Burada tartışmalar gittikçe başka bazı kanallarda kine benzer biçimde, ateist-dinci tartışmalarına kaymaya başladı. Bu yüzden özellikle ateist arkadaşların bazı konuları doğru anlamları önemli: Ateist olduğuna inanan arkadaşlar; felsefe, sosyoloji, tarih öğrenmeden toplumdaki sorunların asıl sebeplerini doğru anlayamazsınız. Sadece evrimle insanı, toplumu, dünyayı kavrayamazsınız. Evrim sadece biyolojik yapıların gelişim sürecinin öyküsüdür. Başka bir şey değildir. Sadece bilimsel bir öyküdür. Bir öykü üstüne inanç inşa etmenin; zamanında mitolojiler üstüne “din” inşa etmekten farkı yoktur. Söz konusu biyolojik yapıların sinirsel, yani nöral işleyişini, bilinç dışının ve korteksin nasıl bu nöral ağ üstünde yapılandığını, düşüncenin nasıl ortaya çıktığını, buna bağlı olarak ta psikolojiyi, arkasından psikolojinin davranışı nasıl şekillendirdiğini ve de davranışında sosyolojiye nasıl bağlandığını da öğrenmeniz gerekir. En son bağlamda da sosyolojik olarak insanın tarih içindeki yolculuğunu ve de buna paralel olarak ta toplum denen olgunun, onu oluşturan bireylerle birlikte felsefi çözümlemesini öğrenmeden tüm bu bileşenleri doğru biçimde bir araya getirip, bütünsel bir kavrayışa varamazsınız. Bütünsel bir dünya görüşü oluşturamazsınız. Bilim kendi içinde birçok disipline ayrılıp, 2500 yıl önceki asıl köklerinden yani felsefeden kopmuştur ve kendine yabancılaşmış, varlık nedenini unutmuştur. O yüzden günümüzde ateizm bilime sahip çıkıp, bilim adına konuştuğunu söyleyip duruyor. Ateizm de sonuçta bir tür dindir, yani bir ideolojidir. Nihayetinde ateizm de son bağlamda bir hakikat arayışıdır. Bilim, yani sistemli sorgulama, mantıksal akıl yürütme Aristoteles tarafından 2500 yıl önce, dinsel bilgiye karşı, yani mitosa karşı başlatılmıştır. Sistemli sorgulama ve mantık felsefenin konusudur ve dinsel bilgi (mitos) karşısında hakikate ulaşmak için biricik yoldur. Bilim bunun için sadece araçtır. Fakat daha sonra orta çağda kilise felsefeye nüfus ederek, kullanılan kavramları deforme etmiş ve çarpıtmıştır. Bunun sonucu da bilim felsefeden kopmuş ve zaman içinde köklerine yabancılaşmıştır. Bilimin asıl amacı hakikate doğru bilgi yardımı ile ulaşmaktır. Yani bilimin unutulmuş olan asıl temel amacı felsefi bir amaçtır. Yoksa bu kadar bilimsel araştırma ve geliştirme neden yapılsın ki? sadece kapitalizme hizmet edip, daha fazla teknolojik ürün üretmek için mi? Günümüzde dünyada yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerin temelinde bu gerçek vardır. Bilimin ürettiği sonuçlar insanlığın barış ve refaha ulaşması için değil kapitalizmi besleyecek yeni ürünlerin ve teknolojilerin üretilmesi için kullanılmakta. Bu ürün ve teknolojiler insanlığın ortak hedefleri, barış ve adalet için değil, insanın çevresine ve kendine yabancılaşıp, stres içinde, tatminsiz, mutsuz birer bireylere dönüşmesi için kullanılıyor. Böylece daha kolay yönetilip, manipüle edilebiliyorlar. Dünyanın her yerinde, kapitalizme hizmet eden iktidarların kolayca dini ve ideolojiyi kullanıp, halkı bölerek ve ötekiler yaratarak, savaşlarla toplumları yönetebilmesinin önü açılıyor. Köklerinden koparılmış ve birçok disipline ayrılarak kendi varoluşuna yabancılaşan bilim din karşısında köşeye sıkışınca, ha bire; işinin “neden?” sorusunu sormak olmadığını, sadece “nasıl?” sorusunu sormak olduğunu tekrarlayıp duruyor… Ama “nasıl” sorusu “neden” sorusu olmayınca boşlukta asılı kalan sonuçlar üretiyor ve bu sonuçlara da hem kapitalizm hem de din sahip çıkıyor. Sonrada ateistler bu duruma bakıp, şaşıp kalıyorlar. İnsan nedir, neden vardır, düşünce nedir, akıl, bilinç nedir?... gibi varoluşsal metafizik soruları evrimle açıklamaya çalışıyorlar. Ve tabi bir noktaya varamayıp, sonra bilimi yani sadece hakikate ulaşmak için bir araç olan bir disiplini dogmalaştırıp, dinleştirme yoluna gidiyorlar. Bilgisizlik yüzünden "hakikat" kavramı sanki sadece dinin alanına giriyormuş, mistik bir şeymiş gibi algılanıyor. Oysa ilk başta bilimin doğmasının asıl sebebidir. Ve bilim inançsızlık demek değildir. Hakikate inanmak demektir. Felsefi hakikat inancı, tabiatı gereği tek dogmalaşamayacak olan, dine dönüşemeyecek olan inançtır. Tekrar, tekrar kendini sonsuza kadar var eden bir oluş biçimidir. Ateizm ise dine bir tepki olarak ortaya çıkan ama neticede oda temelleri gereği, yani dinlerle aynı temelleri paylaştığından (bir öyküye dayandığından) dinsel bir inançtır. Yukarılarda bahsettiğimiz tarzda felsefi bir bütünsel dünya kavrayışı sunamaz. Bu yüzdende inandığı öyküyü merkeze koyarak, öykü üstünden bir inanç geliştirir. Kanaat önderi gibi hareket etmeye başlayan (olmaya çalışan) bazı ateist arkadaşlar bu günlerde iyice saçmalamaya başladılar. Zamanında, Osmanlıdaki aydınlanma hareketinin bir devamı olan Atatürk’ü nasıl bazıları "Kemalizm" diye bir dine dönüştürdüyse ve Cumhuriyet fikrinin toplumun geneline yabancılaşmasına neden olduysa, şimdide kendilerine ateist diyen bazı kişiler de bilimi “evrim” adı altında dine dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunun için bir takım evrim savunuculuğu yapar gibi gözüküp, aynı dini liderlerin çıkması gibi, kanaat önderleri olmaya çalışanlar var. Etrafında aldıkları ateist müritleriyle birlikte sanki dini bir tarikat gibi hareket etmeye çalışıyorlar. *Bu ülkeye en büyük zararı Cumhuriyet devrinden beri bu “yarı aydın” tipler vermiştir.* Köyden şehirlere göçen halkın bilinçlenmesi, eğitilmesi ile uğraşacaklarına, bu insanların gelenekleriyle, dinleriyle dalga geçmeyi marifet bilip, kendi cahilliklerinin, tembelliklerinin üstünü örtmeye çalıştılar. "Yarı aydın" tipi sadece birkaç bilimsel kitap okuyup, ne felsefeden haberi olan, ne sosyoloji ve tarih bilen, popülist insan tipidir. Ve toplum için en olumsuz insanları oluştururlar. Çünkü bunlar sadece halkla dalga geçmekle kalmaz, akademisyenlerle, felsefe ile, sanatçılarla, entelektüellerle de dalga geçmeyi marifet sayarlar. Kendi yetersizliklerini ve bilgisizliklerini böylece gizlemeye, kendilerini yüceltmeye çalışırlar. Bazen kitap yazmalarıyla veya sanatsal faaliyetlerle uğraşmalarına bakmayın bu tiplerin. “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali son derece kısır yeteneklerini bir şey sanan tiplerdir. Zaten dikkatli bakarsanız doğru dürüst, işe yarar bir şey üretemediklerini, devamlı kendilerini tekrarlayıp durduklarını görürsünüz. Ahmet Hamdi Tanpınar bu ateist ve sözde bilimci tipleri zamanında romanlarında işlemiştir. Şimdinin ateist-dinci tartışması sanıldığı gibi yeni değil. Aynı tartışmalar Cumhuriyetin ilk yıllarından beri yapılmaktadır. Ama yarı cahil, sözde aydınlarımız bunlardan bir haber olduğundan, ne edebiyat, ne felsefe, ne de düzgün biçimde tarih okumadığından, bir arpa boyu yol kat edilmemiştir. Hep aynı konular, temcit pilavı gibi, evrim konusunu okuyup biraz öğrenen bu tipler tarafından, tekrar tekrar gündeme getirilir. Ne yazık ki Türk Solu da bundan nasibini almış, sadece sağda değil solda da bu tipler üzerine sosyalizm şekillenip, aslında sağdan bir farkı olmayan, sadece slogan üretmekten başka bir işe yaramayan bir harekete dönüşmüştür. Dahası hem sağda, hem solda bu tipler eğitime, devlete falan her yere sızıp, günümüz deki Türk-Kürt çatışmasının da temelini oluşturmuşlardır. Bu kişiler ateist-dinci çatışması dışında, birde sığ tarih ve siyaset bilgileri ile milliyetçilik üstünden Türk-Kürt çatışmasını pompalamayı da marifet bilirler. Felsefi ve sosyolojik alt yapıları olmadığından siyaseti yanlış anlarlar. Çevresindeki müritlerine de sanki çok biliyormuş gibi hep yanlış şeyler anlatırlar. Sığ, avam söylemlerle, milleti bir birine düşman etmeye çalışırlar. Terör baronlarıyla, siyasal söylemin arasındaki farkı ayıramazlar. Çok tehlikeli ayrışmaları körüklerler. Bu tiplerin tek sermayesi; ötekileştirme ve bunun üstünden nemalanmaktır. Çaktırmadan bunun üstünden para kazanamaya çalışırlar. Artık meslekleri bu olmuştur. Özellikle son birkaç yıldır youtube’da böyle tipler çoğalmaya başladı. Birde son zamanlar iyice meydanı boş bulup, felsefeyi, sosyolojiyi, sanatı falan kötülemeye, dalga geçmeye başladılar. Her hallerinden, nihai amaçlarının müritlerinden öyle ya da böyle para toplamak olduğu belli olan bu kişiler, özellikle gençlerin içinde bulundukları manevi arayışı sömürmeye çalışıyorlar. Gençlerin heyecanından, sahipsizliğinden, kaybolmuşluğundan faydalanmaya çalıp, onlara kısır, bir yere varmayan, günü kurtarmaya yönelik ümitler, heyecanlar veriyorlar. Arkadaşlar bu tiplere dikkat edin. İçinizdeki manevi boşluğu ve arayışı ancak sosyoloji, felsefe, tarih, sanat ve siyaset felsefesi (bilimi) öğrenerek gerçek anlamda giderebilirsiniz. Siz bakmayın sosyal bilimler bilim değildir, fen bilimleri bilimdir diyenlere. Bunları felsefeyi bilmeyenler böyle söylüyorlar. Daha ilk başta, 2500 yıl önce, fizik, biyoloji falan felsefeden çıkmıştır haberleri yok. Metafiziğin orijinal anlamı; orta çağda din tarafından deforme edilmeden önce, fizik dışı demek değildi, "Fizik üstü" anlamıyla, fiziğin ötesi kastedilerek kullanılan bir terimdir. Yani günümüzdeki kuantum fiziğinin kast ettiği evren gibi düşünebilirsiniz. Sadece “evrim” ile dünyayı, insanı, toplumu gerçek manada kavrayamazsınız. .
bu güzel yazı ne yazık ki bu youtube videosunun altında yorumlarda kaybolacak, belki de en fazla 20 30 kişi görecek, keşke daha fazla kişiye ulaşabilse.
