NEHİR SÖYLEŞİLER Hafız Kemalettin Altıntaş Hocaefendi
HTML-код
- Опубликовано: 26 дек 2024
- #kurân #kuranıkerim #kuranöğreniyorum
Kardeşlerim , Kur'an-ı Kerim Hatim videolarını tek sayfalar halinde 2014 yılında youtube kanalıma yükledim. ALLAH Celle celaluhu. Hz. MUHAMMED (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'den , Okuyan İshak DANIŞ Hocaefendiden ve Ümmet-i MUHAMMED’den razı olsun. Kardeşim bizi de duanda unutma... Vel Asr Elmalılı Meali (Orjinal) Meali www.kuranvemea... Yusuf Ali (English) Meali www.kuranvemea... 古兰经 翻译:马坚 www.99csw.com/... Sık sorulduğu için cevaben: Videoda çıkan reklamlar telif sahibi tarafından konulmuştur ve bizim kontrolümüzde olmadığı için kaldırılamamaktadır. Kanala Abone Olmak İçin Tıklayın: / @velasr_otyam SAYFALARI BİLGİSAYARINIZA İNDİRMEK İÇİN EKTEKİ LİNKE YIKLAYINIZ "archive.org/de..." TEFSİRİ İÇİN EKTEKİ LİNKE TIKLAYINIZ Kardeşler Selamün Aleyküm. Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tebliğ ettiği dîn-i mübîni, günümüz mülahazaları ile bozulmamış kaynaklardan aktarmaya gayret ediyoruz. kuran.diyanet.... GENÇLER SORDU ? DİYANET CEVAPLADI ►bit.ly/3Jdeff5 RESULULLAH’ın (SAV )HUTBELERİ ► bit.ly/3n19gDL M. ESAD ERBİLİ HZ. MEKTUPLARI ► bit.ly/3cPoSWf MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU MUSAHABE ► bit.ly/36n3ZjZ HAYATIN BÜTÜN EVRELERİ ► bit.ly/3l53KOR EN ÇOK MERAK EDİLEN SORU CEVAPLAR ► bit.ly/2HBAYXq ABDÜLKADİR GEYLANİ HZ. SOHBETLERİ ► bit.ly/33hoYD3 EVLİYA HAYATLARI ► bit.ly/2GcfiRh BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ ► bit.ly/36fhjXL PEYGAMBERLERİMİZİN HAYATI VE MUCİZELERİ ► bit.ly/3AUG7kX ALİ ULVİ KURUCU HATIRALARI ► bit.ly/3L64yAw HAFIZ MEHMET ÇEVİK HATİM 30 CÜZ ► bit.ly/3rjj00c PEYGAMBERİMİZİN HAYATI ► bit.ly/32PWfaS AYET AYET KUR'AN Arapça ve Türkçe Anlamı ► bit.ly/3ohrkfb “Bizim Sükûtumuzdan Anlamayan Sohbetimizden Hiç Anlamaz”
dergi.altinoluk...
Beşiktaş Sinan Paşa Camii emekli İmam-Hatibi Kemalettin Altıntaş hocaefendi ile hac üzerine…
www.sefkatdergi...
Emine`nin Kocası Neden Ağlıyor?
gencdergisi.com...
Allah hocamızdan ebeden razı olsun. Hocamızın Trabzon 'lu olduğunu vurgulayan arkadaşlar da çok sağolsunlar ! Hocamızın doğduğu yeri belirterek ne kadar büyük hayır işlediler. Allah muhafaza hocamız Burdur 'lu, Edirne 'li, Van'lı da olabilirdi. Ne mutlu ki Trabzon 'lu, yaşasın Trabzon, en büyük Trabzon !!!
Ahhh mübarek efendim ah ne büyük bir lutuftu sizin sohbetinizde bizzat bulundum öyle mübarek biri ki anlatamamm
Bizi takip ettiğin için çok teşekkür ediyoruz. Kanalımıza Abone olup , diğer insanları da haberdar ederek kanalımıza destek olur musunuz .
Çünkü hadîs-i şerifte buyurulur:
اَلدَّالُّ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِه۪
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizî, İlim, 14)
Keşke bizlerde böyle mübarek insanlarla karşılaşsak.
