Kendimle ilgili birçok şeye cevap bulmuş biri olarak annemle babamın ilişkisinde annemin aşırı fedakar, herşeyin sorumlulugunu alan ve bir o kadar da mazlum duruşunun mu babamın içindeki kötüyü ortaya çıkardığını yoksa bunun bu ilişkide her koşulda gerçekleşmesi kaçınılmaz olan tek olasılık mı oldugu sorusuna asla cevap bulamıyorum...
Merhaba. Annen ile baban arasındaki ilişkiyi zalim-kurban rolleri ışığında sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için evvela anne ve babanın (dolayısıyla her birimizin) ebeveynlerinden ayrışmışlık düzeyini de belirleyen, nesne ilişkileri kuramının önemli kavramlarından biri olan, "bilinçdışı içe yansıtmalar" isimli kavram hakkında farkındalık kazanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum: Eşlerin ailelerinden ayrışmışlık düzeyi, yakın ilişkinin niteliği üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, anne ile kurulan ilk ilişki sevgi dolu ve sıcaksa “iyi bir evliliğe doğru ilk, hatta belki de en önemli adım atılmış sayılır.” Aksi halde, anne veya babanın davranışları çocuk tarafından ret, terk veya zulüm olarak algılanır ve çocuk bu kaygı verici nesneden vazgeçemez ve onu değiştiremez. Onun imgesinde partnerliğe dair nesne ilişkisi, anne-baba ya da karı-koca ilişkisi olumsuz bir izlenimle temsil edilir. Bu noktada, (senin) anne ve babanın ailelerinden ayrışamamış oldukları için zihinlerindeki partnerliğe dair nesne ilişkisinin (yani temsili ifadesinin) olumsuz bir izlenimle temsil edildiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Yeniden konuya dönecek olursak bebekliğinde ailesinden ayrışamamış ve bu nedenle, psikolojik doğumu gerçekleşememiş olan çocuklar, sevgisiz ve güvensiz büyütüldükleri aile ortamında henüz bebekken hissetmeye başladıkları kaygıyla, sevilen/nefret edilen ebeveynin bazı yönlerini içselleştirerek baş ederler. Buna göre, kaygı veren nesne (anne veya baba) bireyin kişilik yapısının birer parçası haline gelen, baskılanan ve “bilinçdışı içe yansıtmalar” olarak kalan çeşitli “bölünmelere” maruz kalır. Daha basit bir ifade ile belirtmek gerekirse, çocuk anne ve babası arasındaki ilişkinin niteliğine göre onların belirgin özelliklerinden bazılarını iç dünyasında baskılarken, bazılarını ise dışa vurur. Bu çocuğun egosunun anne ve babasından hangisini ve onların hangi özelliklerini daha çok benimsediğine göre değişir. Ego, bebeğin çaresizliğini yansıtan bir aşağılık ve değersizlik duygusu geliştirebileceği gibi ki bu durumda bebeği kurban rolünü benimsemeye iter, bebeğin ebeveynin her şeye kadir olduğu algısını yansıtan bir üstünlük ve kudret duygusunu da geliştirebilir ki bu durumda bebeği zalim rolünü benimsemeye iter. Dolayısıyla, bebeğin benliği bu bilinçdışı içe yansıtmaların etrafında gelişir ve her iki uç noktayı da barındırabilir. Söz gelimi, bebekken bilinçdışında içe yansıttığı bu bölünmeler sonucunda birey, (dışa dönük olarak) kurban konumunda ise bu konumunun farkında, ancak (içe doğru baskılanmış olan) düşmanca, saldırgan benliğinden habersizdir. Bir bireyde mazlum kurban yansıması (senin annende olduğu gibi) benliğin içsel düzenini idare ediyor ise, yok sayılıp baskılanan saldırgan zalim yansıması, başkalarına yansıtılır. Bireyle (yani senin mazlum annenle) ilişkisi olan kişiler (yani senin zalim baban), içe yansıtılan bu bilinçdışı öğelere uygun olarak saldırgan, terk eden, zalim kişiler olarak algılanırlar. Buna rağmen mazlum olan bu kişiler yine de zalim kişilere aşık olurlar (ya da onlarla bir şekilde hayatlarını birleştirirler), bu nedenle ÂŞIK OLMAK (bunu birine karşı duygusal anlamda güçlü duygular hissetmek şeklinde de anlayabilirsin), BASKILANAN, BENLİKTEN “BÖLÜNMÜŞ BİR PARÇANIN (senin annen açısından benliğinin bebekken bölünmüş olan zalim parçasının)” BİLİNÇSİZCE EŞ OLARAK (senin zalim babanın) SEÇİLMESİDİR. Eş (senin baban), (annenin) benliğin(in) o baskılanan yanını ifade ettiği veya karşısındaki böyle algıladığı zaman bu (zalim) yanın benlikte (aslında annenin benliğinde de)var olduğunu kabul etmeye gerek kalmaz. Çocukken sevilmediğini düşündüğü için kendini sevilmeye değer bulmayan bir kadın (senin annen), olasılıkla sevgisini göstermeyen bir erkek (senin babanı) seçecektir. Böylece kendinde memnun olmadığı şeyler için onu (senin babanı açıkça ya da içten içe) suçlayabilecek ve içerleyebilecektir. Çocukluğundan kendini değersiz hisseden bir erkek, olasılıkla eleştirel ve yargılayıcı bir kadını kendine eş seçecektir. Böylece aşağılık duyguları için onu suçlayabilecektir. Kadın kocasının kendisine sevgisini göstermediğinden, erkek karısının bitmeyen eleştirilerinden şikâyet etmeye devam etse de her ikisi de eşlerinden ayrılmayacaktır; çünkü memnuniyetsizliğine dışarıdan bir sebep bulmak, o hislerle doğrudan yüzleşmekten daha kolaydır. Dolayısıyla, insanlar romantik eşlerinde daima kendilerinde baskılanmış olan yanları ararlar. Bu bilgiler senin sorunun ilk kısmına felsefi, sosyo-psikolojik bir arka plan oluşturmak için oldukça elverişlidir. Şimdi sorunun ikinci kısmına gelelim. Onu da aşağıdaki diğer mesajımda açıklamaya çalışacağım.