Burada anlatmaya çalıştığımız ateizmi ideoloji olarak kullanan “yarı aydın” tipini biraz daha açmakta fayda var: Siyasal İslam’ın ortaya çıkışının ve halkın samimi inançlarının sömürülmesi de, günümüzdeki Türk-Kürt çatışmasının ortaya çıkışının da asıl, temel sebebi bu yarı aydın tipidir. Yoksa Türkiye Cumhuriyetinin kaderinde aslında bunlar olmayabilirdi. Türkiye’nin kaderinde aslında hızlıca ilerlemesi için gerekenler vardı. Ama bu yarı aydın tipi halka sahip çıkacağına, onu küçümseyen bir tavır takınıp, halkı din bezirganlığı yapan kasaba kurnazı politikacıların eline terk etti. Bu tiplerin temel gayeleri; satacak bir şeyleri olmadığı için sözde milliyetçilik söylemi ile hemen hemen her kesimde ötekiler yaratmaktır. Böylece kısır fikirlerini yeni yeni bilinçlenen genç kuşaklara satmayı umut ederler, kendilerini önemli kılmaya çalışırlar. Genç beyinleri zehirleyip Türkiye’nin geleceğinden çalarlar. Narsislik en büyük hastalıklarıdır. Para yapabilirse en önde gelen kapitalistlere dönüşürler. Her şeyi unuturlar. Çünkü özünde burjuva özentililiği iliklerine kadar işlemiştir. Narsislik hastalığının temelinde bu derinlerde yatan özenti yatar. Yeşilçam filmlerini dikkatli biçimde analiz ederseniz, Türkiye’nin asıl probleminin köylülük ve bu burjuva özentiliği arasındaki fay hattı olduğunu açıkça görürsünüz. Bu fay hattı Türk toplumun asıl fay hatırdır. Gerçekte, ne sağ-sol çatışması ne de Kemalist-dinci çatışması gibi ideolojik bir fay hattı vardır. Bu ayrışmalar, bu fay hattından beslenen kasaba kurnazı politikacıların ve bu yarı aydın tipinin yapay olarak uydurduğu ayrımlardır. Bu yüzdendir ki Türk sineması bir arpa boyu yol gidememiştir. Neticede bu filmleri çeken bu yarı aydınlarımızdır. Din bezirganlığı yapan kasaba kurnazı politikacı neyse onun karşısındaki anti tezi sözde Kemalizm savunuculuğu yapan bu yarı aydın stereotiplerdir. Bu aydın tipide netice de tam şehirleşmemiş, köylülükten tam çıkmamış, arada kalmış ve ancak kasabalılık diyebileceğimiz zihniyette kalmış bir karakterdir. Şimdiki TV dizinlerinde de değişen bir şey yok. Sadece figürler ve aksesuarlar değişti. Örneğin dikkat edin bir şirket sahnesinde şirkette ne iş yapıldığı belli değildir, iş falan yapılmaz. Toplantılar bile karakterler arasında polemikler için mizansendir. Gördüğünüz sadece; patron otoritesi, zengin, güçlü ve yakışıklı erkek figürü falandır. Kadınlar ise eski Yeşilçam filmlerindeki fakir köylü kızın metaformoz geçirmiş hali, artık üniversiteye falan gitmiş, şehirleşmiş gibi gözüken ama zihinsel olarak kasabalılık düzeyinde, arada kalmış versiyonudur. Polemik (dedikodu) yaratmak, aynı kasabada olduğu gibi hala en büyük üretimdir. Zaten şirkette üretilen başka bir şeyde göremeyiz… Filmlerdeki ana tema hep aynı kalmıştır. Günümüzdeki dizilerdeki ana tema da güce tapmaktır. Zenginlik güç demektir, zenginin hizmetinde olan ise kuldur, patronun tebasıdır. Köyde ağanın ırgatı olmak kavramı sadece şekil değiştirmiş ve güç demek hala “ağa” olmak demektir. Dizilerde dikkat edin, tüm karakterler “ağa” ve “küçük ağa” özentisi karakterler etrafında dizilirler. Patron aslında hala eskinin ağasıdır. Senaryo bunun etrafında şekillenir. Kadınlar ağanın otoritesine boyun eğmekte nazlanan, sözde özgürlüğüne kavuşmuş karakterlerdir. Senaryo bu güce boyun eğme ve saygı duyma teması etrafında şekilden şekle girer. Gizliden gizliye, güç cinsellik yerine kullanılır. Dizilerde karakterleri hiç gerçekten sevişirken göremediğimizden mi nedir, adeta erkek patron güç gösterisiyle önüne geleni her dakika beceriyor ya da becerecek gibidir. Hep bir tahakküm kurma, hegemonya kurma, boyun eğmeye zorlama atmosferi vardır. Cinsellikte bu yüzden aynı kaba atıldığından, ortada son derce dominant görünüşlü erekler (ağa özentileri) kol gezer. Aslında bu dizlerde sanki sürekli Afrika’daki maymunlar arasındaki güç savaşlarını gösteren belgesel seyrediyor gibiyizdir. Başka bir tema yoktur. Sürekli bu belgeseli sanki tekrar tekrar izliyormuş hissine kapılırsınız . En entelim diyen diziden tutunda en basit diziye kadar hep aynı atmosfer vardır. Arada sırada da hanım ağalar görebilirsiniz. Ama onlarda neticede eril gücü sergilemekle erkeliği sergilemiş olurlar. Hala şarklı köklerimizden kurtulamadığımız için maalesef bizde burjuva kavramı sadece güç ile özleşmiştir. Türk halkının şehre göçmesi ve biraz zenginleşmesiyle ortaya çıkan burjuva anlayışı maalesef bu şekilde olmaktadır. Batıdaki gibi bilgiyle, kültürle ve sanatla toplum içinde sofistike bir statü kazanma yerine hala ilkel dürtülerin kontrolündeki bir güç anlayışı hakimdir. İlkel güç gösterisiyle statü kazanılacağı sanılır. Bu sahneler, adeta, maymun topluluklarındaki dominant erkeğin veya dişinin güç sergilemesine benzer. Tabi bu durum yaşanılan çağa ve kullanılan teknolojilere uyumsuz, çarpık bir psikolojiyi de peşi sıra ortaya çıkarır. Bu psikoloji en belirgin biçimde özellikle askeri bandolar, geçit törenleri izlerken, marşlar dinlerken veya dini bazı seremoniler yaşanırken ortaya çıkar. Kemalistler 10. Yıl marşı gibi ya da bazı askeri marşlarda, göğüsleri kabardıkça kabarır ve nerdeyse dışarı taşar gibi olur, gözleri dolar. Hatta, koca koca adamların; “…mavi gözlü kahraman 1919’da Çanakkale’ye ayak bası ve istiklal savaşını başlattı!…” sözleri coşkuyla söylendiğinde hüngür hüngür ağladığına şahit olabilirsiniz. Ya da diğer taraftan, bazı kişilerinde aynı biçimde; “…Peygamberimiz10 bin kişilik ordusuyla, hicretin 8. senesi, Ramazan ayı, Cuma günü Mekke’ye girdi ve Mekke tekbir sesleri altında fethedildi!…” sözlerini coşku ile dinlediklerinde, tekbir sesleriyle beraber hüngür hüngür ağladıklarını görebilirsiniz. Bu duygular son derece samimi duygulardır. Gerçekten bu kişiler içten gelen bir duygulanım yaşarlar. Burada çarpık olan durum bu duygulanıma yol açan ruh durumu ile ha bire dizilerde sergilenen dominant, sert görünüşlü her an tahakküm kurma dürtüsündeki karakter arasındaki tezatlıktır. Böyle bir karakter gerçekte Mekke’ye veya Çanakkale’ye düşman gördükleriyle (ötekiler) centilmen biçimde mücadele etmek için gitmez. Öteki diye gördüklerini köleleştirmek, kul yapmak, malını, mülkünü yağmalamak için ve kızlarını cariye yapıp, tecavüz etmek için yani ganimet elde etmek için gider. Aslında tüm bu Yeşilçam filmleri ve günümüzdeki dizler bir zayıflığın üstünü örterler. Otoriteye kul olma zaafının ve korkaklığın üstünü örterler. Orta Doğuda otorite devlettir, aşirettir, ağadır. Elbette batıda böyle güç savaşlarını merkeze alan diziler vardır ama böyle olunca ortaya “Game Of Trones” gibi son derece sofistike, fantastik ve siyaset felsefesi açısından derinlikli, çok boyutlu sanatsal şaheserler çıkmakta. Sanılanın aksine, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’deki sosyal problemlerin temelinde sağcı-solcu gibi veya dinciler-Kemalistler gibi ideolojik ayrışmalar değil köylülük (şarklılık, kabile kültürü) zihniyetinden kurtulamamış zihniyet ile çarpık kentleşmiş (Türk burjuvası) arasındaki çatışma vardır. Kasaba kurnazı politikacılar da bu fay hattından faydalanıp, bundan nemalanacak siyasi söylemler üretirler. Bu fay hattını Kemalist dinci çatışmasına dönüştürüp, yapay gündemlerle, siyasi rant elde ederler. Bu durum hem sağ için hem de sol için geçerlidir. İki kesimde de durum temelde farklı değildir. Görünüş fraklıdır sadece. Bunun en büyük kanıtı CHP’nin halidir. Bu kadar burjuvazinin çarpık geliştiği, bu kadar çok köyden kente göç yaşanan bir ülkede her türlü siyasi fırsat ortaya çıkmışken, bu kadar başarısız politikalar üretip, hala kısır günlük tartışmaların dışına çıkmaktan kurtulamayan CHP, bugünlerde yaşanan tüm siyasal olumsuzlukların ortaya çıkmasının geçmişteki asıl sorumlusudur. Burada tarif etmeye çalıştığımız ateist söylemden başka sermayesi olamayan bu “yarı aydın” tipinin siyasete de hakim olması bu sonucu doğurmakta. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılması gerekenler yapılmamış, 10. Yıl marşının yerine geçecek başka bir beste ortaya çıkarılamamış, yeni coşkular yaratılıp, tüm halkı kucaklayacak ortak bir duygudaşlık yaratılamamıştır. Tembellik edilmiş ve Kemalizm adı altında sloganvari politikalara sığınılmıştır. … Bir taraf zayıf kalırsa diğeri boşluğu doldurur! İşte felsefe bu kadar önemlidir. Felsefi bir temel olmayınca bilim, sosyoloji, tarih, siyaset ama hepsi ideolojilerin pençesine düşüp, bu yarı aydın tipinin kurbanı oluyor. .
Tşk. Aslında bu tür yazıları biriktirip pandoraprojesi.com/ adresinde "makaleler" bölümünde yayınlamak plan dahilindeydi. Ama hangi konuda ne yazı çıkacak, izleyicilerle girilen etkileşimde ortaya çıkıyor. Şimdi burada olduğu gibi. Sizler ilgi duydukça olabilecek bir şey :) Durup dururken, kafadan atma yazılamıyor. İlk başta çok fazla yazı birikmedi. Yeni yeni birikmeye başladı.Artık yavaş yavaş yukarıdaki adreste yazıları toparlamaya başlayacağım. Belki ileride bazılarına seslendirmede yapılabilir:)
Bu adamın çok güzel bir şiiri vardı: Gidene kal demiyeceksin Gidene kal demek zavallılara Kalana git demek terbiyesizlere Dönmeyene dön demek acizlere Hak edene git demek asillere yakışır Kimseye hakettiğinden fazla değer verme Yoksa değersiz olan hep sen olursun Düşün, Kim üzebilir seni senden başka Kim doldurabilir içinde ki boşluğu, sen istemezsen Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen Kim yıkar, yıpratır seni, sen izin vermezsen Kim sever seni, sen kendini sevmezsen Herşey sende başlar .... biter Yeter ki yürekli ol tüketme Tüketme içindeki yaşama sevgisini Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz Öyle bir hayat yaşadım ki Cenneti de gördüm, cehennemi de Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de Bazıları seyrederken hayatı en önden Kendimi bir sahne de buldum, oynadım Öyle bir rol vermişlerdi ki Okudum, okudum anlamadım Kendi kendime konuştum bazen evimde Hem kızdım hem güldüm halime Sonra dedim ki söz ver kendine Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin....... NIETZSCHE
Seslendirmede ve çeviride emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.İnsanlarımızın aydınlanması için bunların var olduğunu görmek ve bunları düşünen paylaşan güzel insanların emeği beni çok mutlu etti.İyiki varsınız.
Aynen Nietzsche nin dediği gibi biz son insanlarız hayatlarimiz idealleri iyi bir üniversiteye gidip çok para kazanıp güzel şeyler satın alıp mutlu olmak(!)Ve açıkçası şahsen bundan şikayetçi de değilim bu hayata yokluktan geldim ve zamanim gelince yokluğa gideceğim bu kısa sürede yapabileceğim tek mantıklı şey mutlu olmak...
Güzel Anlatım çaba gösteren e teşekkür ederim. Varoluştan bu yana en olması gereken Tevvekkul ve Yaradanın yönlendirdiği yolda seyir sonunu merak ettigin yol gittiğin yoldur elmas tarlası'da olabilir bir mırık da..Selâm
Ecce Homo isimli kitabı Nietzsche nin hayatını yaşadıklarını ailesini tüm kitaplarının özetini ve muhteşem bi beyine nasıl sahip olduğunu anlatıyor okuyun bence !
Umut korkudan bile üstün ve belirleyici tek duygudur. Bu yüzden (hemen hemen) hiçbir inanan korkudan dolayı inanmaz, onu inanca sevk eden, umuttur: Bütün duyguların en büyüğü! Umut etti diye kimi suçlayabiliriz ki?.. Menfaatin maddi bir şey olduğu düşünülür, fakat en büyük menfaat beklentisi, sevilme arayışı değil midir? Özümüzde bulunan bir gerçekten (sadece bilimsel-felsefî sebeplerle) kaçmak ne kadar akıllıca, peki?.. Bütün dinleri ve bütün toplumsal dönemleri aynı çuvala sokmadan önce, insanın fıtratına bir bakmak lazım.
Nietzsche'nin özellikle presokratlar ve ahlak görüşleri bana göre muazzamdır. Şu eleştiriyi kendi adıma yapmak isterim ki (bunu zaman zaman ben ve eminim ki başka arkadaşlar da yapıyordur) ideal insan betimlemesi oluştururken bazen anlık duygularımıza yenilip olayları aşure kıvamına getiriyoruz. Bunu Nietzsche de yapıyor. Nietzsche çağının iyi düşünürlerinden biridir, özellikle Platon eleştirisi harikadır. Kardeşi kendisini öldükten sonra bolca suistimal etmiştir.
Yaşam bir hiçliktir gerçek kudret zafere tabi değil bilakis merhametin, sevmenin ve tabi ki erdemli olmanın kendisidir. Bu mihval de kazanmak ile kaybetmek aynı şeydir, yapmamız gereken yaşam süremiz boyunca anlam bulmaktır.
@AgnostikFelsefe kötülüğü yok ederdim diyemiyorsun kötüleri cezalandırırdım diyorsun. Ve buna mükemmel hayat diyorsun.. Ve ilginç olanı bu dünya da kötülük yapanın yanına kar kalacağına inanıyorsun. Ve böyle bir sistem de iyi insan olmanın makul ve mantıklı olduğunu zannediyorsun..
Neden yaşıyoruz? Hayatın anlamı ne? Dünya neden var? Neden buradayız? İnsanlık ne? İnsanlık nasıl oluştu? Evren neden var, neden evrende seyahat etmek zor? Neden yaşıyorum?? Neden? NEDEN? Bu hayat bu dünya neden var?? Hep bunları düşünüyorum. İşin içinden çıkamıyorum.. Bunların cevabını öğrenmeden ölmek istemiyorum.. Bunları öğrenirsem huzur içinde ölebilirim.
Nietzsche'yi yeniden kıskanmak istiyorum. Yazdıkları kalbimin ve beynimin evrene yaydığı elektriğe eşlik eden bir akımken ben onun içinden geçen bir yıldırım olmak istiyorum. Görmek istediğim gibi gördüğüm ama aslında tanımadığım bu varlığı anlamsız ve amacı olmayan bir kaos için kullanıyorum. Ve bunu bilmenin farkındalığı beni , sonsuz uzantısının ucunda durduğum bir gordion düğümünün merkezine ışınlıyor. Ondan alıntı yapmak değil, ruhunun tamamını sömürmek istiyorum.
