah, mutmainne makamına adım attıkları zaman, hakikatte buluğa ermiş olurlar.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 3.Kısım
    Bu durum, daha önce, I. fasılda dahi anlatıldı. Orada da anlatıldığına göre; bu yola ilk giren bir salik, sülûkünü tamam edinceye kadar tarikatta masum sayılır, kusuru affolunur; ettiğinden sorumlu tutulmaz. Taa Fatiha'sı okunup sülûkünü tamam edinceye kadar şeriat yönünden zuhur eden kusurları sorulur; ama tarikat cihetinden zuhur eden kusurlarından dolayı sorumlu olmaz. Şeriatta buluğa ermiştir; ama tarikatta masum çocuk sayılır. Sülûkünü tamam edip Fatiha'sı okununcaya kadar tarikattan yana kusuru, affolunur, sorumlu tutulmaz. Bundan sonra salik, ehlülllahın adım attığı yere adım attığı zaman, tarikatta dahi, buluğa ermiştir; ama hakikatte masumdur. Taa, mutmainne sifatına ayak basıncaya kadar.. Bu durumda, şeriattan, tarikattan yana kusurları için sorumludur. Oralardaki kusurları ve isyanları, sevapları ve günahları yazan melekler tarafından yazılır; kıyamet günü de onlardan yana sorguya çekilir. Ama, hakikatten yana kusuru silinir, yazılmaz.
    Her ne kadar sülûkünü tamam edip nur tecellisine zuhur yeri olmuş ise de; levvamede veya mülhimede olduğu için, mutmainne sıfatı kendisine hal olup kalp itminanı kendisine ihsan olunup kalbi safiyet bulmadıkça, o salik, hakikatte çocuk mertebesinde sayılır. Bu manayı anlatmak için, şöyle demişlerdir:
    - Salikin sonu, ehlüllahın başlangıç noktasıdır.
    Anlatılan surette, bir salik sülûkünü tamamladıktan sonra, uygun olduğu şekilde, murakabe yok olmasına kavuşup kendisine nur tecellisi ihsan olunmazsa, o salikin haline:
    - Sülûk tekmili.
    İsmi verilir; açıkçası: Ehlülahtan olmaz. Ehlüllahtan olanlar dahi, mutmainne nefis makamına ayak basıp da o sıfat kendilerine mülk olmayınca, onların hiç birine:
    - Velî..
    İsmi verilmez. Zira, velâyette adım atılacak yer, mutmainne sıfatı olup:
    - Allah'ın rıza derecesi...
    Demektir. Bundan ötürü, ehlüllahın cümlesi, mutmainneye ayak bastıkları zaman, hakikatte ergenlik çağına gelmiş olurlar. Kendilerinden noksanlık halleri kalkar; kâmilliğin başlangıcı halleri zuhur etmeye başlar.
    Anlatılan hale gelen bir zatın düşmesinden artık korkulmaz. Zira, günbegün, onun kemali artar. Hayvanî ruh dahi, sultani ruha üç derece daha yaklaşır. Sultani ruhun sıfatlarına bürünüp kendisine teslim olmuştur.
    Artık, her halde, sultanî ruh, üstün gelmektedir. Hayvani ruhu, kendisine bağlamıştır. Cümle emrini de ona yaptırır, Bunun için, bu hale eren bir kimsenin düşmesinden korkulmaz; gün gün yüksek dereceler alma yolundadır.
    Bir salik, mutmainne sıfatına bürünmedikçe; hali ne kadar ileride olursa olsun, yine de hakikatta çocuk mertebesindedir. Defalarca anlatıldı ki: Böyle birinde kalp itminanı yoktur; tereddütten ve iç eğriliğinden, sair kötü huylardan kurtulamamıştır. Bunun için, çocuk hükmünde olup hakikatten yana kusuru sorulmaz; taa, mutmainne sıfatına bürününceye kadar.. Anlatıldığı şekilde, kendisine o güzel haller ihsan olunduğu zaman, hakikatte dahi buluğa ermiş olur. Bundan sonra, kendisinden şeriat, tarikat, hakikatten yana bir kusur zuhur edecek olursa o saatte, amel defterine yazılır. Enbiya suresinin 23. ayetinde buyurulan;
    ''O, yaptığından sorumlu olamaz; ama onlar, ettiklerinden sorumlu olacaktır.''