Bu kişiler yukarıda bahsettiğim motiflerle bilinçsiz bir şekilde birbirilerine aşık (ya da bir şekilde eş) olduktan sonra farkında olmadan eşlerini, kendi içlerinde bu baskılanmış ve yok sayılmış yanlarını ifade etmeye teşvik ederler. Bu da kendilerindeki bu bölünmüş yanı (somut olayda senin annende bölünmüş olan zalim yanı), kendilerinde değil, eşlerinde eleştirmelerine ve kontrol etmeye çalışmalarına olanak verir. Bu değerlendirme ilk bakışta kulağa saçma gelebilir zira böyle bir ilişkide zalim olan taraf mazluma duygusal ve fiziksel düzeyde zarar verebilir ve bunun sonucunda mazlum eş, çoğunlukla zalim eşini eleştirmek bir yana dursun ağzını dahi açmaya cesaret etmez zira ağzını açıp bir laf edersen daha fazla zulüm göreceğini bilir. Ancak tam da bu noktada şu hususu hatırda tutmakta yarar vardır. Mazlum eş maruz kaldığı zulüm karşısında sessiz kalsa bile içinde avazı çıktığı kadar bağırmakta, zalim eşinin gıyabında onun dedikodusunu yapmakta ve onu eline geçen her fırsatta eleştirerek kendini aklamakta ve üstün konuma getirmektedir. Kimi daha modern ve tarafların birbirilerini duygusal anlamda maniple edebildiği ilişkilerde ise bu durum daha açık bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Buradan itibaren benliğin bölünmüş yanlarının yansıtılması her iki eşte de olur; her iki eş de yok sayılan ve baskılanan yanlarını eşi vasıtasıyla ifade etmeye çalışır. Örneğin bir kurbanla (annesi) istismarcı (babası) arasındaki şiddet dolu çatışmaya dair sarsıcı çocukluk deneyimlerini içselleştirmiş bir kadın, kendini kurban olarak görür. Çatışmanın iki yanını bölmüş, şiddet dolu istismarcı kısmı baskılamış ve onu eşine yansıtmıştır. İstismarcıyla kurban arasındaki içselleştirilmiş çatışma, eşler arasında sürekli bir çatışma haline gelir. Bölünen benlik, bölünmüş bir çifte dönüşür. Kadın bilinçdışı, ilkel, şiddet dolu, baskılanmış, bölünmüş benliğini yansıtacak düşmanca, saldırgan bir erkeğe ihtiyaç duyar. İçselleştirdiği çatışma, onu bu ihtiyacı karşılayacak birini bulmaya iterek, onun gibi tatlı ve kibar bir kadının saldırgan ve kaba bir adamda ne bulduğunu anlayamayan ailesiyle arkadaşlarını hayrete ve yılgınlığa düşürür. Oysaki yanıt basittir: Onda bölünmüş yanını bulmaktadır. Kadının sevgilisi de çocukluğunda istismarcıyla kurban arasındaki şiddet dolu çatışmayı içselleştirmiştir. Ancak onun durumunda bölünüp baskılanan yan, kurban tarafıdır. Kadınla ilişkisinde bu yanı yaşayıp onu idare edebilmektedir. Ayrışmamış çiftler, sorunlu erken nesne ilişkilerini böylece romantik ilişkilerine taşırlar. Yansıtma ilkel bilinçdışı bir ihtiyacı temsil ettiği için, yansıtan birey çoğunlukla yansıtmaya uygun olmayan davranışları göremez. Bunun sonucunda kadın erkeğin davranışlarını, öyle olmadığı zamanlarda bile düşmanca ve saldırgan olarak değerlendirir. Benzer şekilde erkek de kadını öyle olmadığı zamanlarda bile kurban olarak görür. Böylelikle her iki eş de birbirine bilinçdışı ve baskılanmış/bölünmüş benliklerini yansıtırlar. Buna nesne ilişkileri kuramında “yansıtmalı özdeşim” adı verilir. Bu kavram âşık olmanın dinamiklerini anlamamızda oldukça önemli bir rol oynar. Bu, çiftlerin kendi benliklerinin baskılanmış kısımlarını eşlerine yansıtmakla kalmayıp, birbirlerinin yansıttıklarını da içselleştirerek onlarla özdeşleştikleri anlamına gelir. Karısının saldırgan, güçlü, ebeveynvari, otoriteli bölünmüş yanı üzerine yansıtılan erkek bu yansıtmayı içselleştirir, onunla özdeşleşir ve kendini karısının gördüğü gibi görmeye başlar. Aynı şekilde kadın da erkeğin onu gördüğü gibi yani kurban rolünde görmeye başlar. Böylelikle her iki eş de baskıladıkları içsel çatışmalarını birbirleri üzerinden yeniden canlandırır ve kendilerine dışsallaştırılmış bir çatışma örüntüsü (bu çatışma örüntüsü açık ya da örtük olabilir) yaratırlar. İşte, senin anne-babanın arasındaki ilişkide de bu çatışma örüntüsü kaçınılmaz olarak var ve evet, babanın zalim olmasında bebekken anne-babasının ilişkisinden hareketle bilinçdışında içe yansıtarak dışa vurmayı seçtiği zalim yanın yanı sıra annenin bebekken aynı metotla baskılamış olduğu benliğinin bölünmüş yanını yani zalim yanını babana (farkında olmaksızın) yansıtmasının da önemli bir rolü var. En azından psikoloji biliminin nesne ilişkileri kuramı çerçevesinde durumu böyle açıklamak mümkündür. Aynı şekilde annen de babanın benliğinin bölünmüş ve baskılanmış mazlum yanını temsil etmesi nedeniyle anneni sürekli mazlum görerek ona bunu sıklıkla yansıtması sonucunda annenin de kurban rolüyle daha fazla özdeşleşmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu karşılıklı özdeşim süreci kendi içinde bir kısır döngü yaratır ve terapi vb yöntemlerle bu ilişki dinamiğinin dışına çıkılmadıkça taraflar kendilerine yansıtılan bu rollerin gereğini ölene kadar yerine getirmeye devam ederlerken bu rolleri sürdürmekten dolayı aldıkları gizli haz nedeniyle de bu rollerden çıkmaya tenezzül etmezler. İşte böyle:) Umarım bu izahat bir nebze olsun kafandaki soru işaretlerini giderebilir. Düşüncelerini merak ediyorum. Sevgiyle.
Merhaba, Anlattığınız şey bana Alain de Botton'ın Madame Bovary sendromu olarak açıkladığı şeyi hatırlattı. Özellikle bizim için iyi olacak şeyi değil, bize tanıdık gelen insanları hayatımıza çekeriz sözünü. Ben hayatımda hep bana kaçıngan tarafını gösterecek kişilere aşık olduğumu fark ettim ve bu beni daha kaygılı biri yaptı, bazen kendimi tanıyamaz hale geldim ve ilk defa bir önceki ilişkimde sınır koyarak ilişkiyi bitirdim. Ondan sonra daha farklı bağlanan, duygularını kabul eden ve gösteren biriyle yeni bir ilişkiye başladım ama ne hikmetse bu ilişkide o ''aşık olma, midede kelebeklerin uçuşması'' hissiyatını yaşamıyorum. Evet, sevgi var ve iyi anlaşıyoruz, kavga etsek de birbirimizin içsel çocuk yanlarını dinlemeyi ve tolere etmeyi öğrendik ve kendimi kaygılı ya da kaybolmuş hissetmiyorum. Tam tersine karşımdaki kişi sevgisini hissettirdikçe ve kırılgan yanlarını gösterdikçe daha bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey gibi hissediyorum. Ancak merak ettiğim bir şey var; baskıladığımız yanları bize yansıtacak birini seçiyorsak bile bu sanırım bilinçdışında oluyor çünkü daha önceki kaçıngan partnerlerim ilişkinin başında oldukça samimi, sıcak ve ilgililerdi. Fakat bir şekilde terk edilme şemamı tetiklediler ve kaçıngan yanları ortaya çıktığında kontrol edemediğim bir anksiyete yaşamaya başladım. Bazen bizi istismar edebilecek kişileri gerçekten ilk bakışta anlayamayabiliyoruz, bunun için daha iyi bir gözlem mi yapmamız gerekiyor ya da daha net bir sınır koymayı mı öğrenmeliyiz? Aktardığınız şeyler için şimdiden teşekkür ederim. Sevgiler.