Nerelerdesin Nietzsche , tutkulu avrupalı ? Hangi kar fırtınası altında parlıyor gözlerin ? Yoksa sıcak bir çöl ikliminde yolculuk mu yapıyorsun , Kumran'a mı yürüyorsun ? Geceleri sen bir gordion düğümüne dönüşürsün , bense İskender'e. Dön geri avrupalı bohem ! Masumiyete kışkırtılmış ruhunu tapınağımın sunağına koy yeniden.
özlem saçakçı ben duygusu bu kadar güçlü olan hiç kimseye iradesini teslim etmeyen bir insan ruhunu tapınağızin sunagina koyarmi. Koyarsa kendini inkar etmiş olmazmi
İnsanlık değerlerine sahip olmak için bir dine ihtiyaç yok. Korkuya dayalı bir yaşam. Ben ne cennet istiyorum nede cehennem... Bütün dinlerde bir mükafat var bence ilahı bir varlığa inanıyorsam ve bu bir sevgi ise karşılıklı olmamalı ama hep bir beklenti karşılık oluyor. Hayvan bile besleseniz ondan size itaat etmesini istiyoruz. En azından ona bile kurallar koyuyoruz. Sorgulayan insanlar akıllı bireylerdir. Ama ülke olarak buna hazır değiliz. Ben bir dine mensup değilim dediğimde tövbe de çarpılırsın diyorlar. Halbuki benim inancım çok temiz beni yaradandan bir beklenti içinde değilim cennetde huriler veya cehennem de ateş istemiyorum. Kafamda çok deli sorular var hepside cevapsız.
hiç kimse korktugundan değil sevgisinden ve vijdani şükran hissiyatı muhabbeti ile seve seve ibadet ediyor . sizi yanıltan nefsine tembellik edenlerin sözleri
Merhaba kardeşim acaba seninle böyle konularda yorumlarla sohbet edebilirmiyiz acaba?Anladığım kadarıyla deist bir insansın bende teist öyle güzel bir sohbet ortamında konuşabilirmiyiz.Konuşmak zorunda değilsin sadece bir rica...
kamil sönmez dogru kardewim korkuyla edilen ibadet zaten çok gitmez insan çin..insanlari yawayatan sevgidir her kime olursa olsun korkdugun sikildigin zaman ise kendini intihar edersin fitret konuwdu
serdar insan olum otesini gorup gelemedigi icin hep bir bilinmezlik vardir asiri hastadir care bulamaz ve oluceksede ruhunu tatmin etmek icin allahim affet der tanrim bagisla der cunku siginak arar dinlerdeki rituelleri yapmiyorsak bile inanmak ruhu dinlendirir ornek deizim gibi yaratici var dinler yalan huriler yalan mucizeler yalan vs ire gibi benim dusuncem bu bosluktayiz hep insan birbirine zindan etti hayati somurerek guc ego kavgasi ac gozlulikler le vahsetler ofkelerle din savaslari cahilliklerle bugun dunyayi felakete surukleyen yahudi toplumudur ilk semavi tek tanrili dinlerin ilki diyebiliriz kendilerini kutsal irk sayip degistirilmis tevratin vaad ettigi kutsal devleti kurup kudusu yikip yeniden insaa edip taht kurup hz davudu beklicekler bu okumuz hastalarin bu hedefe her ne yuzle olursa olsun ulasmak kendine tek engel islamiyet cunku yahudilik gibi dogarken bile cocuga asilanan bir din gunun basi ve bitimine dek ibadetle gecen gun gibi iki din de bu halde iki dinin savasinin masaligini hristiyanlar yapar patron yahudi masa hristiyan hedef islamdir imparator olmak isteyen yahudidir.bu hastaligin ana temeli yahudiliktir
'Boşluğa yeterince uzun bakarsanız o da size bakacaktır.' sözüyle anlatılmak istenenin Nietzsche'nin Son İnsanlar olarak betimlediği bu Hristiyan sonrası toplumunun aslında kendilerini üst seviyeye çıkaracak hiçbir şey yapmamalarına rağmen birtakım uğraşlarla tatmin olmalarından ve sonunda bir şeyler başardıkları kanısına ulaşmalarından gelir diye düşünüyorum.
en önemlisi bence ahlaki değerler üzerine kurulan sistemi terk etmesi olması :), ve kötü acı olan herşeyin temel zıttı olan mutluluk için acı veren durumları aklamak istemesidir, zayıf insana acıma ve merhamet etme ne demek? yerine somut ne koyuyorsun. Acılar sizi güçlendirir mi? daha sonrasında o acılarla güçlendiğini fark ettiğinde ne olacak güçlü olan başka bir zayıfımı aklayacak sonra sonra sonra . son tahlilde ... yani nietzsche idealist bir felsefeci
Selam arkadaşlar şimdi şu kısmı dinledim “Hayatı yaratmanın sorumluluğunun ve keyfinin bir tür yüce Tanrı’da değil insanın kendi içinde olduğunu görebilen biri” bu kısım hoşuma gitti ben inançlı biriyim bunu uygularsam bir tür ateist mi olunur veya bunların hiçbiri olunmaz mı :) Edit: artık deistim
Arkadaşım çok güzel bir noktayı yakalamışsın ve doğru bir noktaya temas etmişsin :) Burada felsefi bir bakıştan söz ediliyor. Kastettiğin manada ateist falan olmazsın. Nietzsche’nin “Tanrı öldü” demesi felsefi açıdan söylenmiş bir söz ve genelliklede yanlış anlaşılıyor. Dinlerin Tanrısı öldü diyor ve dikkat edilirse aslında buna üzülüyor ve “insanlar öldürdü, Tanrının kanı insanların elinde…” diyor. Ateizmde bir tür dindir aslında. “Bir tanrı olmadığına inanıyorum” dediğinde de bir inançtan bahsediyorsun. Ve sonra da bilimi (evrimi) tanrı yerine koymaya çalışıyorsun. Aslında dinlerin yaptığını tekrarlamış oluyorsun. Aynı karşı olduğun diğer dinlerdeki gibi körü körüne bilimin kullandığı araçlara tapmaya başlıyorsun. Örneğin deney yapmaya, matematik formüllerine, evrim ismi verilen öyküye, akıl yürütme dediğin, analitik kavramlaştırmaya v.b… Felsefe ise bu tür; “tanrının olduğuna inanıyorum veya inanmıyorum” gibi dinselleştirilen bir inanç yerine, ismine “tanrısallık” diyebileceğin ya da yaratıcılık (varoluş) süreci denilebilecek, sonsuzlukla eşdeğer olan, sürecin bizatihi kendine işaret etmeye çalışır. Bunu kavramak böyle sözle anlatarak bir kerede olacak iş değildir. Bunu kavramak için zihni felsefe ile eğitmek gerekir. Günlük koşuşturma içinde, yaşam mücadelesi ve ölüm kaygısı içinde, ne din, ne de bilim, bunlar dışında üçüncü bir durumun olduğu gerçeğini insanların anlamaları çok zordur. Bu üçüncü durumda Tanrı vardır veya yoktur sorusu geçerli olmaz. Böyle bir soru anlamsız olur. İnsan zihni çocukluktan itibaren hep “varlık” kavramı üstüne koşullanır. Çevresinde gördüğü her şeyi ancak “varlık” olarak kavrayabilir. Nesneler, durumlar, sözler, kavramlar… kısaca her şey. İnsan kültüründe anlatı (dil) bu şekildedir. İnsan kültürü bir manada zaten bu dil demektir. Çocukta böyle öğrenerek büyür ve koşullanır. Ve de düşünüş biçimi bunun üstüne şekillenir, “varlık” temelli olur. Varlık varoluşun dondurulmuş halidir. Yani zamandaki sadece bir andan bahsetmiş olursun. Sonsuzluk kavramını gerçek manada kavrayamazsın. Bu kavrayışı ancak felsefe ile zihnini eğiterek gerçekleştirebilirsin. Zihin senden ayrı bir şeydir. İnsanlar zihin ile “ben”i bir birine karıştırırlar. Aynı şey sanırlar. Düşünceyi, zihin “ben”e verir. “Benlik bilinci” dediğimiz ise zihnin oluşturduğu düşüncenin kendi üstüne katlanıp, kendi kendini görmesi olayıdır. Felsefede buna "refleksiyon" denir. Bu işlem beynin en üst tabakası kortekste gerçekleşir. Bilinçlilik hali dediğin budur. Aynı aynada kendini görmek gibi düşüncede kendini görünce “benlik bilinci” değimiz olay gerçekleşir. Aslında bilinçlilik dediğimiz durum düşüncenin kendi kendini görmesidir. “Ben” dediğimizde bu düşüncenin mekan tuttuğu zihnin sahibi olan bedenin kendisidir. Düşüncenin kendisi bir akış olduğundan, bu akışın içinde gerçekleştiği yer olarak “ben” diye bu mekana dersin. Düşüncenin kaynağı olan zihnin asıl temeline (bilinç dışına) bakarsan da; burası insana ait bir yer değil fizik yasalarının, biyolojinin (kimyanın) hüküm sürdüğü bir simülasyon ortamı gibi bir yerdir. Zihin diye biz tüm bu yapılara diyoruz ama aslında farkında olmadan bilinç dışını kastediyoruz. *Şimdi burada dikkat edilmesi gereken nokta; tüm bu bahsedilen şeylerin birer süreç olduğu, bir akış olduğu.* Burada “varlık” ismini verdiğimiz tek bir şeye indirgenmiş, dondurulmuş bir zaman diliminden bahsetmiyoruz. Ya da “ruh” ismi verilen mutlak (masif) bir varlıktan bahsetmiyoruz. Dolaysıyla “benlik bilinci” veya “ben” derken bir süreçten, bir akıştan bahsediyoruz. Aslında bunun en büyük kanıtını insan her gece uykuya dalarken ve sabah uyanırken yaşar. Örneğin korteksteki akış kısmi olarak kapanır ve bilinç kapanmış olur. Ama bilinç dışındaki simülasyon ortamındaki akış sürer. Böylece örneğin rüya görebilirsin. Eğer “mutlaklık” anlamında yani masif, yekpare şekilde bir varlık olarak “ruh” diye bir şey olsaydı böyle akışlar, süreçler halinde zihin durumları olmazdı. Uykuya falan da gerek olmazdı. Dahası dinlerin kastettirdiği anlamdaki Tanrı biçiminde “mutlak” bir varlık olsaydı, yani akışın olmadığı, dondurulmuş, bir andan ibaret olan bir varlık olsaydı evren diye bir kavram olmazdı, olamazdı. Düşünce diye, akıl diye bir şey hiç söz konusu bile olamaz. Bir kere yaşamın kendisi bile mutlaklık kavramına tezat bir oluşum. Bu nedenlerden ötürü felsefede “tanrı” dendiğinde başka bir şey anlaşılır, tanrısallık anlaşılır. Yani sürekli bir oluş hali, ya da buna neden olan kudretler (kuvvetler) anlaşılır. Dini açıdan bakmak istersen buna; kutsal kitapta bahsedilen "Tanrının sıfatları" da diyebilirsin. Doğa açısında bakarsan da fizik kuvvetleri diyebilirsin. Bu açıdan bakınca artık buna ne isim verirsen ver fark etmez. "Oluş hali"nin kendisi tabiatı gereği bir varlık değildir. Akışın, sürecin kendisidir. Her şeyin var olmasını sağlayandır. Her şey akış halindedir. Fizik biliminin konusu da budur zaten. Fizik bu akışı araştırır. Hiçbir şey sabit, durağan, donmuş değildir. Sürekli bir değişim, bir akış vardır. Kuantum fiziği, mekaniği falan dedikleri de aslında basite indirgeyerek söyleyecek olursak, metafiziğin kendisidir. Yani felsefe demektir. Evreni varlıklar düzeyinde değil de yani gezegen, yaşam, atom v.b. seviyede değil de atom altı parçacık seviyesinde, salt bir akış olarak ele almaya kalkarsan buna kuantum fiziği deniyor. Yaşamın ve düşüncenin ne olduğunu da bu şekilde ele aldığında buna da felsefe diyorsun. Konuyu bu kadar temele indirdiğinde fizik kuvvetleri (yasalar) dediğin şey ile “tanrısallık” dediğin şey sadece isimsel bir ayrım olur. Aslında ikisinde de aynı şeyi kast etmiş olursun. *Felsefe ve fizik bir birine geçer, metafizik olur.* Bu noktada iki farklı şeyi kastetmek imkansızdır. Şimdi konuya böyle baktığında, zihin dediğin yer evrendeki akışın bir devamı niteliğindeki bir mekan. Ve sen kendi içine baktığında aslında evrenin bir parçası (devamı) olarak yaratıcılığı, varoluş coşkusunu (mutluluğunu) falan burada bulabilirsin. İllaki dinsel açıdan bakmak istersen de burada Tanrıyı (tanrısallığı) bulabilirsin. Fizik (doğa) açısından bakarsan sen evrenin bir parçasısın, dinsel açıdan bakmak istersen de Tanrının bir parçasısın. Ama bu bakış açısında ikisi de aynı anlama geliyor. Felsefede hakikat denen şey kısaca ve çok kabaca budur. Dinler içinden çıkan düşünürlerde aslında durumu zamanında kavramışlar ama gerçeği dile getirmeye kalkan olunca, sırtını dine dayayan iktidarlar tarafından veya bizzat din adına halk tarafından kafir ilan edilip, hep katledilmişler. Bu yüzden bu tür düşünürler hep üstü kapalı biçimde sanki Tanrıdan bahsediyormuş gibi yapıp, aslında “her şey birdir, ve teklikten gelir, tanrı içimizde, tanrıyla bir olmak (vahdeti-vucud)…” falan derken kastettikleri hep budur. Felsefede, bu konuyu kavrayan ve yaşama geçirebilecek insan için, örneğin Nietzsche “üstün insan” (übermensch) demiş. İslam felsefesinde de “kamil insan" denmiş, ya da tasavvufta “Tanrı ile bir olma” denmiş. Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Aslında bilimi salt bir araç gibi görmeyip, ateizm diye, bilimi din yerine koymaya kalkarsan, din ve bilim aynı kategoride olmuş oluyor. Alternatif olarak sadece felsefi bakış ikinci durumu sunuyor. Yani “varlık” değil “varoluşu” merkeze olan süreç, akış anlayışını. Hayatı yaratma sorumluğunu ve varoluş coşkunsu (keyfini) bir yüce varlık anlayışıyla dinlerin Tanrısında değil kendi içine baktığında orada ancak böyle bulabilirsin. Bu kastettiğin mana da “ateist” olmak değil tam tersine gerçek Tanrıyı yani tanrısallığı (hakikati) bulmak demek. Nietzsche’nin anlatmaya çalıştığı da budur aslında. Yoksa günümüz deki anlamındaki ateizmden bahsetmiyor. Ateistlerde neticede aynı din gibi iktidarların hizmetinde olan bir ideolojiye hizmet ederler. İkisininde var oluş nedeni temelde aynıdır. Bu yüzdendir ki dünyada sömürü düzeni ve adaletsizlik hala hüküm sürebiliyor. Dine karşı ateizmi, ateizme karşı dini kullanarak iktidarlar yandaşlar yaratıp, böl ve yönet mantığı ile varlıklarını sürdürebiliyorlar. Ne dindarım diyenler gerçekte dindardır, nede ateistim diyenler gerçekte ateisttir. Günlük hayatta buna bir çok kez kendi gözlerinle şahit olabilirsin. Ama ideoloji öyle bir şeydir ki; bu apaçık gerçeği görmek istemezsin ve zaten görmezsin de. Ne zaman ki tanrı vardır yoktur tartışması biter, bu soru anlamanı yitirir, ancak o zaman hakikat yeryüzüne hakim olmaya başlayabilir. .