    Mana uyarınca, yaptıklarından bir bir sorguya ekilirler. Ancak, bunların sorguya çekilmeleri, bir başka olur. Şöyle ki:
    Cenab-ı Kibriya, bu kullarını mahşer halkının gözlerinden gizler. Gizli bir yere çekip orada, bir şekil olmadan, bir durum çizilmeden onların işledikleri kusurlarını bir bir sayar. Sonra da her birine şöyle buyurur:
    - Ey kulum, dünyada iken, benim o kadar ilâhi ihsanım oldu ki onlar sayıya hesaba gelmezler. Bu kadar ihsanım olmuşken, bu kusurları neden işledin?. Bilmiyorduysan, bilene sorman gerekmez miydi?
    Bu hitap üzerine, cümlesi secdeye kapanırlar; derler ki:
    - Evet ya Rabbi, bu kusurları biz isledik. Bir kimseden sorup işin hakikatini da öğrenmedik. İsyan bizimdir. Ya Rabbi, artık sen bilirsin. Şanına yakışanı yap.
    Bunun üzerine, şu ilahi hitap zuhur eder, Yüce Hak, kereminden şöyle buyurur:
    - Ey kullarım, sizi affettim. Gidin, makamlarınızda zevk edin, safaya dalın. Bundan sonra, sizin için korku ve hüzün yoktur. Varın, arş-ı alâmda makamlarınıza oturun. Bundan başka, daha nice nice iltifatlar zuhur eder.
    Yunus suresinin, 62. ayetinde buyurulan:
    ''Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.''
    Müjdeyi alırlar.
    Ancak, bu ilahi iltifat zuhur edinceye kadar, o öyle mahcup olurlar ki; anlatılması mümkün değildir.
    - Ehlüllah masum değildir.
    Demeleri de bu manaya dayanır. Mutmainne sıfatına bürünen zatların, suyu üfleyerek içmeleri gerekir. Bu temsili anlatma, ziyade içtinaptan ve inkıyattan kinayedir.
    Al-i İmran suresinin 54. ayetinde buyurulan;
    ''Allah, mekredenlerin hayırlısıdır.^^
    Mana doğrultusunda, Cenab-ı Hakkın ilâhi mekrini, akıllar ve fikirler idrak edemez. Her makamda, kuluna, ilâhi bir imtihanı vardır; hikmetinden sual olunmaz. Daima kullukta olmak gerekir. İlâhi emirler ne ise, onu yerine getirmelidir.
    Mutmainne sıfatında olan zatlar, hakikatte ergenlik çağına gelmişlerdir; bu yüzden kendilerine velâyet ihsan olunur.
    Bunların iniş halleri, daha önce anlatıldı. Yükselişleri saylan terakkilerine gelince.. razıye sıfatında olur.
    Bazı kere mürşidin himmeti ile kendisinin de çalışıp gayret etmesi ile Cenab-ı Hakkın ilâhi ihsanına zuhur yeri olur. Hayvani ruh, sultani ruha bir derece daha yaklaşır, teslimiyeti kuvvet bulur. Bu halde iken, Hak yolcusu salike; Cenab-ı Hak'tan gelen gam, sürur, mücahede, safa, Cenab-ı Hak'tan gelen benzeri her ne şey varsa.. cümlesine razı olur. Ama bu rızası, zoraki bir rıza değildir. Kendisine zehir yedirseler, şekerli helva gibi yer, kesin olarak, kendisine bir isteksizlik gelmez, geleceğini de düşünmez. Geçim için kesin olarak elem çekmez; Cenab-ı Hakka tam manası ile teslim olur. Daima, Allah'ın rızasını gözetir. O anda, kendisine:
    - Allah rızası için canını ver..
    Deseler, o anda, boynunu uzatır durur. Dünya ve içindekilerden; ahiret ve içindekilerden zerre kadar maddi bir gayesi yoktur:
    - Allah'ım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
    Sözünde, doğrudur.
    Kendisine, ihsan olunan tecelli, yine sıfatların tecellisi, zattın müşahedesidir. Ama, tenezzül halindeki tecelli ile, bu tecelli arasında çok fark vardır. Her ne kadar ikisi de, sıfatların tecellisi olsa dahi, yine fark çoktur. Ehli olanlar, bu manayı anlarlar.