Sevgili Boda, mesajın ve nazik sözlerin için çok teşekkürler. Meramını çok güzel anlatmışsın. Bravo. Ayrıca, kaygılı-kaçıngan ilişki döngüsünü kırmayı başardığın için de seni gönülden tebrik ederim. Kendinle evvela iftihar et zira bu hiç de kolay bir iş değil. Yakın ilişki döngünü daha sağlıklı yetişkin modunun hakim olduğu bir zemine çekmeyi başarmışsın. Bunu kesinlikle edinmiş olduğun farkındalıklara ve bu farkındalıklar çerçevesinde içselleştirdiğin yeni duygu-düşünce ve davranış paternlerinin geçmişten gelen psikodinamiklerini değiştirmiş olmasına borçlusun ve emin ol, bu bir anda olmamıştır. Bu anlamda, yakın ilişkilerle ilgili tutarlı düşüncelerin ve bu düşüncelere bağlı olarak bedeninde hissettiğin yeni duyguların tekrarlanması sonucunda beyninde oluşan yeni nöral ağ yolları sayesinde tanıdık kaçıngan ilişkilere seni iten eski nöral ağların budanmasına neden olmuş ve geçirdiğin total paradigma değişikliği sonucunda güvenli bağlanmış kişilerle birlikte olabileceğin yeni bir duygu-deneyim sarmalı yaratmışsın. Bu muazzam bir gelişme, gerçekten. Dolayısıyla, mevcut ilişkin yeni yakın ilişki paradigmanın bir meyvesi olarak yorumlanmayı hak ediyor. Salt bu nedenle dahi değerli bir ilişki bana kalırsa. Bununla birlikte, yeni ilişkinde daha önceki kaygılı-kaçıngan ilişkilerinden farklı olarak aşk duygusunu yaşayamamış olman da oldukça normal. Zira, yukarıda bahsetmiş olduğum paradigma değişikliğinin nörolojik, biyokimyasal, duygusal dönüşümleri için biraz zamana ihtiyacın var. Bedenin, bugüne kadar ona ezberletmiş olduğun duygulara biyokimyasal açıdan bir bağımlılık geliştirmişti ve sana bu duyguları hissettiren insanlara çekilmen de bundandı. Aynı deneyimleri yaşadıkça da bu deneyimlerle bağlantılı duyguları hissediyor ve ilişkinin başında yeterli dozu aldığın için yükseliyor, bu sayede de kendini iyi hissediyordun. Ancak zamanla bu ihtiyacı karşılamak için gerekli olan biyokimyasal dozu (partnerinin çoğunlukla kaçıngan olması nedeniyle) alamadığın vakit kaygıların ve buna bağlı olarak terk edilme şeman depreşiyordu. Şimdi ise bunlar yok fakat kaynakta "güvenli bağlanma stiline" sahip olmadığın ve bu nedenle sağlıklı yetişkin modu güçlü "güvenli bağlanmış" birisi ile olmadığın için yeni ilişkinde bocalıyorsun. Dolayısıyla, yakın ilişkin paradigmanı ters düz etmiş olsan bile etkilerine alışman zaman alacaktır. Bu nedenle, eğer yeni ilişkinde mutlu ve huzurlu isen biraz daha ilişkide kalabilir ve tecrübe edebilirsin. Joe Dispenza'nın hep vurguladığı gibi yeni deneyimler bedende yeni duyguların oluşmasına neden olur ve bu duygular (tekrar edilmek suretiyle) ne kadar sık hissedilir ise o kadar fazla bu duygularla ilintili yeni deneyimler tecrübe etmen olası hale gelir. Bu sebeple, yeni ilişkini seni daha güvenli bağlanmış birine dönüştürebilecek "yeni deneyimler" yaşamana bir süre daha izin vermen (elbette yeni partnerinden hoşlanıyor ve onunla birlikte olmakta bir beis görmüyorsan) hiç de yanlış olmaz. Öte yandan, bizi suistimal eden kişilere neden çekildiğimizi Nesne İlişkileri Kuramı çerçevesinde son iki bölümdür ayrıntılı olarak açıklıyorum. Bu nedenle, anılan bölümlerde belirtmediğim birkaç hususa mesajının sonunda yer alan sorun temeli uzaklığında değineceğim. Bizi suistimal edecek kişiler, çoğunlukla geçmiş deneyimlerimiz sonucunda içselleştirdiğimiz nesne ilişkilerinin karakteristik özelliklerini bize yansıtacak tanıdık insanlar olurlar. Bu kişiler anne-babamız (ya da küçükken bizi büyütenler) arasındaki ilişkinin ve bizim anne-babamızla olan ilişkimizin ürünüdürler. Bu ilişkiler doğrultusunda anne-babamızın kendi içimize yansıttığımız patonejik yanları bizim bölünmüş parçamızı oluşturur. Bu bağlamda şayet biz, bizi suistimal eden kişilere daha çok denk geliyor isek bunun nedeni çocukluğumuzda içe yansıttığımız patenojik özelliklerin daha çok istismarcı özellikler olmasından mütevellittir ve bu bölünmüş yanımızı, partnerimize yansıtarak onunla bu baskıladığımız yanlarımızı özdeşleştirmeye meylederiz. Zira biraz önce ifade ettiğim gibi bu deneyimsel ve duygusal anlamda en aşina olduğumuz partneri bulma yönünden en bildik açılımımızdır. Böylelikle, çocukluğumuzda aldığımız kararlar sonucunda baskıladığımız bu bölünmüş parçamızı yansıttığımız insan üzerinden yaşar ve bu sayede (dışa vurduğumuz) daha uysal yanımızı tamamlarız. Ve bunu kendimiz değil, partnerimiz aracılığı ile sağlarız. İşte sende de kuvvetle muhtemel böyle bir örüntü oluşmuştur çocukluğunda. İşte şimdi edindiğin farkındalıklar sayesinde bu davranış-duygu paternini değiştirmeye başlamış durumdasın, bu değişimin bir nedeni de aslında sınırlarını güçlendirmeye başlamış olmandan kaynaklanmaktadır. Bu arada, gözlemleyen bilincin de ister istemez gelişmiş ve geçmiş ve mevcut ilişkilerini gözlemlerken sana yardımcı olmuştur. Bu itibarla, kendini ve karşındakini gözlemlemek de daha doğru yakın ilişkiler yaşamana kaçınılmaz olarak yardımcı olmuştur. Öte yandan, yeni ilişkinde çok önemli bir eşiği atlamış olduğunu gözlemlediğimden yeniden seni suistimal eden ilişkilere dönmen bana güç gözüküyor. Meğer ki sen, yeni ilişkin de dahil olmak üzere sonraki ilişki seçimlerinde hakim olan eski paradigmana bağlı olan alışkanlıklarına dönmene neden olacak şekilde düşünmeye, davranmaya ve hissetmeye yeniden başla. Gördüğün gibi bu noktada hangi paradigmayı hayatında daha baskın kılacak olduğun önem arz ediyor. Eğer yeni paradigmanın şu anda biyokimyasal olarak seni tam olarak tatmin edemeyen yeni duygu-davranış döngülerinden ve bağlamlarından sıkılır ve eski hazlarını yaşamaya meyledersen yukarıda söylediğim paradigma değişikliği sona erer ve gerisin geriye eski haline döner. Dolayısıyla, doğru seçimler yapmak, iradeli olmak ve kararlı davranmak şart. Bedeninin anatomisi ve biyolojisi üzerinde lütfen biraz daha çalış, nöroloji ile ilgili daha fazla kitap oku, Joe Dispenza, Robert Palosky, Daniel Amen'in beyin ve beden ile ilgili kitaplarını okumanı bu minvalde özellikle tavsiye ederim. Bedenini ve beynini daha iyi tanıdıkça yaşadığın gel-gitleri, yoksunluk belirtilerini daha iyi anlayabilir ve bedenini dolayısıyla duygularını çok daha iyi yönetebilirsin. Sözün özü lütfen sabret, yeni ilişkini sürdürebildiğin kadar sürdür, gerçekten mutsuz hissettiğinde ayrıl ve eski ilişkilerinin yerine düşünsel ve duygusal anlamda güvenli bağlanabileceğin ilişkilerin sahip olması gereken özellikleri koy ve bu özelliklerin yaşama geçtiği ilişki imgelemeleri yapıver. Bak göreceksin çok da uzak olmayan bir zamanda seni suistimal eden insanları hayatına çekmemeye başlayacaksın. Bu arada Alain de Botton harika bir çağdaş filozoftur ve yakın ilişkilere yönelik tespitleri muhteşemdir. Onu okumakla çok iyi yapıyorsun. Sevgiler,
@@kendinias8533 Nazik sözleriniz için çok teşekkür ederim. Gerçekten beni cesaretlendirdiniz ve mutlu ettiniz. Şu anda ayrılmaya niyetim yok kesinlikle, çünkü ilk defa gerçekten kendim olabildiğimi hissediyorum ve olduğumda da ''yapışkan'' gibi sıfatlara maruz kalmadığım bir iletişime sahibim bu yüzden dediğiniz gibi, sanırım biraz da alışkın olmadığım durumlarda olup yeni paternler yaratmam gerekiyor. Öbür türlüsü evet tanıdık ve alışkın olduğum senaryolar olsa da çok acı verici, yine de annemde de olan terk edememe, toksik ilişkide kalma örüntüsünü aştığım için mutluyum, kendimi ön plana koydum ve bana acı veren kişiden uzaklaşabildim. Dediğiniz yazarlara mutlaka bakacağım çünkü ihtiyacım olduğuna inanıyorum; özellikle erteleme ve izolasyon gibi alışkanlıklarımı ancak öyle aşabilirim sanırım. Videolarınızın devamını heyecanla bekliyorum. Sevgiler.