Kaç gündür bu amcayi izliyorum.Maşallah tanımayı çok isterdim...
Allah razı olsun omrune bereket versın insaallah
Allah hayırlı uzun ömür versin dedeme . Allah razı olsun ondan
Allah razı olsun
Allah kendisinden razi olsun şeker gibi bir insan kirmadan kirilmadan omur gecirmis bir büyük zat
+Yunus Aydogdu
Allahu Teala Kendisinden Razı olsun.
Hayırlı uzun ömür nasib eylesin.
Amin.
ALLAH razı olsun hocamızdan bizimde tanımamıza vesile olanlardanda mevlam razı olsun çok içten anlatıyo insanı etkiliyor ALLAH'IM razı olsun inşaALLAH
Annesine Allah rahmet eylesin. ALLAH Annesiyle Dedemi cennete buluştursun
Ne guzel insanlar
Yaw insanın sesinden bile mübarek bir insan olduğu belli.gozu yaşlı garib bir aşık..ben tanımadım ama gönlüme gelen bu.taniyan kardeşlerim daha iyi bilir tabi...Allahim bole insanlari ülkemizden vatan topraklarından eksik eylemesin.bende bir trabzonluyum....
İnsan dinleyince Allah bunun gibi büyüklerimizin. ömrünü uzun etsin inşallah bu günümüzün şükrünü nasıl öderiz eskiden islamı yaşamak icin ne zorluklar. Yaşamışlar
hocamızda trabzonludur, kendisinin sohbetlerinde bulundum, bu pazarda sohbeti olacak inşallah buluşacağız.
@@h.ibrahimyldz6063 sadece pazar günü mü sohbet yapıyor hangi vakitte yapıyor ?
Muhabbet - Aşk - Haşyet
− Aşkla muhabbet arasındaki mânâ farkı nedir?
− Aşk, muhabbetin şiddetlisidir.
− Aşkın daha şiddetlisi ne demektir?
− Aşkın daha şiddetlisinde bir şey kalmaz ortada! Aşk, zaten bir ateştir, olduğu yeri yakar yıkar, gerisi de kalmaz.
− Haşyet diyemez miyiz o zaman?
− Hayır! Aşk ayrı şey, haşyet ayrı bir şeydir. Hiç alâkası yok birbirleriyle! Ayrı kavramlardır, Aşk ve Haşyet! İkisi de ayrı ayrı şeylerdir...
Aşk, aşık olanı, kendi varlığını yok etmeye sevk eder! Yani, öylesine seversin ki karşındakini, onun için, her şeyinden geçersin. Sevdiğinde yok olursun!..
Beğeni ayrıdır, sevgi ayrıdır!
Bir şey beğenirsin, beğendiğin şeye sahip olmak istersin!
Seversen, sevdiğinin istek ve arzularında yok olmak mecburiyetindesin!
Sevgi, aktığı kadarıyla kişide benliği yok eder.
Ne kadar çok seviyorsan, sevgin kadar karşındakine teslim olursun; bunun sonucunda da ondan razı olmak mecburiyetindesin.
Bu sevgi, aşk noktasına ulaştığı anda artık onun yanında senin istek ve arzuların sıfır noktasına düşer. Sadece, onun yanında olayım, yeter dersin, ne hâl ve şart içinde olursam olayım. Hani, diyor ya;
“Dün gece yâr hanesinde yastığım bir taş idi.
Altım çamur, üstüm yağmur, gene gönlüm hoş idi.”
İşte, o yâr hanesinde altı çamur, üstü yağmur, başının altında sadece taş var iken mutlu olmak, aşkın sonucudur. Bu, mutlak teslimiyete götürür.
Haşyet ise, bundan çok farklıdır.
Haşyet, Allâh ismi ile işaret edilen varlığın sonsuz azamet ve kibriyâsı önünde bir hiç olduğunu hissetme hâlidir.
İşte bu, hiç olduğunu hissetme hâlinin adı, “Haşyet!” Yaşamı da, “secde”dir.
Hakiki secde, tahkikî secde budur.
Taklidî secde ise, işte benim yere yatıp alnımı toprağa koymamdır.
