Sayın hocam ağzınıza sağlık Değişik bir bakış açısı çok hoş Her zamanki gibi zihin açıcı Pekiii…. Sayın hocam sembolleri hiçe sayarak Bir yaşam mümkünmü Kemal Nur
Farklı sesletim nedeniyle levi ştravs dediğimden bahsedildiğine biraz gecikerek aydım. Sonraki sunumda valla mutfaktaki işimi bırakıp dinleyeceğim. Teşekkürler ünsal hoca.
Harika bir video olmuş hocam.. Bahsettiğiniz gibi sembolik düşünce kaçınılmaz.. Örneğin sembolik düşünce yerine, rasyonel aklı öne sürsek bile; yine pratiğin karşısına bir ikilik/karşıtlık koymuş oluyoruz.. Binaenaleyh şunu sormak istiyorum; Eylem alanı yüzünden; iyi kötü, doğru yalnış, yapılabilir yapılamaz, değerli değersiz gibi ikillikleri zorunlu olarak kurmak zorundayız. Ancak acaba bu ikilikleri deşifre edenler, bir sorumluluk olarak bunları bir ölçüte tabi kılmayı görev edinmeliler mi? Bu ikilikleri eylem/praxis için kuruyoruz, o halde bu ikiliklerin ölçütü olarak yine eylemi, insanlığın ortak tarihsel belleğinden neşet eden değerleri yani insan haklarını ( kadın, erkek toplumsal dünyada eşit haklara sahiptir, çocuklarda reşitlik vs) kabul edemez miyiz?
Umarım anlaşılabilir sorabilmişimdir hocam , kaçınılmaz olan sembolik düşünceyi bir ölçüte tabi kılarak, toplumsal yaşamda oluşturduğu eşitsizlikleri önlemenin imkanını merak ediyorum..
Örnek verirsem, kadın ve erkeğin toplumsal yaşamda eşit haklarla yaşaması gerektiği ön bilgisi ile, kadın erkek üzerine kurulan tüm karşıtlıkları deşifre edip; bu karşıtlığı sosyal, hukuki, siyasal yaşamdaki konumundan def edebiliriz
Bunun için değiştirdiğim teorik çizgiyse, semboller yerine kurucu ilkeyi eylem alanına yerleştirmek. Yani sembolleri kuran da eylemin bizatihi kendisidir, benim için. Çünkü erkeğe müspet, kadına daha olumsuz değerlerin yerleşmesinin bir rastlantıdan ziyade, toplum yaşamanın örgütleniş biçiminden dolayı olduğunu, yani toplumsal hayatta bi'l fiil olanın sembolleri kurduğunu düşünüyorum. Sözgelimi anaerkil bir toplumda, kadın olumlu değerleri alacaktı(çünkü her eyleme sembollerin yeniden kurulmasıdır ve bunu eylemin koşulları belirler) . Böylece sembolleri eylemin koşullarınca tercih eder ve eyleme karşı kurarız. Buna nispetle bir ölçüt olarak eylemenin/pratiğin belleğinden doğmuş yasalar olarak insan hakları kullanılabilir geliyor. Acaba bir teorik zorlama ya da yalnış mı yapıyorum ?
Sembolik düşüncenin kaynağı lévi-strauss'a göre beynin evrimiyle ilişkili olduğu için kendisi bize bunu aşmanın araçlarını sağlamaz. Oysa bu köken, durkheim'i takip edersek toplumsaldır. Dolayısıyla, dediğiniz üzere, toplumsal yapıların değişime uğratılması üzerinden bu ikiliklerin aşıllması bence de gayet mümkün.
Bence yemek yemenin belirli araçlar yoluyla yapılması hijyenik veya işlevsel sebeplerden ziyade başta Batı toplumu için bazı sembolik ayrımlara dayanmakta. Olabildiğince yerden yukarıda, çatal bıçak gibi araçlarla yemek yenmesi aslında kendinden daha aşağılık olan hayvandan ayırmanın da sembolik bir göstergesidir. Hayvan avını yerken doğrudan doğruya hiçbir araç kullanmadan yer, Doğu toplumlarında ve alt sınıflarda da yemeğin yer sofrasında ve ellerin doğrudan temasıyla yenmesi hayvani, ilkel bir özelliktir ve insanlığın en gelişmiş düzeyi için araya ne kadar araç girerse ve yerden ne kadar yükselirse sembolik olarak hayvani görüntüden o kadar uzaklaşır.
Sayın hocam ağzınıza sağlık
Değişik bir bakış açısı çok hoş
Her zamanki gibi zihin açıcı
Pekiii….