@@boda1574 harikasın, lütfen böyle hep ileriye doğru emin adımlarla devam et. Müthiş bir iş başarıyorsun, jenerasyonel kilitleri kırıyor ve süregelen sıkışmışlıklardan kendini arındırıyorsun. Kendine lütfen bir şey ısmarla:) Sevgiyle
Çocuğun içselleştirdiği ve bastırdığı bölünmüş yanını tek ebeveyne yansıtması çıkarımı da yapılabilir mi? Yani 'öteki' yansıtmasının sadece eş üzerine yönlenmeyebileceği açısından baktığımda kızımla ilişkimizi gördüm adeta.
Merhaba bence bu söylediğin akla yatkın. Olabilir. Nesne İlişkileri Kuramı açısından anne bizim her bakımdan ilk nesnemiz. Bu nesne ile olan ilişkimizden dolayı bölünen parçamızı çocuğumuza yansıtabiliriz. Burada önemli olan çocuktan çok annenin çocuğuna bölünmüş parçasını yansıttığının farkına varılmasıdır. Tespitini vibu açıdan çok anlamlı buluyorum. Çok teşekkürler ve mutlu bayramlar. Sevgiler
Merhaba. Öncelikle ben de teşekkür ederim. Resmin bütününü görmemi sağlayacak bir yol açmış oldun. Bağlanma stilleri ve ebeveyn kaybının etkileri üzerine yoğunlaşmıştım. Ama nereden tutsam bana yönelen şiddeti anlamlandıramıyordum. Oysa üzerine yoğunlaştığım konuların, Nesne İlişkileri Kuramı altyapısı üzerine kurgulanması gerektiğini farkettim. Şimdi parçaları birleştirmem gerekiyor. En zoru da bu; zira amaç bilgilenmek olduğunda keyif verici olsa da yaşama uyarlamak ve yüzleşmek çok yorucu olabiliyor. Birkaç yıl önce Agah Aydın'ın bir anlatımından, anneliğin bir iç güdü olmadığını, süreçte öğrenildiğini öğrenmiştim. O kadar önemli bir bilgiydi ki bu benim için, doğamda annelik olmadığı zannıyla kendimi yargılamaktan ve ailemdeki anne figürleriyle kıyaslayıp kendimi eksik algılamaktan kurtardı. Sonrasında deneyimleyerek öğrenmenin yeterli olmadığını gördüm. Devamında kendimi, anneml ve kızımıla ilişkimi sorgulama ve tanımlama sürecine girdim. Tıkandığımızda terapi desteği aldık. Ama öfke ve bunun şiddetle tatmininin nesnesi olmayı aşamadım, aşamadık. Gözlem ve okumalarım sonucu ana hatlarıyla (ya da kısmen) edindiğim tespitler sonuç verdi. Tam "bu sefer oldu" derken dışsal (genellikle) tetikleyicilerle başa dönüyoruz. Şimdi Klein'ın Haset ve Şükran'da anlattıklarından yola çıkarak, hedef mi yoksa dolaylı nesne miyim? Ya da her ikisi de söz konusuysa kendi payıma düşen kısmının tespiti aşamasınsayım. Tabi kuramları bilmek tespitleri kolaylaştırsa da çözüme katkısı, öznenin ya da kişilerin ne kadar hazır, istékli ya da almaya açık olduğuna bağlı. Hadi bir de itirafta bulunayım :) İlk nesne/bakımveren olmak hayattaki en zor rolmüş. İçimde, yaşamın ve ilişkilerin basit olmasına dair özlem gittikçe büyüyor. Yorum biraz sesli düşünmeye dönüştü sanki :) Klein'den sonra zihnimde uçuşanları ve iç sesimi bastırmayı bekleyerek cevap yazmaya geri döndüm oysa ;) Sevgiler..
Unutmadan.. "Çocuktan çok annenin çocuğa bölünmüş parçasınıı yansıttığının farkında olması..' demişsin. Nesne, tanımı gereği özneye yani çocuğa yansıtma yapamaz mantıken (hatta kuram gereği). Anneden çocuğa etki ancak bağlanma stiliyle ya da aktarımla olur. İç güdüleri yansıtmak için nesneye karşı bir arzu, ihtiyaç, beklenti ya da tamamlanma isteği gerektiğini gözönüne alırsak, annenin çocukla ilişkisine aykırı kalıyor.
@@gulsen4562 mesajın için çok teşekkür ederim. Önemli farkındalıklara sahipsin. Bravo. Mesajında "Ama öfke ve bunun şiddetle tatmininin nesnesi olmayı aşamadım, aşamadık." demişsin. Bunu biraz açar mısın lütfen?
@@gulsen4562 yine de "yansıtmalı özdeşim" kuramı çerçevesinde bu olaya baktığımızda anne ve çocuk birbirlerine karşı bölünmüş parçalarını yansıtarak bu parçaların bir diğerinde olduğu algısı yaratabilirler ve o zaman da yansıtılan kişinin benlik algısı diğerinin yansıttığı parça ile özşdeşleşebilir.
muhteşem değerli biligiler. iyi ki varsınız ve bunları anlatıyorsunuz. çok teşekkürler.