Biz toprağa bile koymayız. Öyle büyüğüz ki (temizlik zırvasıyla), halının üstüne seccade atıyoruz.
Allâh Rasûlü, yağmurda çamurda, toprağa secde ediyormuş.
Biz, halının üstünde, halılar yetmiyor, bir de seccade arıyoruz. Yaptığımız hareketin ne anlama geldiğini hiç düşünmüyoruz.
“O öyle yapıyorsa ben de öyle yaparım...”
TAKLİT!!!
İşte insanı batıran, mahveden şey, “O, öyle yapıyorsa ben de öyle yapayım” düşüncesidir.
Niye öyle?
Allâh’a yakîn aramanın, Allâh’a yakîn elde etmenin yolu; “Niye, Neden, Niçin, Nasıl”dan geçer.
Soru sormayan beyin için Allâh’a giden yol kapalıdır! Soru sormayan beyine yakın olan mekân, ağıldır. Allâh’a ermek isteyen beyin sorgular; ağıla gitmek isteyen beyin boyun keser ve dinler.
− Maddeden bu kadar soyutlanma olayı, şartlanmalardan bu kadar kurtulabilme olayını başarmak kuvvetli bir muhabbet, aşk mı gerektiriyor..?
− Ya kuvvetli bir akıl veya kuvvetli bir aşk... Kuvvetli bir akıl, tefekküre götürür. Kuvvetli tefekkür haşyeti getirir. Ne diyor âyette?
“Allâh’tan ancak âlim olanlar haşyet duyar.”
“Haşyet duyabilen” derken şunu unutmayalım... Haşyet, duygu değildir! Haşyet, tefekkür sonucu oluşur. Tefekkürün sonucunda oluşan haşyetin hissettirdikleri vardır.
Aşk ise, duygudur. Onun içindir ki, haşyet sahipleri âşıklardan mertebe olarak üstündür.
Hz. Muhammed için, “yüksek muhabbet mertebesi” derler. Bu, yanlıştır.
Hz. Muhammed, haşyet mertebesinin yüceliği içindedir!
Aşkta, eriyiş ve yok oluş vardır...
Haşyette, Allâh’ın Azamet ve Kibriyâsı vardır.
Allâh’ın Azamet ve Kibriyâsını kaç kişi müşahede edebilecektir?
Âbidler, ârifler, âşıklar çoktur... Haşyet ehli çok azdır! Çünkü, o haşyetin oluşması için çok güçlü bir tefekkür lazım. Çok yüksek bir basîret ve de feraset lazım!
− O zaman, aşkta benlik var, diyebilir miyiz?
− Benlikle başlar, nihayeti benliğin kalkışıdır. Aşk, fenâfillâha götürür. Haşyet, Bakâbillâh’ın seyrinde olan bir olaydır, hakkıyla olması için!
− “Onlar Allâh’ı çok şiddetli severler” şeklindeki âyet, haşyete düşenler midir?
− Hayır! Onlar, Allâh’a ulaşmak isteyen âşıklardır! Öteki ile kıyasa gelmez. Allâh için hep bir şeyler yaparız. Allâh için bir şeyler yapma arzusu, şevkin, muhabbetin neticesidir, aşkın neticesidir. Bana göre, haşyet, aşkın üstündeki mertebedir.
“Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, rahat rahat yataklarınızda uyumaz, Allâh Allâh diyerek çırılçıplak dağlara fırlardınız.”
İfadesi Hz. Rasûlullâh’ın haşyetine işaret eder. Ve, kendisindeki o haşyeti dile getiriştir.
“İçinizde Allâh’ı en çok bilen benim. En çok korkan da benim!” demesi de, haşyete işarettir.
Buradaki korku, haşyettir. Korku, bildiğimiz Allâh’ın sopasından korkma değildir. Hadiste ona işaret ediyor.
Yeryüzünde, Hz. Muhammed’den daha iyi, daha yüksek vahdet ehli olabilir mi? Onun bahsettiği en yüce durum işte bu haşyettir.
Ama, hayalindeki “tanrı”na “Allâh” etiketini yapıştırıp ona, Allâh diyenler, haşyetin ne olduğunu bilmezler. Onlara göre en yüksek mertebe aşktır.