Kardes madem inançlı sin uzak dur bunlardan bunların süslü kelimelerini bosver bi süre sonra bunların doğruları sanada doğru gelmeye başlar. İhtiyacın yok bunlara . Ben biraz izledim dayanamadim içim şişti kapttim. Sana tavsiyem kelimeleri değiştirip değiştirip süslü halde getiren ve insanın aklını bulandirmaya çalışan bu tür insanlardanda uzak dur. Yaradan varmiymis yokmuymus kabirde goruyordur simdi.
hayatı yaratmak senin elinde. kutsal kitapları, masal kitaplarından farksız olan ve bilimsel açıdan hiçbir dayanağı olmayan dinlerin popüler tanrılarının hayatına yön vermesine izin verme. dünya 4.5 milyar yaşındadır fakat bir insan ortalama 70 sene yaşar. dünya emin ol bir bu kadar daha gider fakat insan ömrünün bir sınırı vardır. bu ömrü bir tanrıya itaat etmek zorundaymış gibi hissederek mahvetmek zorunda değilsin. yaşadığın gezegeni ve durmaksızın genişleyen uçsuz bucaksız evreni merak etmeni diler ve gerçekler için gözünü açmanı tavsiye ederim.
Öyle çok çılgın soru var ki kafamda, en akıllı adamlar bile henüz yanıt bulamadılar.. akıl, kendi cennetini cehennem, kendi cehennemi cennet yapabilir.. cennette huriler ve cehennem ateşine bende inanmıyorum.. kalbin daraliyorsa, zaten cehennemdesin.. insanın cehennemi kendisidir ilk başta..
ilk defa müthiş bir özeleştiri ile karşılaştım ateizm üzerine..pandora-felsefe yazınız harikulade..tebrikler..benim fikren düşmanım böyle olmalı..cahil ateistlerden bıkmıştım..
"kulağınıza fısıldayan şeytan, hayatınızı sonsuzluğun içinde bütün acı ve yüceliğiyle tekrar tekrar yaşayacağınızı söylerse yere çöküp o şeytana dişlerinizi gıcırdatarak lanet mi okurdunuz yoksa onun bir tanrı olduğunu düşünür ve sonra sözlerini kutsal mı sayardınız? "
Böyle buyurdu zerdüştü ilk okuduğumda şunu anlamıştım zerdüşt nietzcheydi zerdüşt sendin,bendim,hepimiz tüm insanlıktı nietzche zerdüşt karakteriyle kendini özdeşleştirerek insanlığa bir roman örgüsü sunuyordu ve bu örgünün iplerini takip ederek bize üstün değil üst insan olmanın ipuçlarını veriyordu ve kendi yeni hikayemizi yazmamızı istiyordu yepyeni bir sayfaya daha önce yazılmamış bir hikaye,onun derdi insanlığın haliydi.Bence nietzche bir filozof değil bir dahiydi ancak bir dahi adından 150 yıl geçmesine rağmen bu kadar söz ettirebilir kendinden milyonlara yaşamı sorgulatabilir, kitapta ilgimi çekense günlerdir yanından hiç ayırmadığı ölü adam metaforuydu bizlerde birgün öldüğümüzde bizide birileri yanında taşıyacak mı yoksa bu dünyada bize dair hiçbirşey kalmayacakmı sorusunu sordurtmuştu.Nietzcheyi anlamak ince bir zeka ve derin bir analiz gerektirir kuşkusuz herkes hastalanır, herkes acı çeker herkes kayıplar yaşar ama kimse nietzche olamaz,onun gibi düşünemez onun dünyayı algıladığı gibi bir algıya sahip olamaz,bu adamı her yeni okumamda suratıma sert bir yumruk yiyorum ve sersemletiyor insanı aldığınız darbelerle.Sartre ve nietzche benim için ölümsüzdür.
toplumsal yaşayan ve sosyal olmak zorunda olan insanın önce aileyle başlayan yardımlaşma ve ihtiyaçlarının giderilmesi durumu, toplum içinde hak ve sorumluluklar doğururken, düzenleme, kural, yasa ve gelenekselleşmiş alışkanlıkların oluşturduğu hayatı yaşarken oluşan kimliğimiz, edinilmiş bilgi ve değerler ile duygularımız sonucu empati de yaparak içsel muhakeme, muhasebe , kıyaslama gibi karşılaştığımız olaylar hakkında aldığımız tavıra yada bakış açısından gördüklerimizle yaptığımız değerlendirme ve yorum biçimine biz VİCDAN diyoruz.....özellikle değerlerimizi evrensel seviyede tutabilirsek ki bu öğrenilen ve araştırılan bilgiyle mümkün olabilir, küresel bir vicdana sahip olabiliriz.....toplumsal vicdan ortalamasına da biz AHLAK diyoruz....HAK, dediğimiz ise toplumsal kazanımların bireye düşen payının düzenlenen yasalarda belirlenmiş olmasıdır......ADALET denilen şey ise bu HAK dağıtılma işinin yöntemidir, arkasında yaptırım gücüyle toplum düzeni oluşturulurken devlet adıyla sorumluluk ve hakların dağıtılmasını sağlayan aygıta dönüşür....adalet yöntemiyle hak dağıtılmasıyla ilgili yasalar ve uygulamalar sistemine HUKUK diyoruz....hukuk içinde hak arama yollarının kullanılmasına ÖZGÜRLÜK diyoruz...insanların yeteneklerine göre kimlik oluşturup hak ve sorumluluk dağıtılması ekonomik sistemine KAPİTALİZM diyoruz ....ihtiyaçlarına göre oluşmuş kimlik ile hak ve sorumluluk dağıtılmasına sistem olarak SOSYALİZM diyoruz..... üretimin nüfusa oranla ulaşılabilen zorunlu tüketilmesi gereken , toplumsal ve bireysel güvenlik, barınma ve giyim, yiyecek gibi öncelikli giderilmesi gereken taleplere İHTİYAÇ diyoruz....kapitalizmin piyasa ve kalite adıyla ürettiği pahalı ve nüfusun her bireyine düşmeyen tüketim egosunu tatmin için oluşturduğu daha çok zevk içeren ürünlerin tüketimine LÜKS diyoruz....kamu yetkisi kullanan insanların yasa ve kurallara göre hesap vermesi zorunlu olmalıdır...hesap sorma yetkisiyle oluşmuş hukuk kurumlarına mahkeme diyoruz.....toplumun tartışılarak oluşmuş mutabakat metnine biz ANAYASA diyoruz....toplumun sorunlarının tespiti ve çözüm yöntemlerini belirleyen örgütlerine biz SİYASİ PARTİ diyoruz.....din ve inanç sistemlerini daha çok ölümü fark etmiş ve korkusunu sindirmeye çalışan akıllı insanın, korkularıyla baş edip uyuşturup ve topluma uyum için düzen , kural ve yasalara rağmen vicdani değerlere ihtiyaç duyarak arkasına ilahi yaptırım gücü istemesiyle ilgili sistemdir.....sistemler ve yasalar demokratik ve vicdanlara uygun olacaksa ihtiyaca dayalı olmalı ve toplumsal mutluluğun öncelendiği şekle dönüştürülmelidir......yöntemi adalet olmayan her hak dağıtılması SÖMÜRÜ üretir...coğrafi ve iklimsel özelliklerin belirlediği üretim sistemi, lisan , toplumsal dayanışma ile oluşmuş yaşamsal alışkanlıklara biz KÜLTÜR diyoruz....geliştirmek için Bilim, sanat, spor ile kültür anlayışımızda güzellik, sağlık ve anlamlı gelişim sağlarız...
Atın boynuna sarılıp ağlaması büyük çelişki bence onu delirten fıtrattan gelen bu acıma duygusu bunu fark ettikten bi kaç gün sonra tımarhaneye yatırılmış içindeki insanlık onu delirtmiş
Burada tartışmalar gittikçe başka bazı kanallarda kine benzer biçimde, ateist-dinci tartışmalarına kaymaya başladı. Bu yüzden özellikle ateist arkadaşların bazı konuları doğru anlamları önemli:
Ateist olduğuna inanan arkadaşlar; felsefe, sosyoloji, tarih öğrenmeden toplumdaki sorunların asıl sebeplerini doğru anlayamazsınız. Sadece evrimle insanı, toplumu, dünyayı kavrayamazsınız. Evrim sadece biyolojik yapıların gelişim sürecinin öyküsüdür. Başka bir şey değildir. Sadece bilimsel bir öyküdür. Bir öykü üstüne inanç inşa etmenin; zamanında mitolojiler üstüne “din” inşa etmekten farkı yoktur. Söz konusu biyolojik yapıların sinirsel, yani nöral işleyişini, bilinç dışının ve korteksin nasıl bu nöral ağ üstünde yapılandığını, düşüncenin nasıl ortaya çıktığını, buna bağlı olarak ta psikolojiyi, arkasından psikolojinin davranışı nasıl şekillendirdiğini ve de davranışında sosyolojiye nasıl bağlandığını da öğrenmeniz gerekir. En son bağlamda da sosyolojik olarak insanın tarih içindeki yolculuğunu ve de buna paralel olarak ta toplum denen olgunun, onu oluşturan bireylerle birlikte felsefi çözümlemesini öğrenmeden tüm bu bileşenleri doğru biçimde bir araya getirip, bütünsel bir kavrayışa varamazsınız. Bütünsel bir dünya görüşü oluşturamazsınız.
Bilim kendi içinde birçok disipline ayrılıp, 2500 yıl önceki asıl köklerinden yani felsefeden kopmuştur ve kendine yabancılaşmış, varlık nedenini unutmuştur. O yüzden günümüzde ateizm bilime sahip çıkıp, bilim adına konuştuğunu söyleyip duruyor. Ateizm de sonuçta bir tür dindir, yani bir ideolojidir. Nihayetinde ateizm de son bağlamda bir hakikat arayışıdır. Bilim, yani sistemli sorgulama, mantıksal akıl yürütme Aristoteles tarafından 2500 yıl önce, dinsel bilgiye karşı, yani mitosa karşı başlatılmıştır. Sistemli sorgulama ve mantık felsefenin konusudur ve dinsel bilgi (mitos) karşısında hakikate ulaşmak için biricik yoldur. Bilim bunun için sadece araçtır. Fakat daha sonra orta çağda kilise felsefeye nüfus ederek, kullanılan kavramları deforme etmiş ve çarpıtmıştır. Bunun sonucu da bilim felsefeden kopmuş ve zaman içinde köklerine yabancılaşmıştır. Bilimin asıl amacı hakikate doğru bilgi yardımı ile ulaşmaktır. Yani bilimin unutulmuş olan asıl temel amacı felsefi bir amaçtır. Yoksa bu kadar bilimsel araştırma ve geliştirme neden yapılsın ki? sadece kapitalizme hizmet edip, daha fazla teknolojik ürün üretmek için mi? Günümüzde dünyada yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerin temelinde bu gerçek vardır. Bilimin ürettiği sonuçlar insanlığın barış ve refaha ulaşması için değil kapitalizmi besleyecek yeni ürünlerin ve teknolojilerin üretilmesi için kullanılmakta. Bu ürün ve teknolojiler insanlığın ortak hedefleri, barış ve adalet için değil, insanın çevresine ve kendine yabancılaşıp, stres içinde, tatminsiz, mutsuz birer bireylere dönüşmesi için kullanılıyor. Böylece daha kolay yönetilip, manipüle edilebiliyorlar. Dünyanın her yerinde, kapitalizme hizmet eden iktidarların kolayca dini ve ideolojiyi kullanıp, halkı bölerek ve ötekiler yaratarak, savaşlarla toplumları yönetebilmesinin önü açılıyor.
