Aralık 2013 17:38 K: Hayırlı akşamlar abi. Bir kaç gün önce gece yattım. Zikir çekiyorum. Başım yoğun bir şekilde çınlamaya ve kulaklarım uğuldamaya başladı. Anladım zaten hemen. Sanırım artık ben de bu konularda tecrübe kazanmaya başladım Size daha önce de bahsettiğim gibi, son dönemlerde başımdaki çınlamalar ve uğuldamalar had safhada. Sanki başımın içi istim kazanı… Bazen öylesine fokur fokur kaynıyor gibi ki, yanımda konuşanı duyup anlamakta zorluk çektiğim zamanlar olmuyor değil. Sağ bacağım kasık diz kapağı arası arkadan da seğirince “tamam gidiyoruz” dedim içimden. Anında kendimi gökyüzünde buldum. Bu kez sırtımdan, giysimden tutuyorlarmış gibiydi. Sırtımdan iki eliyle tutuyordu, öyle hissettim. Ben yüzüm aşağı doğru, sanki çuval gibi sarkıyordum. Ama abi çok korktum yaaa. Öyle böyle değil. Önce Türkiye’yi kuş bakışı seyrettim, sonra Akdeniz, Karadeniz, hem gittikçe yükseliyor hem de Cebel-i Tarık Boğazı’na doğru kayıyorduk. Abi İtalya, İspanya, Afrika kıtası… Komple yukarıdan izledim. Gittikçe Atlas Okyanusu’na vardık ama aynı zamanda artık çok yükselmiştik. Okyanusun üzerinde gidiyorduk, bir anda kendimi uzayda buldum. Daha önce iki gök kapısı olup, birinin Çin açıklarında Büyük Okyanus’ta, diğerinin ise Kuzey Amerika açıklarında Atlas Okyanusu’nda olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Bu bilgi doğruysa ben Atlas Okyanusu’ndan çıkarılmış olmalıyım. Dünya gittikçe altımızda küçülüyordu. Ve bir de benim halimi düşünün. Boşlukta yüzüstü duruyorum, dünya altımda ve görmediğim bir şey beni sırtımdan tutmuş, çuval taşır gibi götürüyor. Ne bağırdım, ne bağırdım “Korkuyorum” diye, bilemezsiniz. Yok, böyle bir korku… Ama uzay çok sessiz, hatta hiç ses yok. Sadece sağır edici bir sessizlik var. Dünya görünmez oldu herhalde ki diğer gezegenleri izlemeye başladım. Hem korkuyorum, hem de kendimi alamıyorum izlemekten. Çok güzeller abi, çok güzeller. Çok yakın geçtik bu gezegenlerin birçoğuna… Birinin yüzeyine ayaklarım yere basacak kadar yaklaştık. Aynen Mars’ın resimlerindeki gibiydi yüzeyi. Sırf toprak. Kraterler ve tepeler var. Fakat bizim olduğumuz yerde birçok metalden kapan vardı yüzeyde. Yanyana yanyana. Açılıp kapanan demirler… “Neredeyse birine yakalanıcam” diye korktum. Tam metal üzerime kapanacakken altından uçarak geçtik. Bunun gibi, daha farklı gezegenlerin yanından geçe geçe bir gezegene indik. Ama tüm bu gezi görsel olarak anlatılamayacak kadar güzel bir şölendi. İndiğimiz gezegende insanlar vardı. Sanki hani bizde köylerde kahve önü denilen meydan vardır ya, öyle bir meydanı vardı. Alçak alçak binalar. Evdiler muhtemelen. Köyden biraz daha büyük olmalı orası. Belki de bir kasaba. Ama asla şehir değil. İnsanlar fiziksel olarak aynı bize benzemekle birlikte, küçük farklılıklarla ayrılıyorlar. Hatları daha kaba. Derileri daha kalın sanki. Ve gelişmişlik olarak kesinlikle bizden daha geriler. Gezegenin geneli için söyleyemem bunu, çünkü görmedim. Sadece orası ve oradakiler öyleydi. Bizden daha kaba, daha cahillerdi, bu çok net anlaşılabiliyordu. Beni meydana bıraktı. Tutmuyordu artık. O insanları görebiliyor, bir kaç metre karşılarında dikiliyordum. Üstüme doğru gelmeye başladılar. Anladım ki onlar da beni görebiliyorlardı. Toplamda meydanda en çok 15-20 kişi vardı. Hepsi erkekti sanki. Belki de değil. Ben panikledim. İyi seçememiş ya da hatırlamıyor olabilirim. Abi benim onlardan biri olmadığımı anladılar. Her ne kadar fiziksel olarak her ikimizde insan olsak da ayrılıyoruz, farklar var. Bana bir sürü sorular sordular. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, neden orda olduğumu… Çok üst üste, cevabı beklemeden soruyorlardı. Sanki cevap almak değil, saldırmaktı niyetleri. Ben asla kötülük için orda bulunmadığımı anlatmaya çalıştım ama dinlemeye niyetleri yoktu. İlginç tarafı onlar hangi dili konuşuyorlar bilmiyorum ama ben onları Türkçe duyuyordum. Ben Türkçe konuşurken onlar da beni muhtemelen kendi dillerinde duyuyorlardı, çünkü beni anlayabiliyorlardı. Ya ben bütün dilleri biliyorum ya da otomatik bir çeviri sistemi işliyor olmalı âlemlerde. İyice çevremi sardılar ve tam bana saldıracakları anda beni kaptığı gibi yukarıya doğru uçurup götürdü oradan. Bir gezegene daha gittik ama orada insan görmedim. Şöyle yakından bir uçtuk üzerinde, bunu hatırlıyorum. Belki inmiş de olabiliriz ama oraları çok net hatırlamıyorum. Oralarda aklımda kopukluklar var. Dönüşü hatırlamıyorum. Yatakta buldum kendimi. Her yanım yoğun titreşim altındaydı daha öncekiler gibi. Abi yazmak istediğim başka bir şey daha var. O daha uzun, hatta bayağı uzun olacak sanırım. O yüzden kızımı yatırınca aklımı toparlayıp yazmayı düşünüyorum inşallah.
Aralık 2013 17:38 K: Hayırlı akşamlar abi. Bir kaç gün önce gece yattım. Zikir çekiyorum. Başım yoğun bir şekilde çınlamaya ve kulaklarım uğuldamaya başladı. Anladım zaten hemen. Sanırım artık ben de bu konularda tecrübe kazanmaya başladım Size daha önce de bahsettiğim gibi, son dönemlerde başımdaki çınlamalar ve uğuldamalar had safhada. Sanki başımın içi istim kazanı… Bazen öylesine fokur fokur kaynıyor gibi ki, yanımda konuşanı duyup anlamakta zorluk çektiğim zamanlar olmuyor değil. Sağ bacağım kasık diz kapağı arası arkadan da seğirince “tamam gidiyoruz” dedim içimden. Anında kendimi gökyüzünde buldum. Bu kez sırtımdan, giysimden tutuyorlarmış gibiydi. Sırtımdan iki eliyle tutuyordu, öyle hissettim. Ben yüzüm aşağı doğru, sanki çuval gibi sarkıyordum. Ama abi çok korktum yaaa. Öyle böyle değil. Önce Türkiye’yi kuş bakışı seyrettim, sonra Akdeniz, Karadeniz, hem gittikçe yükseliyor hem de Cebel-i Tarık Boğazı’na doğru kayıyorduk. Abi İtalya, İspanya, Afrika kıtası… Komple yukarıdan izledim. Gittikçe Atlas Okyanusu’na vardık ama aynı zamanda artık çok yükselmiştik. Okyanusun üzerinde gidiyorduk, bir anda kendimi uzayda buldum. Daha önce iki gök kapısı olup, birinin Çin açıklarında Büyük Okyanus’ta, diğerinin ise Kuzey Amerika açıklarında Atlas Okyanusu’nda olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Bu bilgi doğruysa ben Atlas Okyanusu’ndan çıkarılmış olmalıyım. Dünya gittikçe altımızda küçülüyordu. Ve bir de benim halimi düşünün. Boşlukta yüzüstü duruyorum, dünya altımda ve görmediğim bir şey beni sırtımdan