Muhabbet, temeli ile ikilik ve şirktir. Tâ ki, aşkın en son noktası ikiliği kaldırır. O noktaya kadar hep ikiliktir, muhabbet! Zaten, haşyeti duyan kişide ikilik kalmaz! Çünkü, “Hiçlik” noktasındadır. Haşyetin sonucu; O azamet ve kibriyâ önünde hiç olduğunu hissediştir.
− Haşyet, Mardiye’de mi hissedilir?
− Mutmainne’de onun ilk hâlleri hissedilir, yaşanır. Radiye’de kemâle erer. Mardiye’de tam haşyet yaşanır. Mardiye’de ve Sâfiye’de belli olur.
− Bu haşyet duyulmaya başlandığında çok büyük acılar da yaşanır mı?
− Sen o haşyeti her zaman duyamazsın zaten... O ancak, bir namazda iken ve kendini o konuda yoğunlaştırdığında hissettiğin bir olaydır. Haşyet duymana rağmen beden duruyor, varlığını sürdürüyor. Beden ortadan kalkmıyor ki! Beden ortadan kalkmadığı gibi, bedenin dünyası da yaşamını sürdürüyor.
− Bu yaşam sürerken, yapılan fiillerin yanlışlığının farkına vararak bu sistem içinde korkuların yaşanması olacak mı?
− Olacak tabii!
− Peki, bunlardan sıyrılmak zikirden, ibadetten, Hacc’dan..?
− Şimdi bakın! Zikir, arabanızın deposunu benzinle doldurmaktır. Ama, arabayı hedefine götürmek yol bilgisi ister. Yolu bilmiyorsan, hangi yoldan nereye gideceğini bilmiyorsan, arabaya ne kadar benzin doldurursan doldur. Hatta, arkasına benzin dolu tank bağla istersen!
Önemli olan ilimdir!
Zikir, ilmin gelişmesi için gereklidir. Zikir hedef değildir ama, onsuz bir yere varılmaz. İlerleyemezsin! Mümkün değil! Ne kadar yol bilirsen bil, arabanın deposunda benzin yoksa çakıldın kaldın bir yerde.
Ben, “DUA VE ZİKİR” isimli kitabımda yazdım. Zikir istemek için bana gelmenize gerek yok ki! Bu kitabımda ben, herkesin neler yapabileceğini yazıyorum. Benim, kitaplarımda tüm bunları yazmaktan amacım, insanlar beni aramak gereğini duymasınlar, beni aramak mecburiyetinde kalmasınlar.
Gerekli olan tüm bilgiler kitaplarda var. Dolayısıyla beni aramanıza gerek yok!
⚘⚘⚘❤❤❤
Ne tatlı ☺️☺️
Inşallah istanbula gidince kemalettin hocamı görmeyi duasını almayı çok istiyorum
Cennet
Kimi istiyor cenneti… Kimi istemiyor!..
İstemeyenler, cehennemi tercih ediyor. Zira, orada olacakmış bütün ülkelerin güzelleri, dansözler, şarkıcılar… vs…vs…
Bazıları da, cenneti bu türden tahayyül ettiklerinden; “Ne yapayım ben cenneti, bana seni gerek” demiş… De, o “seni” kelimesi ardındakini elbette ancak kendi bilir… Bilemiyoruz o kelimeyle neyi amaçladığını…
Peki nedir cennet yaşamı?..
Bostan, bahçe anlamında kullanılan “Cennet” kelimesiyle sembolize edilen ortam veya boyut nasıl bir şey?..
Kimler o ortama girecek?.. Nasıl girilecek?.. O ortam nerede?.. Orada nasıl yaşam var?.. Sorular pek çok!.. Cevap..?
İrdelersen, ya kâfir derler, ya münkir!.. İnsan olarak, düşünen beyin sahibi bir fert olarak, merak etme ve araştırma! Hakkın yok çünkü!
Sana yasaklamış bunları sorgulamayı, cevap verme cehli ve acziyeti içinde olanlar!