    Bu makamda, baz zatların hakikatleri üstün gelirse.. kendilerine zat tecellisi zuhur eder.
    Bu makamda bulunan zatların daimi olan halleri, nur tecellisi ve sıfatların müşahedesidir.
    Bu makamda bulunan bir kimse, gezip yürüdüğü yerlerde, oturup sohbet ettiği halde, isterse, nur tecellisi olur ve sıfatların müşahedesi zuhur eder. Her ne vakit Murad edip murakabeye oturmuş olsa, anlatılan şekilde zat tecellisi, sıfatlarnn müşahedesi zuhur eder. Her ne vakit, Hazret-i Fahr-i Alem Resulüllah efendimize ve diğer nebilere ve resullere, evliyaya ve kutuplara teveccüh eylese; hangisine teveccüh etmiş ise, ruhani yoldan onunla görüşür, konuşur. Hangi ülkeye teveccüh eylese, o ülkeyi olduğu gibi görür. O yerde olanlara, ruhaniyette görüşüp sohbet eder: hallerine de vâkıf olur.
    Melekût keşfi, ceberut keşfi, bunların benzeri keşifler ihsan olunduğundan başka, ruhani miraç dahi ihsan olunur.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  2 дня назад +1

    5- EMMARE, LEVVAME, MÜLHİME, MUTMAİNNE, RAZİYE SAFİYE NEFİS, İNSAN-I KAMİL. RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI - Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendî 1.Kısım
    NEFSİN MAKAMLARI.
    II. FASIL: Emmare nefis makamından, safiye nefis makamına kadar; nefis ile sultani ruhun asılları, mertebe cihetleri, tecellileri yedi kısım olarak açıklanacak.
    EMMARE NEFİS.
    1. KISIM : Emmare nefsi açıklar.
    Kıymetlim, bilinmiş olsun ki..
    Nefsin mertebeleri arasında ilk başı emmare çeker. Emmare nefse sahip olanlar hayvan gibidirler; belki de daha zorludurlar. Zira, o kimsenin sultani ruhu, emmare nefsin esiridir. Bu halde kaldıkları için de, pek çoğu, son nefesini imansız verir; sonsuzlara kadar cehennemde kalırlar. Bazları da, son nefesini imanla verir; ama ettiklerinden ötürü, cezaya ve azaba lâyık ve müstahak olurlar.
    HAYVANİ RUH - SULTANÎ RUH.
    İşbu emmare nefis; cümle kâfir, münafık, fasık olanların nefisleridir ki, ona
    - Hayvanî ruh..
    Adı verilir.
    Anlatılan kimselerin hayvani ruhları; sultani ruhlarını, bütün bütün esir etmiştir. Onun için çokları, son nefeslerini imansız verir. Böyle bir şeyden Yüce Allah'a sığınırız.
    Üstte anlatılandan bilinmiş oldu ki: Ademoğlunda iki ruh vardır.
    Onların birine
    - Hayvanî ruh..
    CELÂL - CEMAL
    Tabir edilir ki; bu Cenab-ı Hakkın celâl sıfatının tecellisidir. Diğerine de:
    - Sultani ruh.
    Adı verilir ki; bu da, Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının tecellisidir..
    Beden ülkesinde, bu iki padişahın birer veziri, birer de şeyh'ül-islâmları vardır. Bu vücut ülkesinde, yönetimlerini onlarla yaparlar.
    AKL-I MAAŞ -- AKL-I MAAD.
    Hayvanî ruhun veziri, dünya isine bakan aklı maaştır. Herhangi bir durumda baş vuracağı yer ise.. şeytandır. Danışma meclisini bunlarla kurar ve işini bunlara danışır.
    Sultani ruhun veziri ise, ahiret isini düşünen aklı maaddır. Şeyh'ül-islâmı ise, melektir. Danışma meclisini bunlarla kurar ve yapacağı işi bunlara danışır.
    Hayvanî ruhun zevki yiyip içmek, giyinip kuşanmaktır. Zahirde insana her ne kadar lezzet verecek şey varsa.. onların cümlesinden safa ve kuvvet bulur; sultani ruhu alt eder.