tutmuş, çuval taşır gibi götürüyor. Ne bağırdım, ne bağırdım “Korkuyorum” diye, bilemezsiniz. Yok, böyle bir korku… Ama uzay çok sessiz, hatta hiç ses yok. Sadece sağır edici bir sessizlik var. Dünya görünmez oldu herhalde ki diğer gezegenleri izlemeye başladım. Hem korkuyorum, hem de kendimi alamıyorum izlemekten. Çok güzeller abi, çok güzeller. Çok yakın geçtik bu gezegenlerin birçoğuna… Birinin yüzeyine ayaklarım yere basacak kadar yaklaştık. Aynen Mars’ın resimlerindeki gibiydi yüzeyi. Sırf toprak. Kraterler ve tepeler var. Fakat bizim olduğumuz yerde birçok metalden kapan vardı yüzeyde. Yanyana yanyana. Açılıp kapanan demirler… “Neredeyse birine yakalanıcam” diye korktum. Tam metal üzerime kapanacakken altından uçarak geçtik. Bunun gibi, daha farklı gezegenlerin yanından geçe geçe bir gezegene indik. Ama tüm bu gezi görsel olarak anlatılamayacak kadar güzel bir şölendi. İndiğimiz gezegende insanlar vardı. Sanki hani bizde köylerde kahve önü denilen meydan vardır ya, öyle bir meydanı vardı. Alçak alçak binalar. Evdiler muhtemelen. Köyden biraz daha büyük olmalı orası. Belki de bir kasaba. Ama asla şehir değil. İnsanlar fiziksel olarak aynı bize benzemekle birlikte, küçük farklılıklarla ayrılıyorlar. Hatları daha kaba. Derileri daha kalın sanki. Ve gelişmişlik olarak kesinlikle bizden daha geriler. Gezegenin geneli için söyleyemem bunu, çünkü görmedim. Sadece orası ve oradakiler öyleydi. Bizden daha kaba, daha cahillerdi, bu çok net anlaşılabiliyordu. Beni meydana bıraktı. Tutmuyordu artık. O insanları görebiliyor, bir kaç metre karşılarında dikiliyordum. Üstüme doğru gelmeye başladılar. Anladım ki onlar da beni görebiliyorlardı. Toplamda meydanda en çok 15-20 kişi vardı. Hepsi erkekti sanki. Belki de değil. Ben panikledim. İyi seçememiş ya da hatırlamıyor olabilirim. Abi benim onlardan biri olmadığımı anladılar. Her ne kadar fiziksel olarak her ikimizde insan olsak da ayrılıyoruz, farklar var. Bana bir sürü sorular sordular. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, neden orda olduğumu… Çok üst üste, cevabı beklemeden soruyorlardı. Sanki cevap almak değil, saldırmaktı niyetleri. Ben asla kötülük için orda bulunmadığımı anlatmaya çalıştım ama dinlemeye niyetleri yoktu. İlginç tarafı onlar hangi dili konuşuyorlar bilmiyorum ama ben onları Türkçe duyuyordum. Ben Türkçe konuşurken onlar da beni muhtemelen kendi dillerinde duyuyorlardı, çünkü beni anlayabiliyorlardı. Ya ben bütün dilleri biliyorum ya da otomatik bir çeviri sistemi işliyor olmalı âlemlerde. İyice çevremi sardılar ve tam bana saldıracakları anda beni kaptığı gibi yukarıya doğru uçurup götürdü oradan. Bir gezegene daha gittik ama orada insan görmedim. Şöyle yakından bir uçtuk üzerinde, bunu hatırlıyorum. Belki inmiş de olabiliriz ama oraları çok net hatırlamıyorum. Oralarda aklımda kopukluklar var. Dönüşü hatırlamıyorum. Yatakta buldum kendimi. Her yanım yoğun titreşim altındaydı daha öncekiler gibi. Abi yazmak istediğim başka bir şey daha var. O daha uzun, hatta bayağı uzun olacak sanırım. O yüzden kızımı yatırınca aklımı toparlayıp yazmayı düşünüyorum inşallah.