Ama bizde merak var ya!.. Serde araştırmacılık ruhu var ya!.. Geçmişte de bu konuyla ilgilenmiş pek çok ermiş var ya…
Ben de kurcaladım bu konuyu onlardan… Sonra, aldıklarımı, biraz da bu devrin ilmî gelişmeleriyle sentez yapıp yorumladım… Şimdi algıladıklarımı, içinde bulunduğum ortam elverdiğince, anlatmaya çalışacağım… Adımı dikkatli atmak gerek; tahtalar hayli koflaşmış zira!
Tekrar edeyim… Bunlar benim kişisel yorumlarımdır… Yorumlarımı diler değerlendirirsiniz; dilerseniz güvenilmez bulur; böyle de düşünen varmış deyip, bir yana koyar; fırsat bulunca da doğru bildiğinizi bize yazarsınız. Elbette bu konuda soracaklarımızı da kabullenmek kaydıyla!
Önce şu tasnifi yapalım…
Dünya yaşamının cennet kavramı var; kendi şartları içinde…
Kabir âleminin cenneti var; kendi şartları içinde…
Mutlak mânâda cennet var… Kendi şartları içinde…
Bazıları “Cennet” kavramını, bunlardan yalnızca biri için kullanınca, olayın anlaşılmasında çok güçlükler yaşanıyor…
“Dünya cenneti” denince, bundan kişinin tabiatına uygun gelen, zevklerini tatmin edebildiği bir ortam anlaşılıyor genelde… Yanı sıra, içinde bulunduğu manevî âlemdeki huzur da anlaşılabiliyor. Tabii, bu kısa süreli de olabiliyor; uzun süreli de…
“Kabir âlemi cenneti” ise, bir hayli farklı “Dünya cenneti”nden! Kişi, mezarda yaşanan maddesel algılamalı boyuttan, kabir âlemine geçtikten sonra… Eğer, âkıbeti cennet olacak ise, yaşamı “Kabir cenneti” denen bir biçimde gelişme gösteriyor.
Kişinin, kabir âlemine geçtiği andan itibaren kendisine ulaşan dalga boylarını Dünya’da edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir ruhî algılama sistemi vardır.
Kişi, kabir âlemine geçtiği andan itibaren, cehennem ve cennet boyutlarını algılamaya başlıyor, ruhanî algılama sistemiyle! Burada, beş duyu yok artık… Onun yerine, kendisine ulaşan dalga boylarını Dünya’da edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir ruhî algılama sistemi var… İsterseniz buna, “ruhun beyni” adını verelim, anlatımda kolaylık olsun diye…
Kabir âleminde yaşamakta olan kimse, bir yandan cehennem boyutunu seyrederken ve bundan büyük korku duyarken; diğer yandan da, cennet boyutunu seyretmekte; bunun özlemini çekmekte; bu arada kendi türünden ve boyutundan ruhanî varlıkları ve ruh boyutuna tenezzül etmiş melâikeyi de algılamaktadır.
Rüyada, nasıl belli duygular ve düşünceler belirli sembollere bürünerek kişi tarafından seyredilmekte ise…
Kabir âleminde de kişi, bir tür rüya gibi, Dünya’da edindiklerinin getirisini otomatik olarak seyretmekte ve yaşamaktadırlar. Bazen zevkle, bazen kabûslar şeklinde!
Artık Dünya ile iletişimi kesilmiştir… Yalnızca, Dünya’dakilerin kendisi hakkındaki yönlendirilen düşüncelerini ve dualarını, anladığı kadarıyla Kurânsal mesajlarını almaktadır… Fakat bütün bunlar onu uzun süreli meşgûl etmemektedir. Bu tıpkı, tek yönlü çalışan bir receiver (alıcı) gibi olmaktadır. Ruhun beyninde oluşan dalgalar, bizim beynimizin alma kapasitesinin çok üstünde olan yüksek frekanslı dalgalar olduğu için, onların alınması insanlar tarafından mümkün olmamaktadır. İnsan beyinleri bazı şartlarda, en fazla Cin boyutundakilerin dalgalarını değerlendirebilmektedirler.
Kabir âlemi yaşamında, uykuda yaşadığınız duyguları, çok daha fazlasıyla ve çok daha yoğunluklu olarak yaşayacaksınız.