Köklerinden koparılmış ve birçok disipline ayrılarak kendi varoluşuna yabancılaşan bilim din karşısında köşeye sıkışınca, ha bire; işinin “neden?” sorusunu sormak olmadığını, sadece “nasıl?” sorusunu sormak olduğunu tekrarlayıp duruyor… Ama “nasıl” sorusu “neden” sorusu olmayınca boşlukta asılı kalan sonuçlar üretiyor ve bu sonuçlara da hem kapitalizm hem de din sahip çıkıyor. Sonrada ateistler bu duruma bakıp, şaşıp kalıyorlar. İnsan nedir, neden vardır, düşünce nedir, akıl, bilinç nedir?... gibi varoluşsal metafizik soruları evrimle açıklamaya çalışıyorlar. Ve tabi bir noktaya varamayıp, sonra bilimi yani sadece hakikate ulaşmak için bir araç olan bir disiplini dogmalaştırıp, dinleştirme yoluna gidiyorlar. Bilgisizlik yüzünden "hakikat" kavramı sanki sadece dinin alanına giriyormuş, mistik bir şeymiş gibi algılanıyor. Oysa ilk başta bilimin doğmasının asıl sebebidir. Ve bilim inançsızlık demek değildir. Hakikate inanmak demektir. Felsefi hakikat inancı, tabiatı gereği tek dogmalaşamayacak olan, dine dönüşemeyecek olan inançtır. Tekrar, tekrar kendini sonsuza kadar var eden bir oluş biçimidir. Ateizm ise dine bir tepki olarak ortaya çıkan ama neticede oda temelleri gereği, yani dinlerle aynı temelleri paylaştığından (bir öyküye dayandığından) dinsel bir inançtır. Yukarılarda bahsettiğimiz tarzda felsefi bir bütünsel dünya kavrayışı sunamaz. Bu yüzdende inandığı öyküyü merkeze koyarak, öykü üstünden bir inanç geliştirir.
Kanaat önderi gibi hareket etmeye başlayan (olmaya çalışan) bazı ateist arkadaşlar bu günlerde iyice saçmalamaya başladılar. Zamanında, Osmanlıdaki aydınlanma hareketinin bir devamı olan Atatürk’ü nasıl bazıları "Kemalizm" diye bir dine dönüştürdüyse ve Cumhuriyet fikrinin toplumun geneline yabancılaşmasına neden olduysa, şimdide kendilerine ateist diyen bazı kişiler de bilimi “evrim” adı altında dine dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunun için bir takım evrim savunuculuğu yapar gibi gözüküp, aynı dini liderlerin çıkması gibi, kanaat önderleri olmaya çalışanlar var. Etrafında aldıkları ateist müritleriyle birlikte sanki dini bir tarikat gibi hareket etmeye çalışıyorlar. *Bu ülkeye en büyük zararı Cumhuriyet devrinden beri bu “yarı aydın” tipler vermiştir.* Köyden şehirlere göçen halkın bilinçlenmesi, eğitilmesi ile uğraşacaklarına, bu insanların gelenekleriyle, dinleriyle dalga geçmeyi marifet bilip, kendi cahilliklerinin, tembelliklerinin üstünü örtmeye çalıştılar. "Yarı aydın" tipi sadece birkaç bilimsel kitap okuyup, ne felsefeden haberi olan, ne sosyoloji ve tarih bilen, popülist insan tipidir. Ve toplum için en olumsuz insanları oluştururlar. Çünkü bunlar sadece halkla dalga geçmekle kalmaz, akademisyenlerle, felsefe ile, sanatçılarla, entelektüellerle de dalga geçmeyi marifet sayarlar. Kendi yetersizliklerini ve bilgisizliklerini böylece gizlemeye, kendilerini yüceltmeye çalışırlar. Bazen kitap yazmalarıyla veya sanatsal faaliyetlerle uğraşmalarına bakmayın bu tiplerin. “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali son derece kısır yeteneklerini bir şey sanan tiplerdir. Zaten dikkatli bakarsanız doğru dürüst, işe yarar bir şey üretemediklerini, devamlı kendilerini tekrarlayıp durduklarını görürsünüz.
Ahmet Hamdi Tanpınar bu ateist ve sözde bilimci tipleri zamanında romanlarında işlemiştir. Şimdinin ateist-dinci tartışması sanıldığı gibi yeni değil. Aynı tartışmalar Cumhuriyetin ilk yıllarından beri yapılmaktadır. Ama yarı cahil, sözde aydınlarımız bunlardan bir haber olduğundan, ne edebiyat, ne felsefe, ne de düzgün biçimde tarih okumadığından, bir arpa boyu yol kat edilmemiştir. Hep aynı konular, temcit pilavı gibi, evrim konusunu okuyup biraz öğrenen bu tipler tarafından, tekrar tekrar gündeme getirilir.
Ne yazık ki Türk Solu da bundan nasibini almış, sadece sağda değil solda da bu tipler üzerine sosyalizm şekillenip, aslında sağdan bir farkı olmayan, sadece slogan üretmekten başka bir işe yaramayan bir harekete dönüşmüştür. Dahası hem sağda, hem solda bu tipler eğitime, devlete falan her yere sızıp, günümüz deki Türk-Kürt çatışmasının da temelini oluşturmuşlardır. Bu kişiler ateist-dinci çatışması dışında, birde sığ tarih ve siyaset bilgileri ile milliyetçilik üstünden Türk-Kürt çatışmasını pompalamayı da marifet bilirler. Felsefi ve sosyolojik alt yapıları olmadığından siyaseti yanlış anlarlar. Çevresindeki müritlerine de sanki çok biliyormuş gibi hep yanlış şeyler anlatırlar. Sığ, avam söylemlerle, milleti bir birine düşman etmeye çalışırlar. Terör baronlarıyla, siyasal söylemin arasındaki farkı ayıramazlar. Çok tehlikeli ayrışmaları körüklerler. Bu tiplerin tek sermayesi; ötekileştirme ve bunun üstünden nemalanmaktır. Çaktırmadan bunun üstünden para kazanamaya çalışırlar. Artık meslekleri bu olmuştur.
Özellikle son birkaç yıldır youtube’da böyle tipler çoğalmaya başladı. Birde son zamanlar iyice meydanı boş bulup, felsefeyi, sosyolojiyi, sanatı falan kötülemeye, dalga geçmeye başladılar. Her hallerinden, nihai amaçlarının müritlerinden öyle ya da böyle para toplamak olduğu belli olan bu kişiler, özellikle gençlerin içinde bulundukları manevi arayışı sömürmeye çalışıyorlar. Gençlerin heyecanından, sahipsizliğinden, kaybolmuşluğundan faydalanmaya çalıp, onlara kısır, bir yere varmayan, günü kurtarmaya yönelik ümitler, heyecanlar veriyorlar. Arkadaşlar bu tiplere dikkat edin. İçinizdeki manevi boşluğu ve arayışı ancak sosyoloji, felsefe, tarih, sanat ve siyaset felsefesi (bilimi) öğrenerek gerçek anlamda giderebilirsiniz. Siz bakmayın sosyal bilimler bilim değildir, fen bilimleri bilimdir diyenlere. Bunları felsefeyi bilmeyenler böyle söylüyorlar. Daha ilk başta, 2500 yıl önce, fizik, biyoloji falan felsefeden çıkmıştır haberleri yok. Metafiziğin orijinal anlamı; orta çağda din tarafından deforme edilmeden önce, fizik dışı demek değildi, "Fizik üstü" anlamıyla, fiziğin ötesi kastedilerek kullanılan bir terimdir. Yani günümüzdeki kuantum fiziğinin kast ettiği evren gibi düşünebilirsiniz. Sadece “evrim” ile dünyayı, insanı, toplumu gerçek manada kavrayamazsınız.
.
PANDORA - FELSEFE objektif ,gerçeğe sahip çıkan ve düşüncelerimi ifade eden bu yorum için teşekkür ederim.
bu güzel yazı ne yazık ki bu youtube videosunun altında yorumlarda kaybolacak, belki de en fazla 20 30 kişi görecek, keşke daha fazla kişiye ulaşabilse.
Burada anlatmaya çalıştığımız ateizmi ideoloji olarak kullanan “yarı aydın” tipini biraz daha açmakta fayda var:
Siyasal İslam’ın ortaya çıkışının ve halkın samimi inançlarının sömürülmesi de, günümüzdeki Türk-Kürt çatışmasının ortaya çıkışının da asıl, temel sebebi bu yarı aydın tipidir. Yoksa Türkiye Cumhuriyetinin kaderinde aslında bunlar olmayabilirdi. Türkiye’nin kaderinde aslında hızlıca ilerlemesi için gerekenler vardı. Ama bu yarı aydın tipi halka sahip çıkacağına, onu küçümseyen bir tavır takınıp, halkı din bezirganlığı yapan kasaba kurnazı politikacıların eline terk etti.
Bu tiplerin temel gayeleri; satacak bir şeyleri olmadığı için sözde milliyetçilik söylemi ile hemen hemen her kesimde ötekiler yaratmaktır. Böylece kısır fikirlerini yeni yeni bilinçlenen genç kuşaklara satmayı umut ederler, kendilerini önemli kılmaya çalışırlar. Genç beyinleri zehirleyip Türkiye’nin geleceğinden çalarlar. Narsislik en büyük hastalıklarıdır. Para yapabilirse en önde gelen kapitalistlere dönüşürler. Her şeyi unuturlar. Çünkü özünde burjuva özentililiği iliklerine kadar işlemiştir. Narsislik hastalığının temelinde bu derinlerde yatan özenti yatar.
Yeşilçam filmlerini dikkatli biçimde analiz ederseniz, Türkiye’nin asıl probleminin köylülük ve bu burjuva özentiliği arasındaki fay hattı olduğunu açıkça görürsünüz. Bu fay hattı Türk toplumun asıl fay hatırdır. Gerçekte, ne sağ-sol çatışması ne de Kemalist-dinci çatışması gibi ideolojik bir fay hattı vardır. Bu ayrışmalar, bu fay hattından beslenen kasaba kurnazı politikacıların ve bu yarı aydın tipinin yapay olarak uydurduğu ayrımlardır. Bu yüzdendir ki Türk sineması bir arpa boyu yol gidememiştir. Neticede bu filmleri çeken bu yarı aydınlarımızdır. Din bezirganlığı yapan kasaba kurnazı politikacı neyse onun karşısındaki anti tezi sözde Kemalizm savunuculuğu yapan bu yarı aydın stereotiplerdir. Bu aydın tipide netice de tam şehirleşmemiş, köylülükten tam çıkmamış, arada kalmış ve ancak kasabalılık diyebileceğimiz zihniyette kalmış bir karakterdir.
Şimdiki TV dizinlerinde de değişen bir şey yok. Sadece figürler ve aksesuarlar değişti. Örneğin dikkat edin bir şirket sahnesinde şirkette ne iş yapıldığı belli değildir, iş falan yapılmaz. Toplantılar bile karakterler arasında polemikler için mizansendir. Gördüğünüz sadece; patron otoritesi, zengin, güçlü ve yakışıklı erkek figürü falandır. Kadınlar ise eski Yeşilçam filmlerindeki fakir köylü kızın metaformoz geçirmiş hali, artık üniversiteye falan gitmiş, şehirleşmiş gibi gözüken ama zihinsel olarak kasabalılık düzeyinde, arada kalmış versiyonudur. Polemik (dedikodu) yaratmak, aynı kasabada olduğu gibi hala en büyük üretimdir. Zaten şirkette üretilen başka bir şeyde göremeyiz…
Filmlerdeki ana tema hep aynı kalmıştır. Günümüzdeki dizilerdeki ana tema da güce tapmaktır. Zenginlik güç demektir, zenginin hizmetinde olan ise kuldur, patronun tebasıdır. Köyde ağanın ırgatı olmak kavramı sadece şekil değiştirmiş ve güç demek hala “ağa” olmak demektir. Dizilerde dikkat edin, tüm karakterler “ağa” ve “küçük ağa” özentisi karakterler etrafında dizilirler. Patron aslında hala eskinin ağasıdır. Senaryo bunun etrafında şekillenir. Kadınlar ağanın otoritesine boyun eğmekte nazlanan, sözde özgürlüğüne kavuşmuş karakterlerdir. Senaryo bu güce boyun eğme ve saygı duyma teması etrafında şekilden şekle girer. Gizliden gizliye, güç cinsellik yerine kullanılır. Dizilerde karakterleri hiç gerçekten sevişirken göremediğimizden mi nedir, adeta erkek patron güç gösterisiyle önüne geleni her dakika beceriyor ya da becerecek gibidir. Hep bir tahakküm kurma, hegemonya kurma, boyun eğmeye zorlama atmosferi vardır. Cinsellikte bu yüzden aynı kaba atıldığından, ortada son derce dominant görünüşlü erekler (ağa özentileri) kol gezer.
Aslında bu dizlerde sanki sürekli Afrika’daki maymunlar arasındaki güç savaşlarını gösteren belgesel seyrediyor gibiyizdir. Başka bir tema yoktur. Sürekli bu belgeseli sanki tekrar tekrar izliyormuş hissine kapılırsınız . En entelim diyen diziden tutunda en basit diziye kadar hep aynı atmosfer vardır. Arada sırada da hanım ağalar görebilirsiniz. Ama onlarda neticede eril gücü sergilemekle erkeliği sergilemiş olurlar. Hala şarklı köklerimizden kurtulamadığımız için maalesef bizde burjuva kavramı sadece güç ile özleşmiştir. Türk halkının şehre göçmesi ve biraz zenginleşmesiyle ortaya çıkan burjuva anlayışı maalesef bu şekilde olmaktadır. Batıdaki gibi bilgiyle, kültürle ve sanatla toplum içinde sofistike bir statü kazanma yerine hala ilkel dürtülerin kontrolündeki bir güç anlayışı hakimdir. İlkel güç gösterisiyle statü kazanılacağı sanılır. Bu sahneler, adeta, maymun topluluklarındaki dominant erkeğin veya dişinin güç sergilemesine benzer.
Tabi bu durum yaşanılan çağa ve kullanılan teknolojilere uyumsuz, çarpık bir psikolojiyi de peşi sıra ortaya çıkarır. Bu psikoloji en belirgin biçimde özellikle askeri bandolar, geçit törenleri izlerken, marşlar dinlerken veya dini bazı seremoniler yaşanırken ortaya çıkar. Kemalistler 10. Yıl marşı gibi ya da bazı askeri marşlarda, göğüsleri kabardıkça kabarır ve nerdeyse dışarı taşar gibi olur, gözleri dolar. Hatta, koca koca adamların; “…mavi gözlü kahraman 1919’da Çanakkale’ye ayak bası ve istiklal savaşını başlattı!…” sözleri coşkuyla söylendiğinde hüngür hüngür ağladığına şahit olabilirsiniz. Ya da diğer taraftan, bazı kişilerinde aynı biçimde; “…Peygamberimiz10 bin kişilik ordusuyla, hicretin 8. senesi, Ramazan ayı, Cuma günü Mekke’ye girdi ve Mekke tekbir sesleri altında fethedildi!…” sözlerini coşku ile dinlediklerinde, tekbir sesleriyle beraber hüngür hüngür ağladıklarını görebilirsiniz.