Sen de iyi ki varsın:) Çok teşekkürler nazik mesajın için.
iyi ki bu kanala denk gelmişim. müsait zamanda baştan itibaren izlemek istediğim birçok videonuz var
Çok iyi olur:) hoşgeldin:)
Kendimle ilgili birçok şeye cevap bulmuş biri olarak annemle babamın ilişkisinde annemin aşırı fedakar, herşeyin sorumlulugunu alan ve bir o kadar da mazlum duruşunun mu babamın içindeki kötüyü ortaya çıkardığını yoksa bunun bu ilişkide her koşulda gerçekleşmesi kaçınılmaz olan tek olasılık mı oldugu sorusuna asla cevap bulamıyorum...
Merhaba. Annen ile baban arasındaki ilişkiyi zalim-kurban rolleri ışığında sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için evvela anne ve babanın (dolayısıyla her birimizin) ebeveynlerinden ayrışmışlık düzeyini de belirleyen, nesne ilişkileri kuramının önemli kavramlarından biri olan, "bilinçdışı içe yansıtmalar" isimli kavram hakkında farkındalık kazanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum: Eşlerin ailelerinden ayrışmışlık düzeyi, yakın ilişkinin niteliği üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, anne ile kurulan ilk ilişki sevgi dolu ve sıcaksa “iyi bir evliliğe doğru ilk, hatta belki de en önemli adım atılmış sayılır.” Aksi halde, anne veya babanın davranışları çocuk tarafından ret, terk veya zulüm olarak algılanır ve çocuk bu kaygı verici nesneden vazgeçemez ve onu değiştiremez. Onun imgesinde partnerliğe dair nesne ilişkisi, anne-baba ya da karı-koca ilişkisi olumsuz bir izlenimle temsil edilir. Bu noktada, (senin) anne ve babanın ailelerinden ayrışamamış oldukları için zihinlerindeki partnerliğe dair nesne ilişkisinin (yani temsili ifadesinin) olumsuz bir izlenimle temsil edildiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Yeniden konuya dönecek olursak bebekliğinde ailesinden ayrışamamış ve bu nedenle, psikolojik doğumu gerçekleşememiş olan çocuklar, sevgisiz ve güvensiz büyütüldükleri aile ortamında henüz bebekken hissetmeye başladıkları kaygıyla, sevilen/nefret edilen ebeveynin bazı yönlerini içselleştirerek baş ederler. Buna göre, kaygı veren nesne (anne veya baba) bireyin kişilik yapısının birer parçası haline gelen, baskılanan ve “bilinçdışı içe yansıtmalar” olarak kalan çeşitli “bölünmelere” maruz kalır. Daha basit bir ifade ile belirtmek gerekirse, çocuk anne ve babası arasındaki ilişkinin niteliğine göre onların belirgin özelliklerinden bazılarını iç dünyasında baskılarken, bazılarını ise dışa vurur. Bu çocuğun egosunun anne ve babasından hangisini ve onların hangi özelliklerini daha çok benimsediğine göre değişir. Ego, bebeğin çaresizliğini yansıtan bir aşağılık ve değersizlik duygusu geliştirebileceği gibi ki bu durumda bebeği kurban rolünü benimsemeye iter, bebeğin ebeveynin her şeye kadir olduğu algısını yansıtan bir üstünlük ve kudret duygusunu da geliştirebilir ki bu durumda bebeği zalim rolünü benimsemeye iter. Dolayısıyla, bebeğin benliği bu bilinçdışı içe yansıtmaların etrafında gelişir ve her iki uç noktayı da barındırabilir. Söz gelimi, bebekken bilinçdışında içe yansıttığı bu bölünmeler sonucunda birey, (dışa dönük olarak) kurban konumunda ise bu konumunun farkında, ancak (içe doğru baskılanmış olan) düşmanca, saldırgan benliğinden habersizdir. Bir bireyde mazlum kurban yansıması (senin annende olduğu gibi) benliğin içsel düzenini idare ediyor ise, yok sayılıp baskılanan saldırgan zalim yansıması, başkalarına yansıtılır. Bireyle (yani senin mazlum annenle) ilişkisi olan kişiler (yani senin zalim baban), içe yansıtılan bu bilinçdışı öğelere uygun olarak saldırgan, terk eden, zalim kişiler olarak algılanırlar. Buna rağmen mazlum olan bu kişiler yine de zalim kişilere aşık olurlar (ya da onlarla bir şekilde hayatlarını birleştirirler), bu nedenle ÂŞIK OLMAK (bunu birine karşı duygusal anlamda güçlü duygular hissetmek şeklinde de anlayabilirsin), BASKILANAN, BENLİKTEN “BÖLÜNMÜŞ BİR PARÇANIN (senin annen açısından benliğinin bebekken bölünmüş olan zalim parçasının)” BİLİNÇSİZCE EŞ OLARAK (senin zalim babanın) SEÇİLMESİDİR. Eş (senin baban), (annenin) benliğin(in) o baskılanan yanını ifade ettiği veya karşısındaki böyle algıladığı zaman bu (zalim) yanın benlikte (aslında annenin benliğinde de)var olduğunu kabul etmeye gerek kalmaz. Çocukken sevilmediğini düşündüğü için kendini sevilmeye değer bulmayan bir kadın (senin annen), olasılıkla sevgisini göstermeyen bir erkek (senin babanı) seçecektir. Böylece kendinde memnun olmadığı şeyler için onu (senin babanı açıkça ya da içten içe) suçlayabilecek ve içerleyebilecektir. Çocukluğundan kendini değersiz hisseden bir erkek, olasılıkla eleştirel ve yargılayıcı bir kadını kendine eş seçecektir. Böylece aşağılık duyguları için onu suçlayabilecektir. Kadın kocasının kendisine sevgisini göstermediğinden, erkek karısının bitmeyen eleştirilerinden şikâyet etmeye devam etse de her ikisi de eşlerinden ayrılmayacaktır; çünkü memnuniyetsizliğine dışarıdan bir sebep bulmak, o hislerle doğrudan yüzleşmekten daha kolaydır. Dolayısıyla, insanlar romantik eşlerinde daima kendilerinde baskılanmış olan yanları ararlar. Bu bilgiler senin sorunun ilk kısmına felsefi, sosyo-psikolojik bir arka plan oluşturmak için oldukça elverişlidir. Şimdi sorunun ikinci kısmına gelelim. Onu da aşağıdaki diğer mesajımda açıklamaya çalışacağım.