Sayın hocam sembolleri hiçe sayarak
Bir yaşam mümkünmü
Kemal Nur
Cok güzel bir anlatim olmus hocam, emeginize sağlık. Yaz döneminde bu formattaki videolarla devam edilirse daha verimli olur gibi 👏👏👏
Teşekkür ederim bilgilendirici ve derin videolar için. Bu formatta gayet güzel olmuş devamını dilerim
Çoook güzel hocam teşekkürler 🙏👏🏻
Muthis anlatim. 5 sene once alip okumadigim “yapisal antropoloji” kitabini tozlu raflarindan cikariyorum:)
harika
Teşekkürler.
Aaa teşekkürler. Eksik olmayın.
Farklı sesletim nedeniyle levi ştravs dediğimden bahsedildiğine biraz gecikerek aydım. Sonraki sunumda valla mutfaktaki işimi bırakıp dinleyeceğim. Teşekkürler ünsal hoca.
Harika bir video olmuş hocam..
Bahsettiğiniz gibi sembolik düşünce kaçınılmaz..
Örneğin sembolik düşünce yerine, rasyonel aklı öne sürsek bile; yine pratiğin karşısına bir ikilik/karşıtlık koymuş oluyoruz..
Binaenaleyh şunu sormak istiyorum;
Eylem alanı yüzünden; iyi kötü, doğru yalnış, yapılabilir yapılamaz, değerli değersiz gibi ikillikleri zorunlu olarak kurmak zorundayız.
Ancak acaba bu ikilikleri deşifre edenler, bir sorumluluk olarak bunları bir ölçüte tabi kılmayı görev edinmeliler mi?
Bu ikilikleri eylem/praxis için kuruyoruz, o halde bu ikiliklerin ölçütü olarak yine eylemi, insanlığın ortak tarihsel belleğinden neşet eden değerleri yani insan haklarını ( kadın, erkek toplumsal dünyada eşit haklara sahiptir, çocuklarda reşitlik vs) kabul edemez miyiz?
Umarım anlaşılabilir sorabilmişimdir hocam , kaçınılmaz olan sembolik düşünceyi bir ölçüte tabi kılarak, toplumsal yaşamda oluşturduğu eşitsizlikleri önlemenin imkanını merak ediyorum..
Örnek verirsem, kadın ve erkeğin toplumsal yaşamda eşit haklarla yaşaması gerektiği ön bilgisi ile, kadın erkek üzerine kurulan tüm karşıtlıkları deşifre edip; bu karşıtlığı sosyal, hukuki, siyasal yaşamdaki konumundan def edebiliriz
Bunun için değiştirdiğim teorik çizgiyse, semboller yerine kurucu ilkeyi eylem alanına yerleştirmek.
Yani sembolleri kuran da eylemin bizatihi kendisidir, benim için.
Çünkü erkeğe müspet, kadına daha olumsuz değerlerin yerleşmesinin bir rastlantıdan ziyade, toplum yaşamanın örgütleniş biçiminden dolayı olduğunu, yani toplumsal hayatta bi'l fiil olanın sembolleri kurduğunu düşünüyorum.
Sözgelimi anaerkil bir toplumda, kadın olumlu değerleri alacaktı(çünkü her eyleme sembollerin yeniden kurulmasıdır ve bunu eylemin koşulları belirler) .
Böylece sembolleri eylemin koşullarınca tercih eder ve eyleme karşı kurarız. Buna nispetle bir ölçüt olarak eylemenin/pratiğin belleğinden doğmuş yasalar olarak insan hakları kullanılabilir geliyor.
Acaba bir teorik zorlama ya da yalnış mı yapıyorum ?
Sembolik düşüncenin kaynağı lévi-strauss'a göre beynin evrimiyle ilişkili olduğu için kendisi bize bunu aşmanın araçlarını sağlamaz. Oysa bu köken, durkheim'i takip edersek toplumsaldır. Dolayısıyla, dediğiniz üzere, toplumsal yapıların değişime uğratılması üzerinden bu ikiliklerin aşıllması bence de gayet mümkün.
Hocam, emeğinize sağlık 🎉
Bence yemek yemenin belirli araçlar yoluyla yapılması hijyenik veya işlevsel sebeplerden ziyade başta Batı toplumu için bazı sembolik ayrımlara dayanmakta. Olabildiğince yerden yukarıda, çatal bıçak gibi araçlarla yemek yenmesi aslında kendinden daha aşağılık olan hayvandan ayırmanın da sembolik bir göstergesidir. Hayvan avını yerken doğrudan doğruya hiçbir araç kullanmadan yer, Doğu toplumlarında ve alt sınıflarda da yemeğin yer sofrasında ve ellerin doğrudan temasıyla yenmesi hayvani, ilkel bir özelliktir ve insanlığın en gelişmiş düzeyi için araya ne kadar araç girerse ve yerden ne kadar yükselirse sembolik olarak hayvani görüntüden o kadar uzaklaşır.
hocam bourdieu'yu andırıyorsunuz ama sakallı halini