Bu duygular son derece samimi duygulardır. Gerçekten bu kişiler içten gelen bir duygulanım yaşarlar. Burada çarpık olan durum bu duygulanıma yol açan ruh durumu ile ha bire dizilerde sergilenen dominant, sert görünüşlü her an tahakküm kurma dürtüsündeki karakter arasındaki tezatlıktır. Böyle bir karakter gerçekte Mekke’ye veya Çanakkale’ye düşman gördükleriyle (ötekiler) centilmen biçimde mücadele etmek için gitmez. Öteki diye gördüklerini köleleştirmek, kul yapmak, malını, mülkünü yağmalamak için ve kızlarını cariye yapıp, tecavüz etmek için yani ganimet elde etmek için gider. Aslında tüm bu Yeşilçam filmleri ve günümüzdeki dizler bir zayıflığın üstünü örterler. Otoriteye kul olma zaafının ve korkaklığın üstünü örterler. Orta Doğuda otorite devlettir, aşirettir, ağadır.
Elbette batıda böyle güç savaşlarını merkeze alan diziler vardır ama böyle olunca ortaya “Game Of Trones” gibi son derece sofistike, fantastik ve siyaset felsefesi açısından derinlikli, çok boyutlu sanatsal şaheserler çıkmakta.
Sanılanın aksine, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’deki sosyal problemlerin temelinde sağcı-solcu gibi veya dinciler-Kemalistler gibi ideolojik ayrışmalar değil köylülük (şarklılık, kabile kültürü) zihniyetinden kurtulamamış zihniyet ile çarpık kentleşmiş (Türk burjuvası) arasındaki çatışma vardır. Kasaba kurnazı politikacılar da bu fay hattından faydalanıp, bundan nemalanacak siyasi söylemler üretirler. Bu fay hattını Kemalist dinci çatışmasına dönüştürüp, yapay gündemlerle, siyasi rant elde ederler. Bu durum hem sağ için hem de sol için geçerlidir. İki kesimde de durum temelde farklı değildir. Görünüş fraklıdır sadece.
Bunun en büyük kanıtı CHP’nin halidir. Bu kadar burjuvazinin çarpık geliştiği, bu kadar çok köyden kente göç yaşanan bir ülkede her türlü siyasi fırsat ortaya çıkmışken, bu kadar başarısız politikalar üretip, hala kısır günlük tartışmaların dışına çıkmaktan kurtulamayan CHP, bugünlerde yaşanan tüm siyasal olumsuzlukların ortaya çıkmasının geçmişteki asıl sorumlusudur. Burada tarif etmeye çalıştığımız ateist söylemden başka sermayesi olamayan bu “yarı aydın” tipinin siyasete de hakim olması bu sonucu doğurmakta. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılması gerekenler yapılmamış, 10. Yıl marşının yerine geçecek başka bir beste ortaya çıkarılamamış, yeni coşkular yaratılıp, tüm halkı kucaklayacak ortak bir duygudaşlık yaratılamamıştır. Tembellik edilmiş ve Kemalizm adı altında sloganvari politikalara sığınılmıştır. … Bir taraf zayıf kalırsa diğeri boşluğu doldurur!
İşte felsefe bu kadar önemlidir. Felsefi bir temel olmayınca bilim, sosyoloji, tarih, siyaset ama hepsi ideolojilerin pençesine düşüp, bu yarı aydın tipinin kurbanı oluyor.
.
Harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık, bu tip yazılarınızı paylaştığınız bir mecra varsa (blog vs.) takip etmek isterim.
Tşk. Aslında bu tür yazıları biriktirip pandoraprojesi.com/ adresinde "makaleler" bölümünde yayınlamak plan dahilindeydi. Ama hangi konuda ne yazı çıkacak, izleyicilerle girilen etkileşimde ortaya çıkıyor. Şimdi burada olduğu gibi. Sizler ilgi duydukça olabilecek bir şey :) Durup dururken, kafadan atma yazılamıyor. İlk başta çok fazla yazı birikmedi. Yeni yeni birikmeye başladı.Artık yavaş yavaş yukarıdaki adreste yazıları toparlamaya başlayacağım. Belki ileride bazılarına seslendirmede yapılabilir:)
Bu adamın çok güzel bir şiiri vardı:
Gidene kal demiyeceksin
Gidene kal demek zavallılara
Kalana git demek terbiyesizlere
Dönmeyene dön demek acizlere
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hakettiğinden fazla değer verme
Yoksa değersiz olan hep sen olursun
Düşün,
Kim üzebilir seni senden başka
Kim doldurabilir içinde ki boşluğu, sen istemezsen
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen
Kim yıkar, yıpratır seni, sen izin vermezsen
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen
Herşey sende başlar .... biter
Yeter ki yürekli ol tüketme
Tüketme içindeki yaşama sevgisini
Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz
Öyle bir hayat yaşadım ki
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendimi bir sahne de buldum, oynadım
Öyle bir rol vermişlerdi ki
Okudum, okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin.......
NIETZSCHE
Anlatıcı kadının sesi,çalan müzikler,canlandırmalar her şey çok güzel gerçekten,teşekkürler
İnsan eğer kendine değer vermiyorsa kendi değerini kavramış demektir
-Dostoyevski
Kısaca değersiz olduğunu mu kavramıştır?
Evrensel olan tüm yazarlar okunmalı.
Kardeşim bu söz hangi kitapta geçiyor ben denk gelmedim kaçırmışsam tekrar bakacağım.
Kaynak belirtirmisiniz lütfen..
Teşekkürler.
'Dünyanın en değerli tahtına da otursan, sonuçta oturduğun kendi KIÇININ üstüdür.' Friedrich Nietzsche.. Adam adam...
Seslendirmede ve çeviride emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.İnsanlarımızın aydınlanması için bunların var olduğunu görmek ve bunları düşünen paylaşan güzel insanların emeği beni çok mutlu etti.İyiki varsınız.
Aynen Nietzsche nin dediği gibi biz son insanlarız hayatlarimiz idealleri iyi bir üniversiteye gidip çok para kazanıp güzel şeyler satın alıp mutlu olmak(!)Ve açıkçası şahsen bundan şikayetçi de değilim bu hayata yokluktan geldim ve zamanim gelince yokluğa gideceğim bu kısa sürede yapabileceğim tek mantıklı şey mutlu olmak...
Kaç kere daha söylersem rahat edeceğim bilmiyorum ama.. Harika bir iş yapıyorsunuz!
takdir ederim seni
Dost dost diye Nietzsche'sine sarıldım. Benim sadık yarim Immanuel Kant'tır.
Dostum iyidi bu 😂
Aklının hakkını sonuna kadar verip delirmek..Ne güzel bir son
Irvın D. Yalow: Nietzche ağlarsa kitabını mutlaka okumalınız. Bu büyük dehanın kısa ama mükemmel bir tanıtımına şahit olacaksınız.
İnanç, acı gibidir..
Dolayısıyla, acıya alışan her insanîn..
İnancıda zayıflar..
Güzel Anlatım çaba gösteren e teşekkür ederim. Varoluştan bu yana en olması gereken Tevvekkul ve Yaradanın yönlendirdiği yolda seyir sonunu merak ettigin yol gittiğin yoldur elmas tarlası'da olabilir bir mırık da..Selâm
Ünlü düşünürlerin analizlerinin kaliteli ses düzeyinde çevrilmesi çok güzel, kesinlikle devam etmeli.Teşekkürler.
Belki Hayatın bizim kavrayabileceğimiz nitelikte bir anlamı yok. Belkide her insanın onu kendi anlamlandırması gerek
''Bazen basitlik karmaşıklığın son derecesidir''
Bir bilge sözü.
Belki de anlama gerek yok, eğer varsa bile bu sadece yaşamak olabilir.
The Nerd Robert hayatın, bizim kavrayabileceğimiz bir nitelikte anlamı yoksa insanın hayatı istediği gibi anlandırmasıda gereksiz bence.
Ecce Homo isimli kitabı Nietzsche nin hayatını yaşadıklarını ailesini tüm kitaplarının özetini ve muhteşem bi beyine nasıl sahip olduğunu anlatıyor okuyun bence !
Hz, Muhammed hakkında Bilgi, belgesel yayınlamanızı çok isterdim teşekkürler sunuyorum
Baya okudum da yorum yapcak bisey bulamadım... derin çok derin karanlik bi derinlik
Umut korkudan bile üstün ve belirleyici tek duygudur. Bu yüzden (hemen hemen) hiçbir inanan korkudan dolayı inanmaz, onu inanca sevk eden, umuttur: Bütün duyguların en büyüğü! Umut etti diye kimi suçlayabiliriz ki?.. Menfaatin maddi bir şey olduğu düşünülür, fakat en büyük menfaat beklentisi, sevilme arayışı değil midir? Özümüzde bulunan bir gerçekten (sadece bilimsel-felsefî sebeplerle) kaçmak ne kadar akıllıca, peki?..
Bütün dinleri ve bütün toplumsal dönemleri aynı çuvala sokmadan önce, insanın fıtratına bir bakmak lazım.
Nietzsche'nin özellikle presokratlar ve ahlak görüşleri bana göre muazzamdır. Şu eleştiriyi kendi adıma yapmak isterim ki (bunu zaman zaman ben ve eminim ki başka arkadaşlar da yapıyordur) ideal insan betimlemesi oluştururken bazen anlık duygularımıza yenilip olayları aşure kıvamına getiriyoruz. Bunu Nietzsche de yapıyor. Nietzsche çağının iyi düşünürlerinden biridir, özellikle Platon eleştirisi harikadır. Kardeşi kendisini öldükten sonra bolca suistimal etmiştir.
Güzel bir sunum, bu günlerde paylaşılması gereken bilgiler var...Teşekkürler...
BU GÜZEL ÖN YORUM VE ÖZ BİLGİLENDİRMEYİ ÇOK GÜZEL BULDUM. TEŞEKKÜRLER.
Mücadeleci nadide bir insan. Anlaşılmamışın verdiği acılar
Ödevimi yapmakta ve dersinden kaçtığım Nietzsche 'yi anlamakta çok yardımcı oldu teşekkür ederim...
sen niçeden kaçarsan niçe üzerine gelir
Bu kanallar serisini kesfettigim için mutluyum
Yine harika bir video ile geldiniz. Hoş geldiniz. İyi ki varsınız.
Videonun zamanlaması mükemmel haftaya teslim etmem gereken ödev için. Çok teşekkürler.
Neden artık video yapmıyormunuz bu beni çok ama çok üzüyor sizin yaptığınız iş mükemmel
Nietzsche dünyanın en büyük filozofudur benim gözümde
Böyle kanallar trendlere girdigi zaman medeni bir ülke olacaz
Yaşam bir hiçliktir gerçek kudret zafere tabi değil bilakis merhametin, sevmenin ve tabi ki erdemli olmanın kendisidir. Bu mihval de kazanmak ile kaybetmek aynı şeydir, yapmamız gereken yaşam süremiz boyunca anlam bulmaktır.
Boşluğa yeterince uzun bakarsanız, boşlukta size bakıcaktır 😨 bu gerçekten beyni sonsuza açıp yok olmasına sebep olabilir
Harika
Bu sözle ne anlatılmak isteniyor?
Evet..
Helen Tragedyası'nın bize en büyük mirası; insan için en iyi olan şey hiç doğmamış olmak, ikinci en iyi olan şey ise olabildiğince erken ölmek.
Silenos ile Midas arasında geçen unutulmaz diyalog.
Chirstopher taamamen bir yalan oyle yasamak mumkun degil aci bi gercek
Bana göre Nietzsche hayatı boyunca hayatı kutsamaya çalıştı ama psikolojisi sanırım ölmek veya öldürmek istiyordu ;ben böyle düşünüyorum
@AgnostikFelsefe kötülüğü yok ederdim diyemiyorsun kötüleri cezalandırırdım diyorsun. Ve buna mükemmel hayat diyorsun..
Ve ilginç olanı bu dünya da kötülük yapanın yanına kar kalacağına inanıyorsun. Ve böyle bir sistem de iyi insan olmanın makul ve mantıklı olduğunu zannediyorsun..
@AgnostikFelsefe insanlığın çoğunluğu, başkalarının dayattığı bitkisel bir hayat yaşayıp ölüyor.
muhteşem bir ses ve etkileyici bir anlatım ve müthiş bilgiler için çok teşekkürler.
Neden yaşıyoruz? Hayatın anlamı ne? Dünya neden var? Neden buradayız? İnsanlık ne? İnsanlık nasıl oluştu? Evren neden var, neden evrende seyahat etmek zor? Neden yaşıyorum?? Neden? NEDEN? Bu hayat bu dünya neden var?? Hep bunları düşünüyorum. İşin içinden çıkamıyorum.. Bunların cevabını öğrenmeden ölmek istemiyorum.. Bunları öğrenirsem huzur içinde ölebilirim.
Teşekkür ederim yayın için!
Fikirleri devamlı değişim gösterek, Mükemmelliği yakalamak istiyor
Kendime hakim olma yeteneğimin her parçasını kullanıyorum, bu keşfi altına çevirecek bir simya numarası bulamazsam kayboldum demektir
Teşekkürler. Felsefeyle kalın...
böyle buyurdu zerdüşt...bu kitap okullarda zorunlu olmalı,hatta her yıl okutulmalı
Ben şuan okuyorum bu kitabı
Ama Deizm Gençliğin en büyük tehlikesi diyen bir devletten böyle bir karar sanmıyorum
Kim anlıyacak ki
Hiç kimse anlamayacak. Hatta okuyanların da büyük kısmının anladığını sanmıyorum. Gösteriş için yanlarında taşıyorlar.
Okunması en zor kitaplardan biri önermek nedir.Zaten insanlarımız kitap okumayı sevmiyor, bu kitabın yarısını bile okuyamazlar.
Tercümesi kimin, ve sizce nasıl? Hangi yayınevinden çıkmış?