🎉🎉🎉🎉
Aralık 2013 17:38
K: Hayırlı akşamlar abi. Bir kaç gün önce gece yattım. Zikir çekiyorum. Başım yoğun bir şekilde çınlamaya ve kulaklarım uğuldamaya başladı. Anladım zaten hemen. Sanırım artık ben de bu konularda tecrübe kazanmaya başladım Size daha önce de bahsettiğim gibi, son dönemlerde başımdaki çınlamalar ve uğuldamalar had safhada.
Sanki başımın içi istim kazanı… Bazen öylesine fokur fokur kaynıyor gibi ki, yanımda konuşanı duyup anlamakta zorluk çektiğim zamanlar olmuyor değil.
Sağ bacağım kasık diz kapağı arası arkadan da seğirince “tamam gidiyoruz” dedim içimden. Anında kendimi gökyüzünde buldum. Bu kez sırtımdan, giysimden tutuyorlarmış gibiydi. Sırtımdan iki eliyle tutuyordu, öyle hissettim. Ben yüzüm aşağı doğru, sanki çuval gibi sarkıyordum. Ama abi çok korktum yaaa. Öyle böyle değil.
Önce Türkiye’yi kuş bakışı seyrettim, sonra Akdeniz, Karadeniz, hem gittikçe yükseliyor hem de Cebel-i Tarık Boğazı’na doğru kayıyorduk. Abi İtalya, İspanya, Afrika kıtası… Komple yukarıdan izledim. Gittikçe Atlas Okyanusu’na vardık ama aynı zamanda artık çok yükselmiştik. Okyanusun üzerinde gidiyorduk, bir anda kendimi uzayda buldum.
Daha önce iki gök kapısı olup, birinin Çin açıklarında Büyük Okyanus’ta, diğerinin ise Kuzey Amerika açıklarında Atlas Okyanusu’nda olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Bu bilgi doğruysa ben Atlas Okyanusu’ndan çıkarılmış olmalıyım. Dünya gittikçe altımızda küçülüyordu. Ve bir de benim halimi düşünün.
Boşlukta yüzüstü duruyorum, dünya altımda ve görmediğim bir şey beni sırtımdan tutmuş, çuval taşır gibi götürüyor. Ne bağırdım, ne bağırdım “Korkuyorum” diye, bilemezsiniz. Yok, böyle bir korku… Ama uzay çok sessiz, hatta hiç ses yok. Sadece sağır edici bir sessizlik var. Dünya görünmez oldu herhalde ki diğer gezegenleri izlemeye başladım. Hem korkuyorum, hem de kendimi alamıyorum izlemekten.
Çok güzeller abi, çok güzeller. Çok yakın geçtik bu gezegenlerin birçoğuna… Birinin yüzeyine ayaklarım yere basacak kadar yaklaştık. Aynen Mars’ın resimlerindeki gibiydi yüzeyi. Sırf toprak. Kraterler ve tepeler var. Fakat bizim olduğumuz yerde birçok metalden kapan vardı yüzeyde. Yanyana yanyana. Açılıp kapanan demirler…
“Neredeyse birine yakalanıcam” diye korktum. Tam metal üzerime kapanacakken altından uçarak geçtik. Bunun gibi, daha farklı gezegenlerin yanından geçe geçe bir gezegene indik. Ama tüm bu gezi görsel olarak anlatılamayacak kadar güzel bir şölendi.
İndiğimiz gezegende insanlar vardı. Sanki hani bizde köylerde kahve önü denilen meydan vardır ya, öyle bir meydanı vardı. Alçak alçak binalar. Evdiler muhtemelen. Köyden biraz daha büyük olmalı orası. Belki de bir kasaba. Ama asla şehir değil. İnsanlar fiziksel olarak aynı bize benzemekle birlikte, küçük farklılıklarla ayrılıyorlar.
Hatları daha kaba. Derileri daha kalın sanki. Ve gelişmişlik olarak kesinlikle bizden daha geriler. Gezegenin geneli için söyleyemem bunu, çünkü görmedim. Sadece orası ve oradakiler öyleydi. Bizden daha kaba, daha cahillerdi, bu çok net anlaşılabiliyordu.
Beni meydana bıraktı. Tutmuyordu artık.