    Sultanî ruhun zevki ise; zikir, tefekkür, ibadet, ilahi emirlere itaat edip onları yerine getirmek, ilahi yasaklardan da kaçmaktır. Batında insana ve ruha lezzet veren ruhani safaya dayanır ve ilahi emirlere boyun eğer; bu şekilde hayvani ruha üstün gelir. Sözün özü odur ki: Sultani ruhun, hayvanî ruha üstün gelmesi, ilahi emirleri yürütmekle olur.
    İşte üstte anlatldığ1 gibi, hayvani ruh ve sultani ruh; bu vücut ülkesinde hükûmet tahtına kurulurlar. Birinin sıfatı, diğerine ters düşer. Biri, diğerine, bütün bütün zıttır. Bunun için de, daima muharebe ve mücadele ederler.
    Hayvanî ruhun aslı, kendi emmare sıfatıdır. Buna:
    - Nefis..
    İsmi verilir. İşbu sıfat, Cenab-ı Hakkin celâl sıfatının zuhur yeridir. Daima, Cenab-ı Hakkın rızasına ters düsen şeylerden lezzet alır ve kuvvet bulur.
    Sultani ruhun aslı, safiye sıfatıdır. Buna:
    - İnsan sıfatı.
    Adı verilir. Bu sıfat da Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının zuhur yeridir. Daima Cenab-ı Hakkın rızası yolundadır; bir adım bile bu yoldan ayrılmak istemez.
    Anlatılan sebepten dolayı da, vücut ülkesinde birbirleri ile muharebe ederler.
    İnsan vücudunda, sultani ruh, hayvanî ruhu alt edemez; hayvani ruhta kendi haline bırakılır ise.. emmare sıfatında kalır. Giderekten de, sultani ruhu alt eder. Bu sıfatın sahibi de hayvan gibi olur. Belki de daha alçak olur; dünyasını ve ahiretini yitirir.
    Sultani ruh, hayvani ruhu kendi haline bırakmaz; her an onunla mücahede ve muharebe ederse. o vakit, hayvani ruhu, ister istemez kendisine bağlar. Her emrine itaatkâr ettiği zaman da, ilahi emirleri yerine getirir.
    Üstte anlatılan kimselerin felâh bulacağı umulsa da, yine düşmelerinden korkulur; zira nefsin hileleri çoktur.
    Bu surette ilk anlatılan emmare nefis sahipleridir. Bunlar, tamamen dünya ehli kimselerdir. Zulmani masiyetle kalpleri kararmıştır. Bunlara öğüt kâr etmez; pek çoğu da son nefesinde imansız gider.
    İkinci surette anlatılanlar ise.. emmare sıfatlI kimselerdir. Bunlar, ahiret ehli kimseler olup pek çoğu son nefeslerini imanla verirler. Ama, emmarede bulunup yasak işlerin bazılarından kaçınmadıkları için, cezayı ve azabı hak ederler.
    Tarikat ehlinden emmare nefis makamında olan süluk ehli; kesin olarak zikirden ve tefekkürden lezzet bulamaz. Her an ve her nefeste, iç sıkıntısından, manevi tıkanıklıktan kurtulamaz. Çoğunlukla isleri yasaklardan olur. Kürsü dibinde ağlar; köçek önünde oynar. Kendisinden çıkan masiyet, kendisine iyi görünür; bunun için de ne tövbeye gelir, ne istiğfar eder. Eğer bir kimse, kendisine:
    - Sende kötü filler var; tövbeye gel ve istiğfar et..
    Diyecek olsa, ona buğuz eder ve düşman olur:
    - Bende öyle fiiller yoktur..
    Deyip o diyene düşman olur. Zikrinde ve fikrinde asla sebat yoktur. Bazen devamlı Çalışır; bazen de kendisini bütün bütün nefsani arzulara kaptırır gider.
    Bazı kere ehlüllahın himmeti ile, kendisine pişmanlık gelir; ettiği işlere tövbe eder, bağışlanmasını diler. Kendisini de cümle eşyadan alçak görüp:
    - El-aman.
    Diye çağırır..