Bu durum “Sistemin kıyameti” dediğimiz, Dünya’nın Güneş tarafından yutulması evresine kadar devam edecektir.
Güneş, Dünya’yı yutmaya başladığında; Dünya’nın manyetik alanı ortadan kalktığında, bütün insan ruhları, otomatik olarak kendilerini bizim anlayışımıza ve yapımıza göre “Cehennem” olarak tanımlanan Güneş’in, dalga boyutlu yapısı içinde bulacaklardır…
Bu evre, “insanların kabirlerinden çıkması” olarak tanımlanmıştır.
Dünya’da “ibadet” (hakikatleri olan Allâh’a ait özelliklerin kendilerinde açığa çıkması) adı verilen çalışmalara gereken önemi vermiş olanlar; bu çalışmalar sonucu edindikleri NÛR ile, enerji ile, kendilerini cehennemin ve içinde yaşamakta olan canlılarının ortamından kurtarıp, cennet boyutuna geçiş yapacaklardır. Sahip oldukları NÛR oranının getirdiği hız nispetinde...
Cehennemden kaçış; Ruh bedenlerin cehennem ortamında terk edilmesi ve NÛR bedenle yeni bir boyuta geçilmesi suretinde olacaktır!
Nasıl madde beden, Dünya’da bırakılıp, ruh bedenle kabir âlemi ve cehennem boyutuna geçildiyse; ruh beden de cehennem boyutunda terk edilerek, NÛR bedenle cennet boyutuna geçilecektir!
Esasen âlemdeki her yapıda, ruh ve nûr boyutları mevcuttur! Mesela Güneş’in dahi ruh ve nûr boyutu vardır. Gözümüzün algıladığı ise, Güneş’in madde-gaz boyutudur. Bu yüzden de Güneş içinde yaşamakta olan “ruh boyutu ve nûr boyutu canlıları”nı algılayamamaktayız!
Ruh gözü ile görenler o boyutu; Nûr boyutunu algılayabilenler ise, elbette ki, o boyuta dair algılamaları yapmaktadırlar.
Nûr boyutunda, ruh boyutunda olduğu gibi bir sâbit beden görüntüsü, şekil yoktur! Burası salt bilinç boyutu olup, bilinç tahayyül ettiğini canlı olarak anında yaşar! Rüyada algılanan maddemsi yaşam duygusuyla!
Cennetteki kişinin kudreti, kendindeki vehim kuvvesini kullanabildiği miktardadır… Bu esasen Dünya’da dahi böyledir!
Ruh boyutundaki beden görüntüsü, şekli genelde; kişinin Dünya’dan ayrıldığı andaki son görüntüsü üzerinedir.
Nûr yapılı birimler ise bir beden veya şekille bağımlı olmayıp, dilediği beden şekline bürünebilir…
Nûr boyutundaki cennette yaşayanların tümü, gerçekte nûr yapılı, şekilden berî bilinç varlıklardır; algılayanın veritabanına göre görüntü verirler.
Kabir âlemindeki sorgu meleklerinin, herkese değişik gelmesinin de nedeni budur.
Cennet boyutunda, o kişinin ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allâh isimlerinin özellikleri açığa çıkacak;o boyutta yaşayanlar; Allâh’ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla, diledikleri her şeyi istedikleri anda, istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir!
🍀🍀🌺
“İslâm Dini”, Çağ Dışı Değil; Çağ Ötesi Din’dir
- Kısmen yukarıda izaha çalıştığımız hususla bağlantılı bir yanlış görüş daha...
Dini, Allâh Rasûlü’nün koyduğu kurallar olarak değerlendirip, insanların huzur ve saadet içinde yaşamalarını temin gayesiyle getirilmiş bir nizam olduğunu düşünmek…
Dini sadece sosyal bir düzen şeklinde mütalaa etmek!!!
“Allâh vardır ama o evrensel bir güçtür. Kâinatı ve içindekileri yaratan sonsuz güçtür. Dünya üzerindeki hiçbir şey onu ilgilendirmez. İnsanların cennete veya cehenneme gitmesi ona göre hiçtir. Bir insanla konuşması diye bir şey de söz konusu değildir.