Bu kişiler yukarıda bahsettiğim motiflerle bilinçsiz bir şekilde birbirilerine aşık (ya da bir şekilde eş) olduktan sonra farkında olmadan eşlerini, kendi içlerinde bu baskılanmış ve yok sayılmış yanlarını ifade etmeye teşvik ederler. Bu da kendilerindeki bu bölünmüş yanı (somut olayda senin annende bölünmüş olan zalim yanı), kendilerinde değil, eşlerinde eleştirmelerine ve kontrol etmeye çalışmalarına olanak verir. Bu değerlendirme ilk bakışta kulağa saçma gelebilir zira böyle bir ilişkide zalim olan taraf mazluma duygusal ve fiziksel düzeyde zarar verebilir ve bunun sonucunda mazlum eş, çoğunlukla zalim eşini eleştirmek bir yana dursun ağzını dahi açmaya cesaret etmez zira ağzını açıp bir laf edersen daha fazla zulüm göreceğini bilir. Ancak tam da bu noktada şu hususu hatırda tutmakta yarar vardır. Mazlum eş maruz kaldığı zulüm karşısında sessiz kalsa bile içinde avazı çıktığı kadar bağırmakta, zalim eşinin gıyabında onun dedikodusunu yapmakta ve onu eline geçen her fırsatta eleştirerek kendini aklamakta ve üstün konuma getirmektedir. Kimi daha modern ve tarafların birbirilerini duygusal anlamda maniple edebildiği ilişkilerde ise bu durum daha açık bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Buradan itibaren benliğin bölünmüş yanlarının yansıtılması her iki eşte de olur; her iki eş de yok sayılan ve baskılanan yanlarını eşi vasıtasıyla ifade etmeye çalışır. Örneğin bir kurbanla (annesi) istismarcı (babası) arasındaki şiddet dolu çatışmaya dair sarsıcı çocukluk deneyimlerini içselleştirmiş bir kadın, kendini kurban olarak görür. Çatışmanın iki yanını bölmüş, şiddet dolu istismarcı kısmı baskılamış ve onu eşine yansıtmıştır. İstismarcıyla kurban arasındaki içselleştirilmiş çatışma, eşler arasında sürekli bir çatışma haline gelir. Bölünen benlik, bölünmüş bir çifte dönüşür. Kadın bilinçdışı, ilkel, şiddet dolu, baskılanmış, bölünmüş benliğini yansıtacak düşmanca, saldırgan bir erkeğe ihtiyaç duyar. İçselleştirdiği çatışma, onu bu ihtiyacı karşılayacak birini bulmaya iterek, onun gibi tatlı ve kibar bir kadının saldırgan ve kaba bir adamda ne bulduğunu anlayamayan ailesiyle arkadaşlarını hayrete ve yılgınlığa düşürür. Oysaki yanıt basittir: Onda bölünmüş yanını bulmaktadır. Kadının sevgilisi de çocukluğunda istismarcıyla kurban arasındaki şiddet dolu çatışmayı içselleştirmiştir. Ancak onun durumunda bölünüp baskılanan yan, kurban tarafıdır. Kadınla ilişkisinde bu yanı yaşayıp onu idare edebilmektedir. Ayrışmamış çiftler, sorunlu erken nesne ilişkilerini böylece romantik ilişkilerine taşırlar. Yansıtma ilkel bilinçdışı bir ihtiyacı temsil ettiği için, yansıtan birey çoğunlukla yansıtmaya uygun olmayan davranışları göremez. Bunun sonucunda kadın erkeğin davranışlarını, öyle olmadığı zamanlarda bile düşmanca ve saldırgan olarak değerlendirir. Benzer şekilde erkek de kadını öyle olmadığı zamanlarda bile kurban olarak görür. Böylelikle her iki eş de birbirine bilinçdışı ve baskılanmış/bölünmüş benliklerini yansıtırlar. Buna nesne ilişkileri kuramında “yansıtmalı özdeşim” adı verilir. Bu kavram âşık olmanın dinamiklerini anlamamızda oldukça önemli bir rol oynar. Bu, çiftlerin kendi benliklerinin baskılanmış kısımlarını eşlerine yansıtmakla kalmayıp, birbirlerinin yansıttıklarını da içselleştirerek onlarla özdeşleştikleri anlamına gelir. Karısının saldırgan, güçlü, ebeveynvari, otoriteli bölünmüş yanı üzerine yansıtılan erkek bu yansıtmayı içselleştirir, onunla özdeşleşir ve kendini karısının gördüğü gibi görmeye başlar. Aynı şekilde kadın da erkeğin onu gördüğü gibi yani kurban rolünde görmeye başlar. Böylelikle her iki eş de baskıladıkları içsel çatışmalarını birbirleri üzerinden yeniden canlandırır ve kendilerine dışsallaştırılmış bir çatışma örüntüsü (bu çatışma örüntüsü açık ya da örtük olabilir) yaratırlar. İşte, senin anne-babanın arasındaki ilişkide de bu çatışma örüntüsü kaçınılmaz olarak var ve evet, babanın zalim olmasında bebekken anne-babasının ilişkisinden hareketle bilinçdışında içe yansıtarak dışa vurmayı seçtiği zalim yanın yanı sıra annenin bebekken aynı metotla baskılamış olduğu benliğinin bölünmüş yanını yani zalim yanını babana (farkında olmaksızın) yansıtmasının da önemli bir rolü var. En azından psikoloji biliminin nesne ilişkileri kuramı çerçevesinde durumu böyle açıklamak mümkündür. Aynı şekilde annen de babanın benliğinin bölünmüş ve baskılanmış mazlum yanını temsil etmesi nedeniyle anneni sürekli mazlum görerek ona bunu sıklıkla yansıtması sonucunda annenin de kurban rolüyle daha fazla özdeşleşmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu karşılıklı özdeşim süreci kendi içinde bir kısır döngü yaratır ve terapi vb yöntemlerle bu ilişki dinamiğinin dışına çıkılmadıkça taraflar kendilerine yansıtılan bu rollerin gereğini ölene kadar yerine getirmeye devam ederlerken bu rolleri sürdürmekten dolayı aldıkları gizli haz nedeniyle de bu rollerden çıkmaya tenezzül etmezler. İşte böyle:) Umarım bu izahat bir nebze olsun kafandaki soru işaretlerini giderebilir. Düşüncelerini merak ediyorum. Sevgiyle.
Merhaba,
Anlattığınız şey bana Alain de Botton'ın Madame Bovary sendromu olarak açıkladığı şeyi hatırlattı. Özellikle bizim için iyi olacak şeyi değil, bize tanıdık gelen insanları hayatımıza çekeriz sözünü. Ben hayatımda hep bana kaçıngan tarafını gösterecek kişilere aşık olduğumu fark ettim ve bu beni daha kaygılı biri yaptı, bazen kendimi tanıyamaz hale geldim ve ilk defa bir önceki ilişkimde sınır koyarak ilişkiyi bitirdim. Ondan sonra daha farklı bağlanan, duygularını kabul eden ve gösteren biriyle yeni bir ilişkiye başladım ama ne hikmetse bu ilişkide o ''aşık olma, midede kelebeklerin uçuşması'' hissiyatını yaşamıyorum. Evet, sevgi var ve iyi anlaşıyoruz, kavga etsek de birbirimizin içsel çocuk yanlarını dinlemeyi ve tolere etmeyi öğrendik ve kendimi kaygılı ya da kaybolmuş hissetmiyorum. Tam tersine karşımdaki kişi sevgisini hissettirdikçe ve kırılgan yanlarını gösterdikçe daha bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey gibi hissediyorum. Ancak merak ettiğim bir şey var; baskıladığımız yanları bize yansıtacak birini seçiyorsak bile bu sanırım bilinçdışında oluyor çünkü daha önceki kaçıngan partnerlerim ilişkinin başında oldukça samimi, sıcak ve ilgililerdi. Fakat bir şekilde terk edilme şemamı tetiklediler ve kaçıngan yanları ortaya çıktığında kontrol edemediğim bir anksiyete yaşamaya başladım. Bazen bizi istismar edebilecek kişileri gerçekten ilk bakışta anlayamayabiliyoruz, bunun için daha iyi bir gözlem mi yapmamız gerekiyor ya da daha net bir sınır koymayı mı öğrenmeliyiz? Aktardığınız şeyler için şimdiden teşekkür ederim. Sevgiler.