    Emmare nefis makamında bulunan bir salik, kâmil mürşit elinde olursa.. onun kutsi kuvvetinin uğuru ile, kısa zamanda, levvame nefis makamına geçer. Eğer mürşidi noksan olursa,
    uçuruma yuvarlanmasından da korkulur.
    Hasılı: Emmare nefis makamında bulunan bir salike, hiç bir şekilde vuslat nasip olmaz; hatta imansız gitmesinden bile korkulur.
    Levvame nefis makamında bulunan salikin haline gelince. emmare nefis makamında olan kimsenin hali gibi; çoğunlukla, bundan da masiyet zuhur eder. Ama, hemen aklı başına gelir; tövbe eder, istiğfar eder, nefsini de ayıplar. Sonunda yine dayanamaz, masiyet işler. Eğer böyle olan salikin mürşidi kâmil olur, yolu dahi ruhani yol ise.. o mürşidin kutsi kuvveti ile, bu salike, levvame nefis makamında iken vuslat ihsan olunur. Bu ihsan da, ruhani yola mahsustur.
    Az yukarıda şöyle anlatıldı:
    - Emmare nefis..
    Tabir edilen hayvani ruh, Cenab-ı Hakkın celâl sıfatının tecellisidir; kendisinden çıkan her bir hal, cemal sıfatına ters düşer.
    Sultani ruh ise.. Cenab-ı Hakkın cemal sıfatının tecellisi olduğu sebepten dolayı, hayvani ruhtan razı değildir.
    Sebebine gelince, hayvani ruhun kendi sıfatı, hayvan sıfatıdır. Bunun için de:
    - Emmare nefis..
    Tabir edilir.
    Sultani ruhun asıl kendi sıfatı ise insan sıfatıdır. Bunun için de ona:
    - Safiye nefis.
    Tabir edilir.
    Anlatılanlara göre; bir kimse, hayvani ruha tabi olur ve dünya işine yarayan akl-ı maaşın görüşünde hareket ederse.. o kimse, hayvan sıfatına bürünür. Hatta hayvandan alçak olur. Çünkü, hayvana, ne sultani ruh verilmiştir; ne de insan sıfatı ihsan olunmuştur. Eğer sultanî ruha tabi olup ahiret işine yarayan akl-ı maadın görüşünde hareket ederse.. bu kimse, insani sıfata bürünür. Hatta meleklerden daha şerefli olur. Bunun sebebi ise, kendisinde hayvani ruh varken, ona uymayıp sultani ruha tabi olmasıdır.
    Buraya kadar anlatılanlardan bilinen odur ki:
    Her bir insanda, hayvani ruhla, sultani ruh iki padişah gibidir. Vücut ülkesinde, hükûmet tahtında otururlar. Hemen her bir hükümde, birbirlerine de ters düşerler.
    Eğer sultani ruh, hayvani ruhun her bir emrine aykırı hareket ederek, her an onunla mücahede ve muharebe ederse.. hayvani ruh, derece derece, kendi yaratılışı olan emmare sıfatından geçer; levvame sıfatına bürünür.
    Hayvani ruhla, sultani ruhun yaratılışı arasında yedi derece vardır. Sultani ruh, cümle kemal sıfatları ile sıfatlanmıştır; hayvani ruh ise cümle kötü sıfatlarla, düşük huylarla ortaya çıkmıştır. Hayvani ruhun cümle kötü huylardan kurtulmasına, sultani ruhun halleri ile hallenmesine sıfatları ile de sıfatlanmasına ve hayvanî ruhun, tıpatıp sultani ruhun aynı olmasına yedi derece vardır. Her bir derecede, hayvani ruh, bir miktar kendi huylarından ve sıfatlarından geçer; sultani ruhun ahlakını alır ve sıfatına bürünür. O sıfatların her birinin bir adı vardır: meselâ: Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye, marzıye, safiye.. Bunlardan biri hayvani ruhun asıl sifatı olur ki: Emmaredir; bu da anlatıldı. Onların biri de, sultani ruhun asıl sıfatı olur ki: Safiyedir. Bu sıfatı, sözle açıklayıp bildirmek olmaz. Cenab-ı Kibriya, hangi kuluna ihsan buyurursa o değerli zat onu bilir.
    Evet, böyle deyip dil tutuldu..