O insanları görebiliyor, bir kaç metre karşılarında dikiliyordum. Üstüme doğru gelmeye başladılar. Anladım ki onlar da beni görebiliyorlardı. Toplamda meydanda en çok 15-20 kişi vardı. Hepsi erkekti sanki. Belki de değil. Ben panikledim. İyi seçememiş ya da hatırlamıyor olabilirim. Abi benim onlardan biri olmadığımı anladılar. Her ne kadar fiziksel olarak her ikimizde insan olsak da ayrılıyoruz, farklar var.
Bana bir sürü sorular sordular. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, neden orda olduğumu… Çok üst üste, cevabı beklemeden soruyorlardı. Sanki cevap almak değil, saldırmaktı niyetleri. Ben asla kötülük için orda bulunmadığımı anlatmaya çalıştım ama dinlemeye niyetleri yoktu. İlginç tarafı onlar hangi dili konuşuyorlar bilmiyorum ama ben onları Türkçe duyuyordum.
Ben Türkçe konuşurken onlar da beni muhtemelen kendi dillerinde duyuyorlardı, çünkü beni anlayabiliyorlardı. Ya ben bütün dilleri biliyorum ya da otomatik bir çeviri sistemi işliyor olmalı âlemlerde. İyice çevremi sardılar ve tam bana saldıracakları anda beni kaptığı gibi yukarıya doğru uçurup götürdü oradan.
Bir gezegene daha gittik ama orada insan görmedim. Şöyle yakından bir uçtuk üzerinde, bunu hatırlıyorum. Belki inmiş de olabiliriz ama oraları çok net hatırlamıyorum. Oralarda aklımda kopukluklar var. Dönüşü hatırlamıyorum. Yatakta buldum kendimi. Her yanım yoğun titreşim altındaydı daha öncekiler gibi.
Abi yazmak istediğim başka bir şey daha var. O daha uzun, hatta bayağı uzun olacak sanırım. O yüzden kızımı yatırınca aklımı toparlayıp yazmayı düşünüyorum inşallah.
👍👍👍
Aralık 2013 17:38
K: Hayırlı akşamlar abi. Bir kaç gün önce gece yattım. Zikir çekiyorum. Başım yoğun bir şekilde çınlamaya ve kulaklarım uğuldamaya başladı. Anladım zaten hemen. Sanırım artık ben de bu konularda tecrübe kazanmaya başladım Size daha önce de bahsettiğim gibi, son dönemlerde başımdaki çınlamalar ve uğuldamalar had safhada.
Sanki başımın içi istim kazanı… Bazen öylesine fokur fokur kaynıyor gibi ki, yanımda konuşanı duyup anlamakta zorluk çektiğim zamanlar olmuyor değil.
Sağ bacağım kasık diz kapağı arası arkadan da seğirince “tamam gidiyoruz” dedim içimden. Anında kendimi gökyüzünde buldum. Bu kez sırtımdan, giysimden tutuyorlarmış gibiydi. Sırtımdan iki eliyle tutuyordu, öyle hissettim. Ben yüzüm aşağı doğru, sanki çuval gibi sarkıyordum. Ama abi çok korktum yaaa. Öyle böyle değil.
Önce Türkiye’yi kuş bakışı seyrettim, sonra Akdeniz, Karadeniz, hem gittikçe yükseliyor hem de Cebel-i Tarık Boğazı’na doğru kayıyorduk. Abi İtalya, İspanya, Afrika kıtası… Komple yukarıdan izledim. Gittikçe Atlas Okyanusu’na vardık ama aynı zamanda artık çok yükselmiştik. Okyanusun üzerinde gidiyorduk, bir anda kendimi uzayda buldum.
Daha önce iki gök kapısı olup, birinin Çin açıklarında Büyük Okyanus’ta, diğerinin ise Kuzey Amerika açıklarında Atlas Okyanusu’nda olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Bu bilgi doğruysa ben Atlas Okyanusu’ndan çıkarılmış olmalıyım. Dünya gittikçe altımızda küçülüyordu. Ve bir de benim halimi düşünün.