Sevgili Boda, mesajın ve nazik sözlerin için çok teşekkürler. Meramını çok güzel anlatmışsın. Bravo. Ayrıca, kaygılı-kaçıngan ilişki döngüsünü kırmayı başardığın için de seni gönülden tebrik ederim. Kendinle evvela iftihar et zira bu hiç de kolay bir iş değil. Yakın ilişki döngünü daha sağlıklı yetişkin modunun hakim olduğu bir zemine çekmeyi başarmışsın. Bunu kesinlikle edinmiş olduğun farkındalıklara ve bu farkındalıklar çerçevesinde içselleştirdiğin yeni duygu-düşünce ve davranış paternlerinin geçmişten gelen psikodinamiklerini değiştirmiş olmasına borçlusun ve emin ol, bu bir anda olmamıştır. Bu anlamda, yakın ilişkilerle ilgili tutarlı düşüncelerin ve bu düşüncelere bağlı olarak bedeninde hissettiğin yeni duyguların tekrarlanması sonucunda beyninde oluşan yeni nöral ağ yolları sayesinde tanıdık kaçıngan ilişkilere seni iten eski nöral ağların budanmasına neden olmuş ve geçirdiğin total paradigma değişikliği sonucunda güvenli bağlanmış kişilerle birlikte olabileceğin yeni bir duygu-deneyim sarmalı yaratmışsın. Bu muazzam bir gelişme, gerçekten. Dolayısıyla, mevcut ilişkin yeni yakın ilişki paradigmanın bir meyvesi olarak yorumlanmayı hak ediyor. Salt bu nedenle dahi değerli bir ilişki bana kalırsa. Bununla birlikte, yeni ilişkinde daha önceki kaygılı-kaçıngan ilişkilerinden farklı olarak aşk duygusunu yaşayamamış olman da oldukça normal. Zira, yukarıda bahsetmiş olduğum paradigma değişikliğinin nörolojik, biyokimyasal, duygusal dönüşümleri için biraz zamana ihtiyacın var. Bedenin, bugüne kadar ona ezberletmiş olduğun duygulara biyokimyasal açıdan bir bağımlılık geliştirmişti ve sana bu duyguları hissettiren insanlara çekilmen de bundandı. Aynı deneyimleri yaşadıkça da bu deneyimlerle bağlantılı duyguları hissediyor ve ilişkinin başında yeterli dozu aldığın için yükseliyor, bu sayede de kendini iyi hissediyordun. Ancak zamanla bu ihtiyacı karşılamak için gerekli olan biyokimyasal dozu (partnerinin çoğunlukla kaçıngan olması nedeniyle) alamadığın vakit kaygıların ve buna bağlı olarak terk edilme şeman depreşiyordu. Şimdi ise bunlar yok fakat kaynakta "güvenli bağlanma stiline" sahip olmadığın ve bu nedenle sağlıklı yetişkin modu güçlü "güvenli bağlanmış" birisi ile olmadığın için yeni ilişkinde bocalıyorsun. Dolayısıyla, yakın ilişkin paradigmanı ters düz etmiş olsan bile etkilerine alışman zaman alacaktır. Bu nedenle, eğer yeni ilişkinde mutlu ve huzurlu isen biraz daha ilişkide kalabilir ve tecrübe edebilirsin. Joe Dispenza'nın hep vurguladığı gibi yeni deneyimler bedende yeni duyguların oluşmasına neden olur ve bu duygular (tekrar edilmek suretiyle) ne kadar sık hissedilir ise o kadar fazla bu duygularla ilintili yeni deneyimler tecrübe etmen olası hale gelir. Bu sebeple, yeni ilişkini seni daha güvenli bağlanmış birine dönüştürebilecek "yeni deneyimler" yaşamana bir süre daha izin vermen (elbette yeni partnerinden hoşlanıyor ve onunla birlikte olmakta bir beis görmüyorsan) hiç de yanlış olmaz. Öte yandan, bizi suistimal eden kişilere neden çekildiğimizi Nesne İlişkileri Kuramı çerçevesinde son iki bölümdür ayrıntılı olarak açıklıyorum. Bu nedenle, anılan bölümlerde belirtmediğim birkaç hususa mesajının sonunda yer alan sorun temeli uzaklığında değineceğim. Bizi suistimal edecek kişiler, çoğunlukla geçmiş deneyimlerimiz sonucunda içselleştirdiğimiz nesne ilişkilerinin karakteristik özelliklerini bize yansıtacak tanıdık insanlar olurlar. Bu kişiler anne-babamız (ya da küçükken bizi büyütenler) arasındaki ilişkinin ve bizim anne-babamızla olan ilişkimizin ürünüdürler. Bu ilişkiler doğrultusunda anne-babamızın kendi içimize yansıttığımız patonejik yanları bizim bölünmüş parçamızı oluşturur. Bu bağlamda şayet biz, bizi suistimal eden kişilere daha çok denk geliyor isek bunun nedeni çocukluğumuzda içe yansıttığımız patenojik özelliklerin daha çok istismarcı özellikler olmasından mütevellittir ve bu bölünmüş yanımızı, partnerimize yansıtarak onunla bu baskıladığımız yanlarımızı özdeşleştirmeye meylederiz. Zira biraz önce ifade ettiğim gibi bu deneyimsel ve duygusal anlamda en aşina olduğumuz partneri bulma yönünden en bildik açılımımızdır. Böylelikle, çocukluğumuzda aldığımız kararlar sonucunda baskıladığımız bu bölünmüş parçamızı yansıttığımız insan üzerinden yaşar ve bu sayede (dışa vurduğumuz) daha uysal yanımızı tamamlarız. Ve bunu kendimiz değil, partnerimiz aracılığı ile sağlarız. İşte sende de kuvvetle muhtemel böyle bir örüntü oluşmuştur çocukluğunda. İşte şimdi edindiğin farkındalıklar sayesinde bu davranış-duygu paternini değiştirmeye başlamış durumdasın, bu değişimin bir nedeni de aslında sınırlarını güçlendirmeye başlamış olmandan kaynaklanmaktadır. Bu arada, gözlemleyen bilincin de ister istemez gelişmiş ve geçmiş ve mevcut ilişkilerini gözlemlerken sana yardımcı olmuştur. Bu itibarla, kendini ve karşındakini gözlemlemek de daha doğru yakın ilişkiler yaşamana kaçınılmaz olarak yardımcı olmuştur. Öte yandan, yeni ilişkinde çok önemli bir eşiği atlamış olduğunu gözlemlediğimden yeniden seni suistimal eden ilişkilere dönmen bana güç gözüküyor. Meğer ki sen, yeni ilişkin de dahil olmak üzere sonraki ilişki seçimlerinde hakim olan eski paradigmana bağlı olan alışkanlıklarına dönmene neden olacak şekilde düşünmeye, davranmaya ve hissetmeye yeniden başla. Gördüğün gibi bu noktada hangi paradigmayı hayatında daha baskın kılacak olduğun önem arz ediyor. Eğer yeni paradigmanın şu anda biyokimyasal olarak seni tam olarak tatmin edemeyen yeni duygu-davranış döngülerinden ve bağlamlarından sıkılır ve eski hazlarını yaşamaya meyledersen yukarıda söylediğim paradigma değişikliği sona erer ve gerisin geriye eski haline döner. Dolayısıyla, doğru seçimler yapmak, iradeli