Bu nasil bir ses tonu nskadar guzel bir anlatim
Nietzsche'yi yeniden kıskanmak istiyorum.
Yazdıkları kalbimin ve beynimin evrene yaydığı elektriğe eşlik eden bir akımken
ben onun içinden geçen bir yıldırım olmak istiyorum.
Görmek istediğim gibi gördüğüm ama aslında tanımadığım bu varlığı
anlamsız ve amacı olmayan bir kaos için kullanıyorum.
Ve bunu bilmenin farkındalığı beni , sonsuz uzantısının ucunda durduğum
bir gordion düğümünün merkezine ışınlıyor.
Ondan alıntı yapmak değil, ruhunun tamamını sömürmek istiyorum.
Nerelerdesin Nietzsche , tutkulu avrupalı ?
Hangi kar fırtınası altında parlıyor gözlerin ?
Yoksa sıcak bir çöl ikliminde yolculuk mu yapıyorsun ,
Kumran'a mı yürüyorsun ?
Geceleri sen bir gordion düğümüne dönüşürsün , bense İskender'e.
Dön geri avrupalı bohem !
Masumiyete kışkırtılmış ruhunu tapınağımın sunağına koy yeniden.
özlem saçakçı ben duygusu bu kadar güçlü olan hiç kimseye iradesini teslim etmeyen bir insan ruhunu tapınağızin sunagina koyarmi. Koyarsa kendini inkar etmiş olmazmi
özlem saçakçı ama yinede tutkulu ruhunu sevdim
teşekkürler.
Kendini yanlışlayan sonunu neden es geçersiniz ki?
İnsanlık değerlerine sahip olmak için bir dine ihtiyaç yok. Korkuya dayalı bir yaşam. Ben ne cennet istiyorum nede cehennem... Bütün dinlerde bir mükafat var bence ilahı bir varlığa inanıyorsam ve bu bir sevgi ise karşılıklı olmamalı ama hep bir beklenti karşılık oluyor. Hayvan bile besleseniz ondan size itaat etmesini istiyoruz. En azından ona bile kurallar koyuyoruz. Sorgulayan insanlar akıllı bireylerdir. Ama ülke olarak buna hazır değiliz. Ben bir dine mensup değilim dediğimde tövbe de çarpılırsın diyorlar. Halbuki benim inancım çok temiz beni yaradandan bir beklenti içinde değilim cennetde huriler veya cehennem de ateş istemiyorum. Kafamda çok deli sorular var hepside cevapsız.
serdar babadağ Dogru yoldasiniz, devam edin, cevaplar kendiliginden gelicek....
hiç kimse korktugundan değil sevgisinden ve vijdani şükran hissiyatı muhabbeti ile seve seve ibadet ediyor . sizi yanıltan nefsine tembellik edenlerin sözleri
Merhaba kardeşim acaba seninle böyle konularda yorumlarla sohbet edebilirmiyiz acaba?Anladığım kadarıyla deist bir insansın bende teist öyle güzel bir sohbet ortamında konuşabilirmiyiz.Konuşmak zorunda değilsin sadece bir rica...
kamil sönmez dogru kardewim korkuyla edilen ibadet zaten çok gitmez insan çin..insanlari yawayatan sevgidir her kime olursa olsun korkdugun sikildigin zaman ise kendini intihar edersin fitret konuwdu
serdar insan olum otesini gorup gelemedigi icin hep bir bilinmezlik vardir asiri hastadir care bulamaz ve oluceksede ruhunu tatmin etmek icin allahim affet der tanrim bagisla der cunku siginak arar dinlerdeki rituelleri yapmiyorsak bile inanmak ruhu dinlendirir ornek deizim gibi yaratici var dinler yalan huriler yalan mucizeler yalan vs ire gibi benim dusuncem bu bosluktayiz hep insan birbirine zindan etti hayati somurerek guc ego kavgasi ac gozlulikler le vahsetler ofkelerle din savaslari cahilliklerle bugun dunyayi felakete surukleyen yahudi toplumudur ilk semavi tek tanrili dinlerin ilki diyebiliriz kendilerini kutsal irk sayip degistirilmis tevratin vaad ettigi kutsal devleti kurup kudusu yikip yeniden insaa edip taht kurup hz davudu beklicekler bu okumuz hastalarin bu hedefe her ne yuzle olursa olsun ulasmak kendine tek engel islamiyet cunku yahudilik gibi dogarken bile cocuga asilanan bir din gunun basi ve bitimine dek ibadetle gecen gun gibi iki din de bu halde iki dinin savasinin masaligini hristiyanlar yapar patron yahudi masa hristiyan hedef islamdir imparator olmak isteyen yahudidir.bu hastaligin ana temeli yahudiliktir
ses kalitesi umarım hep böyle olur . Mükemmel.
Çok güzel sunmuşsunuz bunun gibi bide freudu anlatıyorsunuz ikisinide defalarca dinledim böyle başka varsa söyleyin onlarıda dinleyelim
Şunu sevgilimle arada sırada izliyoruz. Defalarca izlesek bile bıkmıyoruz. Teşekkür ederim
bu kanalı neden daha önce keşfetmedim ki? :(
Bayılıyorum şu adama ve kitaplarına
Çok yararlı bir belgesel emeği geçenlere teşekkürler.
Ya muhteşem bi kanalsınız. Elinize sağlık..
'Boşluğa yeterince uzun bakarsanız o da size bakacaktır.' sözüyle anlatılmak istenenin Nietzsche'nin Son İnsanlar olarak betimlediği bu Hristiyan sonrası toplumunun aslında kendilerini üst seviyeye çıkaracak hiçbir şey yapmamalarına rağmen birtakım uğraşlarla tatmin olmalarından ve sonunda bir şeyler başardıkları kanısına ulaşmalarından gelir diye düşünüyorum.
Hanim efendi çok teşekkür ederim anlatiğiniz icin
en önemlisi bence ahlaki değerler üzerine kurulan sistemi terk etmesi olması :), ve kötü acı olan herşeyin temel zıttı olan mutluluk için acı veren durumları aklamak istemesidir, zayıf insana acıma ve merhamet etme ne demek? yerine somut ne koyuyorsun. Acılar sizi güçlendirir mi? daha sonrasında o acılarla güçlendiğini fark ettiğinde ne olacak güçlü olan başka bir zayıfımı aklayacak sonra sonra sonra . son tahlilde ... yani nietzsche idealist bir felsefeci
Gonul rahatligi ve mutluluk ariyorsan inan, amma gerceyin oyrencisi olmak istiyorsan arawdir.
Öyle güzel yorumlar, sohbetler var ki okumaktan videoyu dinleyemedim😅
Nietzsche'nin Üstüninsan'ını anlamak için M.Stirner'in Biricik'ini anlamanız gerek.
Çok Değer li bir kanal, 👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍
Seslendirme çok iyi 👍
Olağan üstü bişey izledim 💕 teşekkürler
Ne güzel video, ne güzel yorumlar... Yerim lan sizi!
biz de sizi necip bey :)))
Seslendirmeyi kim yapmıs merak ediyorum dinlerken huzur doldum
Bayanin sesi şırıldayan şelale gibi çok güzel anlatım çok
Daha yeni keşfettim kanalınızı... Podcastleriniz harika ötesi. Umarım devamı gelir :)
Mükemmel. içimden tren geçti resmen
İyi ki varsınız!
bunları podcast olarak spotifya yükleseniz keşke ne güzel olur
Onu kendi super ego'su delirtti. Merhamet insanın içindedir, bilinç altındadır, mantıkla yok edilemez. Bana göre vicdanı aşan insan, üstinasandır.
Elinize sağlık çok güzel bir içerik olmuş.
Mutlu olmak istiyorsan inan.Ama gerçeği öğrenmek istiyorsan "Araştır".
Bu kadının sesi çok güzel
Selam arkadaşlar şimdi şu kısmı dinledim “Hayatı yaratmanın sorumluluğunun ve keyfinin bir tür yüce Tanrı’da değil insanın kendi içinde olduğunu görebilen biri” bu kısım hoşuma gitti ben inançlı biriyim bunu uygularsam bir tür ateist mi olunur veya bunların hiçbiri olunmaz mı :)
Edit: artık deistim
Arkadaşım çok güzel bir noktayı yakalamışsın ve doğru bir noktaya temas etmişsin :) Burada felsefi bir bakıştan söz ediliyor. Kastettiğin manada ateist falan olmazsın. Nietzsche’nin “Tanrı öldü” demesi felsefi açıdan söylenmiş bir söz ve genelliklede yanlış anlaşılıyor. Dinlerin Tanrısı öldü diyor ve dikkat edilirse aslında buna üzülüyor ve “insanlar öldürdü, Tanrının kanı insanların elinde…” diyor.
Ateizmde bir tür dindir aslında. “Bir tanrı olmadığına inanıyorum” dediğinde de bir inançtan bahsediyorsun. Ve sonra da bilimi (evrimi) tanrı yerine koymaya çalışıyorsun. Aslında dinlerin yaptığını tekrarlamış oluyorsun. Aynı karşı olduğun diğer dinlerdeki gibi körü körüne bilimin kullandığı araçlara tapmaya başlıyorsun. Örneğin deney yapmaya, matematik formüllerine, evrim ismi verilen öyküye, akıl yürütme dediğin, analitik kavramlaştırmaya v.b… Felsefe ise bu tür; “tanrının olduğuna inanıyorum veya inanmıyorum” gibi dinselleştirilen bir inanç yerine, ismine “tanrısallık” diyebileceğin ya da yaratıcılık (varoluş) süreci denilebilecek, sonsuzlukla eşdeğer olan, sürecin bizatihi kendine işaret etmeye çalışır. Bunu kavramak böyle sözle anlatarak bir kerede olacak iş değildir. Bunu kavramak için zihni felsefe ile eğitmek gerekir. Günlük koşuşturma içinde, yaşam mücadelesi ve ölüm kaygısı içinde, ne din, ne de bilim, bunlar dışında üçüncü bir durumun olduğu gerçeğini insanların anlamaları çok zordur. Bu üçüncü durumda Tanrı vardır veya yoktur sorusu geçerli olmaz. Böyle bir soru anlamsız olur.
İnsan zihni çocukluktan itibaren hep “varlık” kavramı üstüne koşullanır. Çevresinde gördüğü her şeyi ancak “varlık” olarak kavrayabilir. Nesneler, durumlar, sözler, kavramlar… kısaca her şey. İnsan kültüründe anlatı (dil) bu şekildedir. İnsan kültürü bir manada zaten bu dil demektir. Çocukta böyle öğrenerek büyür ve koşullanır. Ve de düşünüş biçimi bunun üstüne şekillenir, “varlık” temelli olur.
Varlık varoluşun dondurulmuş halidir. Yani zamandaki sadece bir andan bahsetmiş olursun. Sonsuzluk kavramını gerçek manada kavrayamazsın. Bu kavrayışı ancak felsefe ile zihnini eğiterek gerçekleştirebilirsin. Zihin senden ayrı bir şeydir. İnsanlar zihin ile “ben”i bir birine karıştırırlar. Aynı şey sanırlar. Düşünceyi, zihin “ben”e verir. “Benlik bilinci” dediğimiz ise zihnin oluşturduğu düşüncenin kendi üstüne katlanıp, kendi kendini görmesi olayıdır. Felsefede buna "refleksiyon" denir. Bu işlem beynin en üst tabakası kortekste gerçekleşir. Bilinçlilik hali dediğin budur. Aynı aynada kendini görmek gibi düşüncede kendini görünce “benlik bilinci” değimiz olay gerçekleşir. Aslında bilinçlilik dediğimiz durum düşüncenin kendi kendini görmesidir. “Ben” dediğimizde bu düşüncenin mekan tuttuğu zihnin sahibi olan bedenin kendisidir. Düşüncenin kendisi bir akış olduğundan, bu akışın içinde gerçekleştiği yer olarak “ben” diye bu mekana dersin. Düşüncenin kaynağı olan zihnin asıl temeline (bilinç dışına) bakarsan da; burası insana ait bir yer değil fizik yasalarının, biyolojinin (kimyanın) hüküm sürdüğü bir simülasyon ortamı gibi bir yerdir. Zihin diye biz tüm bu yapılara diyoruz ama aslında farkında olmadan bilinç dışını kastediyoruz.
*Şimdi burada dikkat edilmesi gereken nokta; tüm bu bahsedilen şeylerin birer süreç olduğu, bir akış olduğu.* Burada “varlık” ismini verdiğimiz tek bir şeye indirgenmiş, dondurulmuş bir zaman diliminden bahsetmiyoruz. Ya da “ruh” ismi verilen mutlak (masif) bir varlıktan bahsetmiyoruz. Dolaysıyla “benlik bilinci” veya “ben” derken bir süreçten, bir akıştan bahsediyoruz. Aslında bunun en büyük kanıtını insan her gece uykuya dalarken ve sabah uyanırken yaşar. Örneğin korteksteki akış kısmi olarak kapanır ve bilinç kapanmış olur. Ama bilinç dışındaki simülasyon ortamındaki akış sürer. Böylece örneğin rüya görebilirsin. Eğer “mutlaklık” anlamında yani masif, yekpare şekilde bir varlık olarak “ruh” diye bir şey olsaydı böyle akışlar, süreçler halinde zihin durumları olmazdı. Uykuya falan da gerek olmazdı. Dahası dinlerin kastettirdiği anlamdaki Tanrı biçiminde “mutlak” bir varlık olsaydı, yani akışın olmadığı, dondurulmuş, bir andan ibaret olan bir varlık olsaydı evren diye bir kavram olmazdı, olamazdı. Düşünce diye, akıl diye bir şey hiç söz konusu bile olamaz. Bir kere yaşamın kendisi bile mutlaklık kavramına tezat bir oluşum.