Boşlukta yüzüstü duruyorum, dünya altımda ve görmediğim bir şey beni sırtımdan tutmuş, çuval taşır gibi götürüyor. Ne bağırdım, ne bağırdım “Korkuyorum” diye, bilemezsiniz. Yok, böyle bir korku… Ama uzay çok sessiz, hatta hiç ses yok. Sadece sağır edici bir sessizlik var. Dünya görünmez oldu herhalde ki diğer gezegenleri izlemeye başladım. Hem korkuyorum, hem de kendimi alamıyorum izlemekten.
Çok güzeller abi, çok güzeller. Çok yakın geçtik bu gezegenlerin birçoğuna… Birinin yüzeyine ayaklarım yere basacak kadar yaklaştık. Aynen Mars’ın resimlerindeki gibiydi yüzeyi. Sırf toprak. Kraterler ve tepeler var. Fakat bizim olduğumuz yerde birçok metalden kapan vardı yüzeyde. Yanyana yanyana. Açılıp kapanan demirler…
“Neredeyse birine yakalanıcam” diye korktum. Tam metal üzerime kapanacakken altından uçarak geçtik. Bunun gibi, daha farklı gezegenlerin yanından geçe geçe bir gezegene indik. Ama tüm bu gezi görsel olarak anlatılamayacak kadar güzel bir şölendi.
İndiğimiz gezegende insanlar vardı. Sanki hani bizde köylerde kahve önü denilen meydan vardır ya, öyle bir meydanı vardı. Alçak alçak binalar. Evdiler muhtemelen. Köyden biraz daha büyük olmalı orası. Belki de bir kasaba. Ama asla şehir değil. İnsanlar fiziksel olarak aynı bize benzemekle birlikte, küçük farklılıklarla ayrılıyorlar.
Hatları daha kaba. Derileri daha kalın sanki. Ve gelişmişlik olarak kesinlikle bizden daha geriler. Gezegenin geneli için söyleyemem bunu, çünkü görmedim. Sadece orası ve oradakiler öyleydi. Bizden daha kaba, daha cahillerdi, bu çok net anlaşılabiliyordu.
Beni meydana bıraktı. Tutmuyordu artık.
O insanları görebiliyor, bir kaç metre karşılarında dikiliyordum. Üstüme doğru gelmeye başladılar. Anladım ki onlar da beni görebiliyorlardı. Toplamda meydanda en çok 15-20 kişi vardı. Hepsi erkekti sanki. Belki de değil. Ben panikledim. İyi seçememiş ya da hatırlamıyor olabilirim. Abi benim onlardan biri olmadığımı anladılar. Her ne kadar fiziksel olarak her ikimizde insan olsak da ayrılıyoruz, farklar var.
Bana bir sürü sorular sordular. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, neden orda olduğumu… Çok üst üste, cevabı beklemeden soruyorlardı. Sanki cevap almak değil, saldırmaktı niyetleri. Ben asla kötülük için orda bulunmadığımı anlatmaya çalıştım ama dinlemeye niyetleri yoktu. İlginç tarafı onlar hangi dili konuşuyorlar bilmiyorum ama ben onları Türkçe duyuyordum.
Ben Türkçe konuşurken onlar da beni muhtemelen kendi dillerinde duyuyorlardı, çünkü beni anlayabiliyorlardı. Ya ben bütün dilleri biliyorum ya da otomatik bir çeviri sistemi işliyor olmalı âlemlerde. İyice çevremi sardılar ve tam bana saldıracakları anda beni kaptığı gibi yukarıya doğru uçurup götürdü oradan.
Bir gezegene daha gittik ama orada insan görmedim. Şöyle yakından bir uçtuk üzerinde, bunu hatırlıyorum. Belki inmiş de olabiliriz ama oraları çok net hatırlamıyorum. Oralarda aklımda kopukluklar var. Dönüşü hatırlamıyorum. Yatakta buldum kendimi. Her yanım yoğun titreşim altındaydı daha öncekiler gibi.
Abi yazmak istediğim başka bir şey daha var. O daha uzun, hatta bayağı uzun olacak sanırım. O yüzden kızımı yatırınca aklımı toparlayıp yazmayı düşünüyorum inşallah.