olmak ve kararlı davranmak şart. Bedeninin anatomisi ve biyolojisi üzerinde lütfen biraz daha çalış, nöroloji ile ilgili daha fazla kitap oku, Joe Dispenza, Robert Palosky, Daniel Amen'in beyin ve beden ile ilgili kitaplarını okumanı bu minvalde özellikle tavsiye ederim. Bedenini ve beynini daha iyi tanıdıkça yaşadığın gel-gitleri, yoksunluk belirtilerini daha iyi anlayabilir ve bedenini dolayısıyla duygularını çok daha iyi yönetebilirsin. Sözün özü lütfen sabret, yeni ilişkini sürdürebildiğin kadar sürdür, gerçekten mutsuz hissettiğinde ayrıl ve eski ilişkilerinin yerine düşünsel ve duygusal anlamda güvenli bağlanabileceğin ilişkilerin sahip olması gereken özellikleri koy ve bu özelliklerin yaşama geçtiği ilişki imgelemeleri yapıver. Bak göreceksin çok da uzak olmayan bir zamanda seni suistimal eden insanları hayatına çekmemeye başlayacaksın. Bu arada Alain de Botton harika bir çağdaş filozoftur ve yakın ilişkilere yönelik tespitleri muhteşemdir. Onu okumakla çok iyi yapıyorsun. Sevgiler,
@@kendinias8533 Nazik sözleriniz için çok teşekkür ederim. Gerçekten beni cesaretlendirdiniz ve mutlu ettiniz. Şu anda ayrılmaya niyetim yok kesinlikle, çünkü ilk defa gerçekten kendim olabildiğimi hissediyorum ve olduğumda da ''yapışkan'' gibi sıfatlara maruz kalmadığım bir iletişime sahibim bu yüzden dediğiniz gibi, sanırım biraz da alışkın olmadığım durumlarda olup yeni paternler yaratmam gerekiyor. Öbür türlüsü evet tanıdık ve alışkın olduğum senaryolar olsa da çok acı verici, yine de annemde de olan terk edememe, toksik ilişkide kalma örüntüsünü aştığım için mutluyum, kendimi ön plana koydum ve bana acı veren kişiden uzaklaşabildim. Dediğiniz yazarlara mutlaka bakacağım çünkü ihtiyacım olduğuna inanıyorum; özellikle erteleme ve izolasyon gibi alışkanlıklarımı ancak öyle aşabilirim sanırım. Videolarınızın devamını heyecanla bekliyorum. Sevgiler.
@@boda1574 harikasın, lütfen böyle hep ileriye doğru emin adımlarla devam et. Müthiş bir iş başarıyorsun, jenerasyonel kilitleri kırıyor ve süregelen sıkışmışlıklardan kendini arındırıyorsun. Kendine lütfen bir şey ısmarla:) Sevgiyle
Eyvallah hocam ,merhaba ,nasil gidiyor .
çok iyi gidiyor, şükürler olsun, teşekkürler, sen de iyisindir umarım
Çocuğun içselleştirdiği ve bastırdığı bölünmüş yanını tek ebeveyne yansıtması çıkarımı da yapılabilir mi?
Yani 'öteki' yansıtmasının sadece eş üzerine yönlenmeyebileceği açısından baktığımda kızımla ilişkimizi gördüm adeta.
Merhaba bence bu söylediğin akla yatkın. Olabilir. Nesne İlişkileri Kuramı açısından anne bizim her bakımdan ilk nesnemiz. Bu nesne ile olan ilişkimizden dolayı bölünen parçamızı çocuğumuza yansıtabiliriz. Burada önemli olan çocuktan çok annenin çocuğuna bölünmüş parçasını yansıttığının farkına varılmasıdır. Tespitini vibu açıdan çok anlamlı buluyorum. Çok teşekkürler ve mutlu bayramlar. Sevgiler
Merhaba. Öncelikle ben de teşekkür ederim. Resmin bütününü görmemi sağlayacak bir yol açmış oldun. Bağlanma stilleri ve ebeveyn kaybının etkileri üzerine yoğunlaşmıştım. Ama nereden tutsam bana yönelen şiddeti anlamlandıramıyordum. Oysa üzerine yoğunlaştığım konuların, Nesne İlişkileri Kuramı altyapısı üzerine kurgulanması gerektiğini farkettim. Şimdi parçaları birleştirmem gerekiyor. En zoru da bu; zira amaç bilgilenmek olduğunda keyif verici olsa da yaşama uyarlamak ve yüzleşmek çok yorucu olabiliyor.
Birkaç yıl önce Agah Aydın'ın bir anlatımından, anneliğin bir iç güdü olmadığını, süreçte öğrenildiğini öğrenmiştim. O kadar önemli bir bilgiydi ki bu benim için, doğamda annelik olmadığı zannıyla kendimi yargılamaktan ve ailemdeki anne figürleriyle kıyaslayıp kendimi eksik algılamaktan kurtardı. Sonrasında deneyimleyerek öğrenmenin yeterli olmadığını gördüm. Devamında kendimi, anneml ve kızımıla ilişkimi sorgulama ve tanımlama sürecine girdim. Tıkandığımızda terapi desteği aldık. Ama öfke ve bunun şiddetle tatmininin nesnesi olmayı aşamadım, aşamadık. Gözlem ve okumalarım sonucu ana hatlarıyla (ya da kısmen) edindiğim tespitler sonuç verdi. Tam "bu sefer oldu" derken dışsal (genellikle) tetikleyicilerle başa dönüyoruz. Şimdi Klein'ın Haset ve Şükran'da anlattıklarından yola çıkarak, hedef mi yoksa dolaylı nesne miyim? Ya da her ikisi de söz konusuysa kendi payıma düşen kısmının tespiti aşamasınsayım.
Tabi kuramları bilmek tespitleri kolaylaştırsa da çözüme katkısı, öznenin ya da kişilerin ne kadar hazır, istékli ya da almaya açık olduğuna bağlı.
Hadi bir de itirafta bulunayım :) İlk nesne/bakımveren olmak hayattaki en zor rolmüş. İçimde, yaşamın ve ilişkilerin basit olmasına dair özlem gittikçe büyüyor.
Yorum biraz sesli düşünmeye dönüştü sanki :) Klein'den sonra zihnimde uçuşanları ve iç sesimi bastırmayı bekleyerek cevap yazmaya geri döndüm oysa ;)
Sevgiler..
Unutmadan..
"Çocuktan çok annenin çocuğa bölünmüş parçasınıı yansıttığının farkında olması..' demişsin.
Nesne, tanımı gereği özneye yani çocuğa yansıtma yapamaz mantıken (hatta kuram gereği). Anneden çocuğa etki ancak bağlanma stiliyle ya da aktarımla olur.
İç güdüleri yansıtmak için nesneye karşı bir arzu, ihtiyaç, beklenti ya da tamamlanma isteği gerektiğini gözönüne alırsak, annenin çocukla ilişkisine aykırı kalıyor.
@@gulsen4562 mesajın için çok teşekkür ederim. Önemli farkındalıklara sahipsin. Bravo. Mesajında "Ama öfke ve bunun şiddetle tatmininin nesnesi olmayı aşamadım, aşamadık." demişsin. Bunu biraz açar mısın lütfen?
@@gulsen4562 yine de "yansıtmalı özdeşim" kuramı çerçevesinde bu olaya baktığımızda anne ve çocuk birbirlerine karşı bölünmüş parçalarını yansıtarak bu parçaların bir diğerinde olduğu algısı yaratabilirler ve o zaman da yansıtılan kişinin benlik algısı diğerinin yansıttığı parça ile özşdeşleşebilir.