Bu nedenlerden ötürü felsefede “tanrı” dendiğinde başka bir şey anlaşılır, tanrısallık anlaşılır. Yani sürekli bir oluş hali, ya da buna neden olan kudretler (kuvvetler) anlaşılır. Dini açıdan bakmak istersen buna; kutsal kitapta bahsedilen "Tanrının sıfatları" da diyebilirsin. Doğa açısında bakarsan da fizik kuvvetleri diyebilirsin. Bu açıdan bakınca artık buna ne isim verirsen ver fark etmez. "Oluş hali"nin kendisi tabiatı gereği bir varlık değildir. Akışın, sürecin kendisidir. Her şeyin var olmasını sağlayandır. Her şey akış halindedir. Fizik biliminin konusu da budur zaten. Fizik bu akışı araştırır. Hiçbir şey sabit, durağan, donmuş değildir. Sürekli bir değişim, bir akış vardır. Kuantum fiziği, mekaniği falan dedikleri de aslında basite indirgeyerek söyleyecek olursak, metafiziğin kendisidir. Yani felsefe demektir. Evreni varlıklar düzeyinde değil de yani gezegen, yaşam, atom v.b. seviyede değil de atom altı parçacık seviyesinde, salt bir akış olarak ele almaya kalkarsan buna kuantum fiziği deniyor. Yaşamın ve düşüncenin ne olduğunu da bu şekilde ele aldığında buna da felsefe diyorsun. Konuyu bu kadar temele indirdiğinde fizik kuvvetleri (yasalar) dediğin şey ile “tanrısallık” dediğin şey sadece isimsel bir ayrım olur. Aslında ikisinde de aynı şeyi kast etmiş olursun. *Felsefe ve fizik bir birine geçer, metafizik olur.* Bu noktada iki farklı şeyi kastetmek imkansızdır.
Şimdi konuya böyle baktığında, zihin dediğin yer evrendeki akışın bir devamı niteliğindeki bir mekan. Ve sen kendi içine baktığında aslında evrenin bir parçası (devamı) olarak yaratıcılığı, varoluş coşkusunu (mutluluğunu) falan burada bulabilirsin. İllaki dinsel açıdan bakmak istersen de burada Tanrıyı (tanrısallığı) bulabilirsin. Fizik (doğa) açısından bakarsan sen evrenin bir parçasısın, dinsel açıdan bakmak istersen de Tanrının bir parçasısın. Ama bu bakış açısında ikisi de aynı anlama geliyor. Felsefede hakikat denen şey kısaca ve çok kabaca budur. Dinler içinden çıkan düşünürlerde aslında durumu zamanında kavramışlar ama gerçeği dile getirmeye kalkan olunca, sırtını dine dayayan iktidarlar tarafından veya bizzat din adına halk tarafından kafir ilan edilip, hep katledilmişler. Bu yüzden bu tür düşünürler hep üstü kapalı biçimde sanki Tanrıdan bahsediyormuş gibi yapıp, aslında “her şey birdir, ve teklikten gelir, tanrı içimizde, tanrıyla bir olmak (vahdeti-vucud)…” falan derken kastettikleri hep budur.
Felsefede, bu konuyu kavrayan ve yaşama geçirebilecek insan için, örneğin Nietzsche “üstün insan” (übermensch) demiş. İslam felsefesinde de “kamil insan" denmiş, ya da tasavvufta “Tanrı ile bir olma” denmiş. Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Aslında bilimi salt bir araç gibi görmeyip, ateizm diye, bilimi din yerine koymaya kalkarsan, din ve bilim aynı kategoride olmuş oluyor. Alternatif olarak sadece felsefi bakış ikinci durumu sunuyor. Yani “varlık” değil “varoluşu” merkeze olan süreç, akış anlayışını. Hayatı yaratma sorumluğunu ve varoluş coşkunsu (keyfini) bir yüce varlık anlayışıyla dinlerin Tanrısında değil kendi içine baktığında orada ancak böyle bulabilirsin. Bu kastettiğin mana da “ateist” olmak değil tam tersine gerçek Tanrıyı yani tanrısallığı (hakikati) bulmak demek. Nietzsche’nin anlatmaya çalıştığı da budur aslında. Yoksa günümüz deki anlamındaki ateizmden bahsetmiyor.
Ateistlerde neticede aynı din gibi iktidarların hizmetinde olan bir ideolojiye hizmet ederler. İkisininde var oluş nedeni temelde aynıdır. Bu yüzdendir ki dünyada sömürü düzeni ve adaletsizlik hala hüküm sürebiliyor. Dine karşı ateizmi, ateizme karşı dini kullanarak iktidarlar yandaşlar yaratıp, böl ve yönet mantığı ile varlıklarını sürdürebiliyorlar. Ne dindarım diyenler gerçekte dindardır, nede ateistim diyenler gerçekte ateisttir. Günlük hayatta buna bir çok kez kendi gözlerinle şahit olabilirsin. Ama ideoloji öyle bir şeydir ki; bu apaçık gerçeği görmek istemezsin ve zaten görmezsin de. Ne zaman ki tanrı vardır yoktur tartışması biter, bu soru anlamanı yitirir, ancak o zaman hakikat yeryüzüne hakim olmaya başlayabilir.
.
Kardes madem inançlı sin uzak dur bunlardan bunların süslü kelimelerini bosver bi süre sonra bunların doğruları sanada doğru gelmeye başlar. İhtiyacın yok bunlara . Ben biraz izledim dayanamadim içim şişti kapttim. Sana tavsiyem kelimeleri değiştirip değiştirip süslü halde getiren ve insanın aklını bulandirmaya çalışan bu tür insanlardanda uzak dur. Yaradan varmiymis yokmuymus kabirde goruyordur simdi.
hayatı yaratmak senin elinde. kutsal kitapları, masal kitaplarından farksız olan ve bilimsel açıdan hiçbir dayanağı olmayan dinlerin popüler tanrılarının hayatına yön vermesine izin verme. dünya 4.5 milyar yaşındadır fakat bir insan ortalama 70 sene yaşar. dünya emin ol bir bu kadar daha gider fakat insan ömrünün bir sınırı vardır. bu ömrü bir tanrıya itaat etmek zorundaymış gibi hissederek mahvetmek zorunda değilsin. yaşadığın gezegeni ve durmaksızın genişleyen uçsuz bucaksız evreni merak etmeni diler ve gerçekler için gözünü açmanı tavsiye ederim.
@@selamsonay3160 sorgulama sen körü körüne tapmaya devam et
En az 50 kez dinledim tsk ederim
Öyle çok çılgın soru var ki kafamda, en akıllı adamlar bile henüz yanıt bulamadılar.. akıl, kendi cennetini cehennem, kendi cehennemi cennet yapabilir.. cennette huriler ve cehennem ateşine bende inanmıyorum.. kalbin daraliyorsa, zaten cehennemdesin.. insanın cehennemi kendisidir ilk başta..
ilk defa müthiş bir özeleştiri ile karşılaştım ateizm üzerine..pandora-felsefe yazınız harikulade..tebrikler..benim fikren düşmanım böyle olmalı..cahil ateistlerden bıkmıştım..
ne güzel bi video bu böyle
Ben ne olduğumu bilseydim, kendimi tanımlardım. Bilmediğim için hâlâ kendimi arıyorum tanrıyı değil. Kendimi bulursam tanrıyı da bulacağım.
Bir tanesiniz. 👏👍
Harika. Elinize sağlık.
"kulağınıza fısıldayan şeytan, hayatınızı sonsuzluğun içinde bütün acı ve yüceliğiyle tekrar tekrar yaşayacağınızı söylerse yere çöküp o şeytana dişlerinizi gıcırdatarak lanet mi okurdunuz yoksa onun bir tanrı olduğunu düşünür ve sonra sözlerini kutsal mı sayardınız? "
Bu yorumu arıyordum teşekkürler
Mükemmel bir çalışma teşekkürler 🙏
"Ben,zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim"
Böyle buyurdu zerdüşt...
Mükemmel anlatım.
Gönül rahatlığı ve mutluluk arıyorsan inan, ama bilginin öğrencisi olmak istiyorsan araştır..
Bu insanlar bunu düsünüp yazmasi zamanin Ruhu Icin cok cesaret gerektiren durum
Saygi duyuyorum bu insanlara
Sunucu harika ses tonlama kusursuz ismini bilseydik ne iyi olurdu bilen varsa yazsin
çok güzel bir belgesel olmuş.
Böyle buyurdu zerdüştü ilk okuduğumda şunu anlamıştım zerdüşt nietzcheydi zerdüşt sendin,bendim,hepimiz tüm insanlıktı nietzche zerdüşt karakteriyle kendini özdeşleştirerek insanlığa bir roman örgüsü sunuyordu ve bu örgünün iplerini takip ederek bize üstün değil üst insan olmanın ipuçlarını veriyordu ve kendi yeni hikayemizi yazmamızı istiyordu yepyeni bir sayfaya daha önce yazılmamış bir hikaye,onun derdi insanlığın haliydi.Bence nietzche bir filozof değil bir dahiydi ancak bir dahi adından 150 yıl geçmesine rağmen bu kadar söz ettirebilir kendinden milyonlara yaşamı sorgulatabilir, kitapta ilgimi çekense günlerdir yanından hiç ayırmadığı ölü adam metaforuydu bizlerde birgün öldüğümüzde bizide birileri yanında taşıyacak mı yoksa bu dünyada bize dair hiçbirşey kalmayacakmı sorusunu sordurtmuştu.Nietzcheyi anlamak ince bir zeka ve derin bir analiz gerektirir kuşkusuz herkes hastalanır, herkes acı çeker herkes kayıplar yaşar ama kimse nietzche olamaz,onun gibi düşünemez onun dünyayı algıladığı gibi bir algıya sahip olamaz,bu adamı her yeni okumamda suratıma sert bir yumruk yiyorum ve sersemletiyor insanı aldığınız darbelerle.Sartre ve nietzche benim için ölümsüzdür.
toplumsal yaşayan ve sosyal olmak zorunda olan insanın önce aileyle başlayan yardımlaşma ve ihtiyaçlarının giderilmesi durumu, toplum içinde hak ve sorumluluklar doğururken, düzenleme, kural, yasa ve gelenekselleşmiş alışkanlıkların oluşturduğu hayatı yaşarken oluşan kimliğimiz, edinilmiş bilgi ve değerler ile duygularımız sonucu empati de yaparak içsel muhakeme, muhasebe , kıyaslama gibi karşılaştığımız olaylar hakkında aldığımız tavıra yada bakış açısından gördüklerimizle yaptığımız değerlendirme ve yorum biçimine biz VİCDAN diyoruz.....özellikle değerlerimizi evrensel seviyede tutabilirsek ki bu öğrenilen ve araştırılan bilgiyle mümkün olabilir, küresel bir vicdana sahip olabiliriz.....toplumsal vicdan ortalamasına da biz AHLAK diyoruz....HAK, dediğimiz ise toplumsal kazanımların bireye düşen payının düzenlenen yasalarda belirlenmiş olmasıdır......ADALET denilen şey ise bu HAK dağıtılma işinin yöntemidir, arkasında yaptırım gücüyle toplum düzeni oluşturulurken devlet adıyla sorumluluk ve hakların dağıtılmasını sağlayan aygıta dönüşür....adalet yöntemiyle hak dağıtılmasıyla ilgili yasalar ve uygulamalar sistemine HUKUK diyoruz....hukuk içinde hak arama yollarının kullanılmasına ÖZGÜRLÜK diyoruz...insanların yeteneklerine göre kimlik oluşturup hak ve sorumluluk dağıtılması ekonomik sistemine KAPİTALİZM diyoruz ....ihtiyaçlarına göre oluşmuş kimlik ile hak ve sorumluluk dağıtılmasına sistem olarak SOSYALİZM diyoruz..... üretimin nüfusa oranla ulaşılabilen zorunlu tüketilmesi gereken , toplumsal ve bireysel güvenlik, barınma ve giyim, yiyecek gibi öncelikli giderilmesi gereken taleplere İHTİYAÇ diyoruz....kapitalizmin piyasa ve kalite adıyla ürettiği pahalı ve nüfusun her bireyine düşmeyen tüketim egosunu tatmin için oluşturduğu daha çok zevk içeren ürünlerin tüketimine LÜKS diyoruz....kamu yetkisi kullanan insanların yasa ve kurallara göre hesap vermesi zorunlu olmalıdır...hesap sorma yetkisiyle oluşmuş hukuk kurumlarına mahkeme diyoruz.....toplumun tartışılarak oluşmuş mutabakat metnine biz ANAYASA diyoruz....toplumun sorunlarının tespiti ve çözüm yöntemlerini belirleyen örgütlerine biz SİYASİ PARTİ diyoruz.....din ve inanç sistemlerini daha çok ölümü fark etmiş ve korkusunu sindirmeye çalışan akıllı insanın, korkularıyla baş edip uyuşturup ve topluma uyum için düzen , kural ve yasalara rağmen vicdani değerlere ihtiyaç duyarak arkasına ilahi yaptırım gücü istemesiyle ilgili sistemdir.....sistemler ve yasalar demokratik ve vicdanlara uygun olacaksa ihtiyaca dayalı olmalı ve toplumsal mutluluğun öncelendiği şekle dönüştürülmelidir......yöntemi adalet olmayan her hak dağıtılması SÖMÜRÜ üretir...coğrafi ve iklimsel özelliklerin belirlediği üretim sistemi, lisan , toplumsal dayanışma ile oluşmuş yaşamsal alışkanlıklara biz KÜLTÜR diyoruz....geliştirmek için Bilim, sanat, spor ile kültür anlayışımızda güzellik, sağlık ve anlamlı gelişim sağlarız...
Atın boynuna sarılıp ağlaması büyük çelişki bence onu delirten fıtrattan gelen bu acıma duygusu bunu fark ettikten bi kaç gün sonra tımarhaneye yatırılmış içindeki insanlık onu delirtmiş
Harika bir video
Emeğinize sağlık harika bir iş çıkarmışsınız ..
Varolun!
Emeğinize yüreğinize sağlık 👍
İnsanın ruhunu dokununan bir belgesel.
Gerçekten harika bir kanal değeriniz umarım daha fazla bilinir emeğinize sağlık. :)
Bu kanali nasil yeni farkederim ..Butun dunya burada
Öldürmeyen şey güçlendirir..
süpersiniz.
Ustadin sozleri anayasa da yer almali hutbelerde okutulmali
Harika 🙏