Nebi ve Rasûller, insanların huzur, saadet içinde yaşamaları için ortaya çıkmış dâhi insanlardır!.. İçinde bulundukları şartlara göre birtakım prensipler, kanunlar koymuşlardır. Bu konan kurallar da o devrin ilkel insanlarına göre gerekli şeylerdir!.. Günümüz insanının o kurallara göre yaşaması geriye dönüş, geri kafalılık olur!.. Çöl insanı toz toprak içinde yaşadığından temizlensin diye abdesti; âtıl durup hareketiyetini kaybetmesin, jimnastik olsun diye namazı; oburluğun getirdiği sağlıksızlığı gidersin diye de orucu getirmiştir!!! Kısacası Allâh vardır ama bir din yollamamıştır!.. Peygamber lakablı dâhi kişi, gününün şartlarına göre insanlara yararlı birtakım usuller getirmiştir ki, bunların 1400 sene sonra hiçbir geçerliliği kalmamıştır!.. Günümüz insanı modern medenî insan olarak artık kendi kurallarını kendi koyabilir!..”
Evet, işte bu türden daha birçok düşünce(!)ler...
Tefekkür gücünden, olayları geniş açıyla seyredebilmek basîretinden, bilimden, insanı tanımak marifetinden uzak kalmış beyinlerin, gördüğü ve işittiği kadar fikir yürütmesi dolayısıyla ortaya çıkan acı tablo!..
“ONLARIN BEYİNLERİ VARDIR; DÜŞÜNMEZLER”! tarifiyle anlatılan kişiler…
Sanırım hayatta en güç iş, böylesine ilkel kalmış beyinleri, böylesine çalışmamaktan paslanmış beyin hücrelerini, tefekküre sokmak, birtakım gerçekleri görüp idrak düzeyine gelmelerini sağlamaya çalışmaktır!..
Önce bunlara, evrenin, varlığın yapısını idrak ettireceksiniz.
Sonra, insanın yapısını, çalışma sistemini idrak ettireceksiniz. Sonra Dünya’nın yapısını, âkıbetini anlatıp idrak ettireceksiniz. Sonra Dünya’ya bağımlı kalan insanın sonunu izah edeceksiniz. Sonra, insanın ruhunun oluşumunu, özellikle, bedensiz kaldıktan sonra ne gibi şartlarla karşılaşacağını açıklayacaksınız. Bütün bunlardan sonra ruhun kendini kurtarabilmesi için ne gibi çalışmalar yapması gerektiğini anlatacaksınız.
Daha sonra Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın vahiy yoluyla edinip insanları uyardığı esasların hangi bilimsel gerçeklere ve gerekçelere dayandığını açıklayacaksınız. Ve nihayet Kur’ân-ı Kerîm’de bu gerçeklerin nasıl anlatıldığını misallerle basîretlerine sunacaksınız!..
Bütün bunları yapabilmek için de, evvela kendiniz böylesine yetişmiş olacaksınız!..
Deveye hendek atlatmak, diye bir tâbir vardır; herhâlde binbir deveye hendek atlatmak; düşünme kabiliyetini yitirip, şartlanmalar pasıyla sâbitleşmiş beyin dişlilerini harekete geçirmekten çok daha kolaydır!.. Ama gene de tevfik Allâh’tan deyip işe koyulmak gerek.
Evet, bu kitapta, detaylarda boğulmadan, ana hatları ile bütün bunları elimizden, geldiğince, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Her şey anlattığımız, açıkladığımız kadar mıdır?.. Asla!..
Eskilerden, bizim anlattığımız şeyleri keşif yoluyla, fetih yoluyla bilen zevât vardı. Ancak, o günün ilim düzeyi bu gerçekleri anlatmaya yeterli olmadığı için, mecazların, misallerin dayandığı gerçekleri bu şekilde dile getirememişlerdi.
Bugün lütfu ilâhî ile bize açılan öyle hususlar mevcuttur ki, henüz onları açıklamamız mümkün değildir!..
Zira, günümüz ilmi onları açıklayabilmemiz için yeterli düzeye gelememiştir…
İnşâAllâh, ilerideki yıllarda daha büyük ilmî gelişmeler olursa, bu hususları da açıklamak bize